Aniden başımı kendisine çevirdim.
Bunu yapmamla güldü.
‘’Babanızın beni tanıması mümkün değil.’’ diyerek durumu toparlamaya çalıştım.
Telefondan fotoğrafını gösterdi.
Bu adam, benim tez danışmanımdı. Amerika’da okuduğum dönemde üstümde çok emeği olmuş, bana gerçekten bir baba gibi davranmıştı. Bana hep çocuklarından bahsederdi ve onların küçüklük fotoğraflarını gösterirdi. Guillaume için bir lakap kullanıyordu hatta; Schtroumpf à Lunettes (Ştromf a Lunets)… Orijinali Belçika yapımı olan Şirinler çizgi dizisindeki Gözlüklü Şirin’in adıydı.
‘’Schtroumpf à Lunettes!’’ dedim neşeyle.
Elleriyle yüzünü kapattı. Çocukken ileri derece hipermetropu olduğu için, kavanoz dibi gibi gözlükler kullanıyormuş. Kitap okumayı da çok sevdiği için, Gözlüklü Şirin adını vermişler. Ergenliğine kadar da taşımış bu adı.
Parmaklarımla iki sayısını gösterip ‘’Bu kaç?’’ diye sordum dalga geçmek için.
‘’Liseyi bitirdikten sonra ameliyat oldum. Artık gözlerim, Superman kadar keskin görüyor.’’ dedi parmağını sallayarak.
Modumuz nasıl bir anda değişmişti, anlamıyordum.
‘’Profesör nerede peki şimdi?’’ dedim.
‘’Buradaki evimdeler şu anda, hazırlanıyorlar. İstersen önce oraya gidelim, sonra şatoya geçeriz.’’
‘’Benim önden gidip hazırlık yapmam lazım. Bize bu yüzden ödeme yapıyorsunuz.’’ dedim.
Böyle demem biraz canını sıkmıştı sanırım.
‘’Beni bir müşteriden öte görmüyorsun, değil mi?’’ dedi sıkıntıyla.
Görmemeliydim… Onu bir müşteriden öte görmemeliydim.
‘’Şimdi bir de çok sevdiğim mentorumun oğlu olduğunuzu öğrendim.’’ dedim.
‘’O, seni oğlunun kız arkadaşı olarak karşılayacak ama bu gece.’’
‘’Ben böyle bir söz vermedim.’’ dedim.
‘’Ama ben verdim.’’ dedi. ‘’Sana, düğüne seninle katılmak istediğimi söyledim. Ailem sorduğunda da seninle geleceğimi söyledim onlara.’’
‘’Ben, böyle bir talepte bulunmadım.’’
‘’Seni düğünde eşim olman için davet ettikten sonra, başka bir kadınla mı gelmeliydim? Bunu mu beklerdin yani?’’
‘’Beni en başından davet etmeniz saçmalık zaten. Hem, ben mecburen bu düğünde bulunmak zorundayım; organizatörü benim.’’
‘’Bu mu yani sorun? Tamam, önümüzdeki ay çocukluk arkadaşım evleniyor. Düğün Marsilya’da, teknede olacak. Ona da gideriz.’’
‘’Ben düğüne gitmek istemiyorum.’’
‘’Tamam, nereye istersen oraya gidelim o zaman.’’
‘’Hiçbir yere gitmek istemiyorum ben.’’
‘’Evde otururuz o zaman biz de…’’
‘’Benim evim müsait değil.’’
‘’Benim müsait olan bir sürü evim var, birini buluruz. Beğenmezsen yenisini alırım. İstediğin gibi bulamazsan yaptırırım.’’
‘’Ev de istemiyorum.’’
‘’Sokakta otururuz o zaman biz de.’’
İki inatçı keçi gibi inatlaşa inatlaşa en sonunda burun buruna gelmiştik. Halimize bakıp gülmeye başladık. Bu adamı neden bu kadar ciddiye alıyordum ki? Bu gece benimle oyalanacaktı ve düğünden sonra da ortadan kaybolacaktı sonuçta…
Ciddiye alıyordum, çünkü içten içe hayatımdan geçip gitmesini istemiyordum. Söylediklerinin arkasında durmasını istiyordum. Hayatımda bir kere olsun gerçekten sevilmek, önemsenmek istiyordum ve bunu da ondan bekliyordum. Başkası olsaydı bu gece dalgamı geçer, sonra da kendi hayatıma bakardım ama; bu adamın karşısında bunu yapmak istemiyordum. Bir darbeye daha hazır değildim.
‘’Gelinin sürprizden haberi oldu mu?’’ dedim.
‘’Dün ortağın ve Andrew ona şatoyu gezdirmişler. Sonra Andrew orada bir düğün yapma fikrine sıcak bakıp bakmadığını sormuş. Benim canım kardeşim de, eğer tarih bulsa, hemen evlenebileceğini söylemiş. Tabii bu lafı duyduktan sonra Andrew, cebinden son on yılda aldığı yedinci yüzükle bir kere daha evlenme teklifi etti ve bu da kabul edildi.’’
Gülmekten makyajım akacaktı, elimle yüzümü yelledim.
‘’Sıcak mı oldu? Şöföre söyleyeyim de klimanın ayarını yükseltsin.’’
‘’Hayır, gülmekten makyajım akmasın diye öyle yaptım.’’
‘’Bence makyaj yapmak yerine daha çok gülmelisin. Gülünce çok güzel oluyorsun.’’
‘’Ben güzel olmak için makyaj yapmadım ama. Bu organizasyonun dress codu bu. Nasıl böyle bir elbise giyiyorsam, makyaj da yapmam gerekiyor. Makyajımın bozulması, elbisemin yırtılması gibi bir şey olur.’’
‘’Hiç bu açıdan bakmamıştım.’’
Arabada bir süre sessizlik oldu. Sonra bana benim nasıl evlenme teklifi aldığımı sordu. Yüzüne nasıl baktıysam, özür diledi.
‘’Ben, o gece seni uzun uzun izledim. Sadece denize ve gökyüzüne bakıp, içkini yudumladın tüm gece. Parmağında yüzüğün yoktu, yanında kocan yoktu ve mutsuz bir kadın olduğun her halinden belliydi. Kocanı tanımadan, ondan nefret ettim. Benim seninle yakınlaşma şansıma engel olduğu için değil; seni mutsuz ettiği için.’’
‘’Bu konuyu kapatabilir miyiz?’’
‘’Hâlâ onunla evli misin?’’
Uzanıp tabletimi elime aldım ve ‘’Benim biraz çalışmam lazım.’’ dedim. Başka türlü onu susturamayacaktım.
‘’Özür dilerim. Sen, kendini ne zaman hazır hissedersen, o zaman konuşuruz.’’
‘’Sizinle konuşacağım bir mevzu değil bu.’’
‘’Öyle olsun…’’ dedi.
Şatoya gidene kadar konuşmadık. Ben gider gitmez hemen işe koyuldum. Önce gelin ve damat odalarını kontrol ettim. Sonra catering şirketi ve orkestrayla konuştum. Mutfağı ve servis elemanlarını kontrol ettim. Mahzenleri, jeneratörleri, oturma düzenini…
Orkestranın sahne alması için kurulan platformu taşıyan ekip Faslı ve Tunuslu işçilerden oluşuyordu. Karşılarında kısa boylu ve zayıf bir kadın görünce, tavırları lakaytlaşmaya ve saygısızlaşmaya başladı. Onlar işlerini savsakladığı için, benim de programım aksıyordu. Onlarla uğraşmaktan, bir türlü işime devam edemiyordum. Durumu tatlı bir dilde anlatmaya çalışmama rağmen, artık işi bana saldırma noktasına getirdiklerinde ‘’Beyler, bir sorun mu var? Ben yardımcı olabilir miyim?’’ diyerek arkamda belirdi.
Sonra da beni nazikçe arkasına alarak, ‘’Burayla ben ilgilenirim. Yapılmayacak olan ödemeyi de, patronlarına kendileri aynen bu tavırla izah ederler.’’ dedi ve beni oradan uzaklaştırdı. Platformu kurdurduktan sonra yanıma gelip elimi tuttu.
‘’İyi misin?’’ dedi.
Sadece başımı salladım ve teşekkür ettim.
‘’Hep kendi başına mı mücadele ediyorsun böyle şeylerle?’’
‘’Bu hiçbir şey; ben Türkiye’den geliyorum.’’ dedim sadece.
‘’Bundan sonra dünyanın neresinde olursan ol, ben varım.’’ demesine aldırmadan işime devam ettim.
Gelin ve damatla birlikte anne babaları da gelmişti. Yıllar sonra profesörümü gördüğüme çok sevindim. Bana doğru kollarını açarak geldi ve içten bir şekilde sarıldı.
‘’Çok güzel bir kadın olmuşsun!’’ dedi sevinçle.
‘’Siz hiç değişmemişsiniz ama.’’ dedim.
Yılların verdiği bir tavır, bıraktığı bir takım izler taşıyordu tabii ki, her insan gibi… Ama yine de yaşına göre çok iyi görmüştüm onu. Biz sarıldıktan sonra eşiyle de selamlaşmak için elimi uzattım. Daha önce birkaç defa, üçümüz beraber öğle yemeği yemiştik, beni o zamanlardan tanıyordu. Ben, tokalaşmak ister diye elimi uzattığımda bana sıkıca sarıldı, tıpkı bir anne gibi…
‘’Beni hatırladın mı canım?’’ dedi bir de sıcacık bir şekilde.
‘’Sizin gibi birini nasıl unutabilirim? Yine güzelliğiniz ve zarafetinizle göz kamaştırıyorsunuz.’’ dedim.
‘’Tatlı dilin hiç değişmemiş. Anlat bakalım, neler yapıyorsun?’’
‘’Gördüğünüz gibi düğün yapıyorum.’’ dedim.
‘’Evet, bir kızımın düğününü, diğer kızım yapıyor.’’ dediğinde sesinde gurur vardı.
‘’Evet, konusu açılmışken…’’ dedi Guillaume ve bana bir çek uzattı. ‘’Hemen, yarın sabah ana caddedeki şubeden tahsil edebilirsin.’’ dedi.
‘’Ben, bu çeki kabul edemem.’’ dedim.
‘’Neden? Yoksa ben rakamı yanlış mı hatırlıyorum?’’
‘’Aramızdaki hukuka dayanarak, kabul edemem. Profesör, benim için çok değerli bir konuma sahip ve ben bu düğünü, ailenize armağan etmek istiyorum.’’
‘’Kızım, ben sana hiçbir şey öğretememiş miyim? İş başka, şahsi ilişkiler başka.’’
‘’Babam haklı, bu senin işin. Bu çeki alman lazım.’’
‘’Evet, benim işim ve patron da benim. Bu düğün, benim acizane armağanım. Umarım bir ömür boyu mutlu olurlar. Şimdi müsaadenizle, gelinin odasına gitmem lazım.’’ dedim ve yanlarından ayrıldım.
Gelinin odasına gittiğimde, karşıma peri kızı gibi bir kız çıktı. İncecik beli, pürüzsüz teni, ipek gibi saçlarıyla çok ama çok güzel bir kızdı.
‘’Merhaba, Guillemette değil mi?’’ dedim.
‘’Evet, siz de Naz olmalısınız. Abim bütün hafta sizden çok bahsetti. Ne kadar güzel olmuşsunuz.’’
Ne sıcak bir aileydi bunlar böyle? Hepsi birbirinden güzel, birbirinden tatlı ve nazikti…
‘’Siz de çok güzelsiniz. Hazırlıklar aşamasında sizin hiçbir konuda fikriniz alınmadı, umarım düğünden memnun kalırsınız.’’ dedim.
‘’Ne kadar ince düşüncelisiniz. Ben böyle detaylara takılmam. Benim için önemli olan, sevdiklerimle yaşadığım anlardır. Ama, güzel bir iş çıkardığınızı söyleyebilirim. Şimdiye kadar her şeyi en güzel şekilde ayarlamışsınız ve her şey sorunsuz bir şekilde ilerliyor bence. Tebrik ederim sizi.’’
Ah, ben holding yönetiyordum; düğün ne ki?
‘’Beğenmenize sevindim.’’
‘’Aramızdaki bu resmiyeti kaldıralım mı? Gel bak, seni nedimelerimle tanıştırayım. Hepsi okuldan arkadaşlarım.’’ dedi ve beni odanın balkonuna götürdü. Orada ellerinde kadehleriyle eğlenen, uzun, askılı, şeker pembesi elbise giymiş dört genç kız vardı.
‘’Bu, Lucy… Baş nedimem çünkü anasınıfından arkadaşım. Bu, Audrey… İlkokuldan arkadaşım. Aynı şekilde Naomi de… Bu da Olivia… Liseden arkadaşım.’’
Hepsine tek tek ‘’Memnun oldum.’’ dedim.
‘’Kızlar, bu güzel hanımefendinin adı da Naz. Bu düğünü organize eden şirketin sahibi ve abimin partneri.’’ dedi.
‘’Ben, her şey yolunda mı diye kontrol etmeye geldim. Her şey yolundaysa gidiyorum.’’
‘’Bizimle bir kadeh bir şey içmeyecek misin?’’
‘’Görev başındayken içmiyorum.’’
‘’O zaman gecenin sonunda, muhakkak…’’
‘’Olur…’’ dedim gülümseyerek ve balkondan içeri girdim. Odadan çıkmak üzereydim ki, Guillaume ile kapıda çarpıştık resmen.
‘’Dikkat et, iyi misin?’’ dedi beni kollarının arasında tutarak.
Sadece başımı salladım.
‘’Size bakmaya geldim ben de. Her şey yolunda mı?’’
‘’Burada her şey yolunda görünüyor.’’
‘’Aşağıda da her şey yolunda. Orkestra, servis elemanları, catering, masa düzeni… Her şey yolunda. Misafirler gelmeden önce biraz dinlenebiliriz.’’ diyerek beni gelin ve damat odasının arasındaki odaya götürdü.
‘’Sana sormadım ama, bu oda müsait mi?’’
‘’Ne için?’’
‘’Oturup, dinlenmemiz için. Yani şu anda…’’
‘’Tabii…’’ dedim, ‘’Kullanılmıyor şu anda.
‘’İçkilerimizi buraya getirmekle iyi yapmışım o zaman.’’ dedi ve bize birer kadeh beyaz şarap doldurdu.
‘’Görev başındayken içmiyorum.’’ dedim ama beni pencere kenarındaki koltuğa oturtup, omuzlarıma masaj yapmaya başladı.
‘’Benim gitmem lazım.’’ dedim ama beni dinlemedi.
‘’Omuzlarının yükünü biraz olsun hafifletmeme izin ver.’’
Omuzlarımdaki askıları iterek, omuzlarımı iyice açıkta bıraktı.
‘’Bugün yanında ben varım. Bana güven ve bu gecenin tadını çıkar.’’ dedi.
Parmaklarının hareketlerinde sihirli bir etki vardı sanki.
‘’Bunlar, fiziksel yorgunluktan değil, zihinsel yorgunluğun sonucu hep.’’ dediğinde kastettiği şey, derimin altında omuz eklemlerimin arasında yuvalanmış yumrulardı. Dokunuşları göz kapaklarımı ağırlaştırmaya başlamıştı; uyanık kalmakta zorlanıyordum. Elimi, omzumdaki elinin üstüne götürdüm. ‘’Dur lütfen.’’ dedim.
İtiraz etmeden karşımdaki koltuğa geçti ama uzanıp elimi tuttu.
‘’Uykun geldi, değil mi?’’
Başımı aşağı yukarı salladım.
‘’Ben artık kalkayım. Siz de düğün için hazırlanmalısınız artık. Kardeşinizin düğününe böyle katılmayı düşünmüyorsunuzdur umarım.’’
‘’Evet, iyi hatırlattın. Gelir misin benimle.’’ diyerek elimden tutup odadaki dolabın önüne götürdü. Arabadaki kıyafetlerini dolaba yerleştirmiş olmalıydı çünkü dolabın kapağını açınca bir sürü takım elbise ve aksesuar çıktı.
‘’Sence bunlardan hangisiyle sana uyum sağlayabilirim?’’ dedi ve takımlarını alıp elbisemin üstüne tutmaya başladı.
‘’Eğer bana ne giyeceğinin cevabını verseydin, karar vermem daha kolay olurdu. Bütün hafta onlarca mesaj attım ama tek kelime cevap vermedin.’’
‘’Bu oyun fazla uzamadı mı sizce de?’’
‘’Hangi oyun?’’
‘’Bu, sevgilicilik oyunu…’’
‘’Oyun mu? Ortada oyun filan yok, Naz. Senden etkileniyorum ve seninle beraber olmak istiyorum.’’
‘’Ama ben istemiyorum.’’
‘’İstemeseydin keşke… Keşke, sözlerin doğru olsaydı. O zaman tek lafınla hemen giderdim; tıpkı o gece marinada yaptığım gibi…’’
‘’Ben evli olduğumu söylemiştim.’’
‘’İnan, umrumda değil. Sen beni isterken, ben seni isterken, asla umrumda olmazdı. Öylesi bir durumda plan basit; gider boşanırsın ve ben de sen boşanana kadar seni beklerim. Ama o gece sen beni gerçekten istemiyordun.’’
‘’O gece isteyip, bu gece istemediğim kanısına nasıl vardın peki?’’
‘’Çünkü şimdi bana, beni istemiyormuş gibi davranmaya çalışıyorsun ama istiyorsun.’’
‘’Kafanda kuruyorsun.’’
‘’Tamam, öyle olsun. Şimdi, konumuza dönelim; hangi takım senin elbisene daha çok yakışır?’’
‘’İstediğiniz takımı giyin Guillaume Bey. Kıyafet tercihinizin benimle bir ilgisi yok.’’
‘’Masa düzenini +1 olarak işaretledim ve benim +1’im sensin. Bana eşlik etmediğin zaman organizasyonun aksayacak. Bunu göze alabilir misin?’’
‘’Katılmayan bir davetli pek de sorun çıkarmaz, hatta işime de gelir. Ama, fazladan bir davetli eklemeye çalışsaydım, işte o zaman büyük bir sorun yaşardım.’’
Sinirlerinin iyice bozulduğunu görebiliyordum. Bu noktadan sonra bana hakaret etmeye ve beni küçümsemeye başlayacaktı. Yani, Yusuf bana öyle yapardı. Bu adam hayli hayli yapabilirdi; şu anda onun karşısında sadece küçük bir işletmesi olan, sıradan bir kadındım. Onun statüsünde biri beni ekmeksiz yerdi.
‘’Sevgili Naz…’’ dedi bana doğru adımlarken. ‘’Kız kardeşim, benim için çok ama çok değerli ve ben bugün onun için çok mutluyum. Çünkü yıllardır deli gibi aşık olduğu bir adamla evleniyor. Eğer, karşıma sen çıkmasaydın, ben bugün bu düğüne, yıllardır her davette olduğu gibi yine yalnız katılacaktım. Ama ben bu geceki törende seninle dans etmek, kadehimi seninle tokuşturmak ve yemeğimi seninle paylaşmak istiyorum. Teklif ediyorum; bu gece benim yalnızlığıma bir son verir misin?’’
Sözlerini bitirdiğinde önümde diz çökmüş ve sanki elinde bir yüzük var da; kutusunu açmış gibi bir hareket yaptı. Beni hem çok sinirlendirip hem de bu kadar güldüren başka biriyle karşılaştım mı, bilmiyorum.
Onun haline gülerken ‘’Neden bu kadar ısrar ediyorsun?’’ diye sordum.
‘’Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, seni o geceden beri aklımdan asla çıkarmadığım ve yıllar sonra karşılaşmamızın bir tesadüften ötesi olduğuna inandığım. Senden başka hiçbir şey düşünemiyorum. Yanındayken kalbimin farklı attığını, duygularımın değiştiğini hissediyorum. Liseden beri ilk defa böyle hissediyorum, cehennemin ortasında cennetten bir taht kurmuşum gibi hissettiriyorsun bana.’’
Fransız edebiyatına hakim olduğu, şairane laflarından belliydi.
‘’Kabul et ama, hadi… Burada dizlerimin üstünde durmaktan menisküs olacağım.’’
Bir sakat partner daha kaldıramayacaktım.
‘’Şu, kruvaze yaka detaylı ceketli takım olabilir. Fındık kabuğu rengi olan. Mentol mavisi gömlek iyi durur içinde.’’
‘’Hangi kravat peki?’’ dedi ayağa kalkıp kravatlarını göstererek.
‘’Lila rengi olsun.’’ dedim.
‘’Kol düğmelerim peki?’’
‘’Şu, siyah taşlı olanlar.’’ dedim.
‘’Kemerimi de seçer misin peki?’’
‘’Şu, lacivert deri olan…’’
‘’Lacivert, Oxford ayakkabılarımı giyiyorum o zaman.’’
Başımı salladım.
‘’Başka bir şey yoksa aşağı ineceğim.’’
‘’Kravatımı bağlamama yardım eder misin?’’
‘’Kravat bağlamayı bildiğini biliyorum. Çok ucuz bir numara değil mi bu? Neyi bekliyorsun yani? Burada giyineceksin ve ben de seni izleyeceğim, ondan sonra da vücudundan etkileneceğim gibi hayallerin mi var?’’
‘’Seni etkilemenin bu kadar kolay olacağını bilsem, seni gördüğüm ilk gün soyunurdum zaten.’’ dedi göz kırparak. ‘’Ayrıca haklısın; kravat bağlamayı biliyorum. Ama senin benimle ilgilenmeni istiyorum.’’
‘’Ben aşağı iniyorum. Üstünü giyinince mesaj atarsın.’’ dedim ve kendimi resmen dışarı attım.
Yüzümün yandığını, ellerimin titrediğini hissettim. Orada daha fazla durmadım ve hemen aşağı koştum. Aşağı indiğimde bana hiçbir işin kalmadığını fark ettim. Ben, gelin odasındayken, her şeyi gerçekten de yoluna koymuştu. Sadece yoluna koymamış, işlerin kendi kendine ilerleyebildiği bir sistem de kurmuştu sanki. Adam boşu boşuna dünyanın en prestijli dergilerinde en başarılı iş insanı olarak kapak olmuyordu demek ki… En son ne zaman işleri benim için böyle kolaylaştıran biriyle karşılaşmıştım acaba?
Bulduğum boşlukta Profesör Gaumond’un yanına gittim. Beni görünce ‘’Gel kızım.’’ dedi. Elindeki kadehten gin fizz yudumluyordu.
‘’Nasılsınız? Her şey yolunda mı?’’ diye sordum.
‘’Şu an için her şey çok güzel gidiyor.’’ dedi.
‘’Seni tebrik ederim; gerçekten çok güzel bir iş kurmuşsun.’’ dedi eşi de.
‘’Beğenmeniz beni çok memnun etti.’’ dedim.
‘’Önümüzdeki haftasonu ne yapıyorsun?’’ dedi.
‘’Düğün var.’’ dedim etrafı göstererek.
‘’Bir haftasonu boşluk yaratamaz mısın? İşleri tek başına mı idare ediyorsun?’’
‘’Aslında ortağım var ama bugün onun da ailesinin daveti vardı. Paris’e gitmek zorunda kaldı.’’
‘’Tamam, önümüzdeki hafta da o çalışsın ve sen aile davetine katıl.’’ dedi.
Bunlar ailece bir tuhaftı. İçlerinde normal olanı bir tek Profesör Gaumand olabilirdi bence.
‘’Evet Naz, karım haklı. Bence önümüzdeki hafta dinlenebilirsin. Hatta bizim şehir dışındaki çiftliğimizde dinlenmelisin. Seni çiftliğimize davet ediyorum.’’
‘’Beni davet etmeniz çok ama çok nazik bir hareket ama ben bunu kabul edemem.’’
‘’Gelirsen çok memnun oluruz. Seni Kanada’ya dönmeden önce tekrar görmeyi ikimiz de çok istiyoruz.’’
‘İkimiz de’ dediğine göre Guillaume gelmeyecekti. O zaman kabul edebilirdim bu daveti.
‘’Peki, ortağımla konuşup işlerimi ona göre organize etmeye çalışacağım.’’
‘’Mutlaka bekliyoruz. Biz bize, güzel bir haftasonu olacak. Hem atlarımız var, istersen at da binersin. Hâlâ at binmeyi seviyor musun?’’
Son üç yıldır sevdiğim bir sürü şeyi yapmayı bırakmıştım. Ata binmek de buna dahil…
‘’Seviyorum.’’ dedim sadece gülümseyerek.
Guillaume’nin annesi bir eliyle çenemi nazikçe tuttu ve Profesör’e dönerek ‘’Ne kadar güzel, değil mi? Bir de minicik… Tam porselen bebekler gibi, Tanrı saklasın.’’ dedi.
Böyle yapmasıyla mahcup oldum ama bir yandan da içimin ısındığını hissettim. Ne kadar da anaç, anne şefkatiyle dolu bir kadındı…
‘’Müsaadenizle…’’ diyerek yanlarından ayrıldım. Davetlilere belirtilen saat gelmek üzereydi. Son kez gelin ve damadı kontrol etmek için yukarı çıktı. Gelin, üstünü giymiş ve peri kızı gibi olmuştu. Abi kardeş çok ama çok güzellerdi.
Mutlu çifti kontrol ettikten sonra Guillaume’dan mesaj geldi.Kapısının tam da önündeydim. Kapıyı tıklattım ve açıp beni içeri aldı. Giyinmişti ve çok şık olmuştu. Elinde kravatı ve kol düğmeleriyle duruyordu. Beni aynanın önüne götürdü ve yanımda durdu.
‘’Sence olmuş mu?’’ dedi?
Yan yana çok güzel görünüyorduk, tabii bana göre.
‘’Bence yakışmışlar.’’ dedim.
‘’Senin için çok çirkinim.’’ dedi.
Söylediklerinde samimi olmadığını düşündüm çünkü çok yakışıklı bir adamdı.
‘’Evet, çok çirkinsin!’’ dedim ben de inatçı çocuklar gibi.
Bu tavrıma gülüp burnumu sıktı.
‘’Kol düğmelerimi de takamadım.’’ dedi.
‘’Senin bu kadar beceriksiz olduğuna inanmıyorum.’’
‘’Senin yanında beceriksiz olmak istiyorum belki.’’
‘’Hayatım beceriksiz insanların arkasını toplamakla geçti.’’
‘’Benim beceriksiz olduğum yerde sen bir şeyleri toparlamak için çaba göstermek zorunda değilsin. Eğer kravat ve kol düğmesi takmayı beceremiyorsak, ben de kravat ve kol düğmesi takmadan katılırım düğüne. Düğünün iki beceriksizi oluruz, ne var yani?’’
Elindeki kravatı aldım. ‘’Ben, kavalyemi kravatsız çıkarmam.’’ dedim ve kravatını bağlamaya başladım.
Mesele kravat veya kol düğmesi değildi tabii ki; biz onları bir metafor olarak kullanarak kendimizi ve birbirimizden beklentilerimizi anlatıyorduk. Kravatını bağlayıp, yakasını da düzelttikten sonra kol düğmelerini de ilikledim. Tamamen hazır olduktan sonra beni de yanına alıp, aynadaki görüntümüzü konrol etti. Her ne kadar kabul etmek istemesem de, çok güzel görünüyorduk.
‘’Hazırsan aşağı inelim mi?’’ dedim.
‘’Son bir şey daha var.’’ dedi ve cebinden bir kutu çıkardı.
‘’Bence bu sana çok yakışır.’’ dedi.
Tam kravatının renginde, kuvars taşlı bir gerdanlık tutuyordu elinde.
‘’Bu ne şimdi?’’ dedim.
‘’Düğün için teşekkür etmek istiyorum.’’ dedi.
‘’Ben, bu düğün için ödeme kabul etmediğimi söylemiştim. Kaldı ki, ödemeleri mücevher olarak almıyorum.’’
‘’Bunu sana bir ödeme olarak vermiyorum ben. Gördüğüm anda gözümün önüne senin boynun geldi. Başka bir kadının takmasına razı olamazdım. Neden bana sürekli itiraz ediyorsun, anlamıyorum.’’
‘’Neden söylediğin her şeyi sorgusuz sualsiz kabul edeyim ki?’’
‘’Romantik bir an yaşayabilmemiz için.’’
‘’Ben romantizm yaşamak istemiyorum.’’
Aramızdaki dialog kavaya doğru evriliyordu. Bir an önce çıksam, iyi olurdu yoksa daha önce Yusuf gibi bu da canımı yakacak şeyler söylerdi.
‘’Naz, sen çok değerli bir kadınsın. Çok güzel, karakterli, kendine özgü… Karşılaştığın herkeste hayranlıklar bırakan bir kadınsın sen. Her şeyin en iyisini, en güzelini hak ediyorsun.’’
Bu niye bana saldırmak yerine beni övüyordu ki?
‘’Bunları senden beklediğimi nereden çıkardın peki?’’
‘’Ben senin böyle beklentiler içinde olan bir kadın olduğunu düşünmüyorum.’’
‘’Her kadın böyle şeyler bekler, umar… Bunda bir sakınca yok. Ama sen bunları bulmak için önüne gelen her erkeğin kollarına kendini atmayan bir kadınsın. Ben de bunları her kadına sunan bir erkek değilim. Bence yıllardır içimizde sakladığımız arzuları, birbirimize karşı dışavurabiliriz.’’
‘’Senin yıllardır içinde sakladığın arzu, bir kadına pahalı bir gerdanlık takmak mı?’’
Bu söylediğime güldü.
‘’Tamam, daha fazla bu konuda ısrarcı olmayacağım. Ama bunu kabul etmemen, senin olmadığı anlamı taşımaz. Seni, benimle birlikte bekleyecek.’’ dedi ve gömleğinin cebine koydu.
Önümden gidip bana kapıyı açtı ve arkamdan o da çıktı. Şatonun dar ve taş merdivenlerini birlikte indik. O, ailesinin yanına, misafirleri karşılamaya gitti. Ben de biraz kaçmak için ofise geçtim. Düğün başlayana kadar kendimle baş başa kalmak istiyordum.
Uzun zaman sonra kim olduğumu, ne arzuladığımı sorgulamaya başladım. Bu adama neden itiraz ediyormuş gibi yapıyor ama aramıza asla gerçek bir sınır koymuyordum ki? Adamın kendine hazırlanmak için bulduğu oda da çok manidardı. O oda, benim uyuyakaldığım ve onunla ilgili o ateşli rüyayı gördüğüm odaydı. Rüyamda daha centilmendi sanki… Dik başlı olmasam, gerçek hayatta da centilmendi aslında. Düğünün tam da bu noktasında kafayı yemem gerekirken, onun küçük dokunuşları sayesinde kendi köşemden dışarıyı izleyebiliyordum. İlk defa birinin yükümü hafiflettiğini söyleyebilirim. Normalde insanlar bana destek verdiklerini iddia ederek omzuma daha fazla yük bindirirlerdi.
Bunlara aldanacak yaşı çoktan geömedin mi sen Naz? Düğün bitecek ve adam Kanada’ya, kendi hayatına dönecek işte. En iyisi dediği her şeye evet demekti. Zaten gidecekti. Hem itiraz etmezsem belki ilgisini de kaybederdi. Derin bir nefes aldım ve ofisten çıktım.
Nikah töreni çok eğlenceli ama aynı zamanda duygusal geçti. Yemek sırasında aile masasına oturdum. Ben somon almıştım, Guillaume biftek tercih etmişti. Somonlar biraz küçük olduğu için, doyamayacağını düşünmüş olabilirdi. Onun garnitürleri çok çeşitli ve lezzetli görünüyordu. Izgara ve deniz tuzlu kuşkonmazlar, kapari karpuzu, patates graten, sote brüksel lahanası ve rengarenk taze aromalı otlarla yapılmış salata vardı. Benim zavallı somonumun yanında sadece biraz buharda pişmiş brokoli vardı. Adamın tabağına nasıl baktıysam, yemeğe başlamadan önce garnitürlerinin yarısını bana servis etti.
‘’Ne yapıyorsun?’’ diye sordum.
‘’Yemeğe başlamadan önce eşime servis ediyorum. Bifteğimin de tadına bakmak ister misin?’’ diyerek ilk lokmayı kesip bana uzattı.
Aslında hiç istemezdim ama öyle uzatınca itiraz etmeden çatalın ucundaki lokmayı aldım. Hayatımda yediğim en lezzetli et olabilirdi. Biz bu insanlarla aylardır çalışıyoruz, ama etin lezzetine ilk defa varıyordum. Aşçıları değişmiş olabilir miydi acaba?
Sanırım beğendiğimi her halimle belli etmiştim. Bana bir lokma daha uzattı.
‘’Teşekkür ederim ama ben somonumla devam edeceğim.’’ dedim. Sonra aklıma gelen şeyle ben de bir parça somonu ona uzattım. ‘’Tadına bakmak ister misin?’’ dedim.
Gülümseyerek uzattığım lokmayı aldı. Sonra tabağımı kendi önüne çekip, somon diliminin ortasındaki sırt kemiğini ve kılçıkları ayıklayıp, kenardaki çöp tabağına koydu. Ayıkladığı somonumu önüme koyup, masada buzlu kovada duran beyaz şaraptan da bana servis etti. Karşımda gerçek bir centilmenin olduğunu kabul etmeliydim. Muaşeret kurallarını biliyordu en azından. Karşı koymadığımda, kendimi akışa bıraktığımda her şey çok keyifli ilerledi aslında. Annesinin telefonunda yüzlerce fotoğrafımız olabilir.
Dans zamanı ayaklarımı yerden kesti resmen. Çok güzel dans ediyordu. Yapamadığı bir şey var mıydı acaba?
Gecenin sonunda gelin ve damadı havaalanına götürdüler. Balayı için Tokyo’ya gideceklerdi. Profesör ve eşi de ayrıldılar. Misafirler çoktan gitmişti. En son temizlik yapıldı ve çalışanlar da gittiler. Ben ve dibimden asla ayrılmayan Guillaume kalmıştık koca şatoda.
‘’Üstümü değiştireyim, seni de eve bırakalım.’’ dedi.
Başımı salladım.
‘’Rica etsem, ravatımı sen çözer misin?’’
‘’Kravat çözmeyi de mi bilmiyorsun?’’
‘’O narin parmaklarınla inşa ettiğin bir şeyi ben bozmak istemiyorum. Rica etsem, sen çözer misin?’’
Ona doğru adımladım ve ellerimi kravatına götürdüm.
‘’Ya çözmek yerine, iyice sıkarsam?’’ diye sordum.
Gözlerini kapattı, ellerini iki yanına açtı ve kendinden emin bir sesle cevap verdi.
‘’Seninim…’’