2. Gün...

3016 Words
Kim bu şartlar altında, uçsuz bucaksız bir çölde, izbe bir mağarada tutulurken; deodorantının çantasında olup olmadığını kontrol ederdi ki? Üstelik birinin çantasında nano teknoloji ile üretilmiş bir gaz maskesi de vardı. Deodorant şişesine biraz daha dikkatli baktığımda ise üzerindeki kozmetik markasının etiketinin yamuk yapıştırıldığını görmüştüm. O dakikadan sonra şişedekinin narkotik bir gaz olduğundan artık emindim. Konuşmaları sırasında sık sık bana doğru dönüşlerini yakalıyor ve korkulu bir ifade ile ingilizce sakinleştirici sözler söylemeye çalışıyordum. O üç katılımcı; daha doğrusu katılımcı gibi görünen üç gizli servis ajanını bir şekilde devre dışı bırakmam gerektiğinin farkındaydım. Anladığım kadarıyla doğru bir zamanın gelmesini kolluyorlardı. Onlar harekete geçmeden önce spreyi ve en az birinin gaz maskesini ele geçirmem şarttı. Gaz maskesini aldıktan sonra gazı hızlıca yüzlerine sıkabilirsem, buradan kurtulmak için bir şans yakalayabilirdim. Ancak yanımda benden yaşça büyük ve oldukça korkmuş görünen Orhan Önder faktörü kapsamlı düşünmemi engelliyordu. Ne geride bırakacağım kadar önemsiz biriydi; ne de beraber hareket etmeye kalkacağım kadar soğuk kanlı ve atik. Eğer buradan kurtulup birileri ile iletişim kurabilirsem; belki mağaranın yerini de tarif edebilir ve onların kurtulmasını sağlayabilirdim. Etrafı bir kez daha taradığımda bizi buraya getiren adamlardan tek bir iz dahi olmadığını gördüm. Bu da demek oluyordu ki; bütün iş, üç Fransız gizli servis elemanına düşüyordu. Şu aşamada kendime bir yardımcı bulmam imkansızdı. Sezgilerime ve çevikliğime güvenmekten başka şansım olmadığını biliyordum. Nefes alma güçlüğü yaşayan bir astım hastası gibi davranmaya başladım ve dizlerimin üzerinde sürünerek yanlarına kadar gittim. - Excuse me. I, I can't breathe. I think I'm about to have an asthma attack. Do any of you have an inhaler? (Affedersiniz. Ben, ben nefes alamıyorum. Sanırım astım krizi geçirmek üzereyim. Aranızda inhaler kullanan var mı?) - I'm sorry, but I don't think we have what you're looking for. You can ask the other group if you want? ( Üzgünüm ama aradığınız şeyin bizde olduğunu sanmıyorum. İsterseniz diğer gruba da sorabilirsiniz? ) - But I don't feel strong enough to go that way. Can one of you ask them on my behalf? ( Ama kendimi o tarafa gidecek kadar güçlü hissetmiyorum. Sizden biri benim adıma onlardan isteyebilir mi? ) Sanırım büründüğüm rol epey inandırıcı gelmiş olacak ki; önce birbirlerinin yüzüne bakıp, sonra da içlerinden birinin ayaklanmasını beklediler. Nihayetinde ölü ya da sağlığını kaybetmiş biri olarak işlerine yaramayacağımın bilincindeydim. Buradan ayrılırken beni de yanlarında götürmek istediklerinin farkındaydım. Ayaklanan kişi şansıma, çantasında narkoz gazını taşıyan kadındı. O kalktığında yerine eğreti bir şekilde oturup mağaranın duvarına sırtımı dayadım ve rolümün inandırıcılığını kaybetmemesi adına kesik kesik ve yetersiz nefesler almaya çalıştım. Kadın bulunduğumuz yerden epey uzaklaştığında ise öksürmek için iki büklüm olurmuş gibi yapıp, hızlıca gaz maskesini yüzüme geçirdim ve deodorant şişesinin kapağını açarak hemen yakınımdaki iki ajanın yüzüne sıktım. Diğeri durumu farkedip yanıma yaklaştığında ise aynı muameleye o da maruz kaldı. Ortamdaki diğer esirler de ister istemez gazdan etkilenmişti. Olduğumuz yerden biraz uzakta olduğu için henüz bilincini kaybetmeyen Orhan hocanın yanına gidip, yardım çağırmak için gideceğimi söyledim. Bizim düştüğümüz bu durumun mimarının kim olduğunu anladıktan sonra üzerlerinde iletişim araçları taşımadıklarını düşünmek elbette hata olurdu. Bu sebeple birinin sırt çantasını sırtıma, diğerini önüme taktıktan sonra birini de meydana boşaltıp içindeki uydu telefonunu Orhan hocanın iç cebine koydum. Konuşamıyordu ama bakışlarından ne yapmaya çalıştığımı anladığını görüyordum. Göğsümdeki çantayı açıp silahı gördüğümde beklemeden çıkarıp emniyetini açtım. Ergenlik çağlarında lise arkadaşlarımla merak saldığımız silahlar ve boş vakitlerimizi geçirdiğimiz poligonlar sayesinde silah tutmaya da kullanmaya da yeterince hakimdim. Hafif bir rüzgarın geldiğini hissettiğim kısma doğru usul ve temkinli adımlarla ilerlemeye başladığımda tek temennim; kimseyi vurmak zorunda kalmamaktı. Bir elimde silah, diğer elimde yarısını kullandığımı tahmin ettiğim narkoz gazı ile mağaranın çıkışına kadar varabilmiştim. Dışarıda iki kişinin hararetli bir şekilde Arapça konuştuğunu duyduğumda adımlarımı yavaşlattım. Konuşmalarına kulak kabarttığımda ise içeridekilerin çok yavaş olduğunu ve bu saate kadar benimle birlikte çıkmaları gerektiğini konuştuklarını duydum. Demek ki; diğer ülkelerin istihbaratları kendi vatandaşlarını kurtarmanın peşine düşerken; onlar diğer yandan babamın çalışmasını ele geçirmek için harekete geçecekti. Henüz bilim dünyasına sunulmayan, babamın sır gibi sakladığı ve başarıya oldukça yaklaştığı yöntem sayesinde Türk Sağlık sistemi büyük bir atak gerçekleştirecek ve robotik cerrahi alanında tabiri caizse yeni bir çağ daha başlatacaktı. Babamın tek zayıf noktası bendim. Bunu her defasında dile getirmekten geri durmamak; belki de onun en büyük hatasıydı. Ve biliyordum ki; benim kurtulmam için yıllardır üzerinde çalıştığı her şeyi gözünü kırpmadan feda edebilirdi. Gözlerim mağaranın girişindeki karanlığa alıştığı için elimdeki silahı taşlara kuvvetlice sürterek ses çıkardım. Bu vesile ile içeride bir hareketlilik sezen adamlar kontrol için girecek ve gözleri karanlığa benim kadar alışmadığı için saldırışıma karşılık veremeyeceklerdi. Çoktan kapağını açtığım gazı yüzlerine doğru sıkmaya başladığımda, yere bir leş gibi yığılmaları saniyeler bile sürmedi. İşte şimdi benim için asıl koşuşturmaca başlıyordu. Üzerlerini aşıp dışarı adım attığımda ay ışığının çöldeki altın kumlara vurduğunu ve loş bir gün ışığındaymış gibi aydınlık olduğunu farkettim. Bu durum hem benim yararımaydı hem de üzerimdeki renkli kıyafetler sebebiyle tek renk çölde açık bir hedef haline geliyordum. Zeminin el verdiği ölçüde az ilerideki kum tepesinin arkasında geçip, kendime sote bir yer bulmak için hareketlendim. Gazın içeriğini, ne kadar süre etki ettiğini tam olarak bilmiyordum. Bu nedenle aklımdakileri yapmam için elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Kaygan kumlar adımlarımı yavaşlatsa da hızlı adımlar atmaya çablayarak gözüme kestirdiğim kum tepesinin ardına gizlendim. Ay ışığının şavkında üzerimdeki çantaları teker teker kuma boşalttım. Bunlarda da içeride bıraktığım çantadaki gibi fenerler ve uydu telefonları vardı. Bir de tabii ki saf su. Bu çölde en çok ihtiyaç duyacağım şey. Uydu telefonunun nasıl kullanıldığını çözmem biraz zamanımı aldı. Türkiye kodunu girdikten sonra 112 acil servis hattını arayarak Suriye sınırında görev yapan herhangi bir üst düzey askerle görüşmek istediğimi söyledim. Bunun uluslararası bir acil durum olduğunu anlatabilmem için epeyce dil dökmem gerekmişti. Nihayetinde acil hizmet koordinatörü ile yaptığım görüşme neticeye ulaşmış ve aramam İdlib kırsalında görev yapan üs bölgesinin komutanına yönlendirilmişti. - Binbaşı Tuğrul Cengiz. Az önce aramanız bana yönlendirildi. Lütfen durumdan kısaca bahsedin. - Ben Doktor Ülkü Akalın. Şam'da ki sempozyum için Suriye'ye bir gurup cerrahla birlikte geldik ama terörist guruplar tarafından kaçırıldık. Katılımcılardan üçünde bu uydu telefonlarından var. Bir de narkoz gazı taşıyorlar. Gazı kullanarak onları etkisiz hale getirdim ama mağaradan çok fazla uzaklaşamadaım. Bakın olduğumuz yer çölün ortası. Hangi yöne gideceğimi, nasıl hareket edeceğimi bilmiyorum. Şu an çok kıymetli hekimler tehlike altında. Bize yardım göndermeniz şart. - Ülkü hanım öncelikle sakinliğinizi koruyun. Elinizde başka uydu telefonu var mı? - Evet, bir tane daha var. Toplam üç tanesinden haberdarım. Diğerini geride kalan Türk doktorun cebine sakladım. Ne yazık ki o da gazdan etkilenenler arasında. - Tamam bu çok iyi. Çok akıllıca düşünmüşsünüz. Şimdi sizden diğer telefonu elinize alıp arkasındaki kabartma kodu okumanızı istiyorum. - Bir dakika, ışık kaynağına ihtiyacım var. - Hayır, hayır. Sakın bir ışık kullanmayın. Parmak uçlarınızla okuyabilir misiniz? - Sanırım yapabilirim. Bir dakika... FUA461JK8 sanırım böyle. - Tamam çok güzel. Şimdi sizden tuşlar üzerinde parmaklarınızı dolaştırarak bu kodu girmenizi isteyeceğim. Kodun başına iki adet kare tuşlamayı unutmayın. Sonuna da üç nokta ve bir kare tuşlamanız gerekecek. - Yapmaya çalışıyorum ama ekrandaki yeşil ışığı nası gizleyeceğimi bilemiyorum. - Kumlardan bir oyuntu yapıp telefonun üzerine eğilin. Bu biraz olsun ışık kaynağını kısacaktır. - Evet, evet anladım yapıyorum hemen.... Şey.. ekranda bir koordinat belirdi sanırım. Enlem ve boylam değerleri var. - Evet sizden istediğim tam da bu. Bu değerleri bana söyleyin lütfen. Kaçırıldığınız bilgisine ulaştıktan sonra tecrübeli bir gurup askerimizi sizi aramaları için yönlendirdik. Bu koordinatları onlarla paylaşıp, sizleri bir an önce bulmalarını sağlayacağım. Lütfen olduğunuz yerden ayrılmayın. Mümkün olan en kısa sürede yanınızda olacaklar. - 33, 24' Kuzey; 38,45' Güney koordinatlar bunlar. - Ülkü hanım telefonlar büyük ihtimalle güneş ışığı ile şarj oluyor. İletişim kopukluğu yaşamamak için görüşmeyi sonlandırmamız gerekiyor. Size söylediklerimi unutmayın. Işık kaynağı ya da hareket yok. Sakince askerlerimin size olaşmasını bekleyin. - Silah ve su var yanımda. Korkmuyorum. Ama biraz çabuk olun. İçeridekiler fazla dayanamayabilir. .... - Komutanım karagahtan haber var. Doktorlardan biri uydu telefonu ile iletişim sağlayıp koordinat göndermiş. Koordinata göre saat altı yönünde bir buçuk kilometre ilerlememiz gerekiyor. - Kimmiş bu doktor Eymen? Tuzak olmadığına emin miyiz? - Komutanım istihbaratın güvenli olduğu söylendi. Fransız gizli servisinin parmağı var işte. Doktor onların silahlarını kullanarak kaçmış. - Anlaşıldı asker. Rota değiştiriyoruz. Biran önce gidip tanışalım şu cengaver doktorla. .... Zafer Tunç Bu kadar zorlu bir operasyona çıkıp, işin sonunda bir avuç hanım evladını kurtarmanın bıkkınlığını yaşayacağımızı düşünürken; içlerinden birisinin teröristleri etkisiz hale getirip uydu telefonu aracılığı ile üs bölgesine ulaştığını öğreniyorduk. Üstelik bu kişinin bir Türk oluşu bizleri gururlandırması gerekirdi. Ancak içimde her zaman ateşini canlı tuttuğum o şüphe; bu işin sandığım kadar basit olmadığını sürekli kulağıma fısıldıyordu. Özel hattan Cahit'e ulaşıp bu konu hakkında kritik yapmamız gerektiğini düşündüm. Birkaç denemeden sonra bağlantı sağladığımda ise; onun da benimle aynı çekinceleri taşıdığı ilk sözlerinden anlaşılıyordu. - Bir kadınmış ihbarı yapan Cahit. Gizli servisten olduğunu düşündüğü adamları etkisiz hale getirip iletişim araçlarını almış. Çölünn ortasında bir yerde Türkiye ile irtibat kuarabilecek kadar yetenekli. Sana da bu meseleden garip kokular gelmiyor mu? - İstihbarattan olduğunu mu düşünüyorsun? - Bir ihtimal ama tuzak olabileceği endişesi daha ağır basıyor. İstihbaratın sağlamlığından ne kadar eminiz? - Sen de duydun; bilgilendirmeyi yapan Tuğrul Binbaşı. Adamın adı bile bütün şüpheleri siliyor. Kaldı ki eğer o, tuzak olduğundan şüphelenseydi timi mutlaka uyarırdı. Sanırım bahsedilen doktor devlet için çok önemli. - Belki de. Ne kadar yolumuz kaldı? - Bir kilometrenin altına düştük. Tahmini varış süresi 20 dakika. - İki saat sonra hava eksilere düşecek. Eğer giysileri korunaklı değilse donabilir. Şimdiden yeterince soğudu. - En önde sen varsın. Gidebildiğin kadar hızlı git, hemen arkanda olacağız. Kulaklığı ana hatta çeviriyorum. Sen de çevirmeyi unutma. - Tamam, dikkatli olun. Varır varmaz durum bildireceğim. Cahit ile görüşmeyi sonlandırdıktan sonra ayağımın altında bir sel gibi kayan kumlarda, mümkün olan en hızlı adımları atmaya çalışarak ilerledim. Üzerimizdeki techizat ve kaslarımızın kuma karşı gösterdiği direnç, ister istemez hızımızı yavaşlatıyordu. Ancak biz olabilecek bütün şartlara karşı zorlu eğitimlerden geçmiş, ve bu eğitimleri geçebildiğimiz için bu gün bu tür görevlerde ilk tercih edilen timlerden birisi olmuştuk. Yol boyu doktorun misyonunu düşünp durdum ama aklımdaki bütün tilkilerin kuyruğu birbirine dolanmaktan öteye gitmedi. Kendi planlarında bir aksaklık olduğu için mağdur rolünü oynamaları bir yana, bölgeye askerimizi çekip tuzağa düşürmek ihtimalleri de yabana atılır değildi. Bu devlet yıllarca besleyip, yer yurt verdiği adamların, yıllar sonra iyi eğitimli bir dış istihbarat ajanı olduğu ile kim bilir kaç kez yüzleşmişti. Sistematik bir düzenle eğitilen ajanların çoğu çocuk yaşta bir ailenin eline verilip o ailenin bir ferdi gibi yetiştirilmiş, dilleri, şiveleri, yöresel ağızları, bütün gelenek ve görenekleri hatmettikten sonra bizleri onlara arkamızı döndüğümüz ilk anda hançerlemişlerdi. Diyarbakır'lı Davut adıyla tanıdığımız adamın, Dakota'lı David olduğu gerçeği ile ilk yüzleşmemiz değildi bu. O yüzden; kim ne söylerse söylesin temkinli yaklaşacak ve bu göz boyayan tuzağa kolay kolay düşmeyecektim. Dakikalar ilerleyip verilen koordinata metreler kala yaklaştığımda; kendini kumdan bir kuytunun içine hapsedip, iki büklüm ısınmaya çalışan zayıf bir bedenle karşılaştım. Altına giydiği yeşil keten pantolon ve koyu renk tişörtle ben sıradan bir insanım imajı çizen bedenin hareketsizliği kaşlarımı çatmama sebep oldu. Şimdiden hipotermiye girmiş olabilir miydi? Biraz daha yaklaşmayı denediğimde ise dizlerine gömdüğü başını aniden kaldırarak elindeki silahı karanlığa doğru savurdu. - Yaklaşma! Silahım var. Dur diyorum sana. - Sakin olun. Ülkü hanım değil mi? - Eev.. evet benim ama sen? - Ben yüzbaşı Zafer Tunç. Tuğrul binbaşı ile görüşüp, koordinat belirtmişsiniz. Lütfen silahı indirin. Size yardım etmek için gönderildim. - Nereden bileceğim senin de onlardan birisi olmadığını? Aramıza doktor gibi sızdılar ama niyetleri başkaydı. - Tamam öyleyse, sizi kulaklığımdan Tuğrul binbaşı ile görüştürmemi ister misiniz? Ama öncelikle silahı bırakmanız gerekecek. - Ben çok üşüdüm. Öncelikle bana kalın bir şeyler verebilir misin? Çöl sıcağı efsanesinin canlı canlı çöktüğüne şahit oldum bu gün. Burası en az kutuplar kadar soğuk. - Geceleri sıcaklık eksi ona kadar düşebilir. Çölün azizliği de burada başlar. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? El ve ayaklarınızda uyuşma karıncalanma var mı? - Ayak parmaklarımı sanırım hissetmiyorum. Bana sıcak su lazım. Bu mataradaki sular da soğudu ne yazık ki? Sıcak su bulabilir miyiz? - Şu an için imkansız ama ısınmanız için elimden geleni yapacağım, merak etmeyin. Öncelikle şu termal battaniyeye sarılın lütfen. Ayaklarınız için de ısıtıcı çoraplar çıkaracağım. Vücut ısınız yavaşça yükselecektir. Hareket ettikçe de eski fonksiyonlarınızı kazanacaksınız. Üzerinizi giyindiğinizden emin olduğumda harekete geçmemiz lazım. Sizi güvenli alana götürdükten sonra ekibin geri kalanı için tekrar gelmem gerekiyor. - Ben anlıyorum ama bu çölün ortasında güvende olabileceğim bir alan var mı ki? - Siz orasını düşünmeyin. Hazır bana güvenmeye başlamışken akışına bırakmaya devam edin lütfen. - En son akışına bıraktığımda başıma gelen şey ortada. Ürkek, tek başına böylesine büyük bir işe kalkışamayacak kadar tedirgin fakat; kendisine zarar vermeye kalkacak birini düşünmeden öldürecek kadar da gözü kara bir kadın duruyordu karşımda. İnsan hareketlerini tahlil etmede usta bir askerdim. Onu görene kadar bir tuzağa çekildiğimi hissetsem de; şimdi karşımdaki kadın; yaşadığı yoğun korkunun getirisi olan adrenalinle boyundan büyük işlere kalkışmış ve şans eseri başarılı olmuş gibi duruyordu. Maskemin ve gece görüşlü gözlüklerimin altından sanki yüzümü seçmek istermiş gibi dikkatli ama bakışlarını yakaladağım için de utangaçtı aynı zamanda. Ayağına çorapları giymesini bekleyip, termal battaniye ile iyice koruma altına aldıktan sonra; Fransızlardan aldıkları çantaları da yüklendim. Yüküm yeteri kadar fazlayken bir de şu sikik heriflerin mesleki sırlarının olabileceği çantaları taşımak zorundaydım. Geldiğim yoldan, yanımda onunla ilerlerken aynı zamanda Cahit ile bağlantı kurmaya çalışıyordum. - Fırtına 1'den Fırtına 2' ye. Rehine benimle, güvenli bölgeye dönüyoruz. - Size birkaç yüz metre mesafedeyiz Fırtına 1. Birkaç dakika sonra karşılaşacağız. Üslerden mağaraya baskın emri geldi, bu iş bu gece bitecek. - Anlaşıldı Fırtına 2. Rehineyi güvenli bölgeye ulaştıracak asker tedarikli olsun. İki kişilik kumanya taşıdığından emin olun. Doktor tam 24 saattir aç. "Ben idare edebilirim." diyen cılız sese döndüğümde; sesinin tonundan bakışlarının mahmurluğuna kadar ne kadar aç ve de yorgun olduğunu anlayabiliyordum. Zira aşırı adrenalinin etkisi geçtikten sonra, kaslarınız bir maraton koşucusunun kasları gibi titrer ve bedensel sancılar çekerdiniz. "İyi bir doktor olabilirsin ama iyi bir yalancı değilsin." dediğimde adımlarının sekteye uğrayışı bile sarsak bir ördeğinkine benziyordu. - Seni güvenli bölgeye götürecek askere teslim ettikten sonra geri döneceğim. Mağarayı bu gece temizleyeceğiz. Geri kalan rehineleri de sağ salim kurtarabilmemiz için acele etmemiz gerekiyor. Bana Fransız'larla ilgili spesifik bilgiler verebilir misin? Onları diğerlerinden nasıl ayırt edebiliriz? - Bildiğim kadarıyla üç kişiler. Onlardan başka iki Alman ve iki de İngiliz var. Geri kalan hekimlerin ikisi İran'lı, ikisi de Lübnan'lı. Biz iki kişiydik. Benden yaşça büyük bir profesör daha var Türk ekipte. Geri kalan iki kişiden biri rehber, diğeri de aracın şoförü. Fıransız ekibin biri kadın. Otuzlu yaşlarda uzun boylu ve kızıl saçlı. Kalın çerçeveli numaralı gözlükleri var. Diğer iki erkek sanki bir üniforma giymiş gibi benzer giyinmişlerdi. Kerem keten pantolon ve mavinin tonlarında birer gömlek. Erkeklerden biri bariz bir şekilde sarışın. Kaş ve kirpik dahil. Diğeri ise sıradan bir fransız erkeği. Yaşları birbirine yakın. Maksimum 35 yaşlarında olduklarını söyleyebilirim. Ama mağaradan çıkarken iki kişiyi daha etkisiz hale getirmek zorunda kaldım. Gazın etki süresi ne kadar, ben ne kadardır mağaranın dışındayım bilmiyorum. - Fransız grubun hekim olup olmadığına dair bir şüphe duydunuz mu hiç? Ne bileyim teknik bir eksiklik ya da teroride saçmaladıkları anlar oldu mu? - Hayır dikkatimi çekmedi. Çünkü üçü de başarılı birer cerrah. Robotik kolları kullanabildiğimiz bir smülasyona girdik dün. Üçü de oldukça başarılıydı. Bir karaciğeri ana arterden nasıl ayırabileceklerini gayet iyi biliyorlardı. - İlgimi çeken bir durum daha var. Tek başına hepsini nasıl hakladın? - Mağaraya hapsedildiğimiz andan itibaren kendilerini gruptan soyutlayıp kafa kafaya verdiler. Diğerleri öleceğiz korkusuyla ağlayıp isyan ederken onlar gayet soğuk kanlıydı. Sonra kadının yarı açık olan çantasından bir gaz maskesi farkettim. Millet can pazarındayken elindeki deodorant şişesi ile oynuyor ve ortamdaki gerginliği umursamıyordu. Ve tabii Güney Fransız aksanı ile konuştukları şeye kulak misafiri oldum. Babamın adını ve çalışmasını duyunca iyice kulak kabarttım. Ve anladım ki bu terör olayı tamamen bir düzmece. Adamların niyeti beni esir alıp babamın çalışmasını ele geçirmek. - Baban? - Prefösör Doktor Koray Akalın. Evet yanlış duymadın. O profesörden bahsediyorum. Cerrahi alanında ülkenin adını dünyanın her yerinde duyuran ünlü Türk doktor. Son çalışması henüz piyasaya çıkmadığından onlar için çok kıymetli. Babamın da en zayıf noktası benim. - Pekii sen dövüş ya da atış eğitimi aldın mı? Açıkçası hala üç gizli servis elemanını alt etmiş olman inandırıcı gelmiyor. - Silahlara merakım var. Belki fiziki kondisyonum iyi değil ama olayları önceden tahmin etme ve insanların hangi duruma nasıl tepki verebileceğini gerçekleşmeden kestirme gibi şahane bir yeteneğim var. Yani bir gaz maskesi ve çok kıymetli bir eşyaymış gibi sıkı sıkı tuttukları deodorant şişesi ile ufak bir tahmin yürüttüm. Gözlemledim, hareketlerini tarttım. Şişenin marka etiketinin kaç derece yamuk olduğunu bile tahlil ettim. Ve acil bir plan yaptım. O an için doğru olan buydu ama şimdi ne kadar doğru olup olmadığını bilmiyojrum. Gazın içeriğinden emin değilim mesela? İnsanlara ne ölçüde zarar verebildiğimden. Mağarada biriken herhangi bir gaz var mıydı, diğeri ile birlikte etkileşime geçip daha mı fazla zarar verdi, dakikalardır bunu düşünüyorum. Bir de babama derhal haber verilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Umarım Tuğrul binbaşı bu ayrıntıyı atlamamıştır. - Emin ol atlamaz. Hele de babanın elinde ülkenin yararına olacak böyle bir güç varken. İşte buluşma noktasına geldik. Seni güvenli bölgeye götürecek üsteğmenin ismi Eymen Çakır. Bizler de mağarayı kontrol altına aldıktan sonra yanınıza geleceğiz. Destek ekip yolda, arazi araçları birkaçyüz metre ileride bizi çembere almış durumda. Operasyon bittiğinde her biriniz TSK'nın kuzey Suriye'deki üslerinden birine götürüleceksiniz. Şu vaziyette Dünya Sağlık Örgütü ne hakla hizmet Şam'da toplantı yapar, onu da anlamış oluruz. - Ne vaziyeti? İç savaştan mı bahsediyorsunuz? - Hayır, yönetim değişikliğinden. - Nasıl, anlamadım... - Esad yaklaşık on gün sonra devrik bir lider olarak anılacak. Türkiye'nin eğittiği muhalifler yönetimi devralacak. Bu sempozyumun böyle bir döneme denk gelmesi işte bu yüzden manidar. Çünkü bu bahsettiğin doktorların mensubu olduğu milletler bu istihbaratı uzun zamandır biliyor. - Türkiye de biliyor o zaman. Neden katılmamıza izin verdiler pekii? - Devlet işine akıl sır ermez doktor. Sen de fazla kurcalama.. - Sen... beni deniyorsun değil mi? Uyduruk, haber ve isdihbari değeri olabilecek uyduruk bilgileri benimle paylaşıp hain olup olmadığımı mı ölçüyorsun? - Bilmem, hain misin? - Devletine olan sadakatini takdir ettim doğrusu. Ama yanlış kişiyle zaman harcıyorsun. - En kıymetlim silah arkadaşının ihanetine uğradıktan sonra bende o güven denilen duygunun zerresi kalmadı doktor. Herkes ihanet eder, herkesin bir ederi vardır. - Bu herkesten ayrı mı tutuyorsun kendini? - Üs bölgesinde görüşmek üzere doktor. İfadenizi bizzat ben alacağım. Umuyorum ki yanılan taraf ben olayım. Çünkü devletine ihanet etmiş olsa bile bir kadının boğazını sıkıp canını almak istemem...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD