-1-
Koca demir kapı kendine özgü gürültüsüyle açılırken dışarıya adımlayan bir çift ayağın sahibi özgürlüğün şerefiyle gözlerini yumup derince bir soluk aldı. İçeride aşırı zor günler geçirdiğini söyleyemezdi, kendisini korumasını biliyordu. Lakin dışarıda, şu demir kapının ardında nefes almak bambaşka bir histi. Bunu tarif etmek zordu.
Geçen altı yıldan sonra Kürşat şimdi gerçekten özgürlüğün ne demek olduğunu daha iyi anlıyordu. Daha evvel de birkaç ay, yatıp çıkmıştı ama bu seferki başkaydı. Zaman ilk defa bu kadar yavaş ilerlemişti. Görünen o ki, ihanetin pençesinde kapılar ardına kapanınca öyle oluyordu.
Kahvelerini yeniden açtığında karşısında durmuş kendini izleyen genç adama kollarını açarken iki doğan tipi araç boşalmış, genç delikanlılar kendisinden yana koşmaya başlamışlardı.
"Abim" diye koşup ilk sarılan Tekin’di.
An itibariyle özgürlüğüne kavuşan Kürşat'ın sağ kolu sayılırdı, ya da o öyle sanıyordu. Mahallede aldığı isime göre tekinsiz olduğu söylenirdi, ama bu pek onların önemsediği bir şey değildi. Nasılsa tüm mahalle hakkında iyi şeyler söylenmiyordu. O yüzden gencinden yaşlısına söylenenleri umursamıyorlardı.
"Naber lan Tekinsiz?" diye gülerek sordu Kürşat. Otuz beşine merdiven dayayarak çıktığı metris kapısının önünde kardeşi saydığı adama sarıldı.
"Ne olsun be abim, yolunu gözledik, çok şükür kavuşturana." diye ayrıldığı genç adama yeniden sarıldı Tekinsiz Tekin. Aralarında en fazla üç dört yaş vardı ama onu hep kendine abi bilmişti ve yüksek ihtimalle bu durum böyle sürecekti.
Kendi hapis hayatı da yeni bitti sayılırdı. Yanında duran diğer gençler gibi o da abi saydığı bu genç adamdan bir iki yıl evvel içerden çıkmıştı.
"Tek gelin demedim mi?” diye kızar gibi yapıp diğer gençlere göz kırparak Dolap lakaplı ve gizliden gizliye asıl sağ kolu olan gence sarıldı Kürşat.
Tekin:
"Sence izin verirler mi?" diye arkasındaki aracı işaret ettiğinde gençler hep bir ağızdan gülüşüyorlardı. Onlardan yana adımladı Kürşat. Bu iki elin parmaklarını geçmeyecek genç adamların içinde tıpkı Tekin'le olduğu gibi birkaç yaşla en büyükleri sayılıyordu ama gördüğü saygı bir başkaydı. Sanki ellisindeymiş de bir ton çocuğu varmış gibi hissediyordu. Oysa ne evlenmişti, ne çocuk sahibiydi ne de evde büyük kardeşti.
"Hoş geldin abi." diyen gençleri tek tek kucaklayıp araçlardan birinin ön koltuğuna yerleşti. Önden giden aracının içinde mahallenin yolunu tuttuklarında olan değişikliklerden tam olarak haberi yoktu ama o kadar da sağır sultan değildi. Eski düzenleri yavaş yavaş oturuyordu ki onlar yokken sağolsun eniştesi ile dışarıda kalmayı başaran birkaçı milleti susturmayı, polisin gözüne çarpmayarak ayaklarını mahalleden kesmeyi başarmışlardı.
"Ahanda Hacı Hüsrev." diye direksiyonu mahallenin girişine yönlendirdi İpsiz İbo. Yan koltukta oturmuş etrafa bakınan Kürşat kahvehane yoluna giden araba içinde sessizce beklerken çalan davul zurnayı, müzik eşliğinde oynayan gençleri görmesiyle yüzüne geniş bir gülüş oturttu. Park eden araçtan inip oynayanlara alkış tutmaya başladığında her biri tek tek boynuna atılıyor, adeta gelişini kutluyorlardı. Tabii bir diğer neşeleri düğün günü olmasıydı ama esasında bu mahalle için neşe kaynağı aramaya gerek yoktu. Öyle ya da böyle eğlenmeyi biliyorlardı. Ne de olsa burası eski bir roman mahallesiydi.
O oynayan gençleri alkışlarken mahallenin yokuşundan gülüşerek koşa koşa inen iki kadın daha vardı. Başını çevirdiğinde gördüğü kadınlardan daha genç olanı hemen tanımıştı ama diğeri de yaşlı değildi.
"Pişt, lan, seninki geliyor." diyen gençlerden biri İbo'ya seslenirken Kürşat onları duymazdan gelerek mahallenin güzel kızlarından olan Çağla’nın yanındaki yabancı kadının koşuşunu izlemeyi sürdürdü.
Elele koşturarak kendilerinden yana gelirlerken Çağla genç kadından ayrılmış, hoş geldin diyerek Kürşat’a selam verip sarılmadan gitmemişti. Genç kızın ilerlediği yere baktı Kürşat. Kendi işlettiği kahvehanenin ilerisinde, karşı yönde olan kuaför dükkanına koşturuyordu. Yeşillere bürünmüş genç kadında dükkana girmişti.
Yıllar evvel tutuklanıp mahalleden ayrılmak zorunda kaldığında dükkan kapalıydı ve çoğu kadın bu durumdan şikayetçiydi. Şimdi ise dükkan önünde tonla kadın ve genç kız oturmakta, akşamki düğün için hazırlanan mahalleyi çekirdek yiyerek izlemektelerdi. Kapı önüne yığıldıklarına göre ya dükkan sahibi tanıdıktı, ya da tanıdık olacak kadar sevilmişti.
"Dayı!" diye bağırılmasıyla ardına dönüp kendinden yana koşup üstüne atlayan küçük kızı kucakladı.
"Dayısının gülü." diye kucağındaki sarışın küçük kızı sıkı sıkı sararken yanlarına adımlayan kadına elini uzattı.
"Hoş geldin." diye sarılan kadını aynı sevecenlikle sardı.
"Ablam." diye kıvırcık saçlarını koklayıp alnına bir öpücük kondurdu. Kardeşine çok daha sıkı sarılan Mehtap ise içinde yeşeren huzurla gözlerini kapadı. Sanki büyük olan kendisi değil de Kürşat'mış gibi hissediyordu. Bir taneleri daha vardı ama o binde bir arar, kırk yılın başı da uğrayıp gezgin gibi kendi yoluna giderdi. Kürşat'ın yeri ise farklıydı.
O hep yanlarında olmuş, olmaya da devam edecekti. O yüzden ister istemez yeri de hep bir başka kalacaktı.
"Hoş geldin dayı." diye söylendi kucağındaki küçük kız.
"Hoş bulduk sarışınım." diye onu da kocaman öptü Kürşat.
"İn kızım aşağı, koca kız oldun artık." diye kızını uyardı Mehtap.
"Ya anne." diye hayıflanan küçük kız dayısının boynuna sarıldığında Kürşat güldü.
"Ne koca kızı ya, küçük tırtıl bu daha." diye söylendiğinde yeğeni Gül'ün karşı gelmesi uzun sürmemişti.
"O kadar da küçük değilim dayı, on üç yaşıma girdim."
"Vay anasını sayın seyirciler ya." diye kucağındaki yeğenini gıdıklamaya başlamıştı ki ablasının az evvel izlediği kalabalık kadın topluluğuna doğru el salladığını gördü. Dönüp baktığında mahallenin ayaklı gazetesi olarak bilinen Pınar ile birkaçı oradaydı. Gözleri ister istemez etrafı taradığında az önce gördüğü kadını bulamayarak kucağındaki Gül’ü indirip tüm dikkatiyle bakındı.
"Hoş geldin Kürşat." diye seslenen mahallenin kadınlarına selam verdiğinde kapının boncuklu tülü arasından çıkan genç kadını gördü. Açık saçlarını öylesine toplamış, yakası açık elbisesinden gerdanını ortaya sunmuştu. Ayağındaki ayakkabılarından kurtulup giydiği taşlı terlikleriyle kapı önünde gezinirken o da kendilerinden yana el salladı. Ablası ondan yana ilerlerken o da gayri ihtiyari elini tutan yeğeniyle peşinden adımlamıştı.
Mahallenin yeni bir üyesi vardı anlaşılan.
"Mehtap, sen gelmiyor musun, az bir şey kaldı, alayım seni de." diye ince bileğindeki saatine bakarak içeriyi işaret etti.
"Beni boşver de, bizim Gül’ü araya sıkıştır sen, sona kalınca mızmızlanmasın." diye kızını gösterdi Mehtap. Küçük kıza bakarak gülümseyen genç kadının gözleri kızın elini tutan adamı bulmuştu. Kürşat kendisinden yana bakan kadının gözlerindeki yeşili fark ettiğinde bir kez daha baştan aşağı süzmeden edemedi.
Güzel kadının meraklı yeşilleri ablası ile kendisi arasında gidip gelirken Mehtap atıldı.
"Kardeşim..." deyişiyle araya girip elini uzattı Kürşat.
"Kürşat." diye kendini tanıtırken ismini ağzını doldura doldura söylemiş, dik başını biraz daha dikleştirmişti. Bu genç adamın gözlerindeki gururu kolaylıkla fark eden genç kadın tebessümle kendinden yana uzatılan eli kavradı.
"Sultan." Dedi nazlı bir tebessümle. Kürşat kendini büyük zannederdi, oysa karşısında gördüğü yeşil gözler onu küçültmüştü bile.
Ve onların tanışmasıyla zaman bir an için durmuş oldu. Birbirlerine kenetlenen gözleri başka bir silüet görmezken gülümseyerek avucundaki narin eli istemsizce sıktı Kürşat. Bu sertliği hisseden Sultan tepkisizdi.
"Sultan." diye kulaklarına çalınan ismi tekrarlayarak başıyla onaylayıp sıktığı eli tutmaya devam ederek tebessümünü genişletti Çeri Kürşat.
"Sultan." dedi bir kez daha.
Genç kadın aynı nazlı hareketle elini usulca avucundan kurtarıp küçük kızı yanına kattığı gibi uzaklaşırken Kürşat izlemeye devam ediyordu.
Kimdi bu güzellik?
...
Akşam üstü Eniştesi Birol'un tamirci dükkanına doğru adımlarken kahveden çayını içip çıkmış, kapıda görünmeyen Sultan'ın dükkanına doğru son bir bakış atmış, her bir adımında tonla selam alıp vermişti. Caddeye çıkan halı sahanın yanındaki tamirhaneye vardığında:
"Enişte..." diye adımlamasıyla eli yüzü düzgün, güzel giyimli bir adamın eniştesine diklendiğini gördü.
"Anladın mı beni?" diye bağıran adama bakarken eniştesi kendisini görmüş, sesli bir şekilde yutkunarak şaşkınlığını belirtmişti.
"Kürşat?"
"Enişte?" diye yeniden söylenerek yabancı adamdan zoraki aldığı bakışlarını abisi kadar –belki de abisinden de çok- yakın gördüğü eniştesine dikti.
Anlaşılan o ki, geçen altı yılda mahalle epey bir değişmiş, hoş olduğu kadar gereksizi de etrafına toplamıştı.
"Hayırdır?" diye ağır ağır onlardan yana adımladı.
"Hayır mayır yok." diye söylendi yabancı.
"Enişte dediğin herif daha kendine bırakılan emaneti koruyamazken nasıl hayır bekliyorsun?"
"Ne emaneti?" diye eniştesinden yana soran gözlerle baktı.
Daha yeni karşılaşmış, bir sarılıp hal hatır edememişken ne iş dönüyordu burada?
"Güya arabamı bıraktım, ama bu tamirci bey ne yaptıysa araba ortada yok."
"Doğru mu?" diye adama diktiği bakışlarını yeniden eniştesine yönlendirdi Kürşat.
Bunca zaman böyle bir şey olmamıştı. Ufak tefek kapı teker vs. alınırdı ama bulmak zor değildi. Oysa şimdi koca arabadan bahsediliyordu. Üstelik bu ukala herifin hâl hareketleri hiç hoş olmazken haklı olması dayanılacak gibi değildi.
Başıyla onaylayan eniştesine baka kalırken bir kez daha adamın sinir eden konuşmasını duydu.
"Hangi serseri aldıysa, geri getirecek. Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim. Bu mahalle adam olana kadar yakanızı bırakmam, duydun mu?" diye gürleyerek dükkandan çıkıp gitmişti.
Lakin Kürşat hâlâ adamın peşinden bakmakla yetiniyordu. Başı usulca yana düşerken sıktığı yumruğuyla parmakları çıtırdadı.
"Kim yaptı?" diye eniştesine döndü.
"Hele bir otur, gel..." diye söze giren eniştesine doğru:
"Kim yaptı?" diyerek bağırmasıyla Birol bir iç çekişle konuştu.
“Yav hoş geldin edemedim daha, bir soluklanalım.”
“Enişte bırak hoş geldini beş gittini. Ne oluyor burada, kim yaptı onu anlat.” Diye bir kez daha çıkıştı Kürşat.
Birol derin bir nefes daha aldı. Gelir gelmez başına iş çıkarmak istemiyordu ama olanlar ortadaydı. Mahallenin iyice çivisi çıkmıştı.
"Gülsuyundan geliyorlar.” Dedi en sonunda.
“Bu bilmem kaç oldu." Diye ekledi.
"Gülsuyu." diye kendi kendine söylenerek başını aşağı yukarı salladı Kürşat.
Çıkan çivileri yerine takmanın, gevşeyen vidaları sıkmanın vakti gelmişti.
“İçelim bakalım gülün suyundan.”
...
Güneş batmaya yakınken etraf iyice şenlik havasına bürünmüş, kahvehanenin yakınına, sokağın ortasına birkaç halı serilmiş, hazırlanan gelin çeyizi iki katlı evin duvar dibine serilmişti. Kendi istekleriyle yaptırdıkları kabarık saçları ve abartılı makyajlarıyla kuaför dükkanından çıkan kadınlar ayaklarındaki topuklu terliklerle bir ileri bir geri roman havası oynuyor, dar elbiseleri kilolu bedenlerini sararken ellerine geçen yazmaları bellerine bağlayarak birbirlerinin önüne geçiyorlardı. Akşam tam çökmemişti ama şimdiden herkes düğün havasına girmiş, müzik hiç durmadan çalar olmuştu.
Oturduğu yerden kalkarak kuaför dükkanından yana şöyle bir bakınıp kapıda görünen ablasına göz kırpıp arabaya yol aldı Kürşat. Başıyla işaret ettiği İbo’yla Tekin kendisini takip ederken korna çalarak mahalleden çıktılar.
Birazdan geldikleri dar sokaklarda ağır ağır hareket eden arabanın içinde etrafı izlerken kendilerine atılan bakışların farkındaydı. Buralara pek uğramazdı, zaten gerek de kalmıyordu. İlk defa Gülsuyu'na geliyordu ve neyi, kimi aradığını da tam bilmiyordu. Ne çok ne de az bir süredir yokluğu söz konusuydu. O yüzden mahalle gibi şehirde de her şey değişmiş, ya da hiç değişmemiş olabilirdi ki, ilk tercih daha olasıydı.
"Dur şurada." diye söylendi direksiyondaki Tekin'e. Önlerinde durdukları gençler kendilerine şüpheli bakışlar atarken kafasını camdan çıkarıp seslendi.
"Gençler, bakın bakalım."
Birbirlerine bakınan gençler hareketsiz kalırken biraz sonra içlerinden biri yerinden kalkıp yanına vardı.
"Nerede okuturuz?" diye başı gibi camdan çıkardığı koluyla arabaya vurdu.
Sessiz kalan genç üçüne garip garip bakınırken cebinden bir iki yüzlük çıkardı Kürşat. Arkadaşlarından yana şöyle bir bakınan genç etrafına da küçük bir bakış atıp biraz daha araca sokularak uzatılan parayı alıp hızlıca cebine attı.
"Neco'nun yeri var."
Bu kez:
"Nerede bu Neco'nun yeri?" diye sordu Kürşat. Gencin omuz silkmesiyle bu kez bir yüzlük uzattı.
"İlerdeki köşeyi dönün, yol ayrımı var, orada bir yerde." diye uzatılan yüzlüğe anca bu kadar konuştuğunu belli ederek paraya uzanan gence baktı Kürşat. Burnundan soluyarak parayı uzatıp Tekin'e işaret etti. Yeniden hareketlenen araba birazdan gencin bahsettiği yol ayrımına geldiğinde arka koltukta oturan İbo söylendi.
"Keşke bir ellilik daha ateşleseydik."
"*mına koduğumun cepcileri." diye kendi duyacağı düzeyde söylenen Tekin'e sol tarafı işaret etti.
"Devam et şuradan."
"Tamamdır abi." diye gaza yüklendi Tekin. Top oynayan çocukların arasına dalıp usulca ilerlemeye devam ederken çok sürmemişti ki çıkmaz sokak olduğu anlaşıldı.
"Geri bas." diye sakallarını sıvazladı Kürşat.
Vitesi geri takan Tekin çocukların arasından zar zor çıktığında aynı yol ayrımına gelip sağa döndü. Bir sürelik ilerlemeden sonra başka bir yol ayrımı çıkmıştı ki Kürşat küfretmeden hemen önce İbo heyecanla seslendi.
"Abi şurada bir tabela görünüyor."
Gösterdiği yere doğru sürdü Tekin. Çirkin yeşil bir tabelada Neco'nun Yeri yazan dükkanın önüne park ettiklerinde araçtan inip elleri cebinde tabelaya baktı Kürşat.
Yanına gelen İbo:
"Yok ananın yeri mk." diye söylendiğinde de tepkisizce dükkana girdi. İçerde çıraktan başka kimseyi göremezken ortadaki aracın altında bir çift bacak gördü. Bacakların önüne gidip başını bir yana eğerek bir süre bekleyip tamiri yapılan arabanın yan tarafına ilerleyip eğilerek bakındı.
"Pişt." diye seslendiğinde kendinden yana bakan kirli sakallı adam:
"Buyur birader?" diye sordu.
"Çık bir çık." diye eğildiği yerden ayaklanıp yeniden giriş kısmına geldi Kürşat.
"Hayırdır?" diye ayaklanan adam kirli ellerini daha kirli bir beze silerek diğerlerine doğru bakındı.
"Kime baktınız?"
"Neco'ya." diye konuştu Kürşat. Ellerini ardında bağlamış, bu kirli adamın tam karşısında bekliyordu.
"Benim, hayırdır?" diye az evvel yüzünde okunan aynı şüpheyle sordu Neco denilen adam.
"Buraya bir araba gelmiş, Gülsuyu'na. Bu dükkana da gelmiş olması muhakkak." derken kaşlarıyla dükkanın köşesinde duran birkaç araba kapısını işaret etti.
"Siz kimsiniz, niye soruyorsunuz?" diye onlardan yana bir iki adım attı Neco.
Sivil buraya böyle gelmezdi pek, zaten bunlarda da sivil tipi yoktu. Ama ilk kez görüyordu.
"Plakası bu." diye cebinden bir parça kağıt çıkarıp uzattı Kürşat. Kağıtta yazan plakaya bakıp kenarda kendilerini izleyen çırağına belli belirsiz bir işarette bulundu Neco. Fakat daha çocuk birkaç adım atmıştı ki İbo yakasından yakalayıp yanına çekti.
"Yok, ama öyle çoluk çocuk göndermiyoruz. Beraber gidip alalım, yoksa..." deyip susan Kürşat'tan yana adımladı Neco.
"Yoksa?" dedi diklenircesine.
Kürşat da ondan yana adımlayarak aradaki mesafeyi en aza indirerek sıktığı dişlerinin arasından söylendi.
"Darılırım." Gözlerini sinirle açarak.
"Kimsiniz lan siz?" diye bir ona, bir ardındakilere bakıp sordu Neco.
Kürşat da Tekin'le İbo'ya bakıp gülerek cevap verdi.
"Adalet takımı."
"S*ktirin gidin lan burdan." diye kapıyı işaret etti Neco adlı adam. Kirli sakallarının süslediği çirkin yüzündeki ifade Kürşat’ı gitgide sinir ediyordu.
"Ama çok ayıp ediyorsun sen şimdi bize." diye ardındakilere bir bakış daha atarak Neco denen adamdan biraz uzaklaştı. Aniden bir tekme savurduğunda az evvel tamirini yaptığı arabanın kaportasına çarparak önüne yığılan Neco yerinden kalkmadan yanına varıp eline bastı.
"Araba, nerede?" dedi kelimelerine bastırarak.
"Ananın..." diye konuşacak olan adamın kafasına da diğer ayağıyla bastırmaya başladı.
"O araba." diye tepeden bakıp, elinin acısından bağırmaya başlayan adama seslendi.
"Bana teslim edilecek. Yoksa seni burada yatırır, hoş olmayan hallere sokarım." diye bastığı eli üzerindeki ayağını hareket ettirerek biraz daha bağırmasını sağladı.
"Tilki kokunuzu alınca s*çacak lan ağzınıza.” Diye bağıran adamdan aldığı bakışlarını ardında duran İbo ile Tekin’e çevirdi. Sorarcasına başını sallayıp bir çift omuz silkmeyle karşılaşınca yeniden ayakları altındaki Neco’ya bakarak:
“İt gibi koklayana, kurt gibi yaşayandan selam söyle o zaman.” Diye söylendi.
Çıktığı gün düşman kazanmasa şaşırırdı zaten.
...
Güneşin batmasının ardından müziğin yüksek sesi mahalleyi doldurarak ışıklar altında bir cümbüş yaratıyor, bu eski roman mahallesi eğlenceye yönelik tüm hünerlerini ortaya döküyordu.
Ortada oynayan genç kızları bir kenardan kahkahalarla izleyen Sultan alkış tutmaktan bir an bile geri kalmayarak arada bir kendini çekiştirmeleriyle kısa süreli bir dansın ardından yeniden köşesine çekliyorken iki çırağı Çağla ile Pelin herkesi kendilerini hayran bırakmaktalardı. Pınar'da kendi kızı gibi ortaya düştüğünde gülüşü artık bir kahkahaya dönüşen Sultan alkışlamaya devam etti.
"Fotoğrafımı çek kız, fotoğrafımı çek." diye kızı Pelin’e seslenen Pınar'a gülerken karşılıklı oynayan gelinle damadın üstüne kırmızı güller atılmaya başlamıştı.
Olanları tüm neşesiyle izleyen Sultan hemen ardında kendi duyacağı düzeyde bir ses işitti.
“Sultan, değil mi?” diye kulağının dibine kadar girmiş adama baktı. Aslında birden onu öyle ardından fısıldarken görmek kendisini ürkütmüştü ama...
Başını sallayarak:
“Doğrudur.” Dedi.
“Sizde Kürşat, Mehtap’ın kardeşi.” Dediğinde onun gibi başıyla onaylarken sizli bizli konuşmasını fark etmişti Kürşat.
Samimiyet oluşturmak istemiyor gibiydi.
“Doğrudur.” Dedi onun gibi. Hemen yanında yer alıp ellerini arkada birleştirdi. Önlerindeki genç çiftin başından aşağı kırmızı gül yaprakları atılırken aralarında bir sessizliğin oluşmasına izin vermeden:
"Buranın adetidir." diye kulağına doğru seslendi. Ondan yana bakıp toplamasına rağmen kulak hizalarından çıkan bir iki tutam saç telini kenara çekerek gülümsedi Sultan.
"Biliyorum." dedi bağırmak zorunda kalarak. Bu gürültü de başka türlü duyulamazdı.
"Buradaki ikinci yılım olacak." Diye eklediğinde:
“Öyle mi?” diyerek kaşlarını havalandırdı Kürşat.
Sessizce elleri cebinde genç kadının yanına durarak oynayanları izledi. Aslında oynayanları izleyen Sultan'dı. Kürşat daha çok onu izlemekle meşguldü. Giydiği straplez kıyafeti, topuklu terliklerini, uzun, pürüzsüz bacaklarını, gerdanını süsleyen kolyeyi, atkuyruğu saçlarını, yeşil gözlerini...
Derince bir iç çekerek göğüs dekoltesine bakıp alkış tutan ellerine dikkat kesildi. Orta parmağındaki alyansı görünce hayranlıktan düzelen kaşları birden çatılmıştı.
"Sizin oralarda da o adet galiba?" diye kulağına doğru eğilip konuştu.
"Efendim, anlamadım." diye kendisinden yana dönen Sultan'a kaşlarıyla parmağındaki yüzüğü işaret etti.
"Alyansı diyorum, sizin oralarda orta parmağa takılıyor sanırım."
"Ha yok." diye güldü Sultan. Sadece adını bildiği bu adamın hesap soruşunu fark etmemişti.
"Alyans değil bu, öylesine takı olsun diye taktım." diye parmağındaki yüzüğe dokundu.
"Ha, ben, şey sandım da..." diye kendi parmaklarıyla oynayarak konuşan Kürşat'a başını iki yana sallayarak cevap verdi.
"Yok, ben bekarım." Dedi boş bulunarak. Ne kadar aptalca bir konuşma sergilemişti böyle. Hayır, ne vardı detay verecek?
Saniyeler sonra bu detayı verdiği için kendisine içten içe kızarken:
"Hmm, anladım." diye kaşlarını kaldırıp indiren Kürşat keyifle önündeki eğlenceye dönmüştü.
Gözleri kendisi gibi önüne dönen genç kadını yeniden yandan yandan süzerken tebessümle baştan aşağı bakındı. Öğrenmek istediği şey de buydu zaten. Gerisine hacet yoktu.
Hem nasılsa, yeterince zamanı vardı. Artık buradaydı, bir yere gideceği yoktu. Onun da artık gideceğini -gidebileceğini- hiç sanmıyordu.
O sırada duyulan siren sesiyle müziğin sesi az biraz kısıldı. Polis aracından inen orta yaşlı bir memur şöyle bir etrafa bakınıp gördüğü tanıdık yüzle yürüdü.
"Kürşat." Dedi Kürşat kendisinden yana elini uzatıp samimi bir tavırla yanına adımlarken.
"Memur abi." Diye gülerek karşısında durduğunda bir adım geri çekilerek sessizliğini ve alakasızlığını korudu Sultan.
Onun yalnızca adını ve kimin kardeşi olduğunu biliyordu. Herkes genç adamdan yana dikkat kesilirken yanında görünmesi hoş olmazdı. Samimiyete gerek yoktu.
"Çıkar çıkmaz ne işler çevirdin lan?" diye söylendi polis.
“Ne işler çevirmişim?”
“Gül Suyu’nda bir oto tamirde yangın çıkmış, Hacı Hüsrev’den Çeri selamı geldi demişler.” Diyen adama omuz silkerek:
“Allah’ın selamı da olsa her kula verilmez amma…” diye söylendi.
“Onu bilmem, bir konuşalım dedi amir.” Dediğinde burnundan soluyarak omzunun üzerinden ardındaki genç kadına baktı Kürşat. Sultan göğsünde birleştirdiği ellerinden birini boynuna atarak yere bakınıp ilgilenmiyormuş gibi yaptı.
"Yenge kusurumuza bakmasın, sen biraz bizimle gel." diye başıyla aracı işaret eden polise baktı Sultan. Bu söze de sağır kalacak değildi herhalde. Karşı çıkacakken:
"Tabii." diyerek kendisinden yana bir adım atıp:
"Kusura bakma, küçük bir yanlış anlaşılma, ama ben halledeceğim." diyen Kürşat'ı başıyla onayladı.
"Gidelim abi." diye gösterilen araca ilerlerken bu tanıdık polis abisinin koluna girip fısıltıyla söylendi Kürşat.
"E söyleseydin ben gelirdim abi, sen niye zahmet ettin. Hem hatunun yanında..."
"E bilmiyor mu seni?" diyen adama:
"Ya biliyor bilmesine ama biraz pimpiriklidir o, ondan." Diye bozuntuya vermeden söylendi. Genç kadın bir dakikalık sohbet sonrası kendisini bu kadar benimsemesine kızmazdı herhalde.
"Dayı." diyen sesle durup geriye döndü.
"Gül’üm." Diye sarıldı küçük yeğenine.
"Yine mi gidiyorsun?" diye hayıflanan kıza:
"Yok, güzelim, hemen gidip geleceğim." Diye söylendi.
"Söz mü?" diye hüzünlü bir bakış attı Gül.
"Söz." diyerek kızarık yanaklarından öptüğü küçük kızı annesine bırakıp yeniden araca yöneldi Kürşat.
Durup bir kez daha ardına bakarken gözleri bu kez Sultan'ı bulmuştu. Neden baktı o da bilmiyordu ama içinden öyle gelmişti işte.
Arabaya binerek karakolun yolunu tuttuğunda Tekin ile İbo'nun çıkışmasıyla fısıltılar da son bulmuş, mahalle eğlencesine devam eder olmuştu.
Gözden kaybolan aracın arkasından bakan Sultan önüne döndüğünde elinde tuttuğu telefonun titremesiyle ekrana baktı. Arayan yabancı numarayı açıp kulağına götürürken gelen sesi duymak için birkaç adım ilerleyerek diğer kulağını parmağıyla kapatıp seslendi.
"Alo?"
Ve o yıllardır yok saydığı, unuttuğu, ondan mecburi bir anı taşısa da unutmayı tercih ettiği korkunç sesi duydu.
"Sultanım!"