6

1124 Words
Sahaya ulaştıklarında maç başlamak üzereydi ve çocuklar sanki bir şampiyonlar ligi maçıymış gibi ona söylenirken gözlerini devirmemek elde değildi. Ömer ve Yağız çok konuştuğu için onunla oturmak istemediğini söylediğinde Asaf’ın güldüğünü duymuş ve adama kaş çatmak için arkasına dönmüştü fakat Asaf’ın yüzünde güldüğüne dair en ufak bir iz yoktu. Nihayetinde bir yanında Asaf bir yanında Mahir ile oturdu ve etrafına göz atmaya başladı. Oynayan çocukların aileleri ve okuldan arkadaşları dışında kimsenin geldiğini düşünmediği stat çok büyük değildi ve buna rağmen tribünler dolu sayılmazdı. Amatör takımlar için bunun moral bozucu olduğunu düşünmüyordu ama yine de daha kalabalık olsaydı, kardeşi adına sevinirdi. Isınmakta olan oyunculara gözlerini kısarak bakarken kardeşini görerek gülümsedi. Madem gelmişti, çocuğu tüm gücüyle desteklemeliydi. Fakat maça odaklanabilmesi için en önemli şey eksikti. “Mahir, bana çekirdek aldınız mı?” Kardeşinin bıkkınlıkla ceplerinden çıkardığı iki paket çekirdeği alıp gülümsedi. “Peki ya çöp poşeti?” “Of abla!” Mahir küçük bir torbayı da uzattığında rahatlayarak çocuğa teşekkür etti. Maç başlarken paketlerden birini açıp bir avucunu çekirdekle doldurdu ve tüm dikkatini kardeşi üzerinde sabitleyip maçı izlemeye koyuldu. Futbolla çok fazla ilgili olmayabilirdi ancak kardeşinin oynadığı maçı izlemek keyifliydi. Safa Aras çok hızlı koşuyordu ve Yade’ye sorarsanız takımda en iyi oynayan kişiydi. Evet, biraz taraf tuttuğu inkâr edilemezdi ama o ablaydı sonuçta, değil mi? Bir avuç çekirdek bittiğinde hem rahatlamış hem de öfkesi başka yere yönlendiği için gevşemişti. Şimdi aklında ne Yavuz vardı ne de Asaf’ın yanında oturuyor oluşu onu gerebiliyordu. Kızgınlığı daha ziyade, üçüncü defa kaleye yanaşan topu kucaklayan karşı takımın kalecisi için birikmekteydi. Safa Aras’ın ayağına ulaşan topu bir başka oyuncuyu aşarak sağ kanat üzerinden sürmeye başlamasıyla çekirdeklerini bile unutmuş, “Yürü be Safa!” diye gürlerken birkaç kafanın ona dönmesine sebep olmuş, Asaf’ı da bir hayli güldürmüştü ama farkında değildi. Bir takım arkadaşının yardımıyla ceza sahası içinde yükselen top forvete ulaştığında “Hadi be!” diye bir kere daha gürledi ve çocuğun kafayla topu fırlatmasının hemen ardından kaleci topu yakalayarak hayal kırıklığı içinde yüzünü buruşturmasına sebep oldu. “Kim bu kaleci be, yeter artık! Kaçıncı bu?!” Kaşları çatılı bir hâlde çekirdeğini çitlemeye dönerken Asaf’ın güldüğünü fark etti. “Kuzenim.” “Ne?” “Kaleci benim kuzenim.” Dönüp adama baktı, o koca gamzenin yine göz önünde olduğunu ve gözlerinin de hafifçe kısıldığını fark etti. Asaf Karayel onu reddedişlerinin ardından bir hayli değişmişti. Hele de ilk seferine nazaran… “Pardon, bir an kendimi kaptırdım galiba. Ama hiç küfretmedim! Gerçekten!” dedi panikleyerek. “Biliyorum.” Şaşırarak kaşlarını kaldırınca adam daha da eğleniyormuş gibi başını sağ omzuna doğru eğdi. “Sesli düşünüyordun.” “Hiç de bile!” Utançla dudağının kenarını dişledi lakin kardeşi de konuşmalarını duymuştu. “Evet abla, sesli düşünüyordun. Her zamanki gibi…” Ömer sesi kalın olduğu için tonlamayı tutturamasa da onu taklit ederken kaşlarını çattı. “Hadi be! Yürü be!” Şimdi maç önemini yitirmiş gibi hepsi ona gülüyordu. İç çekerek önüne döndü, Asaf’a bir şey yapabileceğini sanmıyordu ancak oğlanlara bu kahkahaların bedelini ödetecekti. *** Maçı 3-1 karşı takım kazanmış ve attıkları her golle Yade öfkeden kudurmaya başlamıştı. O kadar çok gol kaçırmışlardı ki hâliyle karşı takımın golleri asabını bozuyordu ve öyle ki bir yerden sonra çekirdeklerinden bile vazgeçmek zorunda kalmıştı. Bir ara Asaf’ın “İyi ki gerçekte takım tutmuyorsun,” dediğini sandıysa da bu cümleyi duyduğundan emin değildi. Hatta belki de hayal etmişti, hiçbir fikri yoktu. Dönüp ondan tarafa baktığında yüzünde ciddi bir ifadeyle sahayı izliyordu. Maçın ardından Safa Aras kendisini beklememelerini söylemek için yanlarına geldi ve sonra bağırarak onu geri çağıran hocasının yanına koşup gözden kayboldu. Tribünler boşalıp hava kararmaya başladığında ayaklanıp stadyumdan çıktılar. “Gidip bir şeyler yiyelim mi?” diye sordu Mahir arabanın önüne ulaştıklarında. “Bana uyar,” dedi Asaf omzunu silkerek. Ömer ve Yağız da onun sözleri tekrarladı. Tüm gözler üzerine çevrildiğinde Yade de hafifçe gülümsedi. “Bana her zaman, her türlü uyar.” İstemsizce Asaf’a bakıp onun korkularını körükleyecek bir şekilde bakma ihtimalini sorgularken adamın telefonunu karıştırmakta olduğunu fark etti. “Bu arada…” dedi yüzüne bakmasını bekleyerek. Başını kaldırıp ilgisizce yüzüne bakması üzerine hem rahatladığını hem de canının sıkıldığını hissetti. “Kuzenin niye bizimle gelmiyor?” “Galibiyetten sonra takımıyla kutlama yapıyorlar.” Birinin sizi çirkin göreceğini düşünerek her hareketini incelemek kadar, o kişinin size telefonu kadar dikkat etmediğini bilmek de can sıkıcıydı. Çocukların ardından arabaya binip koltuğuna yaslandı. Bir kez daha kendi arabasıyla gelmediği için canı sıkılmıştı. Yahut Mahir şu sınavı verseydi de artık ehliyetini alsaydı ne olurdu yani? Böylece adamın şoförlüğüne de ihtiyaç duymazlardı. Asaf arabayı çalıştırdığında kardeşiyle sohbet etmeye başlamışlardı. Bir otelde staj yaptığını hayal meyal hatırladığından konuşmanın stajı hakkında olduğunu fark etmiş ve bu muhabbet ona pek de cazip gelmemişti. Ömer ve Yağız ikisinden birinin telefonunda bir savaş oyununa daldığı için onlarla da konuşamıyor, arada “Vursana şunu artık!” diye bağıran Ömer’in sesiyle irkilse de belli etmemeye çalışıyordu. Can sıkıntısıyla yolu izlemeye başladığında o tanıdık hüznün içine çöktüğünü hissetti. Her şey iyiydi, hoştu da Yade nasıl geri dönecekti? Belki de Yavuz ondan ayrıldıktan hemen sonra âşık olduğunu söylediği kızın yanına gitmiş ve ona sonunda Yade’den kurtulduğunu, artık aşklarını yaşayabileceklerini söylemişti. Hatta belki de kız onun okulundan, onun bölümünden ve paranoyaklığına bakacak olursak onun sınıfından bile olabilirdi. Yavuz artık sınıfına Yade için değil onun için gelecek, ders çıkışlarında onu bekleyecek ve Yade onunlayken genişletemediği arkadaş çevresinin ezikliğiyle bir cam kenarında onların mutluluğunu izlemek zorunda kalacaktı. Acıyan gözler, küçümseyen bakışlar ve hatta belki de Yavuz’un bu şişman kızdan ayrılarak akıllılık ettiğini tartışan dedikoducular eşliğinde okuldan nefret edecek ve işi daha da abartacak olursa- “Yade?” Asaf’ın gür sesi onu daldığı korkunç hayaller silsilesinden çekip kurtarırken “Ne?” dedi dilediğinden daha sert bir sesle. “Telefonun çalıyor.” Mahir’in yüzünü aralıktan uzattığını görünce derin bir nefes aldı. Anlaşılan bu, ona ilk seslenişleri değildi. Kardeşinin “İyi misin?” diye fısıldaması üzerine başını salladı ve telefonuna baktı. Arayan, hiç şaşırtıcı bulmadığı bir şekilde babasıydı. Mahir önüne dönerken aramayı cevapladı. “Efendim babacığım?” “Ne yapıyorsunuz?” Telefona âdeta gömülmüş hâldeki oğlanlara ve Mahir’in yüzünü göremediği için Asaf’a bakıp gözlerini adamın çenesi üzerinde sabitledi. “Yemeğe gidiyoruz.” “Hım… Safa Aras da sizinle mi?” “Hayır, takımıyla maçın hezimetini hazmetmeye gidecekler.” Babası kahkaha atınca gülümsedi. “O kadar kötü müydü?” “Aslında iyi oynadılar ama karşı takımın kalecisi çok iyiydi.” Asaf’ın aynadan ona baktığını fark edince gözlerini kaçırdı. “3-1 yenildik.” “Hım… Sen nasılsın peki?” “İyiyim,” dedi hemen. Asaf bir kez daha ona bakınca kendi bakışlarının da adama geri döndüğünü fark ederek yüzünü diğer tarafa çevirdi. “Merak etme baba.” “Tamam, çok gecikmeyin.” “Peki babacığım…” Yade alayla söylendi ama babası bunu duymazdan gelerek telefonu kapattı. Nihayet Asaf arabayı park ettiğinde inip temiz havadan nasibini aldı. İyiydi, arada saçmalayıp durmasını saymazsanız çok iyiydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD