GİRİŞ.
BÖLÜMLER AĞUSTOS AYININ ORTASINDAN SONRA GELECEK.
Kızıl Kurdun hikayesini duydun mu? Duymadıysan dikkatini bana ver anlatayım. Hazırsan başlıyoruz.
Bir zamanlar, uzak bir ormanda yaşayan güçlü ve zeki bir kurt varmış. Bu kurt, diğer hayvanlar arasında saygı ve korku uyandırıyormuş. Ormanın diğer yaratıkları, onu "Kızıl Kurt" olarak adlandırmışlar, çünkü muhteşem kızıl renkli tüyleri onu diğer kurtlardan ayıran özelliğiymiş.
Kızıl Kurt, ormanın huzurunu ve dengeyi sağlamak için görev alırmış. Diğer yırtıcı hayvanlar tehlikeli durumlara düştüğünde ve orman sakinleri korunmaya ihtiyaç duyduğunda, Kızıl Kurt yardıma koşarmış. Onun cesareti, adaleti ve bilgeliği, ona ormanda bir lider olarak büyük bir saygınlık kazandırmış.
Ancak, Kızıl Kurt'un kusursuz bir yaşamı yokmuş. Bir gün, ormanda yaşayan güzel bir kurdun güzelliğine ve zarafetine aşık olmuş. Ancak, bu kurdun kalbini kazanmak için onu etkileyecek büyülü bir çiçek bulması gerektiği söylenmiş. Kızıl Kurt, sevdiği kurdun kalbini kazanmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkmış. Yolculuğu boyunca Kızıl Kurt, zorlu doğa koşullarıyla ve düşmanlarıyla mücadele etmiş. Ancak, amacına ulaşmak için azimle ilerlemiş. Sonunda, efsanevi çiçeği bulmuş ve sevdiği kurdun yanına dönmüş. Çiçeği ona sunarken, içindeki saf sevgi ve kararlılıkla kalbini açmış.
Sevdiği kurdun da aynı şekilde ona olan sevgisini kabul ettiğini görmüş ve bu aşk dolu anlarla ormanda barış ve sevgi hakim olmuş. Kızıl Kurt, artık gücünü ve liderliğini sevgiyle kullanırken, ormanın diğer yaratıkları da onun örnek alacağı değerlerini fark etmişler.
Hikaye hakkında bilgi sahibiysen benim sana anlayacağım hikayeye geçelim.
Benim sana anlatacağım hikaye 2023 yılının Türkiye'sinde geçiyor. Karadeniz bölgesinin Artvin ilinde bir yerde. Titizlikle korunan kocaman bir adada. Orada ne mi var? Çok yakında öğreneceksin. Haydi tanıtıma geçelim.
TANITIM…
Günay…
Karadeniz'in hırçın dalgalarından kurtulup kara parçasına çıktığımda etrafımı saran zifiri karanlığın içinde boğulmuş gibiydim. Karanlık içimdeki boşluğu yansıtıyordu. Yitip gitmiş gibiydim.
Gözlerimi çevreme diktiğimde, yalnızca sonsuz karanlıkla karşılaştım. Neredeydim, ne yapmalıydım bilmiyordum. İçimdeki boşluğu bastıramayarak ağlama isteğiyle titremeye başladım. Ama ağlamak bile yasaktı. Çünkü yengem hoşlanmazdı. Aydan yenge zaten benden hoşlanmıyordu, fark etmezdi.
Geçmişin acı hatıraları zihnimi ele geçiriyordu. Küçükken annemle babamı kaybettiğim kazada, hayatta kalmıştım ama onlar gitmişti. Aç karnına yatağa girdiğimde anneme duyduğum özlem, yüreğimi dağlardı. Şimdi ise burada, soğuk ve ıslak elbiselerimle yorgun düşerek çökmüştüm.
Kuzenlerim, fırtınalı havada denize çıkararak beni kandırmışlardı. Aptal gibi sevinmiştim, onlar beni aralarına alacaklarını söyleyince. Ama iş işten geçmişti, artık anlamıştım. Suna ve Aylin, çıkan kısmete konmak için benden kurtulmak istiyorlardı.
"Beni bırakın, lütfen!" diye yalvardım, ama onlar beni duymazdan gelip gülüyorlardı. İçimde bir hırs, bir çaresizlik vardı. Onlara direnmek, güç gösterisi yapmak istiyordum. Ama nasıl, nasıl kurtulacaktım? Gözyaşlarımla çaresizce savaşırken, içimdeki yangın sönmeye yüz tutmuştu. Kuzenlerim hep böyle kötüler miydi bilmiyordum. Çünkü beni küçüklüğümden beri asla yanlarına yaklaştırmamışlardı. Yanlarına giderek oynadıkları oyunlara katılmak istediğimde beni döverek uzaklaştırıyorlardı. Sekiz yaşımdan Aydan yengem beni evinde hizmetçi gibi çalıştırmıştı. O evde bir tek amcam eve geldiğinde mutlu oluyordum. Çünkü amcam o evde yaşadıklarımı bilmiyordu. Amcamı hatırlayınca ağlamam daha da şiddetlendi. Yokluğumu fark etmiş miydi? Beni arıyor muydu? Bu havada aramaya çıkmaları imkansızdı. Karadeniz her zamankinden daha da hırçındı.
Yüzümü karanlık semaya kaldırdım. “Anne. ” dedim hıçkırarak. O an aniden esen rüzgar ıslak yanaklarımı okşamıştı. Bunu yapanın annem olduğunu hayal ederek o an mutlu oldum. Mutluluğum üzerime gelen kocaman dalga ile yarım kalmıştı. Hep böyle değil miydi zaten? Ben hep yarımdım. Dalganın bana vurması ile çığlık atarak geri kaçmaya çalıştım. Yerimden kalkarak biraz ileri gittim. Kışlık kıyafetim ıslandığı için üzerime ağır gelmeye başlamıştı. Mecburen eski püskü montumu çıkardım. Yere sererek üzerine oturdum. Bir süre boşluğa baktıktan sonra dişlerim soğuktan bir birine çarpsa da uykum gelmişti ve elimde olmadan montun üzerine cenin pozisyonunda yattım. Uyku beni koynuna aldığında aklımda hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağıydı. O gece rüyamda etrafımı aniden bir sıcaklığın sardığı ve mutlu olduğumu gördüm.
Güneşin ilk ışınları denizin üzerine serpildiğinde gözlerimi araladım. Hala aynı yerdeydim ve bu lanet olası bir rüya değildi. Hayal kırıklığı ile nefes alarak gözlerimi kapattım. Kapattığım gözlerimi hızla açtım. Bir dakika benim şu an soğuktan donup ölmem ya da kötü hastalanmam lazımdı. Fakat hiçbiri olmamıştı. Gözlerim kocaman açılırken sırtımdaki sıcaklığı ve tam arkamdaki hırıltılı nefesi duydum. Kalbim korkudan ağzıma gelse de bir cesaret arkama döndüm. Ve gördüğüm şeyle çığlık atarak ellerimin üzerinde emekleyerek geri kaçtım.
“Aman Allah`ım bu da ne böyle? ” diye fısıldadım. Karşımda kocaman, daha önce görmediğim renkte bir kurt vardı. Kurdun tüyleri kızıldı. Ve bu onu daha korkunç yapıyordu.
Dün gece beni sarmalayan sıcaklığı rüyamda gördüğümü sanmıştım meğerse gerçekmiş. Kurt bana sakince bakıyordu. Çığlığımdan etkilenmemiş gibiydi.
“Nihayet buldum seni yaramaz kurt. ” diyerek onlara doğru gelen bir adam dikkatini kurda verdiği için beni geç fark etti. Bakışları bana iliştiğinde kaşlarını çattı.
“Sen de kimsin? ” diye sordu öfkeyle.
“Ben.. ” kuracağım cümleyi farkına vardığım gerçeklikle kuramamıştım. Etrafa bakarak boş bir toprak parçasını gördüm. Burası hakkında türlü türlü efsaneler dolaşan o Issız adaysa peki bu kurdun ve adamın burada ne işi vardı? Elimde olmadan onu baştan aşağı inceledim. Adamın eski Türk savaşçılarına benzer bir şekilde giyindiğini fark ettim. Adam, geleneksel Türk savaşçılarına özgü kıyafetler ve zırhlarla süslenmişti.
Üzerinde kahverengi ve yeşil tonlarda işlemeli bir kaftan vardı. İpek kumaştan yapılmış bu kaftan, uzun kollu ve hafifçe bollaşan bir kesime sahipti. Kaftanın belinde büyük bir kemeri vardı ki bu kemerin üzerine geçirdiği zırh plakaları gücünü simgeliyordu. Plakalardaki işlemeler, Türk kültürünün sembollerini taşıyordu ve savaşçının kimliğini yansıtıyordu.
Adamın pantolonları dar ve diz altında bağlanan deri şalvarlardı. Ayaklarında ise sağlam ve dayanıklı deri çizmeler vardı. Omuzlarına düşen kahverengi renkteki kalın bir pelerin, savaşçının duruşuna daha da asalet katıyordu. Belinde sıkıca tuttuğu uzun, kıvrık kılıç ise onun savaşçı kimliğini tamamlıyordu. Gece uyurken geçmişe mi gitmiştim? Bu adam da kimdi böyle? Niye böyle giyinmişti?
Onu incelemem bittiğinde adam benim cevap vermemi beklemeden yanıma yaklaştı. Sertçe kolumu kavrayarak kaldırdı. Ona direndim. Kendimi elinden çekmeye çalıştım ama beceremedim. Adam çok güçlüydü.
Kolumu daha sıkı kavradıktan sonra “Rahat dur! ” diye çemkirdi.
“Ben bir şey yapmadım. Bırakın beni. ” diyerek hala ona dirensem de beni kendiyle beraber sürüklüyordu.
“Buna ben değil Kızıl Kurt karar verecek. ” dediğinde arkamızdan gelen kızıl kurda baktım. Adam bakışlarımı fark edince
“O değil klanın Lideri olan Kızıl Kurt. ” dedi.
Klan mı? Allah`ım ben nereye düşmüştüm?