CAN'IN AĞZINDAN
Elimde tuttuğum sigaradan derin bir nefes aldım. Ciğerlerime çektiğim zehirli dumanı, başımı hafifçe yukarı kaldırarak gökyüzüne üfledim. Havada keskin bir Kasım soğuğu vardı. Saat kaçtı, bilmiyordum. Gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu; zifiri karanlık, adeta içime çöküyordu.
Duru ile tartışmamızın üzerinden üç gün geçmişti. Üç gündür telefonlarını açmıyor, mesajlarıma bakmıyordu. Kapısına kadar gitmeme rağmen yüzüme bile bakmamıştı.
Ege ve Efe’yi aynı anda idare ettiğini söylemem yetmezmiş gibi, bana yaklaştığını da söylemiştim. Biliyorum, söylediklerim ağır şeylerdi, gurur kırıcıydı. Ama üç gündür zaten ben cezamı yeterince çekmiştim. İçimdeki pişmanlık azalmıyor, aksine artıyordu. Duru’yu üzmek istediğim en son şey bile değildi.
Daha önce kimseye yaptığım hatayı önemsemedim ve düzeltmeye çalışmadım ama Duru farklıydı. Şimdiden hissediyordum.
Ona söylediğim şeyler yüzünden bana iki kurşun sıkmıştı. Amacı beni öldürmek değildi, bunu biliyordum. Eğer amacı öldürmek olsa, ben şu an toprağın altındaydım. Bana karşı durup silah çektiğinde ondan tabii ki korkmadım. Ama farklı bir duygu hissettim, sanırım bu hayranlıktı. Şimdiye kadar bana karşı gelen tek kişi bir kadındı;gözü kara, cesur bir kadın.
Güçlü olduğunu, Şeref’in yaptığı işkencelere gülerek cevap vermesinden ve Şeref’in annesinin canını aldığını bilmesine rağmen onun önünde güçlü durmasından zaten anlamıştım. Ama bana kurşun sıkmak, beni bile şaşırttı. Duru ya çok cesurdu ya da deliydi. Henüz karar veremedim. Beni affettiği zaman, içimdeki geçmek bilmeyen huzursuzluğun sona ereceğini biliyordum.
Elimdeki sigaradan son bir nefes alıp gecenin karanlığına üfledim. İzmariti küllüğe bastırarak söndürdüm ve eve girmek için hareketlenmiştim ki, Kerem’in bağıran sesini duydum. Kerem, bahçeden koşarak bana doğru geliyordu.
"Ne oldu oğlum, ne bağırıyorsun gece gece? Buse uyuyor."
"Abi, baskın yedik! Kim olduğunu bilmiyorum ama çevremizi sarmışlar. Kapıdaki adamları indirmişler!" Kerem’in sesi telaşlıydı.
"Ne?" dedim sinirle. "Benim evime girmeye kim cesaret edebilir?"
"Kerem, çabuk silahları hazırla, adamları topla. Sonra da Buse’nin yanına çıkıp saklanın!"
"Abi, olmaz. Bak, bunlar her zamanki adamlara benzemiyor. Ben de yardım edeyim."
"Olmaz dedim!" diye bağırdım sinirle. "Dediğimi yap. Buse sana emanet."
"Emredersin abi."
Kerem hızla verdiğim görevleri yerine getirmek için uzaklaştı. Ben de mahzene inip yanıma silah, bıçak gibi işime yarayabilecek birkaç şey aldım. Hızla evin girişine gidip dışarıyı görebileceğim bir köşeye geçtim.
Bahçede çatışma başlamıştı. Evin camları patlamaya başladığında, keskin nişancı olduğunu anladım. Kendimi camlardan uzağa, duvar dibine gizledim. Vurabildiğim kadar adam vurmaya çalışıyordum. Kimse eve girmemeliydi; Buse’yi korumalıydım.
Bunlar, Duru’nun bahsettiği adamlar olabilir miydi? Eğer öyleyse, Duru’nun da tehlikede olma ihtimali vardı, çünkü o gün, "Bu adamlar çok tehlikeli, bizi de tanıyor," demişti.
Evin kapısını kırmaya çalışanlar vardı. Bahçe kapısından çıkıp duvara sırtımı yasladım ve evin giriş kapısına yaklaşmaya başladım. Evi dışarıdan korumam gerekiyordu. Silahımın ucuna susturucuyu takıp, kapıyı kırmaya çalışan adamlara doğrulttum. Ses çıkarıp dikkat çekmek istemiyordum. İki adamı da saniyesinde indirdim.
İki taraf da direniyordu. Olduğum yerden biraz daha ilerleyip verandaya yaklaştım. Mermilerimin hepsinin hedefi bulması gerekiyordu. Adamlarım azalmaya başlamıştı. Düşmana yaklaşabildiğim kadar yaklaşmalıydım. Park halinde duran aracın yanına koşmaya başladım. Tekerleklerden birinin arkasına geçip pozisyonumu aldım. Karanlık olmasına rağmen görebildiğim herkesi indiriyordum. Kurşunlardan biri kolumun yanından geçtiğinde, hızla kendimi geri çektim.
Karşı taraf azalmıyor, aksine çoğalıyordu. Fazla dayanamayacağımızın farkındaydım.
Belki Duru’yu arayıp yardım isteyebilirdim ama hem beni affetmedi, hem de onu tehlikeye atmak istemiyordum.
Kanımın son damlasına kadar savaşmaya devam ettim.
DURU'NUN AĞZINDAN
Duyduğum ses gerçek miydi yoksa gördüğüm kabusun bir parçası mıydı? Anlayamıyordum. Zar zor gözlerimi açtım. Ses gerçekti: Telefonum çalıyordu.
Saat ikiydi. Bu saatte kim arıyordu beni? Gözlerimi ovuşturarak telefonu elime aldım. Kerem arıyordu. Kalbim korkuyla çarpmaya başladı. Bu saatte beni neden arıyordu? Yoksa Buse’ye mi bir şey oldu?
"Alo, Kerem?"
"Duru, yetiş!" dedi. Sesi telaşlı geliyordu.
"Sakin ol, ne oldu?" dedim, ben de panikledim.
"Evimize silahlı baskın yaptılar! Kim olduğunu bilmiyorum ama fazla dayanamayacağız. Can tek başına savaşıyor, Buse’nin yanından ayrılamıyorum. Yardım et!"
Duyduklarım karşısında ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Tek diyebildiğim, "Geliyorum," oldu.
Telefonu kapatıp hemen Efe’yi uyandırmaya çalıştım. Kolundan tutup sarsıyordum ama uyanmıyordu. Gördüğü kabus yüzünden, "Anne yapma, yardım et" diye sayıklıyordu. Daha sert sarstım. "Efe! Uyan!"
Panikle gözlerini açıp sağa sola baktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gördüğü kabustan dolayı alnında oluşan terleri elinin tersiyle sildi. "Duru," dedi şaşkın çıkan sesiyle. "Saat kaç? Ne oluyor?"
"Çabuk kalk!" dedim. "Can’ın evine baskın yapmışlar. Yardıma ihtiyaçları var."
"Ne?" dedi. Hâlâ uyku mahmuruydu. "T-tamam. Ege’yi uyandır."
"Tamam," dedim .Bir hışımla odadan çıkıp Ege’nin odasına yöneldim. Kapıyı kırar gibi açtığım için Ege, çıkan sese hemen uyandı. Zaten hep tetikte uyurdu.
"Duru, ne oluyor? İyi misin? Bir şey mi oldu?"
"Ege, kalk!" dedim endişeyle. "Can’ın evine baskın yapmışlar. Yardıma ihtiyaçları var."
Duydukları karşısında hemen yataktan doğruldu. "Silahları hazırla," dedi.
Başımla onaylayıp mahzene indim ve ihtiyacımız olabileceğini düşündüğüm bütün silahları aldım. Salona geri çıktığımda İkizler çoktan hazırlanmıştı. Benim ise üzerimde kısa kollu, beyaz, üzerinde çiçek figürleri olan pijama üstüm, altımda ise aynı çiçek figürlerinin olduğu şortum vardı. Tişörtün ve şortun kenarlarında fırfırlar vardı. En sevdiğim pijamam olmasına rağmen, üzerimi değiştirmeye vaktim yoktu.
"Çıkalım," dedim.
İkizler de vaktimiz olmadığını bildiği için beni onayladı. Elim dış kapının koluna uzandığı sırada, patlayan pencere camıyla çığlık attım.
"Duru, yere yat!" İkizler hızla yanıma gelip beni arkalarına aldılar.
"Çatıya!" dedim.
Dikkatli bir şekilde çatıya koştuk. Çatıyı yıktırıp, böyle zamanlar için tekrar inşa ettirmiştik. Ön tarafı hariç her tarafı çelik kaplamaydı. Ön tarafı ise kurşun geçirmez camdan yapılmıştı. Dışarıdan ön taraf, beton duvar gibi gözüküyordu ama değildi. Dışarıdan içerisi gözükmese de içeriden her şey çok netti.
Üçümüz de yerlerimize geçip silahlarımızı yerleştirdik. Camlarda sadece silahlarımızın uç kısmının geçebileceği kadar yuvarlak boşluklar vardı. O boşluklar da açılıp kapanabiliyordu. Silahlarımızın yerini açıp yerleştirdik.
"On kişi saydım," dedi Efe.
Ben de silahımın dürbününden baktım. "Neden bu kadar azlar?"
Ege’nin sorusuyla benim de aklım karıştı. "Birileri Can’a yardıma gideceğimizi biliyor ve bizi oyalamaya çalışıyor," dedim. "Öldürmek için olsa, daha kalabalık olurlardı."
"Haklısın," dedi Ege. "Hadi başlayalım."
"Sağ üçlü bende."
Efe, "Sol üçlü bende," dediği için ortadaki üçlü de bana kalmıştı.
Nişan alıp üç adamı da tek tek indirmeye başladım. Daha ne olduğunu bile anlamamışlardı. Karşılık vermeye çalışsalar da artık çok geçti. Sona kalan adamı nişan aldığımda, aynı anda üç el silah sesi geldi.
"Üçümüz de son adamı nişan alıp tetiğe basmışız. Yazık oldu," dedi Efe.
"Hadi oyalanmayalım." Ege son kez etrafı kontrol edip yerinden doğruldu.
"Gidelim." Silahlarımızı alıp evden çıktık ve benim arabama binip yola koyulduk. Kerem’in attığı konumu navigasyona girdim.