KANLI NİNNİ

1259 Words
Elimdeki demir gülle Şeref’in etrafında dolanmaya başladım. Dönerken gülü Şeref’in ensesine, dizlerine, kollarına değdiriyordum. Sandalyede kaskatı kesilmiş, nefes bile almıyordu. “Hazır mısın, Şeref?” dedim. Yavaşça ninniyi mırıldanmaya başladım. “Yapma, dur, yalvarırım!” diye bağırmaya başladı. Sabahtan beri bu kadar bağırmamıştı. Bağlı olduğu sandalyeden kurtulmaya çalışıyor, bir yandan da bağırıyordu: “Kulun köpeğin olurum, yapma! Para mı istiyorsun? Veririm… Ne istersen veririm!” Gözlerinden yaşlar geliyordu. “Canını istiyorum,” dedim. “Anlıyor musun? Canını…” Annem için kullandığı sözlerdi bunlar. Biraz daha gülü bedenine değdirdim. Artık ninniyi sesli söylüyordum. Sesimi duyduğunda “Yapma!” diye haykırıyordu. Sesimin ölüm getirdiğini biliyordu. Sesime onun yüzünden kan bulaşmıştı; nasıl ölüm getirmesin ki… Bu ninniyi yıllar sonra ilk defa söylüyordum hemde, can almak için . Bu ninni onun için gelen ölümün sesiydi. Annesinin yavrusu Kuzusu, pamuğu Annesi ninni söyler Can kuşu dinlermiş Arkasına geçtim; hâlâ yalvarıyordu. İkizlerle göz göze geldim. İkisi de bana güç verir gibi bakıyordu. Cana ise bakmaya çekiniyordum. Havaya kaldırdığım demir gülü tereddüt bile etmeden ensesinden sapladım. Gülün ince demir çubuğu soluk borusundan çıktı. "İçim soğumuş muydu bilmiyordum ama artık bitmişti. Annemin intikamını almıştım. Önümdeki görüntüye daha fazla dayanamadım. İkizlere yaklaşıp ‘Çıkalım.’ dedim. Baş hareketiyle beni onayladılar.” Arkamızdan dört,beş el ateş edildiğinde canın da intikamını aldığını anladım. Şeref kesinlikle ölmüştü. Depodan çıktığımızda günler sonra ilk defa temiz hava alıyordum. Derin nefesler almaya başladım. Orman gibi bir yerdeydim; ciğerlerim toprak kokusuyla doluyordu. Şu an beni güneş ışıklarının karşılamasını çok isterdim ama maalesef geceydi. Gökyüzündeki yıldızlar karşıladı beni. Kasım ayındaydık ve hava buz gibiydi. Üşüdüğümü gören Ege üzerindeki ceketi çıkartıp üzerime örttü. “Teşekkür ederim.” dedim. Beni kolunun altına alıp iyice kendine çekti, saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu. “Orada ne oluyor bakayım? Siz bensiz mi sarılıyorsunuz?” Efe, bir iki adım gerimizde olmasına rağmen bağırarak geliyordu. Gülümsedim, onları çok özlemişim. İkisine de kocaman sarıldım. “Merhaba.” Başımı çevirip sarılmamızı bölen kişiye baktım. Can gelmişti. İkizlerden ayrıldım. Elini bana uzatıp, “Tam tanışamadık, ben Can Karaman.” dedi. Önce uzattığı eline, sonra yüzüne baktım. Yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. Uzattığı elinin içine elimi yerleştirip sıktım. “Duru Alaz.” dedim. “Memnun oldum.” dedi ama yüzünden gerçekten memnun oldu mu yoksa kibarlıktan mı söylüyor anlamadım. “Ben de memnun oldum.” dedim, onun gibi ifadesiz bir yüzle. “Buse’yi koruduğun için teşekkür ederim.” dedi. “Sana can borçlu sayılırım. Sen olmasan Buse dayanamazdı. Bir derdin olursa bana gelebilirsin. Büyük ya da küçük fark etmez, senin için hep buradayım.” dedi. Gözlerinde minnet vardı. Efe ve Ege aynı anda öne bir adım attılar. “Bir derdi olursa biz hallederiz kardeşim, sana gerek yok.” dedi Ege. “Aynen öyle, hadi şimdi uza.” diye Efe de ekledi. Arkamı dönüp onlara en sertinden bir bakış gönderdim ve Can’a geri döndüm. “Teşekkür ederim, aklımda bulunur.” dedim, hafif tebessüm ettim. “Hadi gidelim.” Efe koluma girip beni arabaya doğru götürmeye başlamıştı ki Can’ın koruması Kerem elinde bir gülle geldi. “Abi bunu ne yapalım?” Can bana kaçamak bir bakış attı. O gül kimeydi acaba? Belki buradan sonra sevgilisinin yanına falan giderdi… Arkamı dönüp yürümeye devam edeceğim sırada Buse arkamdan seslendi: “Duru abla, bekle! Gülünü almayacak mısın?” “Gülün mü? Benim için miydi?” Şaşırmış bir ifadeyle geri yanlarına döndüm. Can, Kerem’e öldürücü bakışlar atarak gülü elinden aldı. Bir elini saçlarının arasına daldırdı, ne yapacağını bilememişti. “Bu senin için.” dedi. Uzattığı gülü alıp almamak arasında kararsız kalmıştım. Benden önce Ege sordu: “Duru’ya neden gül aldın?” Can önce Ege’ye, sonra bana baktı. İkizleri pek sevmemişti galiba; onlara da öldürecekmiş gibi bakıyordu. Gözlerimin içine bakarak: “Videoda gül istediğini söylemiştin.” dedi. Başını ikizlere doğru salladı. “Belki unuturlar diye Buse’ye alırken sana da aldım. Tabii kastettiğin gül bu değilmiş, kusura bakma.” Elinde tuttuğu gülü arkasına sakladı. Aslında o gül şu an bana çok kötü duygular hissettirmesi gerekiyordu, annemin ölümünü hatırlatıp içimi yakması gerekiyordu ama öyle olmadı. Bu masum ve saf duygularla alınmış bir güldü. Gülümsedim. Beni düşünüp gül alması beni mutlu etmişti. “Elimi uzatıp gülümü alabilir miyim?” dedim. Can da dahil hepsi şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Emin misin?” dedi, gülü verip vermemek arasında kararsızdı. “Eminim.” dedim. Arkasından çıkardığı gülü bana uzattığında gülümseyerek elinden aldım. “Teşekkür ederim ama ben şakayıkları severim.” dedim. Gülü burnuma götürüp kokladım. O kadar güzel kokuyordu ki… Benim güllerim hep kan kokardı; bu masumluk kokuyordu. “T-tamam… artık aklımda.” dedi. Kekelemiş miydi? O haline bakılırsa çok güçlü bir adama benziyordu; kekelemesine benim kadar kendisi de şaşırmıştı. “Hadi, yürü artık, gidelim.” İkizler Can’ı dövmemek için kendilerini zor tutuyorlardı. Buse’ye el sallayıp arabaya bindim. Efe sürücü koltuğuna, Ege yan koltuğa, ben de arkaya oturdum. Efe arabayı sinirle sürüyordu. Gecenin karanlığında hepsi geride kaldı. “İte bak, sen gül almış! Neymiş, biz unuturmuşuz!” Ege sinirle söyleniyor, arada küfür ediyordu. “Salak mıyız biz? Unutalım! Bizim kardeşimizi bizden daha çok düşünüyor sanki, şerefsiz!” Eve gidene kadar bütün yol Ege ve Efe sinirle saydırmaya devam edip hatta birbirlerini daha da gaza getirip “gidip dövsek mi” diye düşündüler. Tabii ki öyle bir şey yapmalarına izin vermezdim. Evin önüne geldiğimizde güzel evime baktım; gerçekten evim, evim, güzel evimdi. Bir aydır sıcak bir evin, yumuşak yatağın, güzel yemeklerin hasretini çekiyordum. Arabadan inip eve doğru yürümeye başladım. İki katlı, kocaman bahçesi olan bir villaydı burası. Üç kişi için tabii ki çok büyük… 10 odalı bir evdi. En üst kat, yani benim odam, kocaman bir terasa açılıyordu. Odayı terastan ayıran tek şey yerden tavana kadar olan camlardı.O,odanın benim olmasını o kadar çok istemiştim ki İkizleri bu, kocaman evi almaya ikna etmek için çok yalvarmiştım. Terasımdaki tavandan asılı halde duran salıncağa baktım. Orada yatıp sallanmayı çok özlemiştim. “Duru bırak şu gülü koklamayı, sinirlerimi tepeme çıkarıyorsun.” diyen Ege’ye yandan bir bakış attım. “Sanane ya? Sen benim gülümü mü kıskanıyorsun?” “Ne kıskanacağım kızım! Adam mafya! Hem de en tehlikeli, en köklüsünden. Sen tabii yanımızda olmadığın için adamın nasıl bir tehlike olduğunu bilmiyorsun. Adamın silah fabrikası var, daha ne diyeyim ben!” “Oha, çok havalı! İstediğin silahı üretebilirsin!” dedim. Ege, “Ben ne diyorum, sen ne diyorsun…” der gibi baktı bana. “Neyse, ben uyumaya gidiyorum.” dedi. Gözlerinden günlerdir uyumadığı belliydi. Ben de odama çıkıp önce terasıma uğradım, biraz etrafa bakıp duşa girdim. Hızlıca bir duş alıp üzerimdeki bütün pisliklerden kurtuldum. Berbat bir haldeydim. Saçlarımı kurutmadan üzerime pjamalarımı giyip yatağa girdim. Aradan bir iki dakika geçmeden Efe geldi. O da duş almıştı; saçlarındaki ıslaklıktan belliydi. Her zamanki gibi ışığı kapatıp yatağın sol tarafına girip yanıma uzandı. “Sen yokken kabuslarım daha da arttı.” dedi. “Gözüme bir gram uyku bile girmedi. Ege, içeceklerime gizlice uyku ilacı katmaya başlamıştı.” dedi, gülerek. Ağlanacak haline gülüyordu artık. “Geldim.” dedim. Kabuslar… Efe ile bana geçmişimizden gelen, asla geçmek bilmeyen bir yara izi gibiydi. İkimizin de kabusu farklıydı ama başrollerde hep annemiz vardı. İkimiz de kabus gördüğümüz için beraber uyuyor, birbirimizi güvende hissettiriyorduk. Kaç gece ağlayarak uyandığımı ve Efe’nin beni sakinleştirdiğini bilmiyordum bile. Tabii benim kadar Efe’nin de “anne” diye haykırışları oluyordu. Beraber uyumak da Ege, Efe ve bana geçmişten gelen bir hediyeydi. Küçükken de beraber uyurduk. Tabii o zaman soğuk beton zeminin üzerine koyduğumuz karton parçasının üzerinde uyuyorduk. Evimiz yoktu; birkaç mum yakarak ısınmaya çalışıyorduk. Evimizi aldığımız zaman Ege’nin ilk işi, geçmişinden kurtulmak ister gibi, odasını ve yatağını ayırmak olmuştu. Ona hak veriyordum. Keşke biz de öyle yapabilseydik ama kabuslar peşimizi bırakmıyordu. Efe’ye dönüp kolları arasına girdim ve ikimiz de kabus dolu huzurlu uykumuza daldık.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD