ÖLÜM EMRİ

1540 Words
Gece gördüğüm kâbus yüzünden yataktan sıçrayarak uyanmıştım. Efe de yanımda olduğu için onu da uyandırmış oldum. Korktuğumu anladığı için bana sarılıp sakinleştirdikten sonra ikimiz de uyku hapı alıp uykumuza kaldığımız yerden devam ettik. En son Buse’yle koltukta birbirimize sarılıp uyuduğumuzu hatırlıyorum. Ne ara Can geldi, Buse’yi aldı ya da beni odaya kim getirdi, hiçbirini hatırlamıyorum. Ama Efe iyi ki benimle uyumuştu; çünkü gördüğüm kâbus çok gerçekçi ve korkunçtu. Annemin ölüm anını tekrar tekrar yaşamama neden oldu. “Hadi uyanın, kahvaltı hazır!” Ege’nin dibimizde bağıran sesini duyuyordum ama duymak istemiyordum. Tek istediğim şey uyumaktı. “Üçten geriye sayıyorum. Sonuçlarına karışmam… Üçç, ikii—” Ege tam saymayı bitireceği anda kendimi yataktan aşağı attım. Çünkü ne yapacağını çok iyi biliyordum. Tam da tahmin ettiğim gibi bir kova buz gibi suyu Efe’nin başından aşağı boşalttı. Efe, suyun soğukluğuyla titreyerek yataktan kalktı. Gözlerinden alev çıkıyordu. “Sen…!” dedi Ege’ye. “Bittin oğlum, bittin!” Ege de başına gelecekleri anladığı için koşarak odadan çıktı. Efe, ıslak kıyafetleriyle Ege’yi yakalamaya gidiyordu. Ucuz atlatmıştım. Kendimi attığım yerden kalkıp banyoya girdim. Hızlıca işlerimi halledip üzerime siyah taytımı ve siyah bol sweatshirt’ümü giyip aşağı indim. Efe’yle Ege hâlâ birbirlerini kovalıyordu. Çocuk gibilerdi. Onların bu hâli beni hem güldürüyor hem de üzüyordu; çünkü biz çocukluğumuzu yaşayamadık. Ege’nin bizim için hazırladığı kahvaltı masasına oturup karnımı doyurmaya başladım. Kapının zili çalmaya başladığında duymuyormuş gibi davrandım. “İkizler açsın, banane. Ben yemekle meşgulüm şu an.” İstediğim gibi de oldu. Ege koşmayı bırakıp kapıyı açmaya gitti. Gelen Elif’ti. “Duru abla, müsait misin?” “Müsaitim tabii ki, gel canım. Beraber kahvaltı yapalım.” dedim. “Yok abla sağ ol, ben sana bunu getirmek için geldim.” Elindeki dosyayı masaya bırakıp geri çekildi. “Bu ne?” dedim. “Bilmiyorum. Kapıya bırakıp gitmişler.” İkizler de ne olduğunu anlamak için yanıma geldi. Elif çıktığında dosyayı açıp incelemeye başladık. “Bu…” dedim. “Bize gelen işler gibi. Neden dosyayla kapıya bırakmışlar?” İkizler de şaşkındı. Bize bu işleri getiren kişi Faruk’tu. Birileri ona ulaşır, işi teklif eder, o da bize iletirdi. Hiç böyle bir dosya almamıştık. Daha detaylı incelemeye başladığımızda gördüğüm isim karşısında nefesim kesildi. İkizler de görmüş olmalı ki aynı anda bana baktılar. “Can yazıyor burada.” dedi Ege. “Canı mı öldürmemizi istiyorlar? Ama neden? Daha doğrusu, kim?” Dosyada Can’a ait bilgiler vardı ve 4 milyon dolar teklif ediliyordu. Onun dışında hiçbir bilgi yoktu. “Ben Faruk’u arayacağım.” Efe odaya telefonunu almaya gittiğinde Ege’yle bakıştık. “Ne yapacağız?” dedi. “Bilmiyorum ama öldürmeyeceğimizi biliyorum. Tamam, biliyorum o kadar masum biri değil… ama öldürdüğümüz adamlar gibi biri de değil.” dedim. Düşüncelere dalmış şekilde elim saçlarımda dolaşıyordu. Efe yaptığı telefon konuşmasını sonlandırıp bize baktı. “Bu iş Faruk’tan değil. Haberi yok.” “Bizim bu işi yaptığımızı bilen neredeyse kimse yok.” dedim. “Bilenler zaten ölüydü. Birisi bizi de izliyor. Bu işin özellikle bize gelmesi tesadüf değil. Keskin nişancı olduğumuzu biliyorlar ama para karşılığı adam öldürdüğümüzü, yani suikastçı olduğumuzu kimse bilmiyor. Siz birine söylediniz mi?” İkisi de “Hayır.” dedi. kime neden soyleyelim ki?. Haklıydılar. Bizim bizden başka kimimiz vardı ki zaten . Elif bile ne iş yaptığımızı bilmiyordu. Paranın kaynağını bize kalan bir miras sanıyordu. Silahları ise mirasın peşinde olan düşmanlarımızdan korunmak için kullandığımızı… “Cana söylemeliyiz.” dedim. “Yani… ne iş yaptığımızı mı söyleyeceğiz?” İkizler ona güvenmiyordu. Ben de güvenmiyordum ama… “Buse var.” dedim. “Birinin onu öldürmek istediğini bilip ona göre davranmalı. Ya Buse’ye zarar gelirse? O zaman nasıl yaşamaya devam ederiz? O daha küçük bir çocuk.” “Haklısın.” dedi Efe. “Bunu saklayamayız.” “Ben bugün gidip söylerim.” dedim. Demez olaydım. İkisi de bana ters ters baktı. “Neden sen gidiyormuşsun? Biz söyleriz.” “Tamam ya.” dedim Efe’ye. Ağzıma birkaç zeytin daha atıp ayağa kalktım. “Neyse, ben gidiyorum. İşim var.” “Ne işin varmış bakalım senin?” İkisi de sorgulayan bakışlarla bana bakıyordu. Kollarımı önemde bağlayıp onlara ters ters baktım. “Siz bana hesap mı soruyorsunuz?” “Dün o Can denilen herifle mutfağa gittin. Çıktığında kıpkırmızıydın. Şimdi de ‘Cana ben söylerim’ demeler… Dışarıda işin çıkması falan… Duru, ne oluyor?” “Ege.” dedim sinirle. “Bir şey olduğu yok. Araba alacağım, dışarı çıkacağım. Can’la bir ilgisi yok. Olsa bile sizi ilgilendirmez.” “Nasıl ilgilendirmez? Bak, o adam sandığından daha tehlikeli. Ondan uzak dur. Sen bizim biricik kardeşimizsin.” “Sizi anlıyorum ama Can’la bir işim yok.” dedim. “Hem o tehlikeliyse ben de tehlikeliyim. Bana bir şey yapamaz, merak etmeyin.” “Biz bu kızla nasıl baş edeceğiz?” diye birbirlerine çaresiz bakışlar atıyorlardı. İkisinin de yanağına birer öpücük kondurup kapıya yöneldim. Hava soğuktu. Bordo deri ceketimi ve siyah, dizime kadar gelen topuklu çizmelerimi giyip çıktım. Otoparktan rastgele bir arabaya binip yeni arabamı almak için yola çıktım. Hayalimdeki araba Mercedes G-Kasa’ydı ve bugün ona kavuşacaktım. Tabii ki ilk arabam değildi. Önceki arabam da G-Kasa’ydı ama şerefsiz şeref beni kaçırmak için arabama kamyonla çarpınca arabam pert olmuştu. Sonunda oto bayiye gelebildim. Çalışanlar koşarak gelip kapımı açtılar. “Buyrun Duru Hanım, arabanız hazır.” Gülümseyerek, personel kadını takip ettim. Sonunda arabama kavuşacaktım. Evrak işlerini önceden hallettiğim için mutluydum. Arabama yaklaşırken başka bir arabanın yanında duran Can’la Kerem’i gördüm. Onların burada ne işi vardı? Can bana döndüğü sırada selam vermek için elimi havaya kaldırıp tebessüm ettim. Can… sanki beni hiç görmemiş ona hiç selam vermemişim gibi sırtını bana döndü. Bu neydi şimdi? Neden beni görmezden geldiğini anlamasam da sinirlenmemeye çalıştım. Bana neden sırtını döndü ki? Ben görmezden gelinecek bir kadın mıydım? Şeytan diyor ki “Sık iki tane kurşunu sırtına, bak bakalım bir daha sırtını dönebiliyor mu.” Çalışanlardan biri arabayı benim için yanıma getirince bütün sinirim geçti. Gece gibi simsiyah bir arabaydı. Anahtarı teslim alıp yeni arabama atladım ve az önceki olay hiç yaşanmamış gibi gaza basarak oradan uzaklaştım. “Alo Ali, attığım konumdan eski arabayı alıp eve, otoparka bırak.” “Tamamdır patron.” Can kadar olmasa da bizim de kendimize göre adamlarımız vardı. Hep dibimizde değillerdi tabii, biz ihtiyaç duyduğumuzda çağırıyorduk. Can moralimi bozduğu için alışveriş yapıp kafamı dağıtmaya karar verdim. Mutfakta yaşanan yakınlaşmadan pişman oldu desem… o kadar da abartılacak bir yakınlaşma değildi. Yine de beni görmezden gelmesinin nedenini merak ediyordum. ************ O kadar çok alışveriş yapmıştım ki, torbaları taşımaktan kollarım koptu. Keşke yanımda birkaç adam getirseydim. Bütün torbaları bagaja yerleştirip rahat bir nefes aldım. Sürücü koltuğuna oturduğumda, yan koltuğa fırlattığım telefonum çalmaya başladı. “Efendim Ege?” dedim; torbaları taşımaktan terlemiştim. “Neredesin?” “Alışverişteyim, bir sorun mu var?” “Bir sorun yok. Yeni bir iş geldi. Efe’yle onu halledip geleceğiz.” “Bensiz gitmeyin, tehlikeli olabilir.” Çoktan arabayı çalıştırıp yola çıkmıştım. “Güzelim, sen keyfine bak. Biz halledeceğiz. Ben senden başka bir şey isteyeceğim.” “Neymiş?” dedim merakla. “Şu Can meselesi… Bunu yapmanı hiç istemiyorum ama Cana gidip onu uyarman gerekiyor. Bir şeyler geç olmadan bilmesi gerek.” Doğru söylüyordu ama bugün beni görmezden gelmişti. Onun ayağına kadar gitmek istemiyordum. “Can şu an şirkette diye biliyorum, oraya gidebilirsin.” diyen Ege’yi onayladım. “Tamam.” dedim. “Kerem’in numarasını atar mısın bana?” “Kerem nereden çıktı?” “Ya sorma, at işte.” “Tamam, birazdan atacağım. Dikkatli ol.” “Siz de dikkatli olun.” dedim ve çağrıyı sonlandırdım. Konumdan Can’ın şirketinin adresini açıp yönümü değiştirdim. Ben çoktan Can’ın şirketine gelmiştim ama Ege hâlâ Kerem’in numarasını atmadığı için tek seçeneğim içeri girmekti. Güvenlikten geçerek danışmaya ilerledim. Giriş bile çok şık ve buraya çok para harcandığını bağırıyordu. “Merhaba, Can Bey’le görüşecektim.” Kadın, baştan aşağı beni süzdükten sonra pek memnun olmamış bir şekilde, “Randevunuz var mıydı?” dedi. Taytım ve sweatshirtümle buraya çok uygun görünmediğimi ben de biliyordum ama buraya kendimi göstermeye gelmemiştim zaten. “Randevum yok ama arayıp söylerseniz kendisi görüşmeyi kabul edecektir.” “Maalesef.” dedi kadın; ağzındaki sakızı sinir bozucu bir şekilde çiğniyordu. “Arayıp haber verir misiniz?” dedim tekrar. “Bakın, önemli bir konu ve siz aramadan buradan gitmiyorum.” Kadın aramamakta ısrarcıydı. Peki, kendisi bilirdi. Kadının önünde durduğu masaya tek hamlede oturup bacak bacak üstüne attım. Masadaki sakız kutusuna uzanıp bir sakız da ben ağzıma attım ve aynı onun gibi çiğnemeye başladım. “Hanımefendi, siz ne yapıyorsunuz? Lütfen inin aşağı, burası saygın bir iş yeri!” “Ara.” dedim, tehditvari bir sesle. Belimdeki silahı çıkarıp doğrultabilirdim ama güvenliklerin başıma yığılmasını istemiyordum. “Tamam, tamam! Arıyorum!” Beni kimse görmesin diye panikle telefona uzandı. “Can Bey, burada bir kadın var. Sizinle görüşmek istiyor.” Adımı sorar gibi bana baktığında, “Duru.” dedim gülümseyerek. “Adı Duru… Ne yapalım?” “Tamam, anladım efendim.” Kadın telefonu kapatıp bana döndü. “Can Bey şu an meşgul, başka zaman gelmenizi söyledi.” Artık sinirlenmeye başlamıştım. Ne demek meşgul? Ben onun canını kurtarmak için gelmiştim buraya; o ise “başka zaman gel” diyordu. Peki, kendisi bilirdi. Oturduğum masadan atlayıp çıkışa yöneldim. Günah benden gitti. Artık sorumluluk bana ait değildi. Ben onun ayağına kadar gelmiştim. Bugün bana yaptığı ikinci saygısızlıktı. Evet, bende Can’ın numarası vardı, onu kendim de arayabilirdim ama bugün beni görmezden geldiği için aramak istemedim. Onun yerine Kerem’le konuşmak istemiştim ama Ege numarayı hâlâ atmamıştı. Valeden arabamı getirmesini isteyip beklemeye başladım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD