“Keskin nişancı mısın?” dedi. Hem kahveleri karıştırıyor hem de merakla bana bakıyordu.
“Evet,” diye karşılık verdim.
“Çok havalı…”
Kahvenin yanında koymak için bir şeyler çıkarırken yandan bir bakış attım.
“Adam öldürmek mi?”
Yüzünü buruşturarak ,
“Hayır! Onu ben de yapıyorum, iğrenç bir şey,” dedi.
Gülümsedim
“Havalı olan ne o zaman?”
“Sevdiklerini koruyabilmek. Uzaktaki tehdidi bile fark edip yok edebilmek. Sevdiklerinin canını sana emanet etmesi,” diyerek ,derin bir iç çekti.
“Patronun sana canını emanet ettiğine göre sen de fena sayılmazsın,” herhalde.
Sadece gülümsedi.
Tepsiye fincanları yerleştirip yanına götürdüm. Dikkatlice kahveleri fincanlara doldurdu.
“Patronuna söyle, seni keskin nişancılık kursu diye bir şey varsa ona göndersin. Bayağı zengine benziyor,” dedim.
“Valla öyle, adamda deli gibi para var,” dediğinde ben de güldüm.
“Siz beni mi çekiştiriyorsunuz burada?”
“Eyvah, yakalandık…” diye fısıldadım.
“Duydum. Yalnız kulakların da maşallahı var .” dedim.
Kerem bütün kahveleri, çikolatalı sütleri tepsiye doldurup hızlıca mutfaktan çıktı. Daha doğrusu kaçıp ,beni Can’la yalnız bıraktı. Hain!
Bedenini kapının kenarına yaslayıp kollarını da birbirine doladı.
“Eee, ne konuşuyordunuz hakkımda?”
“Hiiç…” dedim.
Ben de mutfak tezgahına sırtımı yaslayıp kollarımı onun gibi birbirine doladım.
“Bir şey merak ediyorum.”
“Sor,” dedi gözlerimin içine bakarak.
“Gerçekten silah fabrikan mı var?”
“Evet.”
“Sadece… gerçekten mi?”
Yaslandığım yerden ayrılıp Can’a yaklaştım.
“İstediğin silahı üretebiliyor musun? İstediğin renk falan?” dedim heyecanla.
Konuşmama güldü.
“Evet. İstediğin bir model mi var?” diye sordu.
“Ayy…” dedim, ellerimi birleştirip çenemin altına getirdim ve ona çocuk gibi alttan alttan bakmaya başladım. Boyu cidden uzundu; tam olarak bilmesem de 1.80 kesin vardı.
“Model değil, istediğim bir renk var,” dedim.
Bana bir adım atıp:
“Neymiş o?” dedi.
“Pembe!” dedim heyecanla, gözlerinin içine bakıyordum.
“Pembe renk yapabilir misin? Lütfen, lütfen, lütfen! Üstünde de gül simgesi olsun,” dedim.
Karşımda kahkaha atarak gülmeye başladığında moralim bozuldu.
“Neresi komik? Yapamazsan da ‘Yapamam,’ de! Neden dalga geçiyorsun ki?” Moralimi bozdu gıcık şey.
Salona girmek için yanından geçeceğim sırada kolumdan tuttu.
“Dalga geçmiyorum. Sadece senden pembe rengini beklemiyordum,” dedi.
Biraz düşünüyor gibi yaptı:
“Tabii, bugün gördüğüm pijamadan sonra neden şaşırıyorum ki?”
“Neyi varmış pijamamın?” diye çıkıştım
“Bir şeyi yok, sadece seni simsiyah kıyafetlerle hayal etmiştim. Pembe şaşırttı,” dedi.
Ona doğru bir adım daha atıp:
“Sen beni mi hayal ediyorsun?” dedim, tek kaşımı kaldırarak.
Hemde siyah kıyafetler içinde… Gülüşü solup kıpkırmızı oldu.
“Ne alakası var…” dese de . Gözleri benim dışımda her yere bakıyordu.
“Kendin söyledin,” dedim. Bir adım daha atarak dibine kadar yaklaştım.
O da bir adım geri atıp benden uzaklaştı.
“Ben öyle bir şey demedim,” dedi. Hâlâ bana bakmıyordu.
“Söyledin,” dedim. Bir adım daha atarak; Can da geri bir adım daha attı.
“Demedim!” dedi.
“Yani sen beni hiç hayal etmedin mi?” dedim, sanki üzülmüş gibi yaparak.
Bir adım daha geri atmaya çalıştı ama sırtı duvara çarptığı için kaçacak yeri kalmadı. Dalga geçmek neymiş görsün bakalım…
Sonunda kaçacak yeri olmadığını görünce gözlerimin içine bakmaya başladı. Bakışlarından ne hissettiğini anlayamadım ama ben de onun gözlerinin içine aynı şekilde bakıyordum. Sanki burası sıcak olmaya başlamıştı.
Ani bir hareketle yerlerimizi değiştirip duvara benim sırtımı yasladı. Ne olduğunu anlayamadım bile. Üzerime doğru eğilip boynuma sıcak nefesini verdi.
“Hayal ettim,” dedi kulağıma fısıldayarak.
“O videoda gördüğüm ilk andan beri, her gün…”
Derin bir nefes alıp tekrar sıcak nefesini boynuma üfledi.
“Siyahlar içinde… kırmızılar içinde…” dedi. Kısa bir süre durup gülümsedi.
“Artık pembeler içinde de.”
Yavaşça geri çekildiğinde yüzümün domates gibi kıpkırmızı olduğuna emindim.
Şimdi de ben onun dışında her yere bakıyordum.
“Bana bu kadar yaklaşırken bir kere daha düşün,” dedi. Dudağının kenarı kıvrıldı:
“Senin için söylüyorum,” dedi ve arkasını dönüp mutfaktan çıktı.
Şok olmuş bir şekilde, hala arkasından bakıyordum.
Biz az önce ne yaşadık böyle ?
Mutfak camını açıp biraz yüzüme soğuk havanın çarpmasına izin verdim. Biraz daha durduktan sonra kendime gelip ben de mutfaktan çıktım.
Kerem, sinirle elinde tuttuğu telefonla kapıyı hızla açıp içeri girdi.
“Abi gitmemiz lazım, şirkette bir sorun çıkmış.” Sesinde öfke ve acele vardı.
“Ne sorunu çıkmış?” diye soran Can, oturduğu koltuktan kalktı.
“Yolda anlatırım abi, çıkmamız lazım. Acil.”
Gerçekten önemli bir durum olduğu belliydi. Can yanıma doğru yaklaşırken, az önce yaşananlar bir anda zihnimde canlandı. Yanağımın bir kez daha alev alev yandığını hissettim. Bu kadar utangaç bir kadın değildim ben… Bana ne oluyordu böyle? Hem daha hiçbir şey yaşamamıştık ki… Sadece biraz fazla yakındı, o kadar.
“Duru, iyi misin?”
“Ha? Efendim?”
“Sana diyorum, kendinde misin?” diyen Ege’yle göz göze geldim.
“Evet, kendimdeyim. Ne oldu?”
“Kızım sana söylüyoruz, niye cevap vermiyorsun?”
Can’ın alttan alta bana gülmesini görüyordum.
“Ne sordunuz, dalmışım…”
Ege bir şeylerden şüphelense de üstelemedi.
“Can’la Kerem gidiyor. Birkaç saat Buse’yle sen ilgilenebilir misin? Efeyle bizim ufak bir işimiz var.”
“Olur,” dedim başımı sallayarak. “Buse’yle biz de kız kıza takılırız, değil mi Buseciğim?”
“Evettt! Yaşasın kız kıza parti!”
Heyecandan zıplayıp ellerini birbirine çarptı. Bu halleri o kadar tatlıydı ki gülmemek elde değildi.
“Gerçekten teşekkür ederim Duru. Onun için en güvenli yer burası. Birkaç saat içinde gelmeye çalışacağım.”
“Tamam, sorun değil. İşin bittiğinde gelirsin. Aklın kalmasın. Buse bana emanet.”
Gözleri minnetle dolu bir şekilde yüzüme baktı.
“Buseciğim, hemen gelicem. Duru ablanı üzme tamam mı?”
“Tamam!” dedi Buse; çoktan koltuğa yayılmış, çizgi film seçmekle meşguldü.
“Hadi abi, çıkalım.” diyen Kerem’in sözleriyle Can kapıya yöneldi. Bana dönüp bir kez daha baktı… Sanki bir şey söylemek istiyordu ama vazgeçmiş gibi yüzünde yarım bir gülümsemeyle çıkıp gitti.
Kapı kapanır kapanmaz Ege karşımda dikildi.
“Sen neden mutfaktan kıpkırmızı çıktın?” dedi Sorgulayıcı bir ses tonuyla.
“Ev çok sıcak,” dedim yalan söyleyerek .
Tabii ki yalanıma inanmadığı yüzünden belliydi. Tam bir şey diyecekti ki Efe'nin “Gidelim!” diyen sesi geldi.
Bu kez bana dönüp alçak sesle,
“Bu konu kapanmadı. Gelince şu sıcaklık hakkında detay vereceksin,” dedi.
Sadece başımı salladım. Sesim çıkmadı.
İkizler de evden gidince Buse’yle baş başa kaldık. Mutfaktan birkaç abur cubur alıp yanına oturdum.
“Ne izliyoruz prenses?”
“Bilmiyorum ki… bulamadım henüz.”
Elindeki kumandayı bana uzattı.
Rastgele bir çizgi film açtım.
“Bunu izlemeye ne dersin?”
“Olurrr!” dedi coşkuyla ve cips paketine dalarak ekrana kitlendi.
Ben de onun yanına yerleşip, bir yandan ona bakarken bir yandan kendi içimdeki karışıklığı bastırmaya çalıştım. Salonun sakinliği içinde, az önceki bakışların sıcaklığı hâlâ yanaklarımda geziniyordu.