3.Bölüm

1528 Words
Keyifli okumalar... Kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken, dudaklarım sessizce kekeliyormuşum gibi açılıp kapandı. Anlayamaz şekilde ona bakarken, fazlasıyla eğleniyor gibi gözüküyordu. Onu kendimden ittiğimde belimdeki kolunu çekip, geriye doğru bir adım attı. "Aptal kız,"deyip başını iki yana sallayarak, tekrar bana yaklaştığında korkudan tezgaha yaslandım. Üst dolabı açıp bir bardak çıkardıktan sonra, yüzüme bakmadan arkasını dönüp tezhgahın etrafından dolandı. Neydi şimdi bu? Tezgahın diğer tarafındaki bar sandalyesine oturup, bardağı önüne bıraktı. Tezgahın üzerindeki sürahiyi eline alıp, bardağı ağzına kadar doldurduktan sonra bir dikişte içti. Bardağı tezhagın üzerine bırakıp, iki parmağıyla oyun oynuyormuş gibi öne doğru itti. Asıl manyak bu galiba, kendini Renat diye tanıtıp, sözde beni korkutacak. Nasıl manyakların eline düştüm ben böyle? Üzerindeki siyah ceketini çıkarıp dizlerinin üzerine bıraktıktan sonra, pantolonunun cebinden telefonunu çıkarıp avuçlarına aldı. Bakışları anlık gözlerimi bulurken, bıkkınlıkla bakışlarını tekrar telefonuna çevirdi. Deli misin be adam? Dizlerinin üzerindeki ceketi alıp, ayağa kalkarak ceketi omzundan geriye atıp telefonunu cebine koyarak mutfaktan çıktı. Anlamadım? Gerçekten anlamadım? Kim kim? Sen kimsin? Lan ben kimim? Yok ona yetmedi 15 gün, şimdi yine beni delirtmek için geldi. Hâlâ tezgaha yaslanmış olduğumu farkedip, kalçalarımı tezgahtan ayırarak yavaşça ilerledim. Elimi enseme attığımda çoktan terlediğimi farkettim. Bu buz gibi adam beni nasıl terletmeyi başarıyor? Soğuk üşütmez miydi? Mutfaktan çıktığımda klasik müzik sesi kulaklarımı doldurdu. Yavaşça salona geçip etrafa bakındım. Burada yoktu. Onunla konuşmam lazımdı ama odasının nerede olduğunu bilmiyordum. Duvardaki büyük saate baktım. Saat 5'i 10 geçiyor. Tam da Renat'ın söylediği saatte gelmesi normâl mi? Salondan çıkıp merdivenlere doğru ilerledim. Tam merdivenlerden çıkarken, müzik sesinin tam arkamdan geldiğini farkettim. Arkamı döndüğümde alt kata inen siyah merdivenlerle karşı karşıyaydım. Çalan şarkı: Rossini'nin Sevil Berberi. Derin bir nefes alıp, tüm cesaretimi toplayarak merdivenlere yöneldim. Odasının kapısı yoktu. Nereyi çalıp girecektim acaba? Yavaşça aşağıya indiğimde, merdivenlerin son basamağında donup kaldım. Üzerindeki siyah diz üstündeki şortun belindeki ipleri bağlıyordu. Beyaza yakın tondaki vücudu, oldukça ürkütücü büyüklükteydi. Ipleri bağlarken, gerilen göğüs ve kol kaslarını ağzım açık şekilde izledim. Nereye düştüm ben böyle? Cennete falan mı? Az sonra havuza atladığında havuz taşacak zannettim. Merdivenlere oturup yüzmesini bitirmesini mi beklesem, yoksa gidip şu an konuşsam mı bilemedim. Ya da en iyisi toz olayım deyip, arkamı dönerek sessizce merdivenlerden geri çıktım. Neden Renat'ı gördüğümde onu gördüğüm kadar heyecanlanmadım? Onunla geçirdiğim 15 günün de önemli olabilir tabii. Ne biçim bir oyunun içine düştüm ben böyle? Düşünceli şekilde yukarıya çıkarken, dış kapının açıldığını duyup duraksadım. Başımı yavaşça sola çevirip Renat'ın öfkeli bakışlarını gördüğümde, kalbimin durduğunu hissettim. Bu adam kimdi bilmiyorum ama beni onun odasından çıkarken gördü. Bakışları ve çatık kaşları kızdığının belirtisiydi. Ağır adımlarla yanıma yaklaştığında, sertçe yutkunup geriledim. Yanıma gelip bileğimi sıkıca kavradığında, neye uğradığımı şaşırmışken beni çekiştirmeye başladı. Salonun ortasına fırlatıp, öfkeli bakışlarını yüzüme dikti. "Ne işin vardı lan abimin odasında?!" Diye bağırmadı, adeta kükredi. Öyle ki, bir an ev sallandı zannettim. Ona yaklaşmak istediğimde işaret parmağını kaldırarak beni durdurdu. "Kal orda! Sakın kıpırdama! Sana sorduğum soruya cevap ver önce! Ne yapıyordun abimin odasında?!" Diye kükrediğinde, sanki dilimin tutulduğunu hissettim. Bir şey söyleyemiyor, sadece başımı iki yana sallıyordum. "Cevap ver!"diye bağırıp üzerime yürüdüğünde, gerilerken sehpanın üzerine oturdum. "Ulan yeter amına koyayım! Öldü kız, yavaş!" Renat da benim gibi arkasından salona doğru yaklaşan psikologa bakıp, tekrar önüne döndü. Öfkesi gram eksilmemişti. Psikolog altına siyah eşofman giymiş, yine yarı çıplaktı. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Üstelik kardeşi bu kadar kıskançken? Renat'ın yanına ulaştığında, elini ensesine atıp başını önüne eğerek saçlarını karıştırdı. Ikisi de gülmeye başladıklarında neye uğradığımı şaşırıp, ağzı açık şekilde izledim. Durup bana baktıklarında, psikolog durgunlaşırken, Renat gülmeye devam etti. "Abi çok eğlenceli ya, baksana beti benzi attı. Öldü resmen..." diye alay etti Renat. Hala ne dolaplar döndüğünü kavrayamıyordum. Şaşkın şekilde bir ona, bir psikologa bakmaya devam ediyordum. Ben hala sehpanın üzerinde oturmuşken, ikisi de koltuğa yerleşip bana baktılar. Renat gülerek bakıyordu ama psikolog çok başka bakıyordu. Yüzümün her santimini ezberlemek ister gibi. "50 milyon karşılığında benimle evlilik ha? Alemsin abi ya!" Dedi, Renat gülerek. "Renat neler oluyor burada?" Diyerek Renat'a baktığımda, kaşlarını şaşkınlıkla çatıp yüzünü psikologa çevirdi. "Abi sana diyor galiba, cevap versene?" Dedi, evi ineleten bir kahkaha atarak. "Yukarı çıkıp odasına bak, biz levha astım. Dedim kuralları yazacaksın diye, bu da onayladı vah yazık. Acıdım." Deyip, gülerek bana baktı.  Bir şey anladıysam arap olayım. Tekrar psikologa bakıp gülerek, "Abi ben klube gidiyorum, kızlar beni bekler. Benden bu kadar..." deyip ayağa kalktı. "Git,"dedi psikolog, bakışlarımız birleştiğinde hala bana baktığını farkettim. "Gece dönme!" Diye ekledi gözümün içine baka baka. Renat koşar adım evden çıkıp kapıyı kapattığında, bakışlarım tekrar onunla buluştu. Sol bacağını sağ dizinin üzerine koyup, kollarını koltuğun üzerine yaydı. Bakışları sıcaktı ama teni buz gibiydi. Neden böyleydi bilmiyorum, teni üşütürken bakışları ısıtıyordu. Her bakışında insanı arafta bırakıyordu. Baş ve işaret parmağını sakallarının üzerinde gezdirirken, kabaran kol kaslarına bakmadan edemedim. Dirseğinden bileğine doğru çizgi halinde uzanan kaslar, sanki kalemle çizilmiş gibiydi. Beyaz teninin üzerinde net şekilde görülen baklavaları, bakılmadan durulabilecek bir görüntü sergilemiyordu. Kardeşine göre baya iriydi, sanırım boyu benden bir yirmi santim falan uzundu. Siyahlarla dolu oda onundu, kendini de beni de  karanlığa boğan oydu. Karşımda duran adam karanlığın temsilcisiydi. Ürkütücüydü. Bakışlarıyla bile insanı yerden yere vuran bu adam, kim bilir o iri kollarıyla neler yapabilirdi. Dokunsa kırılıp elinde kalırdım, çok bir şey yapmasına gerek yoktu. Üflese düşerdim herhalde. Belki de karşımda oturan bu şaheserin görüntüsüne düşerdim sadece. Parmaklarını bükerek şakaklarına dayayıp, beni izlemeye devam etti. Her gün sorgulamadan önce bir kaç dakika izlerdi beni. Nedenini yaptığı hazırlık sanardım. Ama şimdi anladım. O beni seyrediyormuş. O bana resmen kafayı takmış. "Gözlerin ne renk?"dedi, ne demekti bu? Yine cevabını bildiği sorular soruyordu. Sanırım işkencelerine rahatça devam etmesi için, beni evine getirmişti. "Görüyorsun işte." Dedim, dümdüz bir sesle. Burukça gülümsedi. Alt dudağını ısırırken öyle bir iç çekti ki, benim bile içime bir öküz oturdu. "Ben dünyayı siyah beyaz görüyorum. Benim için sadece iki renk var, siyah ve beyaz. Beyaz her rengin içinde vardır, siyah her rengi kendine hapsedecek kadar güçlüdür. Boğar. Benim başka renge ihtiyacım yok..." dedi. Alt dudağımı çekiştirdiğimde, bakışlarını dudaklarıma indirip yutkundu. Dudağımı serbest bıraktığımda, tekrar gözlerini gözlerime sabitledi. Onun karşısında hem titremem, hem de terlemem normal miydi? Nasıl bir etki alanı vardı böyle? "Renk körü müsün?"diye sorduğumda, bir kaç saniye sonra başını olumlu anlamda salladı. Şimdi tüm bu siyah beyazlığın mantıklı bir açıklamasına ulaşmıştım. Ama hala aklımda, bana mantıksız gelen bazı sorular vardı. Bu adam kimdi? Kardeşi kimdi? Bana ne biçim bir oyun oynuyorlardı? Böyle bön bön suratına bakmak yerine sorabilirim mesela. Ama gözleri insanı susturuyor. "Kahve rengi." Diye mırıldandım. "Kendi göz rengini biliyor musun?" Diye sordum. Başını olumlu anlamda salladı. Başkaları söylemiştir tabii. "Kızlar çok beğenir."dedi ukala bir tavırla. Gözlerimi devirip ellerimi dizlerime vurarak ayağa kalktım. "Neden sen en alt katta kalıyorsun? Ve benim odam neden en yukarı katta? Arada iki kat var..." dedim. Hafif bi tebessüm etti. "Küçükken cennetin nerede olduğunu sanardık?" Dedi, sakin bir tonda. Hiç düşünmeden cevapladım. "Gökyüzünde, yani yukarıda." diyerek çenemle yukarıyı gösterdim. Derin bir nefes alıp, sert bir soluk verdi. "Peki cehennemin nerede olduğunu düşünüyordun?"dedi. Işaret parmağımla aşağıyı gösterdim. "Yer altında, en dipte..." Vücudunu dikleştirerek, başını hafif yana eğdi. "Cennet yukarıda, cehennem aşağıdadır..." dedi. Nefesim kesildi. Gözlerimi gözlerinden güçlükle ayırıp, elimle ensemi okşadım. Bir kaç dakika sessizlikten sonra tekrar konuştum. "Renat sensin o zaman? Onun adı ne? Neden bana böyle bir oyun oynadınız? Neden korkuttunuz? Manyak mısınız siz?" dedim. Oturduğu yerden hızla ayağa kalktığında, yüzü ciddi bir hal aldı. Bana doğru geldiğinde bir adım gerilememle, sehpaya çarpıp olduğum yerde durdum. Bir kaç adımda yanıma ulaşırken, tam önümde dikildi. "Cennet," deyip, bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Evlilik falan yok. Seni buraya evlen diye getirtmedim." Dedi, düz bir sesle. Kirpiklerimi sıkça kırpıştırıp, devam etmesini bekledim. O da öyle yaptı. "Paramızı çalmışsın, bir de seni bu aileye gelin edeceğimizi mi sandın?"diyerek tam önümde volta atmaya başladı. "Çok safsın sen, nasıl arakladın o kadar parayı, orası da bir ayrı muamma..." dedi, kendi kendine konuşur gibi. Niyeti sadece beni haksız yere aşağılamaktı. "Ben yapmadım diyorum,"dediğimde duraksayıp, başını yana çevirerek gözlerime baktı. "Hadi desene! Götürün şunu desene!" Diye bağırırken, gözlerimden bir kaç damla firar etti. Histerikçe gülüp başımı olumsuz anlamda salladım. "Bana  hiçbir zaman inanmayacaksın, beni hep hırsızlıkla suçlayacaksın, öyle değil mi?" Diyerek, başımı önüme eğip ellerimin tersiyle yanaklarımı sildim. "Çok aç kaldım biliyor musun?"dedim yere bakarak. Gözlerimden akan birer damla daha parkelerle buluştu. "Ama harama el uzatmadım."diyerek başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Şimdi böyle haksız yere hırsızlıkla suçlanınca, keşke gerçekten yapsaymışım diyorum. Ben boşuna aç kalmışım diyorum." Ellerimi iki yana açıp, omuzlarımı silktim. "Bakma böyle çıt kırıldım göründüğüme, ben kendi acılarıma çok iyi göğüs gerdim. Ama çok yoruldum biliyor musun?" Hâlâ gözlerime duygusuzca bakıyordu. "Bir gün bana yaptıkların için, çok pişman olacaksın. Hakkıma giriyorsun, iftira atıp eziyet ediyorsun..."dedim hıçkırarak. Daha fazla konuşacak halim yoktu. Başımı önüme eğip, ellerimle yüzümü kapatarak sessizce ağlamaya devam ettim. "Yapmadım... ben yapmadım..." Bir kaç dakika sonra ellerimi yüzümden çekip, öfkeli şekilde duygusuzca bakan gözlerine baktım. Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp, iki elimle göğsüne defalarca vurdum. Yerinde sarsılıyor, hiçbir tepki vermiyordu. Onun sakinliği beni daha da delirtiyordu. "Ben yapmadım anladın mı? Bir gün anlayacaksın ve pişman olacaksın! Ama o 15 günün hesabını veremeyeceksin! Ne haliniz varsa görün, ben gidiyorum!" Deyip son kez iterek, yanından geçip koşarak kapıya yöneldim. Dış kapıyı açtığımda büyük eliyle kapıyı itip tekrar kapattı. Kolumdan kavrayıp, sırtımı kapıya yaslayarak parmaklarını saçlarımın arasına geçirdi. Çekmiyordu. Okşuyordu. "Belki de seni burada tutmamın nedeni, sadece borcun değildir?" Diyerek bakışlarını dudaklarım indirdi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD