4.Bölüm

1583 Words
Keyifli okumalar... "Ne demek bu?" diyerek, korku dolu bakışlarımla zümrüt yeşili gözlerine bakmaya devam ettim. Saçımdaki elini ittiğimde, yavaşça uzaklaşıp, ellerini cebine koydu. "Neden okşuyorsun saçımı? Neden böylesin? Senin şimdi beni saçımdan sürüklemen, odaya kapatman gerekmiyor muydu? Neden bu kadar rahatsın?" deyip, sonunda yutkundum. Gözlerimin içine yaklaşık bir buçuk dakika bakakaldı. Bakışlarını yere indirip, yavaşça arkasını döndü ve salona doğru yürümeye başladı. "Boşuna kaçmaya çalışma, bu gün itibari ile bahçedeki adamlar iki katına çıktı." dedi, sakin bir tonda. Bir kaç saniye arkasından bakakalsam da, silkinip peşinden yürüdüm. Salonun ortasında durup, yüzünü mutfağa doğru çevirerek, "Güliz hanım, sofra nerede? Benim 7:30'da akşam yemeği yediğimi bilmiyor musun?!" dedi, sanki bana olan öfkesini kadına çemkirerek çıkarıyordu. Acaba kardeşinin verdiği süreler ve astığı tabelanın onunla bir ilgisi var mı? Eve tam 5'te gelmesinden dolayı, aklıma bir sürü soru takıldı. Az sonra kadın elinde tabaklarla koşarak mutfaktan çıkıp, sofrayı hazırlamaya başladı. "Çok özür dilerim Saru bey, saatim bozulmuş, bir daha olmaz." diyerek, sofrayı hızlı S Şekilde kurmaya devam etti. "Bence de bir daha olmasın, daha dakik bir yardımcı aramakla uğraştırmayın beni." dedi, sanki kendi kendine konuşur gibi. Salonun cam duvarına yaklaşıp, bahçe kapısını açtığı anda sert rüzgarlar içeriye doluştu. Kardeşi bana prova yaptırmış olabilir mi? Katlanılması imkansız olan kendisi olabilir mi? Tam arkasında durduğum için, rüzgara karışan kokusu yüzüme çarpıp, izin almadan ciğerlerime doldu. Bahçeye çıktığında yavaşça arkasından ilerleyip, bahçeye çıktım. Ağır adımlarla ilerleyip, ormana bakmaya başladı. Hava çoktan kararmıştı. Her yer karanlık iken, karanlığın içine sanki çok şey görüyor gibi bakıyordu. Sadece siyah ve beyazı gören birine, karanlık çok koymasa gerek. Aklımdaki soruları sormak için, ürkek adımlarla arkasından yaklaştım. Tam yanında durup, kollarımı vücuduma sararak omzumun üzerinden ona baktım. Profilden kalemle çizilmiş bir karaktere benziyordu, ama kötü bir karaktere. "Soruma cevap vermedin." dedim, sakin bir tonda. O bana bağırmıyordu ve benim bağırmam ne kadar doğal olsa da, bağırdığımda benimle dialoga girmemeyi tercih ediyordu. Omzunun üzerinden bana bakıp, ortamdaki tek renk olan yeşillerini gözlerime dikti. Simsiyah kirpikleri gözlerinin üzerinde bir yelpaze gibi duruyor, açıp kapandığında yüzümde tufanlar estiriyordu. "Seni dövsem veya saçını çeksem, elime bir şey mi geçecek? Bence benden daha da nefret edecek ve inat yaparak konuşmayacaksın. Ben psikolojik şiddeti tercih ederim," diyerek bakışlarını tekrar karanlık ormana çevirdi. "Fiziki şiddet çözüm değildir, yani kadınlar üzerinde. Ben bir kadını dövecek kadar aciz bir adam değilim, Cennet..." Ses tonundaki sakinlik içime işlerken, adeta bir melodi gibi rahatlatıyordu. Sanırım onun sorgularına alıştığım için, sesi tanıdık bir hissiyat oluşturuyordu. Başka bir sebebi