Alnında hissettiği öpücükle, alışkanlıkla gözlerini araladı. Yade de babası ve dedesi kadar uykuya düşkün olduğundan uyandırılmayı sevmez, yalnızca babası böyle uyandırdığında huysuzluk etmezdi.
“Babacığım?” dedi kendine gelmeye çalışırken. Ne ara uyuduğunu bilmiyordu ama çok uzun bir zaman geçmediğinden emindi.
“Efendim biricik kızım?”
Adamın sıcacık sesiyle gülümsemesi genişlemiş, uykusu iyice açılmıştı. Efe Karaman biraz paranoyak ve kuralcı olabilirdi lakin dünyanın en iyi babası olduğu da bir gerçekti. Doğrulup babasına sıkıca sarıldı. “Özledin mi kızını?”
“Özledim tabii. Sen gelmeseydin ben birkaç güne arayacaktım zaten.”
Yade iç çekerek geri çekildi. Bazı şeyler hiçbir zaman değişmezdi.
“Nasıl, rahat gelebildin mi?”
“Evet babacığım. Araba beni buraya kadar bozulmadan getirdi. Yolda da bana zarar vermek için bekleyen insanlar yoktu. Eh, çok şükür ki başıma herhangi bir kaza da gelmedi.”
Alaycı sözleri babasının kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. İki parmağıyla burnunun ucunu sıkması üzerine “Tamam, tamam kızma sen,” diyerek gülümsedi.
Efe başını salladıktan sonra yatağın kenarından kalktı. “Aferin, böyle söz dinleyeceksin prensesim. Şimdi saçlarını tarayıp güzelce kurut ve aşağı gel, herkes seni bekliyor.”
“Tamam, hemen geliyorum.”
Babası odanın kapısını çekerken yataktan fırlayıp aynaya baktı. Kabul etmesi gerekirse Yavuz bazı yönlerden haklı olabilirdi fakat şimdi bunu düşünüp acı çekmek için vakti yoktu. Saçlarını kremleyip yumuşattıktan sonra hızlıca taradı ve tepesinde bir topuz hâline getirdi. Güzel değildi ama rahat olduğu bir gerçekti.
Elini yüzünü yıkayıp aşağı inerken evin gürültüyle dolduğunu fark ederek genişçe gülümsedi. Şüphesiz uzakta okumanın en güzel yanı, herkesin eve gelişinizi bir cümbüşe çevirmesiydi.
“İyi akşamlar Karamanlar!” diye şımarıkça bağırırken merdivenin son basamağını atlamış ve eniştesinin “Alkanlıları unutma!” uyarısına maruz kalmıştı. “Ve tabii biricik Alkanlılar!” dedi gülüşü kıkırdamaya dönüşürken.
Önce, her daim önceydi Aras Karaman, dedesine doğru koşturup adama sıkıca sarıldı. “Yakışıklım, nasılsın?”
“İyiyim şımarık prensesim benim…”
Önce elini, sonra yanaklarını öpmek için geri çekildi Yade. Ailenin tek kızı olmak, bazı şeyleri size has kılmaya yetiyordu.
Ardından babaannesine dönüp kadının zayıf bedenine sarıldı. “Babaanne, seni çok özledim!”
“Ben de canım kızım, iyi ki geldin.”
Onları çok yormak istemediğinden oturmalarını söyleyip halasına, eniştesine ve kuzenleri Ömer ile Yağız’a sarıldıktan sonra kardeşine sıra gelmişti. Aile kalabalık olunca kucaklaşma işi biraz uzayabiliyordu fakat Yade için bu sevgi gösterisi, özellikle de terk edilmişken büyük bir nimetti.
“Abla, sen yine kilo mu aldın?”
Mahir’in şakası normalde canını sıkmazdı ama bu kez dudaklarını bükmeden edemedi.
“Karışmayın benim torunuma. İster kilo alır, ister verir!”
Dedesinin huysuzluğu üzerine söylendi Mahir de. “Ben neyinim dede ya, aşk olsun!”
“Sus, sıpasın sen.”
“Peki peki, bir şey demedik prensesine...”
Ömer ve Safa Aras gülerken Mahir’e de sarılıp kardeşinin yanaklarını öptü. “Ablayla dalga geçilmez.”
“Şakaydı aslında ama sizinle uğraşılmaz.”
Yade çocuğa göz kırpıp dedesini gösterdi. Yade ne yaparsa yapsın Aras Karaman evdeyse o daima haklıydı. Diğer çocuklar için bu biraz adaletsiz miydi? Belki… Birazcık… Ama elbette sebebi erkeklerin sevilmemesi değildi. Sadece Yade ilk torun ve tek kız torun olmanın sefasını çekiyordu. Halasının doğumu işleri biraz değiştirir miydi, bilemiyordu tabii.
Herkes oturma odasının bir köşesine yöneldiğinde günün masaya yardım görevlisi ilan edilen Ömer ve Safa Aras mutfağa doğru gönülsüzce yürümeye başlamış, Yağız ve Mahir halasının yanına yerleşmiş, babası ve eniştesi bir konu üzerine konuşmaya dalmıştı. Annesinin dayanamayıp mutfağa gideceğinden emin olduğu için onu dedesi ve babaannesinin yanına bırakıp çocuklara yardım etmek için mutfağa geçti.
Yemekler, salata ve soslar hazırdı fakat her şeyin masaya taşınması hâliyle biraz uzun sürüyordu. Yade de bu fırsatı değerlendirmeye karar vermiş, Mahir ve Yağız’ı da çağırıp tüm işleri oğlanlara yaptırarak biraz olsun eğlenmeyi başarmıştı.
Mutfak kapısından girenin eline bir şeyler tutuşturuyor, söylenmesine bile fırsat vermeden kaşlarını çatıyordu. Klasik repliğini de söylemeye başladığında, oğlanlar her dediğini yapmaya başlamıştı bile: “Dedemi çağırayım mı Mahir?”
Ömer, Yağız ya da Safa Aras cümlede değişen tek şeydi ve elbette bu cümle evdeki otoritesini korumak için yeterliydi.
Yavuz’a olan hıncını evin erkeklerinden çıkarması pek adil sayılmazdı ama büyük bir eziyet yaptığı da söylenemezdi, değil mi?
Masa hazırlandığında herkesi çağırmak için odaya geçti. “Yemek hazır!” diyerek haykırmasının ardından her biri ayaklanmış ve aile alışkın olduğu üzere masadaki yerlerine oturmuştu.
Halası hamileydi, hâliyle onun oturmaktan başka bir şeye izni yoktu. Çocuklar yemeğe saldırmıştı, annesi bütün gün yemek hazırlamakla meşguldü ve nihayetinde servis etme işi babası, eniştesi ve Yade’ye düşmüştü. Üçü yemekleri dağıtırken masada gittikçe çoğalan bir gürültü yükselmeye başlamıştı bile.
Herkes yemeye başladığında Yade çenesini avucuna yaslayıp aile fertlerini tek tek incelemeye koyuldu. Onlar olmasaydı, nereye giderdi bilmiyordu. Belki de şu an evinde sümüklü bir burun eşliğinde Yavuz’a sövüyor olabilirdi. Yahut hayal kırıklığıyla ağlıyor, hediyelerini parçalıyor ve daha saçma şeyler yapmayı planlıyor da olabilirdi. Şükürler olsun ki ailesi hep buradaydı, yanındaydı, onlar Yade’yi terk etmezdi. Bu, her şeyin ardından dayanabildiği tek şeydi.
Bu yüzden güçlü olacak ve toparlanıp Yavuz’dan, kırdığı gururunun intikamını alacaktı.