180 DAKİKA

1565 Words
Ormanın serin ama tedirgin havasında yürürken Hale birden durdu. Korku, gözlerinden okunuyordu. Mahir ’in gözlerinin içine baktı, sesinde yalvaran bir titreklik vardı. " Beni nereye götürüyorsun? Ne olur, bırak beni. Ben sana ne yaptım? Hamileyim ben… Bana acımıyorsan, hiç değilse karnımdaki bebeğe acı. Senin hiç evladın olmadı mı?" Mahir bir an duraksadı. Bakışları boşluğa kaydı. O an sanki bir şeyler düşündü ama hemen kendini toparladı. "Bu seni hiç ilgilendirmez. Seninle bir anlaşma yapacağız." "Ne istersen yaparım. Yeter ki bebeğime zarar verme." " Uslu uslu iskeleye gideceğiz. Ama tek bir kelime, tek bir hamle yaparsan... oracıkta kafana sıkarım, gözümü bile kırpmam. Sözümü dinlediğin sürece, sana da bebeğine de bir şey olmayacak." Hale başını usulca salladı. Sesini çıkarmadı ama gözleri endişeyle ormanın içine kaydı. " Ama şey… Lavaboya gitmem gerekiyor." " Tut vapura kadar." " Hamileyim ben… Nasıl tutayım?" " İyi. Şuradaki ağacın altına git. Ama uzaklaşmak yok. Sürekli konuşacaksın. Sesini duyayım." Hale birkaç adım attı. Etrafına dikkatlice bakarken bir yandan konuşmaya başladı. " Ne konuşayım ki?.." " Ne bileyim ben! Hadi, oyalanma!" Hale konuşarak ilerledi. Sesi giderek daha net ve anlamlı cümlelere dönüşüyordu. " Senin çocuğun var mı bilmiyorum ama bence yok. Olsa, böyle şeyler yapamazsın. Çünkü bir evlada sahip olmak… çok başka bir şey. Belki bu sadece kadınlara özgü bir şeydir… Bilmiyorum. Ama Atahan… O çok iyi bir baba olacak. Şimdiden bebeğimize masallar anlatıyoruz. Masal gibi bir hayatı olsun istiyoruz." Mahir, Hale’ yi dikkatle izliyordu. Her an bir şey yapmasından şüpheleniyordu ama Hale’ nin söyledikleri kafasını karıştırmış gibiydi. Hale konuşmaya devam etti. " Biliyor musun… Ben, onun varlığını öğrendiğim an, bir anda anne oldum. Onu sevmek için hiç zamana ihtiyacım olmadı. Sanki hep onu bekliyormuşum. Sanki Atahan’ ı bile… anne olmak için sevmişim gibi." Adımlarını yavaşlatmadı. Ama konuşurken sesi yükselmeye başlamıştı. Her kelimeyle birlikte cesareti artıyordu. " Ama en çok da… kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissediyorum! Sanki onun için bütün dünyayı yenerim gibi. Biliyor musun, bir anne tavşan bile yavrusunu korumak için kaplana saldırabilir. Ya da ondan hızlı koşmaya çalışabilir…" Ve o anda, kelimeler biter bitmez, Hale bütün gücünü bacaklarına verdi. Ardı ardına kırılan dalların sesleri yükseldi. Tüm bedeniyle koşmaya başladı. Korkusunu geride bırakmıştı. Artık sadece kaçıyordu. Mahir donakaldı. Sonra öfkeyle bağırdı: " Allah kahretsin!" Ve Hale ’nin peşinden fırladı. Orman, iki insanın arasında başlayan bu kovalamacaya sessizce şahitlik ediyordu. .... Atahan, yattaki değmiş olabileceği her yeri silerken titizce çalışıyordu. Ellerini çektiği her yerden bir parça geçmişi siliyormuş gibi. Bir an durdu, denize baktı. Gözleri karanlık suda bir noktaya kilitlendi. Derin bir nefes aldı. " Böyle olsun istememiştim. Ama başka çarem yok. Şimdi her şeyi çok iyi planlamak zorundayım. Senin intihar ettiğine… kendimi bile inandırmak zorundayım." Cebinden telefonunu çıkardı. Titreyen parmaklarla Gözde ’yi aradı. Gözde 'nin sesi duyuldu. " Alo?" Atahan bir süre konuşamadı. Yutkundu, kelimeler boğazında düğümlendi. " Alo? Atahan? Orada mısın?" " Buradayım. Fazla vaktim yok, Gözde. Şimdi telefon açık kalacak. Açıklama yapamam ama çok büyük bir iyiliğe ihtiyacım var." " Senin için her şeyi yaparım, bilirsin." " Telefon açık kalacak. Benim yapmam gereken şeyler var. Duyacağın seslerin açıklamasını sonra yapacağım. Ama telefon kapanırsa… beni tekrar ara. Açarım ama konuşmayabilirim. Eğer polis sorarsa da… eskiden tahliye olman için sana borç vermiştim, onunla ilgili tartışma yaşıyorduk. Ben sessiz bir yerdeydim." " Kötü bir şey mi var?" " Yok diyemem. Ama sen yardım edersen, sonu kötü olmayacak." " Anladım." Atahan telefonu cebine koydu. Derin bir soluk aldı. Gözlerini bota çevirdi. Ardından kamaraya doğru adımlarını hızlandırdı. Her hareketi artık daha kararlıydı. Karanlık, derinleşen bir plana sessizce eşlik ediyordu. Atahan kamaraya girerken adımları temkinli ama aceleciydi. İçerideki loş ışıkta gözlerini gezdirdi, etrafı süzdü. "Umarım giyecek bir şeyler bulurum." Köşede duran dolaba yöneldi. Kapısını açtığında karşısına çıkan kaptan üniformasını görünce kısa bir rahatlama yaşadı. Üniformayı aldı, hemen yanında duran bir poşeti de gözüne kestirdi. Üzerindekileri hızlıca çıkardı, kaptanın kıyafetlerini giydi. Kendi kıyafetlerini ve telefonunu dikkatle poşete yerleştirdi, ağzını sıkıca bağladı. Emin olmak için bir poşet daha geçirip çift katman yaptı. Zaman daralıyordu. Dolabın içini hızlıca bir bezle sildi. Parmak izi bırakmak istemiyordu. Her dokunduğu yüzeyi zihninde tarayarak geriye dönüp tek tek silmeye başladı. Her hareketi artık yalnızca hayatta kalmak içindi. Ailesinin yanında olmak. Atahan dümeni kararlı bir şekilde Büyükada ’ya doğru kırdı. Denizin üzerinde ilerlerken gözleri kıyıya olan mesafeyi ölçüyordu. Yüzebileceği mesafeye ulaştığında motorun yönünü ters tarafa çevirdi. Yat yavaşladıkça içindeki gerilim daha da arttı. Hemen harekete geçti. Daha önce dokunduğu tüm yüzeyleri bir kez daha hızla sildi. Her ayrıntıya dikkat ediyordu , dümen, kapı kolları, basamaklar… Son bir kez poşetini kontrol etti. Kıyafetleri ve telefonu hala çift poşetin içindeydi. Ağzı sıkıca bağlıydı. Sonra, etrafa son bir kez baktı. Yatın kenarına geldi. Denizin dalgasız yüzeyinde, kaderi gibi belirsiz bir su uzanıyordu önünde. Dikkatli bir şekilde yan tarafa sarktı, iz bırakmadan suya atladı. Sessiz bir sıçrayışla denizin içine gömüldü ve hızlıca kıyıya doğru yüzmeye başladı. Geriye yalnızca terk edilmiş bir yat kaldı. Yat, motorun son ayarıyla ağır ağır ters yöne doğru süzülürken, Atahan kararlı kulaçlarla adaya doğru yüzüyordu. Göğsüne sıkıca bastırdığı poşet, dalgaların ritmiyle hafifçe savrulsa da onu sıkıca tutuyordu. Her kulaçta suyun altındaki dünyaya biraz daha dalıyor, ama gözleri sürekli kıyıya odaklanıyordu. Atahan yüzdükçe, suyun serinliği bedenine işlese de zihnindeki sıcak bir anı onu yakalamaya başlar. Dalgalar kulağını her kapadığında, o tanıdık ses çınlamaya başlar: " Abi, sana bakan bir kız oldu mu hiç?" Kardeşi Atakan ’ın o kendine has muzip gülümsemesiyle sorduğu bir gündü bu. Güneşin alnında piknik örtüsüne yayılmış, gökyüzünü izlerken... "Hale yengemi saymıyorum ama." Demişti bir kahkaha patlatıp. " O geçen sefer piknik yapmaya geldiğimizde gördüğü ayı yavrusuna da bakmak istemişti çünkü. Bence o herkese bakmak istiyor ve her şeye. Sen kesinlikle onun vicdanına oynadın. Acıdı sana. " Atahan o an sadece gülümsemişti, hafifçe başını iki yana sallayarak. Ama içinde bir yer, Hale ’yi düşündüğü her an ısınıyordu. Kardeşinin sesi kulağında bir daha yankılanırken yutkundu. " Bana bakan tek kişi oydu, Atakan. Hem de gerçekten bakan… Başka kimsenin bakmasına ihtiyacım da yok. " Atahan anılardan sıyrıldı. Su hala dalgalanıyordu, ama içindeki sessizlik artık daha derindi. ... Salonun içinde zaman neredeyse durmuş gibiydi. Bahçeden gelen kuş sesleri, camdan süzülen loş ışık ve büyük kristal avizenin altında Korkut’ un karaltısı, mekana hükmeden bir heykel gibiydi. Elindeki ağır, porselen fincanı usulca evirip çeviriyor, bir yandan da kızının ne zamandır sıkıntıyla kıvranan halini izliyordu. Tanem, salonun ucundaki deri koltukta bacaklarını gövdesine çekmiş, tıpkı bir çocuk gibi kıvrılmıştı. Gözleri uzaklara, belki duvara belki geçmişe dalmıştı. Dudakları bükülmüş, gözlerinin kenarlarında bezginlik birikmişti. Korkut, fincanı masaya bırakmadan konuştu. “Madem çok sıkıldım deyip duruyorsun… Git biraz poligona. İki el ateş et, kafan dağılır. Hem eğitim olur. ” Sesi her zamanki gibiydi: Sakin ama altı tehdit yüklü bir sertlik taşıyordu. Sanki dünyanın kurallarını yazan biri gibi konuşuyordu, ne eksik ne fazla. Tanem, başını yavaşça ona çevirdi. Gözlerinde babasının görmeye alışık olduğu bir şey vardı: İsyan değil… Hayal kırıklığı. “Silahları sevmiyorum, baba.” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı ama kelimeler odayı doldurdu. “Zaten…” Bir an duraksadı. Derin bir nefes aldı. Sanki boğazına düğümlenen cümle yıllardır oradaydı. “İrem’ i de böyle kaçırdın evden.” Korkut ’un bakışları bir an için keskinliğini kaybetti. Elindeki fincanı hala bırakmamıştı ama başparmağı porseleni biraz daha sıktı. Çıtırdayacak gibi oldu ama ses çıkmadı. “Silahınla. O soğuk yüzünle. Korkutarak. Güya onu koruyacaktın, değil mi?” Tanem doğruldu. Dizlerini indirip ayaklarını yere bastı. Omuzları dimdikti artık. Çocuk değil, genç bir kadındı karşında duran. “Sen hep öyle korudun bizi. Korkutarak. Tehdit ederek. O poligon dediğin yer var ya, baba… Hiçbir zaman bizim ihtiyacımız olan yer olmadı. Kaç kişinin kendine ait bir atış merkezi olur?” Korkut başını eğmedi. Onun gibi bir adam eğemezdi. Ama gözlerinin kenarında bir kas seyirdi. Kırk yıl yaşlanmış gibi bir anlığına sustu. Camdan dışarı baktı. Uzaktaki limana. Gecenin karanlığına. Sonra fincanı usulca masaya bıraktı. Tok bir ses çıkardı. “Tanınmak istemediği için başka bir isim kullandı gidişinde,” dedi. “Ona başka bir hayat kurmuştum. Güvende olacağı bir hayat. Ama kabul etmedi. Benim artık öyle bir kızım yok Tanem..” Tanem ’in sesi çatladı, ama gözleri dolmadı. “O ne olduğunu bilmediğimiz hayatta bizden daha mutludur umarım. .” Birkaç saniye sessizlik oldu. Korkut derin bir nefes aldı, sanki o sessizlikte hayatının günahlarını tekrar saydı içinde. Sonra koltuğundan doğruldu. " Bilmiyorum. Umrumda da değil. O seçimini yaptı. " " Daha 18 yaşında ama belki de benden daha akıllı. Böyle yapmaya devam edersen bir gün bende gideceğim. " Korkut cevap vermeyince Tanem öfkeyle oradan ayrıldı. .... Hale var gücüyle, yalınayak toprağı dövercesine koşuyordu. Nefesi kesiliyor, kalbi göğsünden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Ağaçların arasından süzülen ışık, kaçışına yön gösteriyor gibiydi. Gözleri ileride, ormanın kıyısındaki kalabalığı yakalamıştı. Belki bir umut... Belki bir yardım... Arkasından gelen sesle irkildi: " Dur! Dur dedim sana!" Mahir, Hale ’nin kalabalığa doğru koştuğunu fark ettiğinde gözlerini kısarak hızlandı. Eli beline gitti, silahını çıkardı. Tereddütsüz iki el ateş etti. Ses, ormanda yankılandı. Bang! Bang! Hale’ nin bedeni havada savruldu. Gövdesi dengesizce yana kaydı, sonra yere yığıldı. Orman, birkaç saniyeliğine sessizleşti. Kuşlar kaçıştı. Mahir nefes nefese, silahı elinde sıkıca tutarak etrafına baktı. Sesin dikkat çektiğini fark etti. Panikle ters yöne dönüp koşmaya başladı. Ayak sesleri ağaçların arasında yankılanırken, yerde kıpırtısız yatan Hale’ nin yanına rüzgâr dışında kimse gelmedi. Atahan sırtından süzülen tuzlu suyun içinde, metrelerce öteden yankılanan silah sesini duymadı. Gökyüzü sessizdi. Deniz bile olan biteni saklamaya yemin etmiş gibiydi. Atahan kulaç atmaya devam etti, bir an bile duraksamadan. O anda, bir yerde, bir zamanlayıcının sonu geldi. Geri sayım tamamlandı. 180 dakika sona erdi. Ve dünya, kısa bir an için, bir sır daha sustu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD