KUTLAMA

1375 Words
Su altı belgesellerini bilirsiniz… Değişik değişik canlılar vardır… Omurgasız, beyinsiz, kalpsiz… İnsanların aksine yine onların ekosistemde kimseye zararları yok, aksine sadece varlıklarıyla bile faydaları vardır. Ben en çok denizanalarını severim. Değişik boyutta, renklerde, şekillerde… Bazıları saydam olur, içinden ışık kırılarak geçer ve gökkuşağı olur. Suyun içinde, jel gibi, sanki yüzmek için bir çaba sarfetmiyormuşcasına… Çok güzel hayvanlar bence. Denizin kirlendiği yerde hemen toplanırlar, suyu temizlemek için. Bizim attığımız o plastik atıkları nasıl temizleyeceklerse garibanlar? Nasıl bir insan denize, elindeki çöpü atar ya? Sizi hangi mağarada büyütüyorlar? Yusuf bile yapmıyor bu kadar ilkelliği. Neyse, işte evliliğimi bitirdiğim ilk günün sabahı beynim tam bir denizanası gibiydi. Bütün gece marinada içip içip durdum. Deniz anası kıvamına gelmiş, jöle beynimle ertesi sabah gözümü açmaya çalıştım. Denizanaları acıyı hissedebilirler miydi, bilmiyordum. Unutmuş da olabilirim… Ama benim beynim acıyordu. Sulanmam lazımdı bir an önce. Bir bira iyi gelirdi şimdi. Yataktan çıktıktan sonra, gözüm boy aynasındaki görüntüme takıldı. Bu ben değildim… Gözlerimin hali, yüzümdeki ifade, tenimin solmuş rengi… Geldiğim gibi yatmışım, daha doğrusu sızmışım. Resmen hayat beni yatağa tükürmüş dün gece. Üstüme bir sabahlık geçirip, odamdan çıktım. Koridorda iki adım attık ki ne göreyim; belinde sadece bir havluyla dev gibi bir adam. Boyu iki metre vardır. Omuzları kocaman, kollarının her biri benim gövdem kalınlığında neredeyse… İnsan değil, dev bu. Nereden çıkmıştı bu ya? Üzerimdeki şaşkınlığı atıp, bir elimle gözümü kapatırken çığlık atmaya başladım. Benim çığlığımla beraber, karşımdaki adam Portekizce, banyodan köpüklü köpüklü koşarak çıkan Alice Fransızca panik halinde bir şeyler söylemeye başladılar. Alice beni odalardan birine çekip, kapıyı kapattı ve susturdu. ‘’Manyak mısın Naz? Ne diye yaygara koparıyorsun?’’ ‘’Yarı çıplak bir dev gördüm sabahın köründe. Ne bekliyorsun?’’ ‘’Saat 1’e geliyor Naz, sabahın körü değil.’’ ‘’Konumuz bu mu yani? O adamın ne işi var burada? Hem senin yatak odanda banyo yok mu?’’ ‘’Var, ama biz orada bir şeyler yaptık. Küvet de, jakuzi de, duşakabin de kullanılacak gibi değil.’’ ‘’Aferin size. Kaç yaşına geldin, azılı anaokulu çocukları gibisin. Sana kaç kere, kız kıza tatil yaptığımızda elin adamlarını kaldığımız yere getirme dedim, değil mi? Evli bir kadınım ben. Ne işim var yabancı bir adamla aynı evde?’’ ‘’Evli misin sen? Öyle mi? Kocan nerede Naz? Bütün gece tek başına teknede oturdun. Eğer gerçekten bir kocan olsaydı, gece yanında olurdu. Seninle dans ederdi, içkini tazelerdi… Seni yatağına ben taşıdım. Eğer senin gerçekten bir kocan olsaydı, seni o yatağına yatırırdı.’’ Söyledikleri resmen canıma battı. Sadece boşanmak üzere oluşumuzla alakalı da değildi bu durum, ben evliliğim boyunca hep yalnız kalmıştım. Bir gün önce, Türkiye saatiyle altıda çıktım ve şimdi orada öğlen üçe geliyordu saat. İnsan, karısını bu saate kadar merak etmez mi ya? Bir kere bir futbolcu iki gün boyunca paylaşım yapmadı diye spor kulübüne mailler yağdırmıştı. Beni bir kere olsun merak edip, aramadı. Mesaj bile atmadı. ‘’Ben mutfağa iniyorum. Bir bira alıp çıkacağım. Çıktığımda o adamı evden çıkarmış ol Alice.’’ Biramı alıp, bahçeye çıktım. Alice’in babası, ona bir şato hediye etmişti. Şimdilik kız kıza toplandığı zaman kullanıyordu. Yalanınca babasının yaptığı gibi yeniden otel olarak kullanıma açacağını söylüyordu ama bir insanın yaşlanması için önce büyümesi lazımdı. Babasının belki işletir de, bir iş kadını olur umuduyla oteli devrettiği kızı Alice, koca şatoyu kendi oyun parkına çevirmişti. Buna rağmen ne kadar da seviliyordu. Ben kendimi herkes için paraladım, her şey için çabaladım, başkalarının misyonunu bile yüklendim ama kimse tarafından değer görmedim. Alice kadar kayıtsız, vurdum duymaz olmayı çok isterdim. Bahçede dolanarak biramı içtim. Sonra içeri girdim. Mutfaktan bir cider alıp odama çıktım. Her şey her yerdeydi. Tamam, çalışanlar vardı ama ben de insandım sonuçta. Bir insana yakışır bir oda değildi. Ahırlar bile daha düzenliydi buradan. Ortalığı toparlarken, yatağın altından telefonum çıktı. Kapalıydı. Umarım şarjı bitmiştir. Düşürüp kırdıysam çok kötü olurdu, yeni bir telefonu o kadar datayla kurmak beni çok uğraştırırdı. Neyse ki sadece şarjım bitmişti. Telefonu açmamla bildirimlerin düşmesi bir oldu. Erdem’den mail, Yusuf’un mesajları, aramalar… Hepsi tek tek düşmüştü. Önce Erdem’in gönderdiği maile baktım. Boşanma protokolüydü. Daha sonra mesajlara döndüm. Yusuf'tan onlarca tehdit mesajı gelmişti. ‘’Naz Naz neredesin? Bu saat oldu neredesin? Evli bir kadın ne yapar bu saatte dışarıda? Lan aç şu telefonu, beni deli etme…’’ Buna benzer onlarca mesaj. Üç yüze yakın arama… En sonunda yine telefonum çaldı. Yusuf arıyordu. ‘’Ne var Yusuf?’’ diye açtım. ‘’Düzgün konuş benimle. Neredesin sen bu saate kadar?’’ ‘’Sana ne Yusuf? Sen bana nereye kaybolduğunun hesabını veriyor muydun? Boşadığım adama hesap mı vereceğim?’’ ‘’He, o mevzu var bir de… Gözümü bir açtım, baktım ki Erdem lavuğu karşımda. Boşanma protokolü, darp raporu… Keskin nişancı da tutsaydın bari, daha az acılı olurdu. Meğer ne kin beslemişsin sen bana, benden ne kadar nefret ediyormuşsun be! Koynumda yılan beslemişim. Helal olsun zengin kızı. Babasına acımadan rakip şirkette at gibi koştur koştur çalışan kadından da bu beklenirdi zaten.’’ Yusuf gibi insanlar böyleydi işte. Seni boğardı ama su bulandı diye seni suçlardı. ‘’İmzala ve bitsin bu iş Yusuf. Sana daha fazla katlanamıyorum.’’ ‘’Ben sana daha fazla katlanamıyorum asıl be! Eşyalarını atıyorum. Evi sana asla vermem.’’ ‘’Senin bitli evine mi kaldım ben? Bana özel şatoda kalıyorum şu anda.’’ Sırf gururumdan böyle konuşuyordum. O evi tutatarken, eşyalarını alırken öyle hevesliydim ki… Yusuf’la benim bir evim olacak diye ne hayaller kurarak dizmiştim o evi. Ne şato, ne saray… Hiçbirinde gözüm yoktu benim aslında. Bana kalsaydı ben, koşulsuz sevilmek isterdim. Kocamla baş başa, huzur ve sevgi içinde bir kulübede bile yaşardım. Biz boşanıyoruz, evliliğimiz bitiyor ama adam bana gelmiş, ev diyor hala… ‘’Şato mu? Ne şatosu lan? Kimin koynundasın?’’ Al işte! Ben neyin derdindeyim, o neyin derdinde… ‘’Haddini bil Yusuf, beni kendinle karıştırma.’’ ‘’Lan ben ne zaman başkasının koynuna girdim?’’ ‘’Ben ne zaman girdim Yusuf?’’ ‘’Bu kadar saat neden açmıyorsun telefonunu sen?’’ ‘’Sen benim telefonlarımı ne zaman açtın ki, bugün bana bunun hesabını soruyorsun? Önemli bir şey mi söyleyeceksin?’’ ‘’Aradığımda yurtdışını arıyorsun diye uyarı veriyor bu operatör. Ülkeyi mi terk ettin?’’ ‘’Seni de terk ettim.’’ ‘’Boşanma davasına gelmezsen nasıl kurtulacağım senden?’’ ‘’Erdem’e vekalet verdim.’’ ‘’Beni hapse atarlar.’’ ‘’Neden?’’ ‘’Onu görünce deliriyorum, mahkemede döversem, içeri girerim.’’ ‘’Ülkenin adalet sistemine bu kadar inanman gözlerimi yaşarttı ama Erdem seni döver. Yani çocuğun başını yakma. Davada orada olacağım. Seni çatır çatır boşarken, gözümün önünde olmanı istiyorum.’’ ‘’Ben seni boşayacağım.’’ ‘’Davayı ben açtım Yusuf.’’ ‘’Dini nikahımız var.’’ ‘’Dün sen bana ‘Asıl ben seni boşuyorum’ dediğinde o düştü yalnız. Sadece bir imza kaldı. Bir imzayla senden kurtulacağım. Evlilik terapisti bilmem ne önermesinler diye Erdem’le özellikle konuştum. Her şeyi yapacak boşanmamız için.’’ ‘’Hiçbir fırsatı kaçırmaz hırt, yapar.’’ ‘’Düzgün konuş arkadaşım hakkında. Senin aksine medeni ve kibar bir insan o.’’ ‘’Biz medeniyetsiz miyiz?’’ ‘’Öylesin tabii… Bıktım senin bütün görgüsüzlüğünden de, kabalıklarından da…’’ ‘’Niye evlendin lan o zaman benimle? Havada kaptın lan beni resmen.’’ Gözlerim dolmuştu. Gözyaşlarımı geriye itmek için başımı yukarı kaldırdım. Derin bir nefes aldım. ‘’Beni sevdiğini zannetmiştim.’’ dedim boğazımdaki düğümü yutkunarak iterken. ‘’Senin gibi birinin sevgi özürlü olabileceğini düşünmedim hiç.’’ ‘’Senin baban bile sevmemiş seni. Senin neyini seveyim ben? Her gün dırdır. Kavga, dövüş… Balayında bile memnuniyetsizdin.’’ ‘’Ben balayında çok mutluydum bir kere. Kendi yetersizlik duygunu bana yıkmaya kalkma.’’ ‘’O yüzden mi tutturdun Maldivler diye? Yok geçen kaldığım otel şöyleydi, yok bilmem nerede bilmem ne yemiştim, çok güzeldi, yok burasında sörf yaptım, şurasında daldım…’’ ‘’Bekarken keyif aldığım aktiviteleri, gezmeyi sevdiğim yerleri bir de kocamla deneyimlemek istedim ben. Antalya’da otel odasına tıkıldık, kaldık. Patronun odası diye her Allah’ın günü gereksiz gereksiz yalakalıklar yapıldı, bir baş başa bile kalamadık seninle odada ya… Odanın dekorasyonu zaten pavyon gibiydi. Gül yaprağı, şampanya, leopar desenli saten çarşaflar…’’ ‘’Sizin klasınıza layık olamadık Naz Hanım, ne yaparsınız…’’ ‘’Olamadın Yusuf! Doğruya doğru şimdi, sen bana asla ayak uyduramadın. Boşandıktan sonra yüzünü dahi görmek istemiyorum. Zaten senin akrabaların da ayrı birer numuneydi… En çok onlardan kurtulacağım için seviniyorum. Kocasıyla kavga eden gelsin, senin evinde kalsın şimdi. Kendin uğraş bir güzel… Ya pavyona düşsem, seninle olan evliliğimde olduğumdan daha az rencide olurmuşum ben. Yeter, kapat artık telefonu. Adını bile duymak istemiyorum senin!’’ Cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattım. Sonra da numarasını bana ulaşabileceği her yerden engelledim. Aşağı mutfağa inip, buz gibi bir şişe rose aldım ve odama çıkıp jakuziyi doldurdum. Buz gibi suyun içinde, elimdeki şişeyi kafama dikerek biten evliliğimi kutladım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD