Cristian’ın göğsüne yaslanmış, yattığımız yerden odanın tavanına bakıyordum. Sanki az önceki itiraf, üzerimizdeki tüm dünyanın ağırlığını alıp götürmüştü. Kalbim hâlâ deli gibi atıyordu ama artık korkuyla değil, umutla atıyordu. Türkçe söylediği o iki kelime... Saniyeler içinde beni gitmek üzere olduğum o uçağın koltuğundan alıp ait olduğum yere, yani onun yanına geri getirmişti.
"Yıldızlara bakmaya gitmeyecek miyiz?" diye fısıldadım, sesim fısıltıdan çok iç çekmeye benziyordu.
Cristian kıkırdadı. Başını göğsümden biraz yukarı kaldırıp bana baktı. Gözlerinin içi, yatak odasının loş ışığında bile parlıyordu.
"Gitmemiz gerektiğini mi düşünüyorsun? Ben şu anki pozisyonumu değiştirmek istemiyorum."
Omuz silktim. "Benim için fark etmez. Seni seviyorum."
Bu benim ilk "Seni seviyorum" deyişimdi ve ağzımdan akıp giden en doğal, en gerçek kelimeydi. Cristian’ın yüzündeki o şaşkın ifadeyi görmek, paha biçilmezdi. Bir anlığına bakışları dondu, sanki o da benim gibi bunun bir rüya olup olmadığını kontrol ediyordu
"Tekrar söyle," diye fısıldadı, sesi boğuklaşmıştı.
"Seni seviyorum, Cris."
Gözleri kapandı ve derin, içten bir nefes aldı. Bu kez dudaklarıma uzandı, ama bu, az önceki hırslı, tutku dolu öpücüklerden farklıydı. Bu öpücük yumuşak, kararlı ve şefkat doluydu. Sanki o sözlerin anlamını içimize çekiyorduk. Geri çekildiğinde, gülümsüyordu.
"O halde bu gece yıldızları izlemeye gidelim," dedi, sanki bu, dünyanın en önemli kararıymış gibi.
Battaniyeleri ve yastıkları alıp geniş terasa çıktık. Koca evin arka bahçesi zifiri karanlıktı, yalnızca havuzun etrafındaki yumuşak ışıklar ve tepedeki gökyüzü aydınlatıyordu. Battaniyeleri, şezlongların yanındaki geniş hasır minderin üzerine serdik.
Uzandığımızda, Cristian beni hemen göğsüne çekti. Kafam omzunun üzerinde, bakışlarım gökyüzüne çevriliydi. Amerika'nın şehir ışıklarından uzakta, bu lüks semtteki karanlık, gökyüzünü binlerce elmasla donatmıştı.
"Bak," diye fısıldadı Cristian. "O yıldız kümesi, Orion kuşağı."
Gözlerim yavaşça gösterdiği parlak noktaları takip etti. "İnanılmaz. Oysa on dakika önce ben, hayatımın en yanlış kararını verip o uçağa binmek üzereydim. Şimdi ise bir pop starla bahçede uzanmış, yıldız isimleri öğreniyorum."
Cristian elimi tuttu ve dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktı. "Yanlış karar değildi. Seni korkutan şeyin ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Sen beni sadece bir 'zevke' indirgeyerek kendini korumaya çalışıyordun. Ve ben, o zırhı kırmak için yeterince çabalamadım."
Sesi suçlayıcı değildi, aksine derin bir anlayışla doluydu. "Neden bu kadar emindin? Seni sevmediğime nasıl bu kadar emin oldun?"
"Davul bile dengi dengine, Cris. Ben sıradan bir öğrenciydim. Sen ise dünya starısın. Etrafında sana tapan binlerce kadın var. Bizi gizliyorduk, hep odanın içinde. Bana aşkla baktığını görmüyordum ki ben. Sadece şehvet vardı, tutku vardı. Sevgili gibiydik, ama kimseye 'sevgilim' demedin."
"Çünkü seni benden almalarından korktum," diye itiraf etti. Sesi alçaktı, neredeyse bir sır gibi. "Senin o masumiyetin, o küçücük bedeninle taşıdığın o kırılgan ruh, beni mahvediyordu. Eğer dünyaya 'O benim sevgilim' deseydim, seni yıpratmalarından, hayatını mahvetmelerinden korktum. Seni korumak istedim. Ama bu seni daha çok incitti."
Gözlerim doldu. "Benim için tek dert, kalbinin bana ait olmasıydı. Kliplerinde başka kadınlarla öpüşmen bile beni bitiriyordu. Kıskançlıktan içim yanıyordu."
Cristian gülümsedi. "Öpücüklerin hepsi rol. Ama sen, benim için rol yapmadığım tek gerçeksin."
Bu sözler, yaralarımı sarmaya başlamıştı. Başımı kaldırıp onun yüzünü inceledim. "Peki Türkçe? Nasıl öğrendin?"
"Seninle tanıştıktan sonra bir gizemli sevgili edindim," diye takıldı. "Şaka yapıyorum. Sen, sinirlendiğinde, üzüldüğünde ya da heyecanlandığında hep Türkçe konuşuyordun. Bazen kelimelerin anlamını bilsem de cümlenin duygusunu kaçırıyordum. Seninle konuşulan her kelimenin anlamını bilmek istedim. Özel bir öğretmen tuttum. Türkçe öğrenmek, sana bir adım daha yaklaşmaktı benim için."
"Bu... bu deli bir fedakârlık," diye mırıldandım. "Bunu benden sakladın."
"Sürpriz olsun istedim. Ama sana olan sevgimin en çok dile geldiği an, kalbinin kırıldığı bir andı. Sanırım bu da bir pop star klasiği." Başımı göğsüne bastırdı. "Bir daha gitmeyi düşünme, Eda. Sen benim ilkim ve sonum olacaksın, bunu biliyorsun."
Sabah, güneşin ilk ışıkları yüzüme vurduğunda, Cristian'ın kolları arasında uyanmak, rüya gibiydi. Hızlıca üzerimizi giyindik ve eve girdik.
Daha kahvaltımızı yapamadan kapının zili çaldı. Kapıda Morgan, menajeri duruyordu. Yüzü gerginlikten kasılmıştı.
"Nihayet teşrif edebildin, Morgan," dedi Cristian, sesinde bir alay vardı. Eda'ya baktı, elini tuttu ve Morgan'ın önünde öpücük kondurdu.
Morgan gözlerini devirdi. "Klip çekimini yüzüstü bıraktınız, havaalanında herkesin önünde sarıldınız. Bütün magazinler ve sosyal medya sizin üzerinize odaklanmış durumda. Şaka mısınız siz?"
"Abartma Morgan. Sadece duygusal bir an yaşadık."
"Duygusal an mı?" Morgan, elindeki tableti Cristian'ın yüzüne doğru salladı. "Bakın! 'CRISTIAN'IN GİZEMLİ TÜRK GÜZELİ! KLİBİ YÜZÜSTÜ BIRAKTI, GİTMESİN DİYE YALVARDI!' diyorlar. Bazıları Eda'yı bir süredir barda garsonluk yaparken görmüş, 'Bir starın bu kadar sıradan biriyle ne işi var' diye yazıyorlar. Hatta daha da kötüsü, 'CRISTIAN'IN GİZLİ AŞKINDAN VEDA ÖPÜCÜĞÜ!' başlığıyla, ayrıldığınızı bile yazmışlar. Hangisi doğru?"
Eda'nın kalbi göğsünde hızla çarpmaya başladı. Sıradan biri. Bu kelimeyi okumak bile canını yakmıştı. Başını eğdi.
Cristian, elini Eda'nın omuzuna koydu. "İkisi de yanlış, Morgan. Eda buraya döneceği için bilet almıştı, ama artık dönmüyor. Eda benim sevgilim. Sen ve dünya, bu gerçeğe alışmak zorundasınız. Git ve bir açıklama hazırla. Eda'nın kim olduğu, nasıl biri olduğu kimseyi ilgilendirmez. Onu inciten tek bir haber görürsem, o dergiyi dava ederim, anladın mı?"
Cristian'ın sesi kesin ve emrediciydi. İlk defa, sadece Eda'nın sevgilisi değil, aynı zamanda güçlü ve koruyucu bir star olduğunu görüyordum. Morgan, şaşkınlıkla bir Cristian'a, bir de elini tutan Eda'ya baktı.
"Bir açıklama yapacağım. Ama bunu halka sunuş şeklimiz, kariyerini etkileyecek, biliyorsun."
"Kariyerim mi, Eda mı? Cevabım Eda. Şimdi git Morgan. Kahvaltımızı edeceğiz."
Morgan, homurdanarak kapıdan çıktı. O çıkar çıkmaz Eda, Cristian'a döndü. Gözleri yaşarmıştı. "Cristian..."
"Şşşşt," diye fısıldadı, Eda'yı kollarının arasına çekerek. "Sıradan bir garson falan değilsin. Sen benim dünyamsın. Başkalarının ne düşündüğü zerre kadar umurumda değil. Sen benim yanımda olduğun sürece, her şeye karşı koyarız. Söz veriyorum. Asla seni o medyatik canavara yem etmeyeceğim."
Eda'nın tüm yorgunluğu ve korkusu, bu kucaklaşmanın içinde erimişti. Başını Cristian'ın omzuna yasladı. Artık korkmuyordu. Ait olduğu yerdeydi.
Kapıdan Morgan’ın hiddetle çıkışını izledikten sonra, Cristian’ın kolları arasında derin bir nefes aldım. Morgan’ın "sıradan biri" iması canımı yakmıştı ama Cristian’ın "Sen benim dünyamsın" sözü, o acıyı unutturmaya yetmişti. Artık sadece bana ait bir kalbi vardı ve ben, o kalbin sığınağında güvende olmak istiyordum.
Gitmeyeceğimi anlamış olmanın rahatlığıyla, Cristian beni yavaşça yere bıraktı ve mutfağa yöneldi. Ben ise hâlâ kapının önünde dikiliyordum, dışarıdaki dünyanın gürültüsü anlık da olsa içeri sızmış gibiydi.
"Gel, kahvaltı edelim," diye seslendi. "Sonra Morgan'ın bu durumu nasıl toparlayacağını konuşuruz."
Tezgâhın kenarındaki yüksek sandalyeye oturdum. Cristian bir yandan kahve makinesini çalıştırırken bir yandan da bana omlet hazırlıyordu. Bir pop starın, dünyaca ünlü bir sanatçının bana kahvaltı hazırlıyor olması, hâlâ aklımın almadığı bir durumdu. Sanki aramızdaki tüm o şöhret ve ihtişam farkı mutfakta eriyip gitmişti. Burada sadece aşık bir adam ve aşık bir kadın vardı.
"Morgan ne yapacak şimdi?" diye sordum, sesim endişeliydi.
Cristian omleti tabağa koyarken omuz silkti. "Muhtemelen bir 'yalan haber' açıklaması yapacak. Medyaya, 'O fotoğraflar eski ve kurguydu, sanatçımızın hayatında kimse yok, tamamen kariyerine odaklanmış durumda' diyecek. Sen yoktun, ben seni kriz anında havaalanında yakaladım ve sarıldım, o kadar."
Gözlerim irileşti. "Yani... biz hâlâ gizli mi olacağız?"
"Gizli değil, Eda. Sadece sana ait olacağız. Sen bu dünyanın içinde olmak istemediğini biliyorum. Klipler, davetler, kırmızı halılar... Senin o hassas ruhun için fazla. Seni korumak istiyorum. Seni resmi olarak dünyaya açıklarsam, hayatın darmadağın olur. Her attığın adım, her giydiğin kıyafet, ailene kadar didiklenir. Ben buna izin vermeyeceğim."
Haklıydı. Benim hayatım, onun kariyerinin gölgesinde kalmayacak kadar değerliydi. Geri planda kalmak, onun koruyucu kalkanının ardında olmak, bana huzur veriyordu. En azından şimdilik.
"Peki ne zaman... ne zaman bu saklambaç oyunu bitecek?" diye mırıldandım.
Bana baktı ve omleti bıraktı. Ellerimi tuttu. "Bunu senin belirleyeceğin zaman bitecek. Ne zaman kendini yeterince güçlü hissedersen, ne zaman bu dünyanın eleştirilerine hazır olursan, o zaman el ele dışarı çıkarız. O zamana kadar, ben senin sevgilinim ve sen de benimsin. Kimsenin bilmesine gerek yok."
Bu sözler beni rahatlattı ama aynı zamanda içimde garip bir burukluk da yarattı. Bir yandan sahip çıkılma hissi hoşuma gidiyordu, diğer yandan ise ona ait olmama rağmen dünyadan gizlenmek, sanki hâlâ yetersiz olduğum hissini veriyordu. Davul bile dengi dengine... O eski düşünce, kafamın içinde hâlâ fısıldıyordu.
Morgan ertesi gün açıklamayı yaptı. Basın bir süre peşimizden koştu ama Morgan'ın "sanatçının uzun süredir arkadaşıydı ve duygusal bir vedaydı" temalı açıklaması, alevleri bir miktar söndürdü. Cristian, klip çekimini hızla tamamladı ve sonraki birkaç haftayı tamamen benimle geçirmeye karar verdi. Evimiz, bizim küçük sığınağımız oldu.
Bu büyük ev, daha önce sadece bir otel gibi geliyordu. Cristian işten gelirdi, sevişirdik ve uyurduk. Şimdi ise her köşesi, bizim anılarımızla dolmaya başlamıştı. Birlikte film izlerken kanepeye kıvrılırdık. Sabahları birlikte koşu yapıp, sonra kahve içerken siyasetten felsefeye kadar her şeyi konuşurduk. Onunla sadece cinsel olarak değil, zihinsel olarak da uyumlu olduğumuzu yeni yeni keşfediyordum. Türkçe öğrenmesi, bu bağı daha da güçlendirmişti. Artık en derin duygularımı bile kendi dilimde ona anlatabiliyordum.
Bir keresinde, stüdyosunda yeni şarkısı üzerinde çalışırken onu izledim. O kadar tutkulu ve odaklanmış çalışıyordu ki, yüzündeki her bir ifade, her bir mimik beni büyülüyordu.
"Geri dönmelisin," dedim bir akşam yemeği sırasında. "Okulunu bitirmelisin, Eda. Kariyerin önemli."
Başımı eğdim. "Okul... o kadar çok şey oldu ki, dönüp derslere odaklanamam. Zaten burada yaşamaya karar verdim. Garsonluk yapıp küçük bir ev tutabilirim."
Gözleri öfkeyle parladı. "Saçmalama! O uçağa binmene izin vermediğime göre, benden uzaklaşmana da izin vermeyeceğim. Okula gitmek istiyorsan gidersin. Kalacak yerin de burası. Bu ev ikimizin. Sen benimlesin, Eda."
"Ama ben seninle bir yük olmak istemiyorum."
"Yük değilsin! Benim sevgilimsin. Benim eşim olacaksın. Benimle yaşıyorsun. Senin için en iyisi neyse onu yapacağız. Okulu dondur, gerekirse. Ama benden uzaklaşma."
Eşi olacaktım... Bu düşünce, kalbimde sıcak bir alev yakmıştı. Cristian'ın sevgisini bu kadar net ve koruyucu bir şekilde hissetmek, aile sevgisinden mahrum kalmış ruhuma ilaç gibi geliyordu. O, bana ait olmayan bir dünyada, benim için bir kale inşa ediyordu.
Dış dünya, Cristian'ı bekâr ve ulaşılabilir sansın. Bırakın magazinler o veda öpücüğünü eski bir fotoğraf olarak görsün.
Ben, Cristian'ın gizli dünyasında, onun kalbinde olmayı tercih ediyordum. Görünmez olmak, bu fırtınalı dünyada benim için en güvenli limandı. Ve o liman, Cristian'ın kollarıydı.