🐦‍🔥Kan Davasına Kurban Edemem🐦‍🔥

1327 Words
*** Gecenin karanlığında savrulan bir beden ve onu hiç tereddüt etmeden çekiştiren güçlü bir kol... Leyla, açılan arabanın ön kapısından içeri itildiğinde başı sertçe yana savruldu. Bir anlığına nefesi kesildi; kalbi göğsüne sığmıyor gibiydi. Az önce Sorani konağından, baba evine gitmek için çıkmıştı. Şimdi ise ağzı kapatılmış, sokak lambalarının silik ışıkları arasında sürüklenmiş ve tanımadığı bir adamın arabasına atılmıştı. Kapı kapandığında içeride ağır bir sessizlik oluştu. Leyla karşısındaki adamın yüzüne daha dikkatli baktı. Sert hatlar, karanlıkta bile soğuk duran gözler... Ama hayır, tanımıyordu. "Kimsin sen?!" diye bağırdı, sesi panik ve öfkeyle titreyerek. Adam tek kelime etmedi. Kapıyı suratına kapatıp direksiyonun başına geçti. Araba çalıştı, motorun sesi Leyla’nın kalp atışlarına karıştı. Cevap gelmemesi onu daha çok korkuttu. Derin bir nefes alıp kapıyı yokladı; kilitliydi. Parmakları titriyordu. "Boşa yorulma, kaçamayacaksın." Adamın tok ve net sesi arabanın içini doldurdu. Bu ses, kaçış ihtimalinin kapandığını ilan eder gibiydi. "Beni niye kaçırdın? Derdin ne?!" Leyla’nın sesi bu kez daha hırçındı; korkusunu öfkeyle bastırmaya çalışıyordu. "Kapa çeneni!" Adam kükreyerek bağırdığında Leyla istemsizce koltuğa daha çok sindi. Kaçırıldığını tüm ağırlığıyla idrak etmişti. İtiraz etme hakkı elinden alınmış gibiydi ama yine de susmadı. "Ben Leyla Kandaroğlu’yum. Yanlış kişiyle uğraşıyorsun." Bu kez kendini hatırlatıyor, bir isimle korunmaya çalışıyordu. Adam başını çevirip ona baktı. Bakışı sertti. Leyla’nın yüzüne düşen saç tutamını parmaklarıyla sertçe geri itti. Dokunuşu soğuktu, buyurgandı. "Bence doğru kişisin güzelim." Bu tehditkar bakış karşısında Leyla gözlerini kaçırdı, adamın elini de itmeye çalıştı ama karşılık vermedi. Uzun süren yolculuğun ardından araba ıssız bir yerde durdu. Leyla başını kaldırıp etrafa baktığında bir bağ evi gördü. Tek bir ışık yanıyordu, onun dışında her yer karanlığa gömülmüştü. Etrafta ne bir ev vardı ne de bir ses. Issızlık kalbine ağır bir taş gibi çöktü; kötü bir şey olacağını hissediyordu. Adam arabadan indi, arka kapıya yönelip açtı. Leyla’yı kolundan yakalayıp sertçe çekti. "Bırak beni!" diye bağırdı Leyla, ayaklarını yere sürterek direnmeye çalıştı ama adam aldırmadı. İçeri girdiklerinde onu dar bir odaya sürükledi. Yatağa doğru itildiğinde Leyla neye uğradığını şaşırdı; dengesini kaybedip yatağın üzerine düştü. "Sakın dokunma bana!" diye bağırdı, korkuyla başını yana çevirip gözlerini yumdu. Adam bir an durup ona baktı; bu tepkiye anlam verememiş gibiydi. Sonra yerde duran zinciri aldı. Metalin sürtünme sesi odanın içinde yankılandı. Bir hamlede zincirin ucundaki prangayı Leyla’nın ayak bileğine taktı. Soğuk metal tenine değdiği anda Leyla gözlerini açtı, dehşetle ayağına baktı. "At mıyım ben?! Bu ne?!" diye çığlık attı. "Te Allah’ım! Bir de zincir beğendiremiyoruz hanımefendiye. Boynundan mı bağlamamı istersin?" Adamın sesi alaycı ve sinirliydi. Leyla derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bu kez sesini kontrol ederek sordu. "Kimsin sen? Beni neden kaçırdın?" Adam döndü, onu baştan aşağı süzdü. Bakışları kısa ama kesiciydi. "Ben Zerin’in nişanlısıyım. Bir süre seni misafir edeceğiz. Uslu uslu oturursan sorun yok. Aksi halde..." Cümleyi yarım bıraktı. O boşluk, Leyla’nın zihninde en korkunç ihtimallerle doldu. Leyla birkaç saniye içinde taşların yerine oturduğunu hissetti. Gözlerindeki korku, yerini keskin bir fark edişe bıraktı. Zincirin soğukluğu hala bileğindeydi ama zihni artık kaçıştan çok hesap yapıyordu. "Ha..." dedi, dudaklarının kenarında acı bir tebessüm belirdi. "Şimdi anladım." Başını biraz kaldırıp Ömer’e baktı. Bakışı meydan okur gibiydi. "Sen o Ömer’sin. Beni kaçırıp, Serhad’ı tehdit ederek Zerin’i almayı planlıyorsun." Sesi titremiyordu artık; aksine sakinliği can yakıcıydı. Ömer’in yüzünde en ufak bir mimik oynamadı. Leyla devam etti. "Ama üzgünüm Ömer." dedi, kısa bir nefes alıp. "Serhad’ın benim için Zerin’i feda edeceğini düşünmüyorum." Bu söz, odanın havasını bir anlığına değiştirdi.Kalbini bir kez daha kırdı. Çünkü Serhad için 4 yıl beklemişti. Ömer’in kaşları çatıldı. Tepeden Leyla’ya bakarken sesi sertleşti. "Açık konuş." dedi. Leyla omuzlarını güçlükle dikleştirdi. Gururu, zincirden daha ağırdı. "Şu demek," dedi. "Serhad dini nikahımızı bozdu. Beni ortada bıraktı sırf Zerin’i istemedim diye." Ömer’in tek kaşı yavaşça havalandı. Şaşırmamıştı. Leyla’nın söylediği her şey, kafasındaki tabloya uyuyordu. Hatta boşaması işine gelmişti. Evet, dışardan bakıldığında onu kaçırmasının nedeni buydu... ama değildi. Bakışları bir an karardı; planın bir adım daha ilerlediğini hissediyordu. Leyla ise susmadı. "O yüzden..." dedi, nefesi hafifçe kesilirken. "Bırak beni." Ömer’in cevabı gecikmedi, içinde tereddüt yoktu. "Olmaz." Bir adım geri çekildi, sesi daha da soğudu. "Seninle işimiz daha var." Leyla’nın sabrı taşma noktasına geldi. Öfkesini ve çaresizliğini tek bir bakışta topladı; gözlerinden zehir akıyordu adeta. Başka bir hamle şansı yoktu. Ömer cebinden telefonunu çıkardı. Parmakları ekranda hızlı ve kararlı hareket etti. Kısa bir konuşma yaptı; sesi alçaktı ama tonundan aciliyet hissediliyordu. Diyarbakır’a, kızlarının kaçırıldığına dair haber salınmasını emretti. Artık bu sadece bir kaçırılma değildi; bu, üç aşiretin ve üç hayatın ortasında kurulan tehlikeli bir oyundu. *** Zerin'den... Serhad’ın gözlerindeydi gözlerim. Söylediği o söz, anlamından çok ağırlığıyla kulaklarımda yankılanıyordu. O an zaman yavaşladı. Üzerimdeki baskı nefesimi kesti, parmaklarım istemsizce titredi. Yapmazsam Ömer’in başına gelecekleri biliyordum; yaparsam kendimden geriye ne kalacaktı, onu bilmiyordum. Sevdiğim adam ve gururum arasında sıkışıp kalmıştım. Kaçacak yerim yoktu. Elim istemeden Serhad’ın kemerine doğru gittiği anda, sesi sertçe havayı yardı. "Bekle." Başımı kaldırdım. Bakışı üzerimde geziniyordu; bir insanı değil, bir kararı tartar gibiydi. Soğuk, ölçen, acımasız. "Yapacak mısın gerçekten?" dediğinde, gözlerim dolmaya yüz tuttu. Boğazımdaki düğüm büyüdü ama geri adım atmadım. Başımı salladım. "Evet. İstediğinde bu değil mi?" Bir anda yerinden kalktı. Üzerime bir gölge gibi düştü. Halının üzerinde geri geri kaydım ama o durmadı. Üzerime doğru geldi, yüzü yüzüme yaklaştı. Nefesi sertti, bakışları yakıyordu. Birden kükredi. "Ulan o it için bir adamın s*kini mi yalayacaksın?!" Sözleri içimde bir yere saplandı. Gözlerimden yaşlar boşaldı. Kendimden iğreniyordum ama ayakta durmaya çalışıyordum. Çenemi sertçe kavradı, yüzümü kaldırıp gözlerine bakmaya zorladı. "Sen bu musun Zerin?!" Dudaklarım titredi. "Başka bir yol bırakmadın bana." Sözleri peş peşe geldi, acımasızdı. Her biri zihnime çarpıp yankılandı. Beni, kalbimi, seçimlerimi paramparça ediyordu. "O adam gözlerini kör etmiş! Onun için bir adamın altına girmeye kadar nasıl düştün? Beynini neyle yıkadı Zerin? İki güzel sözle mi? Elini çenemden itip ayağa kalktım. Öfkeyle, kırılmış ama kararlı konuştum. "Hayır... iki güzel söze kanmadım elbette. Onun merhametine, aşkına, her düştüğümde bana uzatılan ilk elin onun oluşunu sevdim. Ve böyle iyi bir kalpli adamın saçma sapan bir kan davasına kurban edemem. Evlenemesek bile!" Başını iki yana salladı, öfkesi yüzünden taşıyordu. "Ulan benim yokluğumdan faydalanıp sana yara bandı olan o ite siper etme kendini! Ben de seni 4 yıl bekledim, senden başkasına dokunmadım. Madem öyle beni de sev o zaman!" Sözleri odadanın içinde yankılandı. Ben hala ayaktaydım. Kırılmıştım. Ama teslim olmamıştım. Omuzlarından tutup bütün gücümle geri ittiğimde içimde biriken ne varsa o hamleye yüklenmişti. Ellerim titriyordu ama sesim titremedi. "Ne diyorsun sen ya?!" Sözlerim artık frenlenmiyordu. Yılların suskunluğu, bastırılmış acısı bir anda ağzımdan dökülüyordu. "Dört yıl beni beklemen bana ne yararı var ha... ne yararı! Ben iki yıl boyunca sensiz kan kustmu kan. Günlerce yataklardan çıkmadım. Bir vedayı bile bana çok görüp, yarım bırakarak terk ettin! Neden mi peki?! Sırf sana çocuk veremeyeceğim için korkak gibi kaçtın Serhad Ağa! Ömer seni bilmiyordu, ama kısır olduğumu bilirken yanımda durdu. O hiç bir zaman senin gibi değildi, sevgisini asla esirgemedi benden." Sesim yükseldikçe göğsüm sıkışıyor, nefesim parçalanıyordu. Artık durmuyordum. Gözlerinin içine baka baka haykırdım. "Hem dokunmadım diyorsun ama Leyla'yla da evlendin gelir gelmez. İstanbul'da bir şeyler yaşamasınazın demek ki!" Sözlerim daha bitmeden kollarımdan yakaladı. Sertçe kendine çektiğinde göğsüne çarpan bedenimle irkildim. Duruşu tehditkardı, nefesi yüzümdeydi. "Dokunmadım dediysem... dokunmadım!" Yüzümde istemsiz bir alay belirdi. Acıdan doğan bir gülümsemeydi bu. Sanki tek sorun buydu. "Şu haline bak, yazık... Kısır olduğum için beni terk ettiğini düşünüyorum... itiraz bile etmiyorsun." Bu kez o sustu. Derin bir nefes aldı. Bakışlarını kaçırdı; sanki ilk kez yükün ağırlığı omuzlarına çökmüştü. Ama sonra gözleri tekrar gözlerimi buldu. "Bilmediğin şeyler var." İnanmıyordum ona ama sordum. "Neymiş bilmediklerim?" Tam o anda telefon çaldı. Kollarımı bırakıp, sedirin üzerinden telefonu alıp açtı. Konuşmadı; sadece dinledi. Yüzündeki çizgiler sertleşti, çenesi kilitlendi. Yumruğunu sıktığını gördüm. Telefonu kapattığında bana döndü. Sesi artık kontrolsüzdü. "Gözün aydın... o çok sevdiğin nişanlın Leyla'yı kaçırmış. Karşıma geçmiş bir de adamlığını savunuyorsun!" Sözleri üzerine Dünya bir anlığına durdu. Kalbim göğsümde atmayı unuttu. Ne demek Leyla’yı kaçırmış? Serhad öfkeyle kapıya yönelip çıktı. Ardından bakakaldım. Gözümden tek bir damla yaş süzüldü. Ömer bunu gerçekten yapmış mıydı? Yine de içimde bir yer, hala onu aklamaya çalışıyordu. Belki... belki beni Serhad’ın elinden almak içindi. Değil mi? Olamaz mıydı? ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD