Hayatım boyunca hep yalnızdım. Milletin iyi gün dostu vardı, benim iyi günümde bile yanımda kimse yoktu. Annem, babam, abim, arkadaşım… Kimsem yoktu. Bir kere sadece, Tarık abim yanımda oldu. Beni bir yanlıştan döndürmek istemişti. Bana Yusuf’la birbirimize uygun olmadığımı, onun beni üzeceğini, hazır babam da beni geri istiyorken eve dönmemi istemişti. Onun haklı olduğunu tecil ettirdiğim o günün sabahında, aynada kendimle bakışıyordum.
Kalkıp giyinmiş, saçımı yapmış, makyajımı yapmış bir şekilde, aynayla göz gözeydim. Kendimden başka kimsem yoktu işte. Yusuf’u kendime bir liman, yol arkadaşı zannetmiştim ama, değilmiş. O benim gemimi batıran yük oldu. Telefonum çaldı. Arayan Erdem’di.
‘’Efendim Erdem.’’
‘’Good morning divorced to be…’’
Evlenmek üzere kadına ‘Bride to be’, adama da ‘Groom to be’ deme modası var ya şimdi… Benim zeki avukatım da kendince boşanmak üzere diye bana espri yapıyordu
‘’Evet, boşanmak üzereyim Erdem. Ne vardı?’’
‘’Çok tatsız bir durum olduğunu ve üzüldüğünü biliyorum Naz. İstersen, evlilik terapisi talep edebiliriz. Ya da davayı ertelemeyi…’’
‘’Hayır, yeterince sabrettim Erdem. Bu iş tek celsede bitsin, lütfen. Resmi olarak boşanamasak bile, artık ayrıyız ve ben Yusuf’un bekar bir insan gibi yaşamaya başladığını düşünüyorum. Hoş, evliyken de bekar gibi yaşıyordu ya… Her şeyi yaptı bana, bir de terk ettiğim nikahlı kocam tarafından aldatılmış damgası yiyemeyeceğim. Bu işi bugün bitir, sana Mercedes alacağım.’’
‘’Mercedes’i ne yapayım ben ya? 80’li yılların gözü doymayan fabrikatör arabası gibi…’’
‘’Anladın işte beni sen.’’
‘’Anlıyorum, merak etme. Ama Yusuf’a biraz haksızlık ediyor olabilir misin? Ben dava için size gittiğimde onu dağılmış bir halde gördüm. Gözlerinin akı mosmor olmuş Buggs Bunny gibiydi. Gece olduğu yer sızmış… Ortalıkta senin kıyafetlerin vardı.’’
‘’Benim kıyafetlerim olduğuna emin misin Erdem?’’
‘’Kadın kıyafetleriydi. Senin değilse kimin olacak?’’
‘’Tamam Erdem, kapat.’’
Allah seni kahretmesin Yusuf. Evi bıraktığım gibi eve, benim evime kadın atmış. Her şeyi tek tek elimle, büyük bir hevesle seçtiğim evime, benim İtalya’dan dört hafta beklediğim, gemiyle getirttiğim, el oyması koltuklarıma, defalarca seninle seviştiğim koltuklarıma sen başka kadınla… Allah seni bildiği gibi yapsın Yusuf! Gözünün önüne hiç mi gelmedim ben seni? Hiç mi vicdanın sızlamadı? Sinirimden, hırsımdan ağlamak üzereydim.
Yok! Yok, bu böyle olmayacaktı… Bir kadeh bir şey içmem gerekiyordu. Günlerdir sabahın şu saatinde içmeme neden olacak bir şeyi doğrudan veya dolaylı yoldan buluyordu bu herif. Bu sabah, bu bana yaptığın son kötülük olsun Yusuf! Son olsun bu artık…
Sabahın sekizinde yarım şişe viski içtim. Yarım şişe… İçki bütün kötülüklerin anasıdır derler. Yusuf bütün kötülüklerin anası asıl. Yusuf olmasa, ben bu saatte ya yeşil çay ya da smoothie içerdim. Şimdi oturmuş, viski içiyorum. Canım çikolatalı puding çekti ya. Ya da supangle… Şöyle buz gibi, bitter çikolatalı, krem gibi bir tatlı… Viskiyle çok iyi giderdi…
‘’Günaydın, kolay gelsin.’’
‘’Günaydın, size nasıl yardımcı olabiliriz?’’
‘’Ben sipariş vermek istiyorum. Bitter çikolatalı mousse var mı? Vazgeçtim, bitter çikolatalı puding istiyorum.’’
‘’Tabii… Başka bir arzunuz var mı?’’
‘’Acı badem ezmeli bir kup yapıyordunuz. Var mı şu anda?’’
‘’Acı badem ezmeli kup. Tamamdır. Başka bir arzunuz?’’
‘’İsviçre’den biberli çikolata getirtiyordunuz siz, ondan da istiyorum. Yüzde doksan kakao olandan.’’
‘’Onların pralin çikolata gibi olanlarından var. Arzu ederseniz ondan bir paket yaptırayım.’’
‘’İçi dolgulu mu?’’
‘’Evet, içi hindistan cevizi ve karamel dolgulu…’’
‘’Biberli çikolatanın?’’
‘’Hayır, İsviçre çikolatasından bahsediyorum.’’
‘’Ben sizden biberli çikolata istiyorum hanımefendi! Elinizde varsa gönderin. Yoksa da yerine başka bir şey istemiyorum!’’
Telefonu kapatıp koltuğa fırlattım. Sinirden ağlamaya başladım artık. Ben başka çikolata istemiyordum ki… Ben biberli, acı çikolatamı istiyordum. Neden kimse beni anlamıyordu? Neden bana hep başka bir şey öteleniyordu ya? Kimse mi beni istediğime layık görmez?
Oldu ya… Çikolatamı da ben yapayım. İsviçre’ye de ben gideyim, tamam… Bu nedir ya? Bir kere de biri beni duysun. Söylediklerimi kafasındaki seslerle karıştırmasın, beni duysun! Bir kere ya… Parasını veriyorum, yine bana başka bir ürün iteliyorlar.
Siparişimle aynı anda Erdem geldi. Mecburen yiyecek, içecek neyim varsa toplayıp, arabaya bindim. Viskinin kalanını da yolda, tatlımla beraber içtim. Neyse ki işgüzar pastaneci kendince farklı element koymamıştı pakete.
‘’Naz, dudağının kenarında tatlı kalmış.’’
‘’Tamam Erdem, in sen. Ben makyajımı düzeltip, öyle çıkayım. Gazeteciler görmesin beni şimdi böyle.’’
‘’Tamam. Güneş gözlüğünü tak bence. Lazım olacak gibi…’’
‘’Tamam…’’
Erdem indikten sonra kendime bir dakika kadar izin verdim ve o bir dakika içinde göz yaşı akıttım. Derin derin nefesler aldım ve buz gibi birkaç yudum su içtim. Sonra makyajımı düzenleyip, Erdem’in dediği gibi güneş gözlüğümü taktım. Son kez derin bir nefes aldım ve inmeden şoförüme bir işaret verip, arabadan indim.
Etrafım gazetecilerle dolmuştu.
‘’Naz Hanım, eşinizden şiddet gördüğünüz iddia ediliyor, doğru mu?’’
Evet, psikolojik ve duygusal olarak şiddet gördüm. Tabii biraz sağa sola çekiştirmesi de var ama bana çektirdiklerinin yanında şiddetten bile sayılmıyor o.
‘’Naz Hanım, Monte Carlo’da katıldığınız yat partisinde birileriyle yakınlaştığınız söyleniyor. Yusuf Bey sizi bu yüzden mi terk etti?
O kim köpek, beni terk edecek? Ben onu terk ediyorum be!
‘’Naz Hanım, kürtaj olduğunuz için mi boşanıyorsunuz?’’
Buna kargalarla gülmek istiyordum. Ne kürtajı be? Bugün bile olsa, Yusuf’tan bile olsa, anne olacağımı bildiğim anda, kendimi karnımdaki bebeğime adardım.
‘’Naz Hanım, ihanete mi uğradınız?’’
İşte bu sorunun cevabını asla bilemeyeceğim. Bana kendimi hep sanki hayatında bir seçenekmişim gibi hissettirdi. Benimle evliydi ama sanki tek karısı ben değilmişim gibi hissetmiştim hep.
Sivri dilli baba tarafı akrabaları gibi etrafımı kuşatmış, dedikoducu annelerin yetiştirdiği sözümona gazeteciler ordusunun içinden sağ çıkabilmiştim. Böyle gazetecilik mi olur ya? Gerçi işinin ehli gazetecilere de suikast düzenleniyor, buradan Uğur’lar olsun, ahpariglere!
Gözüm Yusuf’a takıldı. Mahkemeye saçı sakalı karışmış bir halde gelmişti. Zayıflamıştı galiba. Yüzü çökmüş gibiydi. Yine neyin peşindeydi acaba? Kendini zavallı gibi mi göstermeye çalışıyordu? Burada mağduru mu oynamaya çalışıyordu? Gazetecilerin saçmaladığı o zırvalıkları, dedikodu olarak o yaydırmış olabilir miydi?
Beni yumuşak karnımdan vuran birinden her şeyi beklerdim.
Davayı kadın bir hakime vermişlerdi. Yusuf’tan gözlerini alamamıştı resmen. Bana defalarca boşanıp isteyip istemediğimi sordu. Emin olup olmadığımı… Yusuf’tan boşanmak istediğime bir türlü ikna olamıyordu.
Ah, hakime hanımcığım, bu Yusuf’un dışı seni, içi beni yakar… Tabii sen böyle kürsüden daha ben boşanmadan iş atmaya devam edersen, ben seni daha bir yakarım ya… Neyse…
Şükürler olsun ki boşanmıştım. Evet… Boşanmıştım… Bir öfkeyle aldığım kararla, evliliğimi sonlandırmıştım. Kocam yani birkaç saniyelik eski kocam da hemen atladığına göre, o da dünden razıymış. Adliye koridorunda karşı karşıya geldik. Sanki bir ihalenin sonunda el sıkışan iki şirket yöneticisiydik.
‘’İstediğin gibi oldu, boşandık…’’
‘’Bence senin istediğin gibi oldu Yusuf.’’
‘’Koşa koşa avukatına giden sendin.’’
‘’Beni durdurmayan da sendin.’’
Bir an bir şeye yeni aymış gibi bana baktı.
‘’Yani ben sana şimdi, eğer gitme deseydim…’’
‘’Demezdin. Sen bu evliliğimiz için kılını bile kıpırdatmadın. Ben de tek başına buraya kadar taşıdım.’’
‘’Ben mi kılımı kıpırdatmadım?’’
‘’Yapma Yusuf. Sevgini bile esirgedin benden.’’
‘’Sevgimi de mi inkar ediyorsun şimdi?’’
‘’Kendi ağzınla söyledin. Baban bile sevmemiş seni, ben mi seveceğim dedin. Senin neyini seveyim dedin bana.’’
‘’Ben ama onu-’’
‘’Yusuf tamam… Konuşmanın bir anlamı yok bu saatten sonra. Bir anlık gafletle içine atlayıp, bitirmeye yüzün olmadığı için beni bitirmeye zorladığın bu evlilikten kurtardım işte seni. İyisiyle kötüsüyle her şey için teşekkür ederim.’’
‘’Ben teşekkür ederim. Biliyorum, senin Allah’tan başka kimseye ihtiyacın yok ama, o masaldaki fare misali, belki bir gün bana ihtiyacın olursa, aramaktan sakın çekinme. O kadar hukukumuz var ne de olsa.’’
‘’Eksik olma… Evliliğimizde bile yalnızdım, boşandıktan sonra da arlığını aramam. Senden hiçbir şey beklemiyorum bu saatten sonra.
‘’Onu gayet iyi anladık. Sana mehir için verdiğim evi bile iade etmişsin.’’
‘’Hediyelerini de toplattım. Bu hafta gönderirim.’’
‘’Hediyeler kalsın. Adı üstünde, hediyeydi onlar.’’
‘’Gerek yok.’’
‘’O zaman ben de senin bana aldığın saati ve kol düğmelerini göndereyim.’’
‘’Kalsınlar, ne yapacağım ben onları?’’
‘’Ben ne yapayım senin hediyelerini? Bu arada…’’ dedi ve elini cebine attı.
‘’Yüzüğü fırlatıp attın ama, geri almanı istiyorum.’’
‘’Biz boşandık Yusuf. Bu yüzüğü almam doğru olmaz.’’
‘’Biliyorum boşandık ama ben bu yüzüğü sana almıştım. Boşanmamız, yüzüğün sahibinin sen olduğu gerçeğini değiştirmiyor.’’
‘’Başkasına verirsin.’’
‘’Senin yüzüğün bu, içinde bile senin adın yazıyor. Sana aldığım bir şeyi nasıl başkasına vereyim?’’
Elinde yüzüğü tutmuş, az önce boşandığı eski karısına yani bana, yüzüğü geri almam için resmen yalvaran gözlerle bakıyordu. O sırada Erdem yanıma geldi.
‘’Gidebiliriz prenses. Geçmiş olsun.’’ dedi.
Yusuf elindeki alyansı cebine atıp
‘’İşte evliliğimiz şimdi gerçekten bitti.’’ dedikten sonra rüzgar gibi çıktı gitti.
Erdem’le biz de aşağı indik. Arabaya giderken, adliye avlusunda o iki kişiyi görmemle duraksadım. Onlar gelmişlerdi. Abilerim…
Canım çok acıyordu, kalbim çok kırılmış ve ben çok üzülmüştüm evet. Ama canımın acısını asıl, abilerimi görünce hissettim. Her ne olursa olsun, onlar benim abimdi. Onların yanında kanayan dizim için istediğim kadar ağlayabilir, kendimi koyverebilir ve sızlanabilirdim. Onlar beni korur, yaralarımı sararlardı çünkü.
‘’Abi!’’ diyerek sarıldım hıçkırıklar içinde.
Kendimi önce Tarık abimin kollarında buldum. Sonra Akın abim arkamdan sarıldı.
‘’Geçti kızım… Geçti güzelim… Biz varız yanında artık.’’