Erdem taşınalı on günü geçmişti. Mahalleli olarak pikniğe gitme kararı almıştık. Erdem'in annesi Süheyla teyze yani müstakbel kaynanamın midesi rahatsızlanınca gelemedi. Haliyle kocası Özer amca da onu bırakıp, gelmedi. Annem de belki kadının bir şeye ihtiyacı olarak gelmek istemeyince, babam da annemi bırakmadı. Yasemin de regl olduğu için gelmek istemedi. Geriye Erdem ve ben kalmıştık. Heyecandan içim kıpır kıpırdı. Erdem ve ben baş başa araba yolculuğu yapacaktık.
Arabaya binip, yola koyulduğumuzda, garip bir sessizlik vardı.
''Ben navigasyonu açtım ama, sen yolu biliyorsan, tarif edebilirsin.''
''Gideceğimiz yeri bilmiyorum.''
''Anladım...''
''Alıştın mı mahallemize, İstanbul'a?''
''Alıştım denemez tabii ama uyum sağlıyor gibiyim. Ne dersin?'' dediği anda bana göz kırptı.
Ya bu çocuk düpedüz çapkındı ya da bana kur yapıyordu. Allah'ım ikincisi olsun, çok amin ecmain!
''Mahalleli sizi sevdi sanırım. İyi bir aileye benziyorsunuz.''
''Senin bu sene lise sondu, değil mi?''
''Öyle inşallah.''
''Ne yapmayı düşünüyorsun peki liseden sonra? Okuyacak mısın?''
''Evet, okumak istiyorum.''
''Bir hedefin var mı?''
''Mimar olmak istiyorum. Elim, çizime de yatkın.''
''Öyle mi? Var mı çizdiğin bir şeyler?''
''Genelde karakalem portre çiziyorum.''
''Kimleri çizdin daha önce?''
''Tanıdık yok. Birkaç ünlü sadece.''
''Kimlermiş bakalım bu ünlüler?''
''Böyle aniden sorunca da hatırlayamadım. Ciguli var.''
Boş bulundu ve kahkaha atmaya başladı.
''Ciguli ne alaka ya?''
''Çizime çok uygun, ne yapayım?'' dedim kendimi savunmak için.
''Listeni merak ettim, devam etsene.''
''Dalga geçme ama. Huyun oldu bak bu senin.''
''Tamam tamam... Devam et hadi.''
''Turist Ömer var. İnek Şaban...''
''Sadri Alışık ve Kemal Sunal... Büyük üstadlar...''
''Hayır, pek sayın çok bilmiş avukat beyefendi. Ben karakterlerin portresini çiziyorum, arada fark var.''
''Sen hukuk okusana. Çizimlerini savunduğun gibi, suçluyu savunsan, mafyaların, kaçakçıların en sevdiği avukat olursun.''
''Yine dalga geçiyorsun ya... Durur musun, ineceğim?''
''Şaka yapıyoruz kızım. Alınma hemen. Evde mi tutuyorsun çizimlerini?''
''Evet.''
''Anladım. Sık sık pikniğe gider misiniz mahallece?''
''Senede iki veya üç kere aklımıza eser.''
''Seviyorsun yani piknik yapmayı.''
''Aslında pek değil. Dilo'm vardı benim. Altı ay önce gitti. Dilo'mla takılırdık biz, ondan keyifli olurdu. Ama biz Dilo'mla hep beraber takılırdık..''
''Ayrıldınız mı Dilo'nla?''
Sesinde biraz imalı bir tını mı vardı onun? Dilo'mu kıskanmış olabilir miydi? Anlamak için konuşmayı devam ettirdim.
''Kader diyelim... Zalım kader, kahpe kader ayırdı bizi... Gitti benim en büyük sırdaşım, can yoldaşım gitti...''
''Nereye?''
''Antalya.''
''Askere filan mı?''
Söylediği şeyle kahkaha atmaya başladım. Dilek'i orduda düşünemiyordum. Şöyle bir gözümde küçük bir sekans canlandı...
''Asker, hazır ol!''
Komutu alan asker hazır ol pozisyonuna geçince vereceği cevap muhtemelen ''Bu mu? Hazır olmaktan anladığınız bu mu sizin? Şu kılık kıyafetle mi hazırsınız? Bir de hepiniz aynı kuaföre mi gidiyorsunuz? Bu saç tıraşınız ne?''
''Ne gülüyorsun kızım? Komik bir şey mi söyledim?''
''Evet, komik bir şey söyledin.''
Artık karnımı tutuyordum gülmekten.
''Dilek'i tanısan, sen de benim gibi gülerdin.''
''Dilek mi? O kim?''
''Sabahtan beri bahsediyorum ya Dilek diye.''
''Hayır, Dilo'm diyorsun.''
''Ne farkeder? Ha domat ha domates...''
''Sen hukuk fakültesini bence bir düşün. Hatta seni okullarda ders olarak okutsunlar.''
Dedikleri beni yine güldürdü.
''Yine neye güldün?''
''Laf atarlar ya kadınlara kitap gibi kadınsın, okumak istiyorum diye. O geldi aklıma.''
''Bir tane de ben ekleyeyim; festival gibisin, katılmak istiyorum.''
''Noktayı koyuyorum: Parti kur, oy verelim!''
''Bence bu biraz zorlama oldu.''
''Bence güzel oldu ya...''
''Baksana ne diyeceğim; madem senin Dilo'n yok, bizimkiler de yok... Pikniğe gitmek yerine başka yere gidelim mi?''
''Nereye mesela?''
''Bilmem... Şimdi pikniğe git, ip atla, top oyna, mangal yap, karpuz kes filan... Sence de sıkıcı değil mi? Gezelim şöyle güzelce.''
''Nereye gitmek istersin mesela?''
''Sen nereleri seversin, ne yapmak istersin?''
''Acıktım ben iyiden iyiye. Kahvaltı yapalım mı?''
''Hay aklınla bin yaşa!''
Karaköy'de küçük bir büfeye gidip, paket yaptırdık. Galata Köprüsü'nün manzarasının keyfini çıkararak, birlikte ilk kahvaltımızı yaptık.
''İstanbul dedikleri kadar güzelmiş. Şu manzaranın güzelliğine bakar mısın?''
''Ben de seviyorum burayı.''
''Ankara'da nasıl bir hayatın vardı?''
''Sıkıcı...''
''O yüzden mi buraya geldin?''
''Tesadüfler diyelim. Babamın görevi gereği oradaydık. Ben Ankara Hukuk'u kazanınca, emekli olduğu halde kalmaya devam etti. Ben İstanbul'da birkaç şirketle de görüşünce, evi buraya taşımış olduk.''
''İstanbul'a daha önce geldin mi?''
''Birkaç defa okul gezisiyle geldim. Tarihi yerleri filan gezmiştik.''
''En çok nereyi sevdin?''
''Şimdi şu sıcakta Yerebatan Sarnıcı ne iyi gelirdi be!''
''Gidelim mi? Hemen şurası.''
''Sen de istersen, gidelim tabii.''
Sarnıç, yazın o sıcağında çok iyi gelmişti. Erdem'in garip bir havası vardı, ben onu yabancılamıyordum. Çok rahat bir şekilde iletişim kurabiliyordum onunla. Uyum sağlayabildiğim biriydi. Gereksiz huysuzlukları, saçma sapan kaprisleri yoktu. Yakışıklılığının yanında, bir de bu özelliklerinden dolayı çekiliyordum ona. Beni cezbetmeyi, klımı karıştırmayı her defasında çok iyi başarıyordu. Kendimi sık sık, yanaklarını sıkıştırmak, veya güldüğünde şapur şupur öpmek isterken buluyordum. Bazen ona öyle bir sarılmak istiyordum ki, okaliptus ağacına sarılan koala gibi, kimse bana dokunmasın, doğal habitatımızda, öylece kalalım istiyordum.
Sarnıçtan çıktıktan sonra bir şeyler içebileceğimiz bir yerlere bakınırken, Roman bir abla gelip, elindeki bir buket gülü burnuma doğru tuttu.
''A be kalantor abim... Dut pekmezi gibi manitana, bir buketçik gül almaz mısın?''
Erdem, sanırım alacaktı. Çünkü yüzü gülümsedi ve elini arka cebine attı ama beni bir hapşırık krizi tuttu.
''Gülşah!''
Zar zor konuşup, elimle buketi ittirerek ''Çek şunu!!'' dedim kadına. Çiçeklere alerjim vardı.
''Aman, mendebur.'' diyerek gitti kadın. Sanırım halimden anlamamıştı. Ya da anladığı halde, satış yapamadığı için kızmıştı.
''Gülşah, alerjin mi var?''
Sadece başımı salladım. Beni apar topar hastaneye götürdü. Acil serviste bakıldığında serum verip, oksijen maskesi taktılar. Erdem çok korkmuştu, kıyamam. Hastaneden sonra biraz yürümek istedim. Deniz havası iyi gelmişti.
''Adın Gülşah...''
''Evet... Soyadım da Mavi... Ne var bunda?''
''Gülşah... Güllerin şahı, hükümdarı demek değil mi?''
''Evet.''
''Ama çiçek alerjin var. Az önce bir buket gül yüzünden hastaneye yattın.''
Ya bu çocuk nereden buluyordu bunları? Çok gülüyordum.
''Bugün, senin halkın, sana suikast düzenledi güllerin şahı...''
''Sen iyi eğleniyorsun benimle ha...''
''Çok eğlencelisin çünkü.''
''Ya ya ne demezsin.''
''Akşam olmak üzere artık, gidelim mi?''
''Olur, gidelim.''
''Gitmeden, akşam yemeği yiyelim mi?''
''Olur, yiyelim.''
''Sahilde balık ekmek olur mu?'''
''Erdem Bey, bütün doğru tuşlara basıyor.''
''Aferin ona o zaman.''
Şanslıydık, çünkü ailemiz gelmediği için, kimse bizi piknikte görmeyi düşünmemişti. Bizimkiler de bu konuyu açmamışlar ve öylece, bizim yalan söylememizi gerektirmeden kapanmıştı bu konu. Tabii ki ailemizden gizlememizi, ailemize yalan söylememizi gerektirecek bir durum yoktu ortada. Ama, bu durumu da öylece izah edemezdik.
Her ne kadar ufak bir badire atlatmış da olsak, Erdem'le beraber gerçekten çok güzel bir gün geçirmiştim. Birlikte geçirdiğimiz bugün, aramızda küçük bir sır olacaktı. Nice nice sırlar, anılar paylaşmayı dilemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.