TANEM

1189 Words
Atahan arabasını yol kenarına çekti. Güneş tam tepedeydi, havada piknik havası vardı. Suat elinde örtü ve birkaç paketle bekliyordu. Atahan bir an torpidoya uzandı, ama sonra vazgeçip arabadan indi. Gülümseyerek Suat ’a yaklaştı. Tam o sırada telefonu çaldı. Ekranda Caner ’in adı belirdi. Kaşları hafif çatıldı, kısa bir kararsızlık anı yaşadı. Sonra telefonu meşgule attı ve hiçbir şey olmamış gibi Suat ’a döndü. “Çok bekletmedim umarım?” dedi, sesinde hafif bir telaş. Emine gülümsedi, başını iki yana salladı. “Yok, biz de yeni geldik sayılır.” Atahan elindekileri aldı, bagaja yerleştirdiler birlikte. Basit şeyler konuşuyorlardı ama aralarındaki havada belli belirsiz bir ağırlık vardı. Arabaya binerken Atahan son kez etrafa baktı. Biraz geride, park etmiş bir arabanın içinden Mahir onları izliyordu. Sessizdi. Sabırlıydı. Gözleri hareketsiz ama tetikteydi. Elini beline götürdü, silahının yerinde olduğundan emin olmak ister gibi yokladı. Ardından tekrar gözlerini Atahan ’ın arabasına çevirdi. Takip yeniden başlamıştı. Vapur iskelesinde ince bir rüzgar esiyordu. Güneşin suda dans eden yansımaları, anın huzuruna ince bir gerilim katıyordu. Atahan, cebindeki telefonu titreyince bakmak için durdu. Ekranda beliriveren isim, Caner Aslan’ dı. Yüzünde kısa bir irkilme belirdi. Ardından gözlerini devirdi ve bıkkınlıkla aramayı meşgule attı. Hale, Atahan ’ın yüzündeki ifadeyi yakalamıştı. Şüpheyle başını yana eğdi. “Kimdi?” diye sordu. Atahan kısa bir sessizlikten sonra omuz silkti. “Yanlış bir zamanlama, o kadar.” Hale cevapla yetinmemiş gibi gözlerini kısmıştı ama üstelemedi. Biraz ileride, kalabalığın gölgesine karışmış biri onları izliyordu. Mahir, omzuna astığı çantanın altından bakışlarını saklayarak onları süzüyordu. Gözleri, Hale ve Atahan’ ın arasındaki mesafeye, konuşmalarındaki tona, yüzlerindeki her kırıntıya dikkat kesilmişti. Dalgalar iskeleye usulca vururken, bir martı çığlığı sessizliği böldü. Hale, içgüdüsel bir şekilde etrafına baktı. Anlık bir huzursuzluk gelip geçici bir rüzgar gibi yüzünden geçti. Ama Mahir ’in bakışları, gölgelerin içinden sapasağlam, sabit bir tehdit gibi üzerlerindeydi. Caner, Atahan ’ın çağrısını meşgule attığını görünce telefonu sinirle koltuğa fırlattı. Kaşları çatılmış, yüzüne sert bir ifade yerleşmişti. Dişlerinin arasından tısladı: “Aptal! Başına nasıl bir bela aldığının hala farkında değilsin…” Gazel bir süredir onu sessizce izliyordu. Daha fazla kendini tutamadı. “Asıl sen başına nasıl bir bela aldığının farkında değilsin.” dedi, sesi buz gibiydi. Caner, bir anda döndü. Gözlerinde öfke parlıyordu. “Az önce beni gizli gizli mi dinliyordun?” Gazel omuz silkti. Umursamazca koltuğa oturdu. “Bunu yapmayacağımı sen de biliyorsun. Yanında olduğum zamanlarda da müvekkillerinle konuşuyorsun zaten. Ayrıca konuyu saptırma. Ne zaman bu meseleyi açsam kaçıyorsun.” Caner başını iki yana salladı, yorulmuş gibiydi. “Çünkü aynı şeyleri duymaktan sıkıldım artık. Şu an bile vaktimi alıyorsun. Çok önemli bir isimle uğraşıyorum; ama ben yine burada, sana laf anlatmakla meşgulüm. Bir kez olsun destek olmayı dene.” Gazel bir anda ayağa fırladı. Sesi titriyordu ama öfkesinden değil, hayal kırıklığındandı. “Vaktini alıyorum yani, öyle mi? Söylesene, neymiş bu kadar önemli olan iş? Korkut Hanzade mi? Çünkü o adam tanınan, güçlü biri değil mi?! Tabii bu dava kariyerin için bir dönüm noktası. Katil yeğenini kurtarırsan yıldızın parlayacak! Bu yüzden mi beni hiçe sayıyorsun? Bu yüzden mi iki yabancı gibi olduk? Sadece beni değil, kendini de düşünmüyorsun Caner. Sen bir avukatsın evet, ama bu adamların suçlu olduğu o kadar açık ki! Evet, herkes adil yargılanmalı. Ama senin derdin adalet değil, senin derdin zafer. Gözün dönmüş. Sırf bu dava uğruna her şeyi feda etmeye hazırsın! Şimdi de onun yanına mı...” Caner daha fazla sabredemedi. Sözünü kesti. “Gazel, sana önemli bir işim olduğunu söylüyorum! Neden anlamıyorsun? Ben bir avukatım! Suçlara göre müvekkil seçemem. Beni en iyi senin anlaman gerekirdi! Şimdi müsaade edersen, işimi yapacağım.” “Bu kafayla gidersen bu evlilik yürümez Caner.” dedi Gazel, gözleri doluydu ama ağlamadı. “Seni artık tanıyamıyorum.” “Seni de ben tanıyamıyorum.” dedi Caner, kapıya yönelirken. “Sen bir zamanlar hırslı bir öğrenciydin, idealist bir avukattın. Değişen ben değilim, sensin. Tedavi sonuç vermiyor diye öfkeni bana kusuyorsun. İşimi bahane etme. Ayrılmak istiyorsan, sen bilirsin.” Kapıya doğru ilerlerken Gazel arkasından bağırdı: “Nereye gidiyorsun?! Caner! Sana diyorum, nereye gidiyorsun?!” Cevap gelmedi. Kapı çarpılarak kapandı. Gazel, bir an öylece kaldı. Sonra içinden taşan öfkeyle salonun ortasında dikildi. Dudaklarının arasından fısıltıya yakın bir ses çıktı: “Bu hırsların bir gün seni mahvedecek. Ve o gün ben yanında olmayacağım.” Caner, eli direksiyona yapışmış halde arabayı aniden kenara çekti. Süratle telefonunu çıkarıp Atahan ’ı bir kez daha aradı. "Aç şu telefonu! Aç!" diye bağırdı, ama tek aldığı yanıt, meşgul tonu ve ardından ekranda beliren "Çağrı reddedildi" yazısıydı. Caner telefonu ön koltuğa fırlattı. Gözleri öfkeyle kısıldı, çenesindeki kaslar gerildi. Saatine baktı. Zaman sanki inadına koşar gibiydi. "Zaman daralıyor." dedi dişlerinin arasından. Geri sayım başlamıştı. 150 dakika kalmıştı. İskelede bekleyen Atahan, telefonu cebine koyduktan sonra derin bir nefes verdi. "Kim arıyor hayatım?" diye sordu Hale, elindeki çantayı ayarlarken. "Caner Aslan." Hale gözlerini devirdi. "Bir saat bile peşini bırakmıyor bu dava. Telefonu yanına alma demiştim sana. Bu daha iyi günlerin." Atahan dudaklarının kenarına yumuşak bir tebessüm yerleştirdi. "Bugünümü eşime ve çocuğuma ayırdım. Hiç kimse ve hiçbir şey bozamaz bunu." O sırada Emine, bir bankta oturmuş Suat’ a döndü. Suat dizlerinin üzerine yerleştirdiği laptop ekranında borsayı izliyordu. “Duy bunları, duy. Sen burada bile iş peşindesin.” dedi Emine, alaycı bir sitemle. Suat hiç oralı olmadı. Emine içini çekti, sonra kendini tutamayıp daha sert bir tonla seslendi: “Suat!” Suat başını kaldırdı, bir anlık boş bakışla Emine ’ye baktı. “Efendim hayatım. Bir şey mi oldu?” Emine başını iki yana salladı. “Yok bir şey,” dedi. Ama sesi, söylediğinin tam tersini fısıldıyordu. ... Sabah güneşi, Korkut Hanzade’ nin boğaz manzaralı malikanesinin ön cephesine yumuşak bir ışıkla vuruyordu. Bahçedeki güller yeni sulanmıştı, taş yolda hala ince su izleri duruyordu. Bu ihtişamlı sessizliği, zarif adımlar bozmaya başladı. Tanem, taş merdivenlerden yavaşça iniyordu. Üzerindeki krem rengi ipek takım, güneşle birlikte parıldıyordu. Saçları kusursuz dalgalarla omuzlarına dökülmüş, koyu kestane tonları ışıltıyla karışmıştı. Gözleri, sürme gibi duran doğal kirpiklerinin ardından soğuk ama etkileyici bir ifadeyle bakıyordu. Dudaklarında, asaletle keskinlik arasında bir çizgide duran bir ifade vardı. Arabaya doğru yürürken, malikanenin ön girişindeki güvenlik kulübesinden bir ses yükseldi. " Tanem. Tanem Hanım!" Tanem, yürüyüşünü durdurdu. Gözlerini kısarak sese döndü. Karşısındaki kişi Alper ’di. Her zaman olduğu gibi yine karşısına dikilmişti. Sıkıntıyla kaşlarını çattı. " Ne var?" Alper birkaç adım attı. Üzerindeki koyu renkli takım, disiplinin ve görev bilincinin sembolü gibiydi. Ama ses tonu yumuşak, hatta biraz da alaycıydı. " Babanızın izni var mı?" Tanem başını hafifçe yana çevirdi. Bu soru ne ilk kez soruluyordu ne de son kez sorulacaktı. Dudakları kıpırdamadan konuştu. "Zeki nerede? Zeki’ yi bul bana." Alper’ in dudaklarında hafif bir tebessüm oluştu. Tanem’ in, Zeki ’yi nasıl kandırdığını gayet iyi biliyordu. " Zeki, Hakan Bey’ in isteklerini cezaevine götürmek için gitti. Ve siz de biliyorsunuz ki babanız, dava süresince ondan habersiz dışarı çıkmanıza..." Tanem lafı ağzına tıktı. " Haddini aşma!" Sesi keskin ve netti. Alper, bakışlarını kaçırmadı. Ne bir adım geri çekildi, ne de sesini yükseltti. "Aşmadım. Ama siz de beni aşmak zorunda bırakmayın. Babanız, kahvaltı için sizi bekliyor olmalı. Bu saatte dışarı çıkmanıza izin vermiş olacağını sanmıyorum. " Tanem, öfkeyle yüzünü çevirdi. Arabanın kapısını açmadı. Sinirle döndü ve geldiği yöne, malikaneye doğru yürümeye başladı. Omuzları dimdikti ama gözleri bir kez daha esaretin duvarlarına çarpmanın verdiği yorgunlukla doluydu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD