Uyandığında bile kendiyle olan savaşı bitmemişti. Dün alay ederken aklında beliren fikir birkaç saat içinde mantıklı gelmeye başlamıştı. Kırılan gururu, yıkılan hayalleri, yalnızlığı ve baloya tek başına gidemeyeceği gerçeği bir araya geldiğinde aklına mantıklı tek bir şey geliyordu. Bu fikir özünde kesinlikle mantıklı değildi fakat aklına gelen fikirler içinde sıralama yaptığında en akıllıca olan ancak buydu.
Bir duş aldı, üzerine güzel bir şeyler giyme isteğiyle dolabının karşısına geçti ve hayal kırıklığı içinde gri eşofman altı ile mint yeşili bir tişörtte karar kıldı. Bir zamanlar kırk sekiz kilo olan narin bedeni şimdi altmışları geride bırakmış ve yetmişlere doğru acınası bir yolculuğa çıkmıştı. Hâliyle bol kıyafetler haricinde -ki onların çoğunu da yeni aldığını itiraf etmeliydi, hiçbir şeyi üzerine olmuyordu. Zorla giyebildikleriyse nefes almasına müsaade etmiyordu.
Esasen Yade kilo aldığını fark etmemiş değildi. Sadece önemsememişti. Biraz kilo almıştı ama mezuniyete kadar eskisi kadar olmasa bile biraz toparlar, isterse yazın kilo verebilirdi. Fakat Yavuz onun kendiyle barışık hâlini katlettiğinden beri her şey gözüne batar olmuştu. İşte bu kıyafet meselesi bile mantıksız fikrinden başka elinde bir şey kalmadığının ispatıydı.
Saçlarını güzelce topladı. Makyajla arası olmadığı için bir şey sürmek istememişti ve nihayet odasını da toparlayıp aşağı indi.
Temizlik için evlerine her gün gelen bir yardımcıları vardı ama anneleri mutfak işlerini yalnız halletmek konusunda çok kararlıydı. Yemek yemeyi onlar kadar sevmiyor olabilirdi fakat çocukları bu denli iştahlı olduğu için bir zaman sonra bu eylemi hobi hâline getirmişti. Neredeyse günün çoğunu mutfakta geçiriyor, sürekli yeni tarifler deniyordu. Vakti olsa harika bir aşçı da olabilirdi ama elbette her şeye yetişmesi söz konusu değildi.
Yade bunun bilinciyle mutfağa koşturup annesine seslendi. “Bugün kahvaltıda ne var?”
“Börek ve omlet…”
Ağzı sulanmış bir hâlde fırına bakarken annesi daha o sormadan açıkladı. “Evet, börek ıspanaklı-patatesli ve yine evet, omlet de sebzeli.”
Kadının beline sarılıp neşeyle yanağını öptü Yade. “Sen dünyanın en tatlı annesisin.” O gülerken geri çekilip yardım etmek için bir önlük aldı. “Ayrıca en yeteneklisi de sensin.”
Bu aşırı neşeli hâli, deli gibi heyecanlı olması yüzündendi ama annesinin fark etmediğini umuyordu. Planını ona söyleyemezdi, kimseye söyleyemezdi. Ancak her şeyi detaylı bir şekilde düşünmüştü. Tek sorun Asaf hakkında yanılma ihtimaliydi ki buna duyduğu korku bile artık Yade’nin kararını engelleyemiyordu. Yade’nin elindeki tek şey bu plandı ve Asaf Karayel’e ihtiyacı vardı.
Evin diğer fertleri de uyandığında mutfağa gelmişti. Mutfak bir hayli geniş olduğundan genellikle kahvaltıyı burada ya da hava yeterince ısındığında bahçede yaparlardı. Yade tabağında bir börek dilimiyle cebelleşirken başı kalkmak için direniyor, Asaf’a bakmak istiyordu. İlk kez bilinçli olarak karşısına oturduğu adama, planlarının merkezine…
Bir yandan utanıyor, böyle bir şeyi asla yapamayacakmış gibi hissediyordu. Uzun zamandır tanıdığınız birinden istenebilecek şeylerin listesi uzar giderdi lakin Asaf ve Yade arasındaki olmayan ilişki göze alındığında liste küçülüyor ve silik bir hâle gelmeye başlıyordu.
Yine de mecburdu, kaçmamalıydı. Asaf iyi biriydi ve belki de ona seve seve yardım ederdi.
İç çekerek çayından bir yudum aldı. Bu sırada dedesi, Mahir ve Asaf dünkü maçın detaylarını tartışıyor, annesi ve babaannesi yeni bir tariften bahsediyor, babası gazete okuyordu. Safa Aras ise okuldaydı. Babasına göz ucuyla bakarken çayını içmeyi sürdürdü. Bir yandan da planını öğrenirse ne tepki vereceğini düşünüyordu.
Annesi, babasına nazaran daha sakin biriydi. Yade onu gerçekten kızdırdığı çok fazla anıya sahip değildi ve eğer planını öğrenirse kıyameti koparacağını düşünmüyordu. Safa Aras ona çok düşkündü ve hâliyle ondan yana da korkusu yoktu. Babaannesi onaylamaz lakin kızmazdı. Geriye kalan üçlü ise tam bir muammaydı.
Dedesi kızacaktı, bundan şüphesi yoktu ama Yade’ye bağırmaya bile yanaşmadığından eğer Asaf isteğini yerine getirirse tüm hıncını ona yönelteceğinden emindi. Mahir ikisinin de canına okuyacaktı, ne kadar ileri gidebileceğini kestirmek güçtü. Ve son olarak sevgili babası, Efe Karaman, Yade’ye küçücük dünyasını dar edecekti.
Ama Yade’nin başka bir şansı yoktu. Hem planı istediği şekilde ilerlerse tüm bunlar için korkması gereksiz olacaktı. Çünkü herkes ayakta uyurken Yade her şeyi bitirip yoluna bakacaktı.
Biten çay bardağını masaya bırakıp Asaf’a baktı. Bir yolunu bulup onunla yalnız kalmalıydı. Asaf onu yanıltmazdı, yardım ederdi. Değil mi?
***
Aradığı fırsat, adam gitmek için hazırlanırken eline geçti. Daha doğrusu, bu fırsatı zorla elde etti çünkü Asaf ona bakmaya bile yanaşmıyorken adamla yalnız kalabilmek pek de mümkün değildi.
O ön kapıya çıkmak için hazırlanırken ve Mahir onunla kapı önü muhabbetine dalmışken mutfağa geçip bahçeyi dolaştı ve adamın arabasının yanına kadar kimseye yakalanmadan yürümeyi başardı.
Kendini suç işlemiş küçük bir çocuk gibi hissediyordu ve düşününce aslında pek masum da sayılmazdı. Derin bir nefes alıp ellerini ceketinin ceplerine attı. Dünkü kot ceketini giymişti yine, hava serin değildi ve Yade de üşümüyordu ama ellerini gizlemek istemişti.
Asaf bahçe kapısını çektiğinde omuzlarını dikleştirdi ve adam sürücü tarafına geçtiğinde göz göze geldiler.
“Yade? Sen evde değil miydin?”
Bunu sorarken gerçek bir şaşkınlıkla yüzüne bakıyordu.
Yutkunup rahat ve neşeli görünmeyi denedi. “Ah… Şey, evde çok sıkıldım ve senin de gideceğini fark edince…”
Dudakları kurumuştu, elleri titriyordu. Başaramayacaktı, değil mi? Belki de Asaf her şeyi anlamıştı.
“Evet?”
Gözlerini adamın bakışlarına sabitledi. Yapmalıydı, Asaf hiçbir şeyi anlamış olamazdı. Bu yüzden aklındakini öylece dile getirdi.
“Eğer işin yoksa benimle sinemaya gelmek ister misin?”
Adam ona bakakalmıştı.
Yade yutkunup tekrar konuşmaya hazırlanırken hiçbir şeyi anlamadığı için sevinmesi gerektiğini düşündü.
“Ben ısmarlıyorum, istersen arabayı da ben kullanabilirim. Sadece…” Elleri sıcağa isyan edip dışarı çıktı. “Evde çok sıkıldım ve bir farklılık olsun istedim.”
Bekleyiş sürdükçe gerginliği artıyordu. Planın ilk aşaması buydu fakat anahtar Asaf olduğu için ikinci aşamaya geçemeden her şeyin sona ermesinden korkuyordu.
Nihayet Asaf saatine baktı, telefonunu çıkarıp birini aradı ve Yade o bunları yaparken ikinci kez gururunun kırılacağını hissederek beklemeye başladı. Adam ona arkasını dönüp biriyle konuştu, ne konuştuğunu duymak mümkün değildi. Telefonu kapattı, Yade’ye doğru tekrar döndü ve kız sanki tüm bunlar bir ömre sığmış gibi hissederken gülümsedi.
“Olur, gidelim.”
Kalbi durmuş olmalıydı, tıpkı zaman gibi. Asaf “Hadi arabaya bin,” demese adamın onu reddettiğinden bir hayli emindi.
Adama gülümseyerek başını salladı ve arabanın etrafından dolaşıp ön koltuğa oturdu. Bir an kapısını tutacağını düşünmüşse de Asaf koltuğuna yerleşmekle meşguldü. Tabii bu kadar ilgi beklemeye hakkı olmadığı için Yade bunun üzerinde durmadı.
Asaf arabayı çalıştırdığında evine doğru kısa bir an bakıp iç çekti. Evden çıktığını biraz geç fark etmeleri iyi olabilirdi. Asaf’a dönüp gerginliğini azaltmak için kendini konuşmaya zorladı.
“Vizyonda çok güzel bir korku filmi varmış. Tek başıma korkarım ama biriyle izlersem o kadar rahatsız etmez. Sen sever misin?”
“Korku filmi gece izlenmez mi?”
Bunu bir an kafasında tartıp omzunu silkti. “Bilmem, öyle bir kural mı var?”
Asaf çok kısa bir an ona bakıp “Yok tabii,” diye cevap verdi. “Korku filmlerini sevmiyorum ama korktuğum da söylenemez.”
“O zaman başka bir filme gidebiliriz. Ben internetten bakayım en iyisi.”
Telefonunu eline almışken Asaf “Gerek yok, orada seçeriz,” diyerek Yade’yi engelledi. Böylece Yade’nin konuşacak bir şeyi kalmamıştı. Şimdi nasıl konu bulacaktı?
Asaf’ın aklında bir şey var mıydı? Asaf neden onunla gelmeyi kabul etmişti? Asaf onunla ilgili ne düşünüyordu? Yoksa Asaf ona acıyor muydu?
Aklında korkunç bir senaryo şekillenirken adamla aynı arabada olmak bile hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Belki de Asaf onun ne kadar darmadağınık olduğunu fark etmiş, terk edildiğini öğrenmiş ve bir şebek gibi sırıtıp adamı sinemaya davet ederken ona acıyıp gerçekte buluşmak için hazırlandığı uzun boylu, manken fizikli ve bir hayli düzgün cümleler kurabilen sevgilisini aramıştı. Ona arkadaşının ablasına yardım etmesi gerektiğini, zavallı kızın bir dilenciden farkı olmadığını ve Yavuz’un onu nasıl da hunharca terk ettiğini anlatıp bu kâbus gibi yolculuğu kabul etmişti.
Korkuyla adama bakıp yutkundu ve ihaneti benimsemiş dudaklarından şu soru ansızın süzüldü.
“Asaf, senin sevgilin var mı?”
Asaf bir an irkilip ona baktı, öksürdü ve sona başını iki yana sallayarak “Hayır,” diye mırıldandı.
Öyle rahatlamıştı ki saçmalamak için kendine izin verdi. “Hım… Şey, sanki hayal meyal öyle bir şey duymuş gibiyim de… Emin olmak istedim.”
Adam kırmızı ışıkta dururken ona doğru döndü. Ciddi ifadesiyle ne düşündüğünü ondan gizliyordu fakat Yade’ye acıyor gibi değildi. “Hayır Yade, hayatımda kimse yok.”
Verecek bir cevabı olmadığı için başını hızlı hızlı salladı. Işık tekrar yeşile dönene kadar sessizce durdu ve adam yola odaklandığında derin bir nefes aldı.
Asaf ona acımıyordu, sakin olmalı ve plana sadık kalmalıydı. Önce film izlenecek, çıktıktan sonra belki biraz gezilecekti ve sonunda Asaf’a onunla konuşması gereken bir şey olduğunu söyleyerek topu adamın eline bırakacaktı. Asaf isteğini kabul ederse her şey yoluna girebilirdi fakat reddederse ne yapacağını bilmiyordu. Sadece tekrar başa döneceğinden bir hayli emindi, gerisi koca bir belirsizlikti.