***
Ömer, uyuyan kızın saçlarını usulca okşuyordu. Parmakları nazikti ama zihni aynı yumuşaklıkta değildi. Gözleri Zerin’in yüzünde olsa da düşünceleri bambaşka bir yerde, karanlık bir ihtimalin etrafında dolanıp duruyordu. Serhad ondan babasını istiyordu. Ama Ömer çok iyi biliyordu; babasını Serhad’ın önüne atmak, onu ölüme göndermekten farksızdı. Serhad gözünü kırpmadan babsını vururdu. Üstelik mesele sadece bu da değildi...
-BİR HAFTA ÖNCE-
Ömer, kendisi için açılan kapıdan ağır adımlarla içeri girdiğinde beklenmedik bir sakinlik içindeydi. Oysa bugün babası, Sorani aşiretinin ağasını vurmuştu. İçeri ilerlediğinde, camın önünde manzaraya dalmış halde duran babası Cemal’i gördü. Hiçbir şey söylemeden geçip oturdu. Sessizlik, odanın içinde ağır bir yük gibi asılı kaldı.
"Behzat ölürse taziye bırakmayacaklarmış." dedi Cemal, oğluna doğru ağır hareketlerle dönerken.
"Bunun anlamını biliyorsun."
Ömer başını yavaşça salladı. Anlamını elbette biliyordu, taziyenin kurulmaması kan davasının habercisiydi. Oturduğu koltuğa biraz daha yayıldı; bu, umursamazlıktan değil, kontrol altına alınmış bir öfkedendi.
"Gözünü kırpmadan adam vuruyorsan, bir planın vardır baba." dedi. Sesi sertti, kelimeleri ölçülü. Zerin’e konuşurken yumuşayan o ses yoktu artık. Bakışları bile değişmişti.
"Bu sefer yok." dedi Cemal, sonra kısa bir duraksamanın ardından dudaklarının kenarında sinsi bir sırıtış belirdi.
"Ama her an var olabilir."
Ömer babasına baktı. Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu.
"Serhad, Zerin’in eski sevdalısı." dedi Cemal. "Hala seviyorsa kan bedeli onu isteyebilir."
Bu sözle birlikte Ömer’in çenesindeki kaslar gerildi. Zerin’in geçmişini biliyordu; bu ihtimal ona yabancı değildi.
"Sen ne diyorsun baba?" dedi. "Zerin benim nişanlım, zamanında sen beni buna zorladın. Şimdi de Serhad’a mı vereyim namusum olan kızı?"
"İşler değişti oğlum." Cemal’in sesi sertleşti. "Behzat ölürse biteriz. Serhad aşiretimizin kökünü kurutur. En azından Zerin aklını karıştırır, dikkatini dağıtır. Başka çare yok."
Ömer derin bir nefes aldı. Söylemekten çekinse de kelimeler ağzından döküldü.
"Ben Zerin’i seviyorum. Vermem o ite."
Cemal’in yüzü bir anda karardı. Sinirle oğluna doğru birkaç adım attı; her biri hesap sormak için atılmıştı.
"Ulan it!" diye bağırdı birden. "Seviyorum ne demek?! Delirtecek misin beni?!" Ardından hiddetle devam etti.
"Daha en başında demedim mi sana gönlünü kaptırma, gönül eğlendir diye?!"
Bu sözler Ömer’in omuzlarına ağır bir yük gibi çöktü ama duruşunu bozmadı.
"Dedin baba." dedi sakin ama kararlı bir sesle. Ayağa kalktı. "Ama ben sevdim. Namusumu başka adama vermem."
Sözünü bitirir bitirmez babasının hokkalı tokadı suratında patladı. Cemal ceketin yakasından tutup onu kendine çekti.
"Atana karşı mı gelirsin?!" diye kükredi.
"Cebindeki para, altındaki araba bile benim ulan! Kime artistliğin?!" Yaşlı adamın sesi evin her köşesine yayıldı.
"O gün geldiğinde paşalar gibi vereceksin Zerin’i!" diye bağırdı bir kez daha.
Ömer’in yüzü öfkeden kızardı. Serhad’a işi bırakmadan, babasını oracıkta öldürmek istedi. Parmakları istemsizce kasıldı, dişlerini sıktı; ama kendini tuttu.
Her şeyin başında babası vardı. Attığı tek kurşunla sadece bir adamı değil, Ömer’in kurmaya çalıştığı hayatı da vurmuştu. Sevdiği kadını bir pazarlık nesnesine çevirmiş, onu iki ateş arasında bırakmıştı. Ömer şimdi bunu daha net görüyordu: Babasının hatası, onun ömrünü zindana çevirmişti. Ve bu zindandan çıkmanın bedeli ne olursa olsun, söz hakkına sahip olamayacaktı.
***
-BİR HAFTA SONRA-
Ömer yine babasının karşısındaydı. Aynı ev, aynı ağır hava... ama bu kez boğazına çöken yük çok daha ağırdı. Bugün sevdiği kadın, gözlerinin önünden çekilip alınmıştı ve o hiçbir şey yapamamıştı. Yapabilirdi aslında. Bir anlık cesaret, bir kurşun her şeyi değiştirebilirdi. Ama yapmadı. Çünkü bu, babasının fikriydi. Serhad sadece o fikri gerçeğe bürüyen adam olmuştu.
Cemal oturduğu yerden alnını ovuştururken yorgun ama hala hesap yapan bir adam gibiydi.
"Her şey güzel ama bir noktada tıkalı." dedi. Sesi sakin görünüyordu ama kelimelerin altında sinir vardı.
"Zerin’i götürse de Serhad, bu sefer o Leyla denen kızın babası, Eşref... durmaz."
Ömer elindeki kadehi artık taşıyamayacağını fark etmiş gibi yavaşça sehpaya bıraktı. Camın çıkardığı tok ses, içindeki bir şeyin de masaya bırakıldığını hissettirdi. Artık kaçamak cevap istemiyordu. Gözlerini babasına dikti.
"Behzat’ı neden vurdun baba?" dedi. Sesi bastırılmış bir öfke taşıyordu. "İşiniz, planlarınız tıkırında gidiyordu."
Cemal oğluna baktı. Bu bakışta ne bir baba şefkati vardı ne de pişmanlık. Sadece, saklanan bir gerçeğin artık saklanamayacağını bilen bir adamın soğuk kabullenişi...
"Evet." dedi ağır ağır. "Ta ki Serhad dönene kadar."
Derin bir nefes aldı, sinirle soludu. Elindeki tespihi havada sallarken sesi sertleşti.
"Behzat’ın fikirleri aniden değişti. Neymiş... ağabeyi Mithat öldüğünden beri kendini Serhad’a karşı suçlu, borçlu hissediyormuş. Bundan da tüm mal varlığını, ağalığı ona devredecekmiş." Dudakları küçümser bir çizgiye dönüştü.
"Serhad’a babası ve amcan Reşad gibidir. Hiç bırakır kaçak mal geçirelim sınırdan?"
Ömer dinliyordu ama her kelime içini biraz daha oyuyordu.
"Behzat’a bu iş olmaz dedim." diye devam etti Cemal. "Çünkü bu anlaşmada yoktu. Dinlemedi. Zaten en başından beri o ite güvenmemeliydim."
Ömer’in aklında hala yerine oturmayan bir parça vardı. Kaşlarını çatıp sordu.
"Leyla denen o kız ve babası Eşref ne alaka?"
Cemal bu kez doğrudan oğlunun gözlerinin içine baktı.
"Eşref koca Diyarbakır’ı elinde tutar oğlum, bizim gücümüz onun yanında ne ki." dedi net bir sesle. "Daha fazla malı onun sayesinde geçirecektik sınırdan. Behzat zaten Leyla’yı da bunun için aldı Serhad’a, beşik kertmesi ayağına yatıp. Sözünden dönmeseydi her şey tıkırındaydı aslında."
Dudaklarında alaycı ama bir o kadar da kin dolu bir sırıtış belirdi.
"Serhad’a karşı suçluluk falan palavraydı oğlum." dedi birden. "Serhad'ı kaçak mallar için ikna edecekti. Sonra bizi... yani Baranlıları devre dışı bırakıp, Eşref’le baş başa iş yapacaktı. Planı buydu ama tabi baban yemedi bunu." Kısa bir duraksama oldu. Sonra soğukkanlılıkla ekledi. "Bende vurdum onu orada."
Ömer'in kafasında her şey oturmuştu. Bu itirafla birlikte tablo tamamlanmıştı. Sevdiği kadının kaçırılması, Serhad’ın öfkesi, kendi çaresizliği... Hepsi aynı zincirin halkalarıydı. Ve bu zincirin ilk halkası, tam karşısında oturan adamdı.
"Neden gözün daha fazlasında baba?" dedi Ömer, sesi ilk kez bu kadar açık bir yorgunluk taşıyordu.
"Mardin’in yarısı senin. Çek elini artık kara paradan. Biz de mutlu olalım, sen de."
Ömer’in sözleri mantıklıydı, insaniydi... ama Cemal’in dünyasında bunların hiçbirinin karşılığı yoktu.
Bir anlık sessizlikten sonra Cemal hırsla ayağa fırladı. Tekli koltuğun bacakları yerde sürtünürken çıkan ses, öfkesinin habercisiydi.
"Ulan ben bunun için ne bedeller ödedim!" diye kükredi. "Bu işin peşini, kaçak yaşasam da bırakmam!"
Ömer de ayağa kalktı. Babasının gözlerine baktı. O bakışta ne pişmanlık vardı ne geri adım. Sadece daha fazlasını isteyen, doymayan bir adam olan babasının bir ihtimal vazgeçeceğini düşünüp, şansını tekrar denedi.
"Daha ne yapacaksın?" dedi Ömer, sesi titremiyordu ama bastırılmış bir öfke taşıyordu.
"Zerin’i de aldı o it. Ama hala seni istiyor. Deli gibi izini arıyor ve bulacakta!"
Bu sözler Cemal’i durdurmadı. Aksine, dudaklarının kenarında beliren hafif sırıtış, Ömer’in içini ürpertti. Bu sırıtışı tanıyordu. Bu, yeni bir planın; yeni bir felaketin işaretiydi.
"Atacaksın o yüzüğü." dedi Cemal sakin ama zehirli bir tonla. "Zerin Serhad’a kalacak. Geriye kalıyor Leyla..."
Birkaç adım attı, oğlunun karşısına dikildi. Elini Ömer’in omzuna koyduğunda, bu bir baba dokunuşu değildi; bir sahiplenmeydi, bir baskıydı.
"Tabi Zerin için yapmış gibi görüneceksin başta." dedi alçak sesle. "Ama amacımız Eşref’in yönünü bize çevirmek."
Ömer’in içi daraldı. Düşündüğü şeyin olmaması için içinden dua etti. Planını anlatan Cemal’in yüzü anında değişti.
"Kızı Leyla’yı kaçıracaksın." dedi hiç zorlanmadan, çok basit bir şeymiş gibi. "Sevdir kendini kıza. Serhad’ın gönlü zaten yoktur onda, resmide evli değiler. Çabuk salar peşini." Bir an durdu, sanki sahnenin tadını çıkarıyordu.
"Bu sayede Eşref'de asıl sağlam adamın biz olduğunu anlayacak. Kızını gönül rahatlığıyla sana verecek. İşte o zaman tüm Mardin bizden sorulacak. Behzat denen o it, ölmese de şahit olsa."
Ömer’in eli yumruk oldu. İçinde bir şey haykırıyordu. Bunu yapmak istemiyordu. Zerin’i, Leyla’yı, kendini bu kirli oyunun bir parçası yapmak istemiyordu.
Yinede babasını iyi tanıyordu. Karşı gelmek, sadece itiraz etmek değildi; cezalandırılmaktı. Hayatın, şimdikinden bile daha karanlık bir yere sürüklenmesiydi. O sadece Cemal’in oğlu değildi. Yıllardır adım adım, farkına varmadan... onun kölesi haline gelmişti.
Kendini babasına kanıtlama çabası, onu tam da buraya sürüklemişti. Ve şimdi, kaçacak bir yol kalmamıştı.
Ama Ömer’in içini asıl yakan, bütün bu kirli hesabın bedelini Zerin’e ödetiyor olmaktı. Evet, başta babasının oyununa boyun eğmiş, Zerin’i o planın bir parçası gibi görmüştü; ama zamanla iş değişmişti. Onu sevmişti. Sahiplenmişti. Hayatına yakıştırmış, geleceğini onunla kurmuştu.
Şimdi ise hiçbir suçu olmayan o kadını, bu cehennemin ortasında tek başına bırakıp kaçmak... bu, korkaklıktı. Bunu kendine yediremiyordu. En çok da işin ucunda başka bir kadın varken Zerin’den vazgeçmek, onu pazarlık konusu yapmak canını yakıyordu. İçinde bir yer, her geçen saniye biraz daha parçalanıyordu; çünkü ne yaparsa yapsın, ya Zerin’i yakacaktı ya da kendini...
***