5

1093 Words
Birkaç gün içinde kendini daha iyi hissetmeye başladı. Ailesiyle olmak, onlarla gülüp eğlenmek, ara sıra oğlanlarla atışmak, babaannesini kızdırmak, halasının bebek için aldığı şeyleri kurcalamak ve yakışıklı eniştesinin şakalarına maruz kalmak Yade’ye iyi gelmişti. Hâlâ güzel ve akıllı hissetmeyi başaramamış olsa da en azından çok mutsuz değildi. Artık ağlamıyor, gece uykuya dalmadan önce Yavuz’u nasıl boğacağına dair hayaller kurmuyordu. Yade’ye soracak olursanız bu büyük bir gelişmeydi. Ayrılıkla güzel bir şekilde baş ettiğine inanıyordu. Bir gece önce telefonundaki fotoğraflara bakmış ve onları silmeye karar vermişti. Anılarından kaçmak için değil artık değerli hissettirmedikleri için böyle yapmıştı. Birkaç fotoğrafları, çerçeveli hâliyle kutulara kaldırılmıştı ancak Yavuz’un bundan fazlasını hak ettiğini düşünmüyordu. Hem aldığı şeyleri geri vermemiş, ona beddualar yazdığı mesajlar atmamıştı. Kızgınlık anında numarasını silmiş olabilirdi fakat ezberlediğiniz bir şeyi unutmak, ‘sil’ tuşuna dokunmak kadar kolay değildi. Yade iyi olacaktı, artık bundan emindi. Üzerine kardeşi Mahir’den aldığı -izinsiz olduğu düşünülürse arakladığı- beyaz tişörtü geçirdi. Önünde şarkı sözleri yazan, bir hayli rahat bu tişörtü gördüğü dakika Mahir’den almaya karar vermişti. Siyah eşofman altını da giyip saçlarını bir lastikle topladı. Maça gittiğine göre çok fazla hazırlanmanın lüzumu yoktu ve bu hâli Yade’ye yetiyordu. Mahir ve Yade’nin arasında iki yaş vardı ve liseyi aynı okulda okumuşlardı. Mahir okulun futbol takımına girdikten sonra Yade gibi son sınıf olan fakat Yade’nin pek de tanımadığı Asaf Karayel ile arkadaş olmuş ve niyeyse futbolu daha da fazla sevmeye başlamıştı. Çocukta âdeta tutku hâline gelen bu hobi, lisans aldığı yıl bir maçta biçilen bacağının etkisiyle ertelenmiş ve nihayetinde üniversite tanıştığı arkadaşlarının futbolla pek ilgisi olmayınca hayal olmaktan çıkmıştı. Tabii bu futbol sevdası, sona ermiş değildi. Abisini maçlarda izlemek için her hafta yalvaran kardeşleri Safa Aras da -amatör bir takımın maçına gitmek Yade için eziyetti ve ebeveynlerinin her hafta maça gitmesi pek mümkün olmuyordu- bu sevdayı benimsemiş ve lisedeyken takıma girip kendini geliştirmişti. Şimdi de onun okullar arasında yapılan maçına gitmek için hazırlanmaktaydı. Dün akşam Safa Aras onu maça çağırmış, annesi de eve tıkılıp kalmanın onu bir yere ulaştırmayacağı konusunda ikna edici bir konuşma yaparak kabul etmesini sağlamıştı. Yade dışarı çıkmak için hazır olduğundan emin değildi. Hele de arabayı tam iki kez reddettiği Asaf Karayel’in kullanmak zorunda olduğunu bilirken... Yine de ağzından kabul sözcüğü çıktığı için gitmeme ihtimali söz konusu değildi. Onu uzun zamandır görmüyor oluşu, kardeşiyle hâlâ yakın arkadaş oldukları gerçeğini değiştirmiyordu. Ondan niye çekindiğine dair bir fikri de yoktu ama bu kadar özgüvensiz bir haldeyken içinden onu görmek gelmiyordu. “Aptalca olduğunu biliyorum,” diye fısıldadı yansımasına. Fakat Asaf’ı görme fikri aklına Yavuz’un, artık tanıdığı kız olmadığına dair söylediklerini getirip duruyordu. Sanki Asaf onun yüzüne bakacak ve kahkahalarla gülecekti. Gerçekten Yade ya, nasıl da şişman ve çirkin bir kız olmuşsun sen böyle? O günlerde beni reddettiğin ve bu dertten kurtardığın için minnettarım! Başını iki yana salladı. Hayır, öyle bir şey olmayacaktı. Asaf kardeşiyle arkadaş olduktan sonra iki aile birbiriyle sık sık görüşür olmuştu. Çocuk evlerine gelip gidiyor, Mahir de aynı şekilde en az haftada bir gece onlarda kalıyordu. Yade o sıralar şımarıklıkla kendini beğenmişlik arasındaki farkı ayırt edemediğinden olsa gerek kardeşiyle ve onun arkadaşıyla vakit geçirmekle ilgilenmiyor, yalnızca kendi arkadaşlarına zaman ayırıyordu. Fakat her nasılsa bu Asaf’ın ona âşık olmasına engel olmamıştı. Tüm o kendini beğenmiş tavırlarıyla çocuğa selam vermekten öteye gitmezken -sivilceli bir suratı olduğu için arkadaşlarıyla onun ‘tipsiz’ olduğuna karar vermişlerdi- Asaf bir gün dershane çıkışına elinde kocaman bir çiçek buketiyle gelmiş ve ona âşık olduğunu söylemişti. Yade de Asaf’a karşı bir şeyler hissediyor muydu? Eğer Asaf, Mahir’in arkadaşı olmasaydı Yade ona kahkahalarla gülerdi. Ancak Mahir’in ona gerçekten kızacağını bildiği için aynı şekilde hissetmediğini söyleyip özür dilemişti. Asaf ise bir daha ona ne çiçek getirmiş ne de ilan-ı aşk etmişti. Fakat bir süre evlerine gelmeyi kestiği de dikkatinden kaçmış değildi. Sonra her şey yoluna girmişti ve Yade de bir hayli rahatlamıştı. “Abla, hazır mısın?” Kapının önünde bağıran kardeşinin sesi onu daldığı düşüncelerden kurtardı. “Geliyorum!” diyerek kot ceketini ve sırt çantasını alıp odadan çıktı. Nasıl o yıllar önce Asaf’a kahkahalarla gülmediyse adamın da Mahir için bile olsa ona gülmeyeceğini umuyordu. Alt kata indiğinde annesi, halası, dedesi ve babaannesinin bir koltuğa dizilmiş onu beklediğini fark ederek kendini sırıtmaya zorladı. Dördünü de öptükten sonra “Keşke babam ve eniştem de gelebilseydi,” diye mırıldandı. Hatta dedesini bile götürmek isterdi fakat şu sıralar soğuk aldığı için onu evden çıkarmaya gönlü el vermezdi. “Bir dahakine gelirler canım.” Halasına bakıp başını salladıktan sonra Mahir’in sesi bir kez daha ona hitap eden bir şekilde yükseldi. “Abla hadisene ya, ağaç olduk!” Yade cevap vermek için ağzını açmaya yeltenmişti ancak koruyucusu araya girerek onu engelledi. “İstediği zaman gelir benim prensesim, biraz bekleseniz ölmezsiniz ya?” “Canım dedem!” diyerek yaşlı adamı bir kere daha öpüp “Peki dedeciğim,” diye seslenmesine rağmen somurttuğundan emin olduğu kardeşinin yanına koşturdu. Mahir, Ömer ve Yağız kapı önünde dikilmiş, bıkkın bir şekilde ona bakıyorken spor ayakkabılarını giydi. “Bilerek yapıyorsun, değil mi abla?” Yade bir kahkaha atarken bağcığını son kez düğümleyip doğruldu. “Bu kez masumum!” dedi ellerini kaldırarak ama çocuklar ona inanmadı. “Yemin ederim!” dediyse de ifadeleri değişmemiş, üçü de bahçede hızlı hızlı yürümeye başlamıştı. Onlara yetişmek için koştururken en küçükleri olan Yağız’ın -tamam, en kısa boyluları demek daha doğruydu- koluna girdi. Eniştesinin birebir kopyası olan bu sevimli, neşeli ve kibar çocuk bazen ailede en sevdiği oğlan olabiliyordu. Bahçe kapısını ona tutan Yağız’a gülümsedikten hemen sonra Asaf’la göz göze gelmesi her şeyi mahvettiği için tebessümü yüzünde donmuş, Asaf’ın da onu fark ettiğini belli eden bakışları gözlerini kaçırması için yetmişti. Derin bir nefes aldıktan sonra yutkundu. Saçmalıyordu, böyle bir şeyden korkması gerçekten mantıklı değildi. Birisi neden size durduk yere kahkahalarla gülsündü ki? Yağız kolundan çıkıp arka koltuğa koştururken Mahir’in arkadaşıyla konuştuğunu duyabiliyordu. Ömer de arabaya bindikten sonra neden kendi arabasıyla gitmediğini düşünmeye başlamıştı. Derken Asaf’ın önüne geçtiğini fark etti. “Hoş geldin Yade.” Başını kaldırıp baktığında Asaf’ın kirli sakalıyla gizlenmiş yüzünde, sağ yanağında çukurlaşan gamzeyi fark etti. Asaf ona gülmüyor, kibarca gülümsüyordu ve aynı şekilde karşılık vermesi gerektiğinden emindi. “Hoş bulduk,” diye cevap verdikten sonra adamın gözlerine bakmayı başardı. Ne bir şey ima ediyordu o siyaha yakın koyuluktaki gözler ne de aşağılar gibiydi. Rahatladıktan sonra gülümsemeyi başardı. Yalnızca kibarlık etmesi, şu an her şeyden daha iyiydi. “Nasılsın?” “İyiyim, sağ ol. Sen?” “Ben de iyiyim.” Birbirlerine kibarca gülümsediler. Birkaç saniye sonra Asaf arabayı eliyle işaret etti. “Hadi bin de geç kalmayalım.” Adam çocukların oturduğu arka koltuğa geçmesi için kapıyı tutarken dudaklarından mırıltı şeklinde bir teşekkür süzüldü. Elbette Asaf Karayel kibarlığından taviz verecek değildi, niye böyle aptalca bir kokuya kapıldıysa?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD