Annesi, babası ve kardeşleri kahvaltı ediyorlardı. O da gitti masaya. Kız kardeşi Ceyda'nın kızı Tuana'nın tombul yanaklarına sulu birer öpücük kondurdu kızın"dayııı" diyen sevinç nidaları eşliğinde.
"Ooo beyim sen bizim soframıza teşrif eder miydin?"
Annesinin kötü bakışları eşliğinde sarf ettiği sözcüklere aldırmadı genç adam. Küçük mutfaktaki masaya oturdu. İriliğinden mütevellit pek bir dolu dolu olmuştu mutfak. Kayın pederi daha büyük bir eve taşınması için ısrar etmişti evlenene dek; ancak O, en azından evleninceye dek, ailesi ile yaşamak istiyordu.
"Senin olduğun sofraya teşrif etmem mi, ben hiç güzel anam? Cennetir bana oralar." Güler yüzü ve tatlı dili çok cazipti ancak Mehpare çok sinirliydi ona. Düğüne bir ay kala nişanlısını terk etmekte ne demekti? Rezil etmişti hem kızcağızı, hem de kendilerini konu komşuya. Hem Sevda'dan iyisini mi, bulacaktı?
"Hıh! Sen yarın birgün ondan da vazgeçersin." diyerek tersledi oğlunu.
"Güzel anam. Yapma nolur. Ben ister miydim, böyle olsun? Evlendikten sonra boşansak daha mı, iyi?"
"Neden? Ha neden abi? Kızı neden yarı yolda bıraktın?" Sevda'yı en iyi Ceyda anlıyordu. Zira kendisi de küçücük çocuğuyla terk edilmişti, sevdiği tