1
Araba otobanda olağan hızıyla ilerliyor ve Yade farkında olmadan hızını artırırken öfkeden kuduruyordu. Başına gelenlere inanamıyordu. Bu olanlar adil değildi! Yade böyle bir şeyi hak etmemişti. Tam bir hafta evvel her şey nasıl da yolundaydı. Hayatı nasıl da güzel ve düzenliydi! Şimdi ne yapacaktı?
İç çekerek direksiyonu daha sıkı tuttu. Vizelerin ardından pılını pırtını toplamış ve baba evine doğru yola çıkmıştı. Üniversitenin son yılında, özgürlüğün doruklarında mutlu bir genç kızken bu hâle düştüğüne inanamıyordu. Yavuz nasıl bunları yapabilirdi? O çirkin kelimeleri nasıl bir araya getirir ve canını bilinçli olarak yakabilirdi?
Her şeyin nasıl bu hâle geldiğini soracak olsalar, cevap bile veremezdi. Her şey güzeldi, iyiydi, yolundaydı. Yoksa değil miydi?
Bir kez daha iç çekti. Ağlamıyordu, ağlayacak da değildi. Onu inciten biri için ağlamak gururuna pek de iyi gelmezdi. O sadece öfkeyle bağırıp çağırmak istiyordu. Yavuz’un canını yakmak da fena olmazdı. Ancak şiddet ne çözümdü ne de hiddetini dindirmek için yeterliydi.
Şimdi yola odaklan, diye düşündü. Derin birkaç nefesin etkisiyle sakinleşmeye ve o günün korkunç anılarından sıyrılmaya çalıştı. Araladığı camdan süzülen rüzgârın da etkisiyle öfkesi biraz yatışmış, araba da bu sayede normale yakın bir hıza kavuşmuştu. Her şeyi halledecekti, yapabileceğini biliyordu. Annesi, babası ve özellikle de halası ona iyi gelecek ve hatta tüm bunları öğrendiklerinde yardım etmek için ellerinden geleni yapacaklardı.
Evlerine kısa bir mesafe kaldığında içinde babasının pimpirikli hâline karşı ilk kez şükran duyduğunu hissetti. Efe Karaman’ın koyduğu mesafe kuralları gereği Yade’nin üniversite için gidebileceği en uzak şehir Kocaeli’ydi. Bu açıklama ilk duyduğunda neredeyse çığlık atıp tepinmesine yetecek kadar çok öfkelendirmişti Yade’yi ama babası sözünden dönecek değildi. Yade uzaklara gidemezdi. Yade tüm dünyanın saldırmak, rahatsız etmek ve canını yakmak için beklediği narin bir kız çocuğuydu ve hâliyle gidemezdi. İtirazları reddedilmiş, isyanları gerip tepmiş, evlerine yaklaşık bir saatlik mesafede bulunan özel üniversiteye gitmekle tehdit edilmiş ve nihayetinde babasını dinleyip kuralı kabullenmek zorunda kalmıştı. Kocaeli’yi ilk tercihine yazmış; ailesinin bulduğu, okula yakın bir daireye yerleşmiş ve onlara Yade çağırmadığı müddetçe -ki mezuniyete kadar çağırmayı o gün de düşünmemişti- Yade’nin yanına gelme yasağı koymuştu. Yade elbette ki evine gidip geliyordu ancak ailesinin gelip onu rahatsız edebilme hakkı ellerinden alınmıştı. Tabii bu mesafe işinin güzel bir yanı daha vardı, Yade nihayetinde ehliyetini özgürce kullanma hakkı da kazanmıştı. Yıllardır kaza yapması için onu bekleyen trafik canavarlarının hayalî varlığı sebebiyle kısıtlanmasına rağmen, eve sık sık gelmesini isteyen babası bir huyundan daha taviz vermek zorunda kalmıştı.
Velhasılıkelam, şimdi evine bu kadar kısa sürede ulaşabilmesi babasının mesafe kuralı sayesindeydi ve Yade ilk kez bu duruma şükretmekteydi.
Avrupa Yakası’nın bir ucunda, ona göre İstanbul dışında kalan evlerine ulaştığında yorulduğunu hissedebiliyordu. Arabayı park edip indiğinde omuzlarını ovalayarak ağrısını dindirmeye çalıştı. Öfkeyle kalkan gerçekten zararla oturabiliyordu. Onca birikmiş kızgınlığın üzerine gaza basıp eve gelmek vizelerin etkisiyle çökmüş bedenine fazla gelmişti.
İki katlı, yuva hissini veren evlerine bakarken kendini gülümsemeye zorladı. Azıcık bir üzülme belirtisi gösterse babası her şeyi fark eder ve bu yorgun haâliyle ona açıklama yapmak, iyi olduğunu ispatlamak, Yavuz’u buraya getirip azarlatmak ya da daha kötüsü arabaya atlayıp Yavuz’u mahvetmeye giden babasının peşine takılmak zorunda kalabilirdi. Şimdi bunların sırası değildi, birkaç gün kafasını dinlemek istiyordu.
Neyse ki okulu asmasını gerektirecek bir durum oluşmamıştı da birkaç günün dışında iki haftalık devamsızlık hakkı olduğu gibi duruyordu. Vizeleri de güzel geçtiğine göre bir süre kafasını dinleyip dersleri sonra düşünebilirdi.
El çantasını bagajdan alıp bahçe kapısını iterek açtı ve kapının önüne ulaştı. Zile basarken biraz daha huzurlu hissetmeye başlamış ve neşeli tebessümü yüzüne yerleşmişti. Bu sürpriz gelişi, yaşadıkları ortaya çıkana dek ailesini bir hayli sevindirecekti.
Kapıyı beklediği üzere evin en küçük ferdi Safa Aras açtı ve Yade’yi görmesiyle birlikte çocuğun yüzü aydınlandı.
“Abla, senin burada ne işin var?”
“Sürpriz!” diyerek bu gereksiz soruyu görmezden geldi. Çantasını yere bırakıp kardeşinin boynuna sıkıca sarıldı. Artık ondan uzun olan bir çocuğa sarılmak pek kolay değildi ama neyse ki Safa Aras eğilerek ona izin verdi.
Kardeşi Yade’den altı yaş küçüktü ve genç kız ne olursa olsun, buna elbette uzayıp duran boyu da dâhildi, onu çocuk gibi görmeyi bırakamıyordu.
“Hoş geldin. Keşke haber verseydin, annem senin sevdiğin yemeklerden hazırlardı. Neden aramadın? Biz de hâlâ vizeler yüzünden yoğunsun sanıyorduk!”
Çocuğun ardı arkası kesilmeyen cümlelerine son verebilmek adına geri çekilip yanaklarını öptü. Safa Aras’ın ilginç birçok huyundan yalnızca biri, aile fertlerine karşı aşırı konuşkan oluşuydu. Dışarıda, okulda, arkadaşları arasında sorsaydınız asosyal bir tip olduğuna dair dedikodular duyabilirdiniz fakat evin içinde, özellikle de Yade’nin yanında tam bir çenebazdı.
“Sorun değil, zaten uzun kalmayı düşünüyorum. Annem o sırada beni besler.”
Çantasını alan kardeşiyle eşliğinde içeri girdi. Evin içini saran yemek kokularını hissettiğinde genişçe gülümsedi. Üç erkeğin barındığı bir evde yaşayıp da obur olmamak elde değildi. Yade elbette ki onların hızına yetişemezdi ancak kızlar takımında zirveye oturduğundan emindi.
Mutfağın açık kapısından başını uzatıp kapı pervazını birkaç kez tıklattı.
“Safa Aras, kim gelmiş?” diyerek başını kaldıran annesine bakıp sırıttı. Gözlerinin şaşkınlıkla irileşmesinin hemen ardından “Yade!” diyerek elindekileri bırakıp yanına koşturdu. “Yine mi sürpriz?”
Annesinin hazırlık meselesini neden bu kadar abarttığını kestirmek güçtü. Son yılıydı zaten ama hâlâ bu mesele hafif bir huysuzluğa yol açabiliyordu. Sanki orada Yade aç, susuz bir şekilde günlerini geçiriyormuş yahut evlerinde her gün üç tane canavar için yemek hazırlanmıyormuş gibi bir de yemek listesi vermesini istiyordu.
“Anneciğim, sürprizler her zaman daha hoş değil mi?”
“Benim için değil.”
Annesi saçlarını okşarken gevşediğini hissedebiliyordu. Ev gibisi yoktu, Karamanlar kadar korumacı bir ailede yaşıyorken bile…
“Özlemişim seni.” Annesi geri çekilince yanağını uzun uzun öptü. “Babam ve Mahir nerede?”
“Çok acıkmışlardı, oyalanmaları için alışverişe gönderdim.”
Babası kesinlikle kardeşleri gibi değildi ancak onlarla yaşaya yaşaya insan yemeğe karşı bağımlılık kazanıyordu. İnce ama kaslı bedeniyle görenin inanmayacağı bir boğaza ve mideye sahip olan kardeşi Mahir belki tek başına bir kuzuyu bile yiyebilirdi. Safa Aras onu ikinci sırada takip ediyor, sıskalığıyla insanı şüpheye düşürüyordu. Annesi ve babası orta halliyken Yade’nin de oburluktan nasibini aldığı belliydi. Bu kadar yemek düşkünü olmak niyeydi?
“Ben de acıktım,” diyerek başını tezgâha doğru uzattı. “Burnuma enfes kokular geliyor.”
“Bir saate her şey hazır olacak. Sen odana çık, Safa Aras bana yardım eder.”
“Ben de yardım edeyim,” diyecek olduysa da annesi yemeğe kadar bir duş alıp dinlenmesi için ısrar edince başka çaresi kalmadı. O el çantasıyla ikinci kata çıkarken annesinin yumuşacık sesinin Safa Aras’ı çağırmasına gülümsüyordu.
İki ay bile olmamıştı fakat odasına girdiğinde her şeyi özlediğini hissedebiliyordu. Önce bornozunu alıp banyoya girdi, şimdi yatağa uzanırsa kalkması mümkün olmayabilirdi. Duş aldıktan sonra rahat bir şeyler giyip saçlarını havluyla sardı ve yatağına uzandı.
Evde olmak güzeldi, gerçekten ve her şeye rağmen… Keşke Kocaeli’den kaçtığı gibi anılarından da bu kadar kolay kaçabilseydi.