yoktu. Ne istediğini çözemiyordum. "Psikolojik şiddet derken? Neden bahsediyorsun?" diyerek, yüzümü onun baktığı yöne çevirdim. Sert bir soluk verdi. "Kadınlar çiçektir derler, buna katılıyorum. Bazıları bir papatya gibidir herkese açıktır, herkese gülümser...Bazı kadınlar kaktüstür, onlara dokunmak yürek ister. Güzel söze kanmazlar, tıpkı kaktüsün suya ihtiyacı olmadığı gibi... Geri kalanları da güldür, kokusu bile insanı mest ederken, güzelliğiyle kendine hayran bırakır. Ama güllerin dikenleri vardır, Cennet. O güle ulaşmak için, önce dikenlerini kesmek gerek..." Yutkunup bakışlarımı yüzüne diktiğimde, omzunun üzerinden bana baktı. "Sen yine güzel bir felsefe yapmışsındır da, ben yine bir şey anlamadım." deyip, omuzlarımı silktim. En azından bana şiddet uygulamayacağını bilmek, bir az olsun içimi rahatlatmıştı. Fakat, dikenlerimi kesmek derken neyi kastettiğini anlayamamıştım. "Anlayacaksın." dediğinde, kaşlarımı kaldırıp şaşkın şekilde gecenin karanlığında , fosforlu gibi parlayan gözlerine bakmaya devam ettim. İnliyiciksin. Aniden duyduğum köpek havlaması, çığlık atarak psikologun üzerine atlamama neden oldu. Arkasına saklandığımda, eğilerek yanına gelen pitbull cinsi köpeği sevmeye başladı. "Sakin, o artık yabancı değil." diye fısıldadı köpeğin kulağına. Köpek onun ellerinin arasında, resmen uysal bir kediye dönmüştü. Köpeğin tasmasını kavrayıp ayağa kalktığında, ellerimi omuzlarına koyup arkasına saklandım. "Ya uzak tutar mısın? Korkuyorum." deyip, küçük çığıklar attım. Aniden önümden çekilip, simsiyah koca bir pitbulla karşı karşıya kalmamı sağladı. Elimi kavrayıp zorla köpeğin başının üzerine koydu. "Okşa," dedi gözlerime bakarak. "Ona şefkat gösterirsen, seni korur. Ondan kaçarsan, seni düşmanı sanar ve kovalar." dedi, ciddi bir tonlamayla. Gözlerim hipnotize olmuş gibi gözlerinden ayrılmazken, elimi yavaşça hareket ettirerek köpeğin başını okşamaya başladım. Yüzünde memnun bir ifade yaranırken, elimi tekrar kavrayıp, tasmayı avucumun içine tutuşturdu. "Aslında bu tasmayı koparıp kaçabilecek kadar güçlü. Ama o, sana ait olduğunu bildiği için, hiçbir yere gitmez..." diyerek elini elimden çekti. Köpek etrafımda dolanarak başını ayaklarım sürtmeye başladığında, yavaşça eğilip başını okşamaya başladım. Başımı yukarıya kaldırıp ona baktığımda, tıpkı Azrail gibi tepemde dikilmiş bana bakıyordu. "Sofra hazır Saru bey." Güliz hanımın sesini duyduğumuzda, ikimiz de bahçeye çıkan kapıya baktık. "Geliyoruz, 30 dakikalığına odana çekilebilirsin." dediğinde, gözlerim tekrar onu buldu. Yutkunup, düşünceli bakışlarımı ürkütücü yüzünde gezdirdim. "Emredersiniz." dedi, kadın içeriye girerken. Anlamıyorum. Dakikalarla sorunu ne ki? Doğrulup tasmayı ona uzattığımda, "Serbest bırak, kendini esir gibi hissetmesin." diyerek ellerini cebine koyup, göz teması kurmadan yanımdan yürüyüp geçerek eve girdi. Tasmayı yavaşça gevşetip bıraktığımda, daha ismini öğrenemediğim köpek etrafımda bir kaç kez turladıktan sonra, bahçeye doğru koştu. İçeriye girip bahçe kapısını kapattığımda, çoktan masadaki yerine kurulmuştu. Yavaşça masaya doğru yürüyüp, sağ tarafındaki sandalyeyi çektiğimde, iri parmaklarını bileğime doladı. "Oraya değil." dediğinde, sabah kardeşinin dediğini hatırladım. Başımı onaylar anlamda sallayıp, arkasından dolanarak sol tarafındaki sandalyeyi çekip oturdum. "Kardeşinin adı ne?" dediğimde, çatalını eline alıp yemeğinden bir lokma aldı. "Sofrada konuşmak yasak, Sedat söylemedi mi?" dedi. "Hayır." dedim, dümdüz bir sesle. Öyle bir bakış attı ki, daha fazla gôzlerine bakmaya cesaret edemeyip, susarak yemeğimi yemeğe başladım. Yemek sessiz geçmişti. Ben doymuştum ama o hâlâ yemeğe devam ediyordu. Tabii ki, onun midesi ile benimki bir değildi. Sofradan kalkmak iatediğimde, çatalını sertçe tabağına bıraktı. Tekrar yerime oturup, ona bakmadan dudağımı kemirdim. Yemeğini bitirdikten sonra, peçeteyi ikiye katlayıp, dudaklarını itinayla sildi ve peçeteyi tabağının altına sıkıştırdı. "Benim ile birlikte oturup, benim ile aynı anda sofradan kalkacaksın. Ayrıca sofrada konuşmayı da konuşanı da sevmem." diyerek, keskin bakışlarını yüzüme çevirdi. Başımı olumlu anlamda sallayıp, bakışlarımı kaçırdım. Ayağa kalktığında onunla birlikte ayağa kalkıp, masanın yanından ayrıldım. Bakışlarım geniş sırtında seğiren kaslarda gezerken, aniden durdu ve arkasını dönüp gözlerime baktı. "Otur." diyerek, arkadaki L şeklindeki koltuğa yayıldı. Sağ ayak bileğini, sol dizinin üzerine koyarak, kollarını koltuğun üzerine serdi. Arkamdaki tekli koltuğa oturup, ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırarak gözlerine baktım. "Şimdi sorabilir miyim? Yani merak ettiklerimi." dedim, kısık sesle. Başını bir kere eğerek beni onayladı. Sürekli dudağının ve yanağının içini kemiriyordu. Durgun bakışları insanı resmen intihara sürüklüyordu. Boğazımı temizleyip lafa girdim. "Sedat o mu? Yani dün gece beni kapının önünden alan." dedim, düz bir sesle. Aniden kaşları çatıldığında, kızdığını anladım ama neye kızdığını çözemedim. "Gece derken? Saat kaç gibi?" diye sordu, ürkütücü bir tonlamayla. Kollarını koltuğun tepesinden indirdi ve vücudunu dikleştirdi. Şu an tam da saldırmaya hazır bir kurt gibi görünüyordu gözüme. "Şey... Ben.... Bilmiyorum." diyerek, elimle ensemi ovaladım. "Yalan söylediğinde hemen enseni ovuyorsun." diyerek, kaşlarını daha da çattı. "Karanlıktı, tam saati bilmiyorum." diyerek, başımı olumsuz anlamda salladım. "Buraya gelmen, o kadar uzun süremez. Öğleden sonra vardın diye biliyorum. Ayrıca eve girmişsin. Bana öyle dediler." dedi, boynunu hafif sağa eğerek. Düşünceli bakışları bir süre yüzümde gezdikten sonra, hışımla ayağa kalktı. "Yolda sana bir şey mi yaptılar?!" diye bağırdığında yerimden sıçradım. Korkudan dilim tutulmuşken, başımı olumsuz anlamda salladım. Burnundan soluyarak, hızlı adımlarla bahçe kapısına doğru yürüdü. Kapıyı kırar gibi açıp dışarıya çıktı. "Metin! Gel lan buraya!" diye bağırdığını duyduğumda hızla arkasından gittim. Bahçeye çıktığımda hızlı şekilde evin yan tarafına doğru yürüyordu. "Efendim abi." "Gel lan, gel!" Evin köşesine doğru yürüyüp onu izledim. Bir adam koşarak yanına geldiğinde, tek eliyle yakasına sarılıp silkti. "Metin siz bu kızı saat kaçta eve getirdiniz? Kameraya bakmakla uğraştırma beni doğru söyle!" diyerek, adamı ipte sallanan çamaşır misâli silkeledi. "Abi valla sen dediğin saatte, hatta dakikasında getirdik. Bekledik kapıyı çaldı, içeriye girdi. Biz de geri döndük." "Kız ben eve girdiğimde geceydi diyor? Öğleden sonra 5'te eve ulaşması lazımdı. O süre zarfında kıza bir şey yaptıysanız..." "Abi valla yapmadık. Tam dakikasında getirip teslim ettik. Zaten kız parayı çalan kız değil mi? Biz de..." Adam lafını bitirmeden, Renat'ın yüzüne indirdiği sert yumrukla yere yığıldı. "Siktim hepinizi! Git çağır öbür şerefsizleri de!" diye, kükrediğinde adam yerden kalkıp yanağını tutarak koşmaya başladı. Psikolog ellerini gece karası saçlarının içinden geçirip, öfkeli şekilde volta atmaya başladı. Onu ilk defa böyle görüyordum ve bu hâli çok ürkütücüydü. Kendini sakinleştirmek için attığı büyük adımlar, benim üç adımıma eşdeğerdi. Hızlı adımlarla basamaklardan indip yanına yaklaştığımda, duraksayıp yavaşça arkasını döndü. Az önceki halinden eser yoktu. Çatık kaşları inmiş, yüzünde durgun bir ifade yaranmıştı. Bir anda kendini böyle nasıl sakinleştirebildiğini kavrayamadan, onu şaşkınlık içinde süzdüm. Bana doğru adımlayıp, arada bir metre mesafe bırakarak durdu. "Neden çıktın sen? Üstün ince, üşüteceksin." dedi, sakin bir tonda. Az önce gördüğüm adam ikizi mi diye düşündüm. "Onların bir suçu yok. Ben içeriye gündüz girdim zaten, ama sonra..." Duraksadım. Dakika yanlışı yüzünden kovabileceğini söylediği kadını, beni kovduğunu söylesem kesin işten atardı. Boğazımı temizleyip devam ettim. "Ben eve gündüz girdim. Ama sonra tekrar çıktım. Adamların gittiğini gördüğümde, kaçmaya çalıştım. Sonra vazgeçip döndüğümde geç olmuştu." diyerek, bakışlarımı gözlerinden kaçırdım. "Sonra dönüp bekledim. Renat... Yani şey kardeşin Sedat beni içeriye aldı. Gerisini hatırlamıyorum. ÇOK YORGUN VE AÇTIM." dedim. Seslice yutkunduğunda aynı zamanda sert bir soluk verdi. Ellerini cebine koyup yanıma yaklaştığında, kendimi güçlükle olduğum yere çivileyip, derin nefesler aldım. Aniden adamlar koşarak geldiklerinde, karşımda dikilip gözlerime baktı. Arkasına dizilen yedi adam, sanırım bana bakmamak için başlarını önlerine eğmişlerdi. Arkasını dönmeden adamlarından birine seslendi. "Davut..." "Efendim abi." "Evin ön kapısındaki kameranın kayıtlarını getir; dün öğlen ve gece yarısı arasında neler olmuş bir görelim." dedi, sert bir tonda. Davut denen adam koşarak uzaklaştığında, yavaşça arkasını dönüp adamlara tek tek baktı. "Dün biri sözümden çıkmış ve bu gün o kişi veya kişiler bana yalan söylemiş sayılıyor. Yalan benim için ihanettir. İhanetin cezası ölümdür!" dedi, ve omzunun üzerinden öyle bir bakış attı ki, şu an gökten bir ip sallansın da beni yukarıya çeksin istedim. Aksi hâlde beni cehenneminde yakacağına emindim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD