Asil’in dudakları boynumda, göğsümde... Her dokunuşuyla bedenim ihanet ediyor, zihnimse bir sis bulutunun içinde kayboluyordu. Onun ağırlığı altında eziliyordum. Misk, viski kokusu, sert kasları... Hepsi gerçeklik algımı paramparça ediyordu. “Kendini bırak,” diye fısıldıyordu bir yanılsama perisi gibi. “Sen benimsin.” Sonra, bir an. Sadece bir saniyelik bir sükunet. Zihnimdeki sis dağıldı ve Irmak’ın yüzü belirdi. O masum, bana güvenen gözleri. Buradaydım çünkü onun içindi. Asil’in beni istediği gibi bir eşya, duygusuz bir varlık gibi kullanılmasına izin veremezdim. Bu, Irmak için savaşırken kendi savaşımı kaybetmek olurdu. İçimde, bilmediğim bir yerden bir güç yükseldi. Korkuyu, arzuyu, her şeyi kenara itip iki elimi Asil’in göğsüne dayadım ve tüm gücümle ittim. Sendeleyerek geri gitti

