3

1609 Words
Yemeğin ardından çocuklar bilgisayarların başına üşüşmüş, erkekler de masayı toplayıp oturma odasına çekilmişti. Şimdi kalan dörtlü, Yade’nin tabiriyle muhteşem dörtlü mutfaktaydı ve herkes otururken Yade etrafı toplamaya başlamıştı. Yardım etmek istediklerinde mâni oluyordu çünkü herkesin etrafında pervane olması güzel olsa da ailesinin de yorulabildiğini bilmeyecek kadar şımarmamıştı, çok şükür. “Eee hala, bebek nasıl?” Durulanmış tabakları makineye diziyor, bir yandan da konuşmalara dâhil olmaya çalışıyordu. “İyi canım, bir sıkıntımız yok. Üçüncü aya gireceğiz.” “Sağ salim doğsa da kucağımdan inmese!” “Evet, evet. Ne zamandır bebek sesi duymuyorduk zaten.” Babaannesine bakarken kıkırdadı. Yaşlıların genel özelliği olsa gerekti ki onlar da bebeklere aşırı düşkündü ve şimdi oğlanlar da büyüyünce sevecek kimse kalmamıştı. “Anneciğim beş torunun var, yetmiyor mu hâlâ?” Halasının sözleri üzerine iç çekip gülümsedi. Toruna doyulur muydu hiç? “Hem sen iki çocukla kalmasaydın şimdi daha da kalabalık olurduk, babaanne.” “Bilmez gibi konuşma Yade.” Kadın küser gibi omuz silkince sırıtarak yanına yaklaştı. Ellerini havada sallarken annesi yerleri ıslattığı için başını iki yana sallıyor, halası olağanca neşesiyle kıkırdıyor, babaannesi de uzak durması için ellerini kaldırıyordu. Onu ıslatmaya kıyamayıp yanağını sulu sulu öptü Yade. “Tamam güzelim, kızma sen. İyi ki iki tane yapmışsın da kafamızı dinliyoruz. Evde beş tane daha oğlan olsaydı, bir adaya taşınmamız gerekebilirdi.” Mutfak sohbeti uzamış, kahvelere sıra geldiğinde Yade bu görevi de devralıp önce erkekler için, sonra kendilerine kahve hazırlamıştı. Yavuz nasıl hamarat bir gelini kaçırdığının farkında mıydı? On parmağında on marifetti, kahvesi de köpürürdü. Daha ne istiyordu? Ama hayır, artık onu düşünmeyecekti. En azından bu akşam düşünmek istemiyordu. Ancak ne zihni isteksizliğini dikkate alıyordu ne de mutfak masasında önlerinde kahve fincanlarıyla bekleyen aile üyeleri buna izin verecek gibiydi. “Eee kızım, Yavuz ne yapıyor? Hiç bahsetmiyorsun ondan? Bir sorun mu var?” Annesine, ardından sırayla halasına ve babaannesine baktı. İlk günden söylemek istememişti fakat yalan söylemek neyi değiştirecekti? Hem olanları anlatmak belki biraz olsun yüreğini rahatlatırdı, kim bilir? Kahvesinden bir yudum içip derin bir nefes aldı. Elinde olmadan yine anılar gün yüzüne sızmaya başladı. O günü düşünmek tüylerini ürpertmişti. Yade her şeyin bittiğini biliyordu ancak bunu dile dökebilmek kolay değildi. İçinden geçirirken bile zorlandığı bir şeyi kelimelere dönüştürmek, her harfin canını yakacağı başka bir hatıraya daha sahip olmaktan başka neye yarayabilirdi ki? Yavuz ile tanışması, ondan hoşlanması, onca geçirilmiş güzel anı ve son yıllarında araya giren soğukluk… Hepsi bir yanaydı, ayrılık konuşmaları başka bir yanaydı. Onca mutluluğu gölgeleyecek kadar acı veriyordu ayrılık. Yade bittiğini biliyordu çünkü onlar hiç ayrılıp barışan, kavga edip bir araya gelen çiftlerden olmamışlardı. Bir tartışma yaşadıklarında sinirlerinin yatışmasını bekleyip meseleyi çözmeye çalışır ve nihayetinde ya çözer ya bir tarafın alttan almasına karar verir ya da haksız tarafın özür dilemesiyle sonuçlanacak bir konuşma yaparlardı. Oysa karşısında süklüm püklüm duran, yüzüne bakmaya bile mecali yokmuş gibi balkon camına bakan adam bir sorunu vardıysa bile çözmeye çalışıyor gibi değildi. O Yade’yi hayatından çıkarmanın derdindeydi. “Anne, biz ayrıldık,” diye fısıldadı. Sesi titremediği için şanslıydı, gözleri de yaşarmamıştı. Eğer yaşadığı normal bir ayrılık olsaydı belki canı bu kadar acımazdı ancak Yavuz gururunu kırmıştı. Biricik gururunu, özgüveninin sevgiden sonraki yegâne kaynağını… “Nasıl yani?” “Ne zaman?” “Ah Yade, ondan mı yüzün solgun senin geldin geleli?” Üç kadının üzüntüyle art arda sıraladığı soruların ardından omuzları çöktü. Kahvesinden bir yudum daha alıp olanları anlatmaya çalıştı fakat kırılan gururu gerçeği söylemesine izin vermiyordu. “Geçen hafta…” dedi önce. “Yavuz benimle konuşmak istediğini söyledi. Aramız bir süredir eskisi gibi değildi. Alışkanlık mı bıkkınlık mı bilmiyorum fakat bazı şeylerin değiştiğini söyledi.” Bunlar yalan değildi, katiyen değildi ancak birçok şey eksikti. Yavuz o gün ona “Sen değiştin Yade,” demişti. Bunun davranışlarla alakalı olduğunu sanıp kendini sorgulamaya başladığı sırada ise şu aşağılayıcı cümleleri sıralamıştı adam: “Yade, sen artık benim tanıdığım kişi değilsin. Gittikçe daha fazla oburlaşıyor, kilo alıyor ve kendine bakmıyorsun. Eskiden nerede nasıl giyineceğine dikkat eden, beni göreceği zaman saatlerce hazırlık yapan o kız değilsin. Artık seninle bir yere gitmeye bile utanıyorum!” Yade bu lafları birinden duymayı hayal dahi edemezdi. Ömrü boyunca bu kadar utandığı başka bir an daha var mıydı bilmiyordu. Adama hayır, ben hâlâ aynı kişiyim de diyemiyordu çünkü üzerinde bordo bir eşofman altı ve beyaz polarla, saçları karman çorman bir topuz hâlindeyken kendini oturduğu yerde küçülmeye başlamış gibi hissetmekten alıkoyamıyordu. “İlişkimiz birbirimizin yanında rahat olabileceğimiz kadar uzun bir geçmişe dayanıyor, bunu kabul ediyorum ancak bu kadarı fazla. Anlıyor musun? Darmadağınık, umursamaz bir görüntü çizmenden sıkıldım artık. Seni gördüğümde heyecanlanmıyor, seninle bir yerlere gitmek bile istemiyorum. Bu hissin geçeceğini düşünüyordum. Yade kendini toparlar ve her şey düzelir diye geçiriyordum içimden fakat bu yıl iyice kendini salman dayanma gücümü aştı. Çok iyi bir insan olduğunu, seni her hâlinle seveceğimi söylediğimi biliyorum. Özür dilerim Yade ama yapamıyorum.” Adam ona bakmaya bile tahammül edemiyormuş gibiydi. Sanki onu aldatmış, onu incitmiş yahut ona bir kötülük etmiş bir kadından kurtulmaya çalışıyordu. Nasıl yalnızca dış görünüşü değiştiği için Yade’den soğuyabilirdi? Nasıl her şeyi böyle kolayca dile dökebilirdi? “Yade, ayrılmak istiyorum çünkü seni sevmiyorum artık” diyemez miydi sadece? Ama hayır, Yavuz eteğindeki tüm taşları dökmeden edemezdi besbelli. Böyle yaparsa Yade’nin onu affetmeye, değişebileceğini söylemeye ya da ayrılmalarının anlamsızlığını anlatmaya yüzü olmayacağını düşünüyordu belki de. “Kızım, gerçekten ilişkiniz bitti mi? Belki geçici bir durumdur?” Annesine bakarken soğuyan kahvenin kalanını da bitirip yutkundu. Bunu sorarken annesi de öyle olmadığını biliyor olmalıydı ancak besbelli şansını denemek istemişti. “Bitti anne, gerçekten bitti.” Yavuz böyle söylemişti çünkü. “Yade, senin için zor olduğunu biliyorum. İnan, benim için de kolay değildi bu kararı vermek ama gerçekten artık sana karşı eskisi gibi hissedemiyorum. Mezuniyeti deli gibi beklediğini, her şeyi planladığını biliyorum ve ondan sonra mı söylesem diye çok düşündüm ama o geceyi seninle geçirmek hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Aksine daha kötü olacak çünkü isteksizce yanında durup fotoğraf çektirmek ve sanki mutluymuşum gibi davranıp sana ve ailene yalan söylemek zorunda kalacağım. Bitirelim, olur mu?” Yade adam bunca cümleyi sarf ederken ağzını açıp da tek kelime edememişti. Bu kadarı fazla değil miydi? Kalbini nasıl kırdığını anlayamıyor muydu? Belki de anlıyordu. Bilerek yapıyordu. Böylece ondan kurtulması daha kolay olacaktı. Bu düşüncelerinde haklı mıydı bilmiyordu fakat Yade’ye soracak olursanız hissettiği öfkenin adaletsiz olduğunu düşünmüyordu. “Bir şey söylemeyecek misin?” diye sormuştu nihayetinde yüzüne bakabilen sevgilisi. Eski sevgilisi. “Ne diyebilirim ki? Sen kararını çoktan vermişsin.” Bunun üzerine öfkelenseydi, üzülseydi ne kadar da yerinde bir tepki olurdu. Oysa adam omuzlarından bir yük kalkmış da rahatlamış gibiydi. “Ailene sen mi söylersin yoksa baban beni öldürebilsin diye evinize gitmeli miyim?” “Artık ailemle görüşmen için bir sebep kaldığını sanmıyorum.” Yade sanki bunları bekliyormuş, anlayışla karşılıyormuş gibi sakin görünüyordu fakat içten içe utanç ve kızgınlığın damarlarına yayıldığını hissedebiliyordu. “Tamam. İyi olacaksın, değil mi?” Elbette olacaktı. Kendini bulunmaz Hint kumaşı mı sanıyordu bu adam? İyi olmayacağını söylese ne yapacaktı hem? “Evet. Ama sen gitmeden evvel bir soru sormama izin ver Yavuz.” Yerinden kalkmaya yeltenen Yavuz bu cümlenin ardından iç çekerek yüzüne bakmıştı. Her çizgisini tanıdığı ya da öyle sandığı adama bakarken sormadan emin olmuştu fakat yine de onu utandırmak adına kendini konuşmaya zorladı. “Başka birisi var, değil mi?” Gözleri irileşmiş, evin içinde dolaşmış ve nihayetinde omuzları çökerek yere bakmaya başlamıştı. “Evet ama seni aldatmadım Yade, yemin ederim! Ona söylemedim, âşık olduğumu anladığım an görüşmeyi kesip sana söylemeye karar verdim.” Başını tekrar kaldırıp her şeye rağmen dürüst bir şekilde ona bakarken inanmasını beklemişti, yüzsüzce. Yalan söylediğini düşünmüyordu fakat sevgiliniz gelip bir başkasına âşık olduğunu söylerken ona sempati duyabilmek kolay değildi. “Git buradan Yavuz. Bir daha sakın karşıma çıkma. Ölüm kalım meselesi bile olsa beni arama, pişman olursan ve bu yarın olacaksa bile bana ulaşma. Anladın mı?” Bunları sakince, onun gözlerine bakarak söylemiş ve kendi aralarında taktıkları isimsiz yüzüğü çıkarıp üzerine fırlatmıştı Yade. Kalan gurur kırıntılarının arkasına sığınırken tek yapabildiği ağlamamak için direnmekti zaten. Yavuz ağzını açmış, ardından Yade’nin bakışlarının etkisiyle olsa gerek bir şey söylemeden çekip gitmişti. Onca zahmetle hayatına giren ve yıllarını geçirecek kadar değer verdiği adam bir günde yüreğindeki değerini yitirmişti. “Yade, ağlama güzel kızım.” Babaannesinin sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrılırken ağladığını fark ederek iç çekti. Gözyaşlarını silmek için uğraşırken içinden bir ses bu kadarı da fazla diyordu. Başkasını sevdiği için ayrılmak istemesi bile mantıklı olabilirdi. Fakat niye kendini çirkin ve değersiz hissetmesine sebep olmuştu ki? Neden her şeyi mahvetmişti? Birinden ayrılmak başkaydı, normal şartlarda üzülmeyeceği için değil kimse için kendini mahvetmeye değmeyeceğini görecek yaşa geldiği için böyleydi. Ancak bu olanlar Yade için ağırdı. Çirkin ve şişman bir kız olmakla suçlanmış, bir başkasına âşık olma gerekçesiyle terk edilmişti. Yalnızca mezuniyet hayallerini değil birkaç yıl içinde evleneceklerine dair duyduğu hayalleri de mahvetmişti Yavuz. Gerçekten, bu kadarı fazla değil miydi? “Özür dilerim, sizi de üzmek istemiyorum ama aklıma geldikçe üzülüyorum galiba.” Gülümsemeye çalışırken annesi gelip o narin kollarıyla bedenine sarıldığında susmak yerine daha fazla ağlamaya başladı. Babaannesi ve halası da ellerini tutarken hiç yardımcı olmuyordu doğrusu. Bu kadar yoğun bir sevgiyle büyütülen, her zaman güzel ve akıllı hisseden bir kız için bu sözler ağır ve aşağılayıcıydı. Aile fertleri onu teselli ederken biraz olsun iyi hissetmeye başlamıştı ancak babasının çok nadir duydukları, öfkeli sesi araya girince bu meselenin bugün kolay kolay kapanmayacağını anladı. “Neden ağlıyorsun Yade?” diye sormuştu adam ve Yade hayal kırıklığı içinde bugün dinlenmeyi umduğunu düşünürken bulmuştu kendini. Efe Karaman sinirli bir adam değildi, katiyen. Onu tanısaydınız, asla bu sesin ona ait olduğunu söyleyemezdiniz fakat Yade söz konusuyken içine kızgın bir boğa kaçmış gibi davrandığı inkâr edilemezdi. Yavuz’u dövmek için gece gece yola çıkmamasını dilerken annesi de geri çekilmiş ve sakinleştirebilmek adına babasının yanına yönelmişti bile. Yade adamın sakinleşmeyeceğini bildiğinden yüzünü silerek umutsuzca iç çekti. Bu gece uyuması mümkün olabilecek miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD