Vera ♾️ Poyraz
Vera kapının önünde durdu. Siyah topuklu ayakkabılarının sesi koridor boyunca yankılandı; her adımı, kararlı bir duruşun habercisiydi. Derin bir nefes aldı, göğsünü doldurdu, omuzlarını dik tuttu ve kapıyı açtı.
İçeriye girdiğinde, sorgu odasının soğuk havası anında ciğerlerine doldu. Masanın arkasında, rahat bir şekilde oturmuş bir adam vardı: Poyraz Çelik Öztürk. Yana dönük, duvara bakıyor, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranıyordu.
Vera bir an durdu, gözleriyle adamı süzdü. “Gerçekten katil mi?” diye düşündü kendi kendine. Ama mesleki içgüdüsü bunu hemen düzeltti: Her katil, bir şekilde kendini ele verir.
Topuklu ayakkabılarının sesiyle masaya yaklaştı. Ceketinin kenarını hafifçe düzeltti, gözleri adamın üzerinde sabitlendi. Poyraz hâlâ duvara bakıyordu, kaşlarını bile kaldırmadı.
Vera derin bir nefes aldı, topuklu ayakkabılarının hafif tıkırtısıyla masaya yaklaştı. Masanın karşısında dik durup net bir sesle söyledi
“Ben Vera Saygın, avukatlığınızı yapacağım.”
Poyraz, o an başını hafifçe çevirdi ve Vera’ya baktı. Gözleriyle onu baştan aşağı süzdü, dudaklarının kenarında ince bir gülümseme belirdi
“Avukat istememiştim.” dedi yavaşça, sesi hem meydan okuyordu hem de sakindi.
Vera sandalyeyi çekip oturdu, dik duruşunu bozmadan masanın üzerine hafifçe ellerini koydu.
“Devlet, avukata ihtiyacınız olduğunu düşündüğü için buradayım.” dedi, sesi hem kararlı hem de soğukkanlıydı.
Poyraz hafifçe kaşlarını kaldırdı, bakışlarını daha da keskinleştirdi.
“Bir katilin avukatlığını yapmak istediğinize emin misiniz?”
Vera gözlerini kırpmadan, dik bir duruşla karşılık verdi
“Katil olup olmadığınız belli değil Suçlamaları kabul etmiyorsunuz ama kendinizi katil olarak vurguluyorsunuz Açıkçası şaşırdım.”
Poyraz, sessizce Vera’ya baktı, ince bir tebessümle kafasını hafifçe salladı ve derin, alaycı bir tonla yanıt verdi.
“Şaşırmanıza gerek yok. Belki de hiç beklemediğiniz bir gerçeği göreceksiniz.”
Vera gözlerini ondan ayırmadan baktı.
“Şu an kafamda belirlenen bir gerçek yok.”
Poyraz sandalyesine yaslandı, dudaklarının kenarıyla belirsiz bir gülümseme çizdi.
“Demek öyle… Yani siz de emin değilsiniz benden”
Vera’nın kaşları hafifçe çatıldı.
“Ben sadece dosyadaki bilgilerle konuşurum. Gerisi varsayım olur.”
Poyraz bakışlarını masanın üzerindeki dosyaya kaydırdı, sonra tekrar Vera’ya döndü.
“Dosyadaki bilgiler bana göre yazılmış değil Avukat hanım insanlar bazen görmek istediklerini yazar.”
Vera’nın sesi biraz daha sertleşti
“Ben insanların değil, adaletin ne gördüğüne bakarım.”
Bir anlık sessizlik çöktü odaya
Poyraz bakışlarını tekrar duvara çevirdi, sanki orada geçmişinden bir sahne izliyordu.
“Adalet… güzel kelime ama herkesin adaleti kendine.”
Vera ellerini masanın üzerinde birleştirdi, kararlı bir ifadeyle eğildi.
“Bu sizin için geçerli olabilir ama mahkeme gerçeği sizinki kadar esnek değil.”
Poyraz başını hafifçe yana eğdi, gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı.
“Belki de sizin düşündüğün kadar suçlu değilim.”
Vera bakışlarını ondan ayırmadan, net bir ses tonuyla karşılık verdi.
“Belki de düşündüğüm kadar masum değilsiniz.”
Poyraz başını hafifçe yana eğdi, gözlerini Vera’dan ayırmadan sordu
“Masum olduğumu düşünmüyorsanız neden avukatlığımı yapmak istediniz?”
Vera bir an duraksadı, sonra sesini kararlı bir tonda yükseltti.
“Belki de gerçeğe ulaşmak için”
Poyraz dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümsemeyle sordu
“Yeni atanan bir avukat mısınız?”
Vera gözlerini kısmadan baktı
“Konumuz bu değil”
Poyraz’ın sesi bu kez daha alaycı bir tona büründü
“Kaç yaşındasınız?”
Vera derin bir nefes aldı.
“Poyraz Bey konumuz ben değil sizsiniz lütfen soracağım sorulara dürüstçe cevap veriniz.”
Poyraz sandalyesine yaslanıp başını hafifçe eğdi
“Bir katil dürüst olabilir mi?”
Vera kaşlarını çatmadan, sakin ama otoriter bir sesle cevap verdi.
“Masumiyet karinesini duymuşsunuzdur. Kişinin yargılama süreci kesinleşmediği sürece masumdur.”
Poyraz bu kez kısık bir kahkaha attı, bakışları Vera’nın gözlerine kilitlendi.
“Ancak gözleriniz öyle demiyor. Beni şu an suçlu olarak görüyorsunuz ve bir an önce bu masadan kalkmak istiyorsunuz.”
Vera bir anlık sessizlikte sadece nefesini duydu, kalbinde beliren hafif bir huzursuzlukla başını dik tuttu.
“Belki de yanılıyorsunuzdur.” dedi sadece
Poyraz başını hafifçe yana eğdi, sesi bu kez daha derinden geldi
“Bir katilin savunmasını yapıyor olmak sizin için zor olması gerekiyor.”
Vera gözlerini kısmadan, ellerini masada birleştirerek konuştu.
“Kendinize sürekli katil sıfatı yapıştırıyorsunuz. Ancak dosyaya baktığım vakit suçlamaları reddetmişsiniz.”
Poyraz rahat bir tavırla sandalyesine yaslandı, dudaklarının kenarında alaycı bir gülümseme belirdi.
“Her katil suçlamaları reddeder.”
Vera’nın bakışları sertleşti, sesi bu kez daha meydan okur bir tondaydı.
“Suçlu olduğunuza dair delilleri bana veriniz. Ben de mahkemeye sizin katil olduğunuzu göstereyim.”
Poyraz gözleriyle Vera’yı süzdü.
“Karşılığında ne alacağım?”
Vera kısa bir an düşündü, sonra gözlerini doğrudan onun gözlerine dikti.
“Gerçeği belki de bu size en çok ihtiyacınız olan şeydir.”
Poyraz başını hafifçe kaldırdı, bakışlarını Vera’dan ayırmadan konuştu.
“Yeni atanan bir avukata göre iyi konuşma”
Vera gözlerini kısmadan dosyayı açtı, sayfaları yavaşça çevirdi, parmak uçlarıyla kâğıtların kenarına dokundu
“Poyraz Çelik Öztürk 20 Kasım 2024 Çarşamba günü saat 19.00’da neredeydiniz?”
Poyraz bir süre sessiz kaldı.
Odanın içindeki hava ağırlaştı, nefes bile duyulur hale geldi.
Sonra başını kaldırdı, gözlerini Vera’nın gözlerine kilitledi. Derin, tok sesi odada yankılandı.
“Avukat hanım siz o vakitlerde neredeydiniz?”
Vera bir an sustu, bakışlarını ondan ayırmadan sadece yüzüne baktı.
Sonra elindeki kalemi masaya bırakarak konuştu.
“Poyraz Bey lütfen sorularıma cevap veriniz!”
Poyraz dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.
“Beni merak edip soruyorsunuz, ben sizi merak ediyor olamaz mıyım?”
Vera dik duruşunu bozmadan karşılık verdi.
“Ben sizin arkadaşınız değilim. Fark ettiyseniz burada suçlu konumda olan sizsiniz.”
Poyraz gözlerini kısmadan, sakin ama anlamlı bir ifadeyle konuştu
“Suçlu konumunda olduğumu söylüyorsunuz ancak az önce masumiyet karinesinden bahsetmenizle bu durum şu an tezat oldu.”
Vera derin bir nefes aldı. Gözleri masadaki dosyasındaki mürekkep izlerine odaklandı. Sonra farkında olmadan, tırnağının ucuyla masanın cilalı yüzeyini usulca kazımaya başladı. Sanki o gerilimi yüzeyden söküp atmak ister gibi, derin olmayan ama rahatsız edici bir ses çıkaran ince bir çizgi oluşturdu.
Poyraz, o anda sanki bir avukattan çok bir psikolog edasıyla, Vera'nın bu küçük jestini saniyelik bir hareketle yakaladı. Yüzünde buz gibi bir alay belirdi.
"Avukat Hanım," dedi Poyraz, sesi Karadeniz'in hırçın rüzgarı kadar keskin ve alaycıydı. Gözleri, Vera'nın tırnağının kazıdığı noktaya sabitlenmişti.
“Masanın o kısmını tahrip ediyorsunuz. Eğer bu masa devlete aitse," biraz öne eğildi ve gözlerinin içine baktı, "ki sanırım bu binada özel hiçbir şeyimiz kalmadı, eyleminiz teknik olarak Türk Ceza Kanunu'nun 152. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendine giriyor."
Vera bakışlarını masadan kaldırmadı
Tırnağını yüzeyden çekti ama o ince çizginin sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu
Sanki kendi sabrını kazımıştı o yüzeye
Gözlerini yavaşça Poyraz’a çevirdi.
“Yasa maddelerini ezbere biliyor olmanız şaşırtıcı” dedi sakin ama keskin bir tonda
Poyraz, dudaklarının kenarında alaylı bir tebessümle, Vera'nın bu sakinliğine karşılık verdi.
“Şaşırtıcı olan benim bilmem değil, Avukat Hanım.” Poyraz, sözcüklerinin hedefini şaşmadan bulduğundan emin olarak yavaşça konuştu. “Avukat olan sizsiniz. Bu maddeleri benden daha iyi, hatta uykunuzda sayacak kadar iyi bilmeniz gerekiyor.”
Vera, bakışlarını keskin bir yay gibi gererek Poyraz'ın gözlerine dikti.
“Söz oyunlarını nereye kadar sürdüreceksiniz?” diye sordu Vera, sesi şimdi daha alçak ama tehdidi daha büyüktü.
“Burada bir cinayetle yargılanıyorsunuz, sözde basit bir mala zarar verme davası değil. Ben masaya odaklandım, siz ise kendinizi haklı çıkarmaya. Tekrar ediyorum, ben sizin zorunlu avukatınızım. Benim meslek ahlakım size duyduğum güvene bağlı değil. Ben işimi yapacağım, ama siz bu 'hukuk benden sorulur' tavrınızı sürdürdüğünüz sürece bu davayı kazanma şansımız, benim o masaya kazıdığım çizgiden farksız kalır: Yüzeysel ve önemsiz.”
"Hukuk ve ben..." dedi Poyraz, sesi artık alaycı değil, tehlikeliydi. "Biz Karadeniz'de her zaman kendi kurallarımızı yazdık, Avukat hanım siz kuralları ezberlersiniz, biz ise o kuralları bozarız."
Vera, kafasını hafifçe yana eğdi. Sakinliğini geri kazanmıştı, ama bakışlarında şimdi, daha önce Poyraz'ın yüzünde gördüğü keskinlik vardı.
"Güzel," dedi Vera, sesinde bir tür memnuniyet tınısı duyuluyordu. "Nihayet gerçek yüzünüzü göstermeye başladınız."
Masadaki eli, sanki görünmez bir delil tutuyormuş gibi sıklaştı. "Bu duruş, duruşma salonunda işinize yaramayacak,Poyraz bey . Ne Karadeniz'in hırçın rüzgarı ne de ailenizin adı, Türk Ceza Kanunu'nun üstündedir. Ben, sizin bozduğunuz kuralları yeniden inşa etmek için buradayım. Ve bir avukat olarak, müvekkilimin 'hayatta kalma içgüdüsünü' değil, dürüstlüğünü savunurum. Ya bana davayla ilgili gerçeği anlatırsınız ya da bu masadaki çizgi, benim sizinle geçirdiğim son anınız olur."
Poyraz'ın gözlerindeki sertlik arttı. Vera'nın son cümlesi, bir tehdit değil, bir ültimatomdu.
Bir an için, 35 yaşındaki güçlü iş adamı, 26 yaşındaki genç avukatın baskısı altında eziliyormuş gibi durdu. Odadaki hava, Karadeniz fırtınası öncesindeki ölümcül sessizliğe bürünmüştü.
"Avukata ihtiyacım yok. Gidebilirsiniz.” dedi. Ses tonu, bir rica değil, kesin bir emirdi. Kapıyı gösterir gibi başıyla hafifçe işaret etti.
Vera, kovulma emri karşısında ne yerinden kımıldadı ne de gözünü kaçırdı. Hızla, masanın üzerindeki kalın dava dosyasına uzandı. Parmakları, soruşturma raporlarının üzerindeki kırmızı kalemle çizilmiş notları okşadı. Vera, Poyraz'ın bu son hamlesine karşılık vereceği, en güçlü kartı seçmişti.
Gözleri hâlâ dosyadayken, alçak ve etkileyici bir ses tonuyla konuştu:
“Elbette gidebilirim Poyraz bey ama gitmeden önce, size gerçekten neyle yargılandığınızı hatırlatmak zorundayım. Dosyaya göre siz cinayeti işlemekle kalmayıp tam elli yıllık bir kan davasını tekrardan başlatmakla suçlanıyorsunuz.”
O an, Poyraz'ın maskesi tam anlamıyla çatladı. Gözleri şokla genişledi, yüzünün her bir çizgisi gerildi. Poyraz'ın tüm gücü, adı, soyadı ve alaycı tavrı, Vera'nın tek bir cümlesi karşısında dağılmıştı.
Vera, şimdi üstünlüğün kendinde olduğunu biliyordu. Dosyayı avucunda tuttu ve kararlılıkla devam etti:
"Soruşturma, maktulün ailesiyle sizin aileniz arasındaki husumeti, olayın bir rastlantı olmadığını ve sizin ailenizi koruma saikiyle hareket ettiğinizi gösteriyor. Kanun bunu hafifletici bir sebep olarak görmez aksine eyleminize tasarlama ve saik ekler. Bu, parayla tutacağınız bir avukatın bile kolay kolay bozamayacağı bir kuraldır.”
Poyraz, bir an için nefesi kesilmiş gibi durdu. Ardından, o şok anı, yerini daha derin, daha tehlikeli bir öfkeye bıraktı. Omuzları dikleşti.
“Siz yasaları okumuşsunuz, Avukat Hanım,” dedi, masaya doğru sertçe uzanarak. Parmakları, Vera'nın az önce kazıdığı çizginin hemen yanına vurdu. “Ama hayatı okumamışsınız. Orada benim babamın, amcalarımın, atalarımın kanı var. O kanı temizlemek, bir vecibedir!“
“Sizin bu gerekçelendirmenizle,” dedi Vera, sesi yine profesyonel bir soğukluktaydı. Sadece hukuki terimlere odaklanıyordu. “Bu durumda suçlamaları kabul mü ediyorsunuz?”
Poyraz anında sertleşti, yüzündeki o dramatik ifade silindi.
“Ben öyle bir şey demedim.” diye düzeltti hemen. Sesi bir anda kısılmış, kelimelerinin yasal sonuçlarını düşünmeye başlamıştı. "Ben sadece bu davanın nedenini açıkladım. Benim ne dediğim değil, mahkeme önünde ne söyleyeceğiniz önemlidir, Avukat Hanım."
Vera, cevap vermeden önce masanın üzerindeki cam su şişesine uzandı. Poyraz'ın bu tehlikeli gelgitleri, genç avukatın sinirlerini altüst etmişti. Şişeden bardağına su doldurdu ve bardağı dudaklarına götürdü.
Tam o anda, eli istemsizce titredi.
Saniyeden kısa bir an olsa da, cam bardağın kenarından küçük bir su damlası süzüldü ve Vera'nın mesleki maskesinin ardındaki saf korkuyu gösterdi.
Poyraz'ın gözleri bu ince detayı anında yakaladı. Yüzüne yayılan tehlikeli, yırtıcı bir gülümseme ile arkasına yaslandı. Artık Vera'nın zırhındaki çatlağı bulmuştu.
“Bir katilin karşısında oturmak elinizin titremesine mi sebep oldu, Avukat hanım?” diye sordu, sesi şimdi zehirli bir kadife gibiydi. “Yoksa Karadeniz'in en güçlü adamının zorunlu avukatı olmak, o küçücük, yeni atanmış gururunuzu mu okşadı?”
Vera'nın titreyen eli, Poyraz'ın sözleriyle bir anda durdu. Sanki Poyraz'ın kışkırtması, korkuyu silip yerine saf, soğuk bir öfke getirmişti. Bardağı sertçe masaya bıraktı. Camın ahşaba çarpış sesi, Poyraz'ın son sözünü acımasızca kesti.
Vera, bakışlarını keskin bir yara gibi Poyraz’ın gözlerine sapladı. Gözlerinde ne korku ne de gurur okşanmışlığı vardı; sadece mesleki ciddiyetin ve meydan okumanın çeliği parlıyordu.
“Poyraz Çelik Öztürk,” dedi Vera
Sesi kristal kadar net ve kırılamazdı. “Tuncay Alkan’ın katili siz misiniz?”
O anda odadaki hava, dondu. Poyraz'ın yüzündeki o tatmin edici gülümseme, yerini tehlikeli bir şaşkınlığa bıraktı. Vera, bütün psikolojik savaş oyunlarını bir kenara bırakmış, davanın tek ve en kritik sorusunu sormuştu.
Poyraz, Vera'nın maktulün adını net bir şekilde telaffuz etmesiyle, Karadeniz'in sertliğinde pişmiş o kural tanımaz adamın tüm ağırlığını hissettirdi.
Sandalyede hafifçe geri çekildi, gözlerini bir an bile Vera'dan ayırmadı. Odadaki her bir ses yutulmuş gibiydi, sadece iki karakterin nefes alışverişi kaldı.
Ardından, o hafif kısık ve derin tok sesiyle, tüm direnci, alayı ve kibiri tek bir kelimeye sığdırdı.
“Evet.”
Vera'nın boğazında bir yumru oluştu. Bu kadar ani, bu kadar çıplak bir itiraf beklemiyordu. Gözleri istemsizce büyüdü. Elindeki dosyayı o kadar sıkıyordu ki, kâğıt kenarları parmaklarına batıyordu ama acıyı hissetmiyordu.
Hukuk fakültesinden aldığı hiçbir eğitim, ona cinayeti kabul eden bir müvekkilin karşısında nasıl davranacağını öğretmemişti.
Poyraz ise itirafının yarattığı şaşkınlığın keyfini sürer gibiydi. Sandalyesinde daha da rahat bir konuma geçti, sanki az önce basit bir hava durumunu bildirmiş gibi. Rahat bir tavırla ellerini masada birleştirdi. Yüzünde artık ne öfke ne alay vardı; sadece nihayet sırrını açıklamış bir adamın dinginliği vardı.