🐦‍🔥Sevdiğim Adam🐦‍🔥

1622 Words
*** Gözlerimle mutfağı bir kez daha işaret ettim. Tek kelime etmedim. Bazen insan konuşmadan da baskı kurabiliyordu. Serhad bana baktı. Ben ona baktım. İkimiz de bekliyorduk ama belli ki o ilk hamleyi yapmak istemiyordu. "Açım!" diye cırladım. Dişlerinin arasından, "Başımın belası..." diye homurdandı. Şaka mı bu adam? Kendisi beni kaçırmıştı ve ben mi onun başının belası oluyordum?! Derin bir nefes alıp mutfağa yöneldi. Etrafa şöyle bir göz gezdirdi, sonra buzdolabını açtı. İçine baktığı anda siniri iki katına çıktı. "Bu eve bir şey almıyorlar mı?!" diye çıkıştı. İki yumurta ve yarım olan sucuk çıkarıp, tezgaha sertçe bıraktı. Yumurtaların kırılmamasına hayret ederken, sucuğun korkudan büzüştüğüne yemin edebilirdim. Tava aramaya başladı. Dolap kapaklarını, sanki ona ihanet etmişler gibi sert sert açıp kapatıyordu. En sonunda bulduğunda tavayı, kenara bırakıp gömleğinin kollarını sıvadı. Hayır... Cidden mi? Gerçekten mi yapıyor? Ocağa tavayı koydu, yağı döküp kestiği sucukları içine attı. Yağ cızırdadı. Arkadan onu izliyordum. Kaçıran, bağıran, tehdit eden adam... şu an sucuklu yumurta yapıyordu. Tam yumurtayı kıracağı sırada seslendim. "Yumurtanın sarısını yemem ben." Hiç dönmeden, sanki ezbere biliyormuş gibi cevap verdi. "Biliyorum." Donup kaldım. Benden nefret ediyordu ama yumurta tercihimi unutmamıştı. Bir an istemsizce düşündüm; ben de hala onun çileğe alerjisi olduğunu biliyordum. İnsan bazı şeyleri silemiyordu demek. "Çay da koy, zahmet olmazsa ağam." dedim bilerek. Bu sefer bana döndü. Elindeki tavayla bana öyle bir baktı ki, kafama geçireceğini sandım. Ama sadece dişlerini sıktı, önüne döndü ve çaydanlığı ocağa koydu. Karnım guruldayarak protesto ederken onu izlemeye devam ettim. Çok değişmişti... hem de sandığımdan fazla. Tipi belki olumlu yönde değişmişti ama karakteri asla olumlu değildi. Canavara dönüşmüştü. Kısa sürede tabak ve çayı önüme sertçe bıraktı. "Al... ye!" dedi benden hazzetmediğini belli ederek. "Eline sağlık." dedim yapmacık bir gülümsemeyle. Sandalyeyi sertçe çekip tam karşıma oturdu. Kollarını göğsünde kavuşturup, beni izlemeye başladı. Ama o umurumda bile değildi. Ekmek sepetini kendime çektim. Bir parça koparıp tavaya bandım, ağzıma attım. Kaşlarım çatıldı. Sadece sucuklu yumurtaydı. Ama... inanılmaz güzel olmuştu. Fazla aç olduğum içindi herhalde. Yoksa Serhad Sorani’nin yumurtası lezzetli değildi! Aklıma Ömer düşünce hareketlerim yavaşladı, az önceki hırçınlığım törpülendi. İçimde bir yer sızladı. Onu gerçekten özlemiştim. "Şimdi noldu?" diye sordu Serhad, yüzüme kuşkuyla bakarak. Sinirle yüzüne baktım. Bide soruyordu utanmadan. "Nişanlımı özledim." dedim. Kaşları anında çatıldı. Gözlerinde tanıdık o sertlik belirdi. "Umalım ki o da seni özlemiş olsun Zerin." dedi, kelimelerini tartarak. "Elbette özlemiştir." dedim hiç tereddüt etmeden. "Bensiz bir saniye bile duramaz Ömer... Ve göreceksin, gideceğim bu konaktan." Başını hafifçe salladı. Soğukkanlıydı, umursamazdı. "İşime gelir." dedi. Sinir bozucu adam. Ümüğünü sıkmamak için gerçekten kendimi zor tuttum. Bir şey demeden önümdeki yemeğe döndüm. Çayımdan bir yudum aldım. Sessizlik tam üzerimize çökmüştü, kapı aralandı. Uykulu gözleri ve elinde ki boş bir su bardağıyla Canan içeri süzüldü. Bizi gördüğünde, "Bismillahirrahmanirrahim." deyip besmeleyi çekti. Gözlerini bir açıp bir kapadı, sanki bizi gördüğüne inanamıyordu. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu. Serhad’a kısa bir bakış attım, dudaklarımın kenarı hafif kıvrıldı. "Ağabeyin bana sucuklu yumurta yaptı." dedim. Söz ağzımdan çıkar çıkmaz, Serhad’ın içinden bana nasıl küfrettiğini hissettim. Bunu burnumdan getireceğine yeminler içiyordu kesin. Canan ise hiç istifini bozmadı. Yanıma gelip oturunca, bana sarıldı. Ardından masadaki sucuklu yumurtaya eğildi. "Sende bu marifetler var mıydı ağabey?" dedi masumca. Serhad gözlerini bizden kaçırdı, derin bir nefes alıp sabır diledi adeta. O an Canan bakışlarını bana çevirdi ve masanın altında avucuma bir şey sıkıştırdı. Gözlerimiz buluştu. Telefondu. İçimde bir sevinç patladı ama tek bir mimik bile oynatmadım. Serhad fark etmemeliydi. "Sende yesene." diyerek Canan’a tabaktaki az kalmış sucuklu yumurtayı gösterdim. Hemen ayağa kalktı. "Yok bacım."dedi yumuşakça. "Sen bugün çok aç kaldın, sen ye." Sesi imalıydı. Ağabeysine laf atmıştı. Saçımdan öpüp çıktı. Serhad görmeden, telefonu hemen pantolonumun bel boşluğuna sıkıştırdım. Allah'tan Canan telefonsuz hiç gezmiyordu, bu fırsatı da böylelikle değerlendirdi. İçimde, küçücük ama güçlü bir umut kıpırdanmıştı. Son sucuğu da yediğimde, ayağa kalkıp tava ve bardağı tezgaha bırakıp yıkmaya başladım. Bulaşıkları da ona yıkatamam, can güvenliğimi korumak zorundayım çünkü değil mi? Kısa sürede bitti. Döndüğümde Serhad'ın gözleri bendeydi ama dönmemle geri çekip ayağa kalktı. "Bittiyse gidelim." dediğinde, önden mutfaktan çıkıp merdivenleri çıktığımda o da arkamdan geliyordu. Sanki her an kaçacakmışım gibi tetikteydi. Kapıdan içeri adımımı atar atmaz arkamı dönüp kapıyı sertçe yüzüne kapattım. Beni duydun diye, bilerek yüksek sesle konuştum. "Tamam hadi üzerime kapıyı kilitle ve git!" Sözüm biter bitmez kapıyı öyle bir itti ki, dengemi kaybedip geriye sendeledim. Bir adım attı, kapıyı bu kez içeriden kapattı; kilidin metal sesi odada yankılandı. Yüzüme doğru eğilip dişlerinin arasından hırladı. "Adamı deli etme kadın!" Ardından sesini biraz olsun toparlayıp buyurur gibi konuştu. "Geç uyu." Kalbim hızla çarparken aklımdaki tek şey Ömer’di. Serhad bu odada kalırsa, onunla nasıl konuşacaktım? Nefesimi tutup itiraz ettim. "Sen bu odada kalırsan uyuyamam." Sanki ağzımdan çıkan kelimeleri hiç duymamış gibiydi. Yanımdan umursamazca geçip koltuğa oturdu. "Sen bilirsin." Başımı tavana kaldırdım. Te Allah’ım ya... Sinirimle sözcükler ağzımdan döküldü. "Helal değil!" dedim bir anda. Bu kez kaşlarını çatıp başını kaldırdı. Bakışı sertti. "Ne helal değil?" Cesaretimi toparlayıp dine sığındım, belki bir çatlak bulurum diye. "Bir adamla bir kadının, nikahı olmadan aynı odada kalması helal değil. O yüzden çık. Günaha sokma bizi." Bir an durdu. Ses tonu beklediğim gibi öfkeli değildi, aksine tuhaf bir sükunet vardı içinde. "Namaz kılıyor musun Zerin?" Ne için sorduğunu anlamadan başımı iki yana salladım. "Hayır." Bir saniyelik sessizliğin ardından sesi bir anda yükseldi, o sakinlik yerini patlayan bir öfkeye bıraktı. "Bana dini öğretme o zaman! Geç uyu şuraya yoksa o yatağa zorla sokarım seni!” Öyle sert gürlemişti ki, yerimden sıçradım. Kalbim boğazıma kadar çıktı. Pislik adam... Resmen ödümü koparmıştı. Tartışacak halim kalmamıştı artık. Sessizce ilerleyip yatağın kenarına oturdum. Mecbur bu kıyafetlerle yatacaktım. Örtüyü üzerime çekip bedenimi yatağın içine aldım, sırtımı yatak başlığına dayadım. Gözleri üzerimdeydi. Bir an bile bakışını kaçırmıyordu. O bakışlar tenime ağırlık gibi çökmüştü. Bir süre öylece kaldık; konuşmadan, kıpırdamadan birbirimize bakarak. İki yıl önce olsa, bu sessizliğe dayanamaz, bağıra çağıra gidişinin hesabını sorardım. Ama artık içimde hafiflik vardı, sanki her şeyle arama mesafe girmişti. Onun için aynı şey geçerli değildi. Gözlerinde hala geçmişin ağrılı, kapanmamış bir hesap duruyordu. "Ne zamandan beri o adamlasın?" dedi ansızın. Kalbim, soruyu duyduğum an göğsümde hızla çarpmaya başladı. Ses tonu sertti; tok, buyurgan ve sorgulamaya yer bırakmayacak kadar netti. Bir anlık sessizlikten sonra, kendimi toparlayıp cevap verdim. "İki yıldır." Yüzünde en ufak bir mimik oynamadı. Ne şaşırma vardı ne öfke; sadece donuk bir ifade... Bu hali, söylediğim süreden daha çok ürküttü beni. "Neden ona benden bahsetmedin?" Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bunu nereden biliyordu? İçimde bir huzursuzluk yayıldı. "Beni bile artık ilgilendirmeyen bir geçmişi, Ömer’e... sevdiğim adama neden anlatayım?" 'Sevdiğim adam' dediğim an, yüzündeki gerilim daha da belirginleşti. Çene kasları sertleşti, nefesi hızlandı. Sanki o kelimeler canına dokunmuştu. "Artık biliyor." dediğinde, bir an ne dediğini anlayamadım. "Ne demek artık biliyor?" dedim, sesimdeki şaşkınlığı saklayamadan. "Bugün onunla konuşmam gereken konular vardı. Ağzımdan kaçırdım, kusura bakma." Bu rahat ve neredeyse umursamaz ton beni yerimden fırlattı. Yataktan doğrulup tam karşısında durdum. "Ne... ne saçmalıyorsun sen? Söylemiş olamazsın!" O ise koltuktan bile kalkmamıştı; yayılmış, sakin, hatta rahat bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Bu umursamazlık içimi daha da alevlendirdi. "Neden bu kadar korktun?" dedi. "Seni terk mi eder yoksa?" Dişlerimi sıkarak cevap verdim. "O, sadece senin bildiğin bir yol." "Ömer senin gibi değil, basit şeylere takılmaz. Beni olduğum gibi kabul etti. Senden duyması onu üzümüştür sadece." Bir anda ayağa kalktı. Boyunun gölgesi üzerime düşerken, ister istemez başımı kaldırıp yüzüne baktım. O an kolumu sertçe kavradı. Dokunuşu bastırılmış öfkenin ta kendisiydi. İçinde tuttuğu her şey sonunda dışarı taşmıştı. "Niye gittiğimi, neden merak etmiyorsun... sormuyorsun?!” diye yüzüme kükredi. Gözleri kararmış, sesi titremişti. Gerçekten de, bunu hiç sormamış olmam onu yakmıştı... belki de yaralamıştı. İyi de neden? Gözlerinin içine baktım. Ne geri adım attım ne de kaçtım. "Gönlüm başkasının yoluna düşmüşken..." dedim sakin ama keskin bir sesle, "...neden gittiğini ne edeyim Serhad Ağa." Serhad’ın kolumdaki parmakları bu sözümle gevşedi. Sertliği bir anlığına yüzünden silindi; bakışı değişti. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp çıktı. Kapıyı bile kilitlemeden... Ayak sesleri kaybolduğunda, ben hala kapıya bakıyordum. Sanki birazdan geri dönüp fikrini değiştirecekmiş gibi. Belimdeki hafif titreşimle irkildim. Telefon... o an aklıma geldi. Bildirimlerin kapalı olmasına içimden Allah’a şükrettim. Yoksa Serhad kesin duyardı. Titreyen parmaklarımla telefonu çıkarıp Ömer’in numarasını yazdım. Aradım. İlk çaldığında açılmadı, kalbim göğsümde çarpıp durdu. Sonra... sesini duydum. "Alo." "Alo Ömer." Sesimi duymasıyla, onun sesindeki sevinci hissettim. "Zerin." "İyi misin güzelim?" Telefon kulağımda olsa da, bir gözüm hala kapıdaydı. "İyiyim Ömer ama konuşup hasret geçirmek için çok vaktimiz yok." Sözü uzatmadım, kalbimdeki korkuyu yutkunarak bastırdım. "Şimdi beni kaçırabiliyorsan kaçır çünkü bu fırsat tekrar ayağımıza gelmez." Bir an bile sorgulamadı. "Hemen geliyorum." dedi. Telefondan gelen sesler arasında toparlandığını hissettim. "Konağın iki sokak ötesindeki çıkmaz sokakta bekle beni, geleceğim." "Tamam güzelim ama dikkatli gel." "Peki." deyip telefonu kapattım. Ayakkabılarımı alelacele giyip odadan sessizce çıktım. Avlu geceye gömülmüştü. Canan’ın odasına uğradım; derin uykudaydı. Telefonunu başucuna bırakıp kapıyı usulca kapattım. Ardından ikinci kattaki misafir salonuna girdim. Balkona açılan kapıyı araladım. Aşağıda küçük bir kulübe vardı. Düşündüm... başka çarem yoktu. Balkondan aşağı tekrar baktım. Kalbim ağzıma geldi. Korku dizlerimi titretti ama geri dönüş yoktu artık. Kendimi korkuluklardan sarkıtıp ellerimi bıraktığımda çatının üzerine sertçe düştüm. Dudaklarımdan kısa bir inleme kaçtı. Umursamadım. Bir atlayış daha... ve nihayet sokaktaydım. Koşmaya başladım. Nefesim kesilene kadar. İki sokak ötede, çıkmaz sokağa girdiğimde onu gördüm. Tanıdık araba, çıkmaz sokağın karanlığına park edilmiş bekliyordu. Ömer gelmişti. Hem de beklediğimden çok daha hızlı gelmişti. Beni görür görmez arabadan indi. Yanıma gelip sarıldığında bütün bedenim gevşedi. Ben de ona sarıldım. İşte huzur buydu. Boynumdan öptü. "Ölürüm bu kokuya." dediğinde, içim sıcacık oldu. "Hadi gidelim kimse görmeden." dedim telaşla. Kapıyı bana açınca, bindim. Ardından kendisi de direksiyona geçti. Yüzüne baktım. Hala inanamıyordum. Daha ilk günden kaçmayı başarmıştım. Şansım normalde bu kadar yaver gitmezdi... Araba çıkmaz sokağın başına gelmek üzereydi ki... Bir anda, birden fazla araba hızla önümüzü kesti. Fren sesi, far ışıkları ve kapatılan yol... Kalbim bir kez daha yerinden kopacak gibi oldu. Maşallah dediğimde, üç saniye dayanmıyordu... ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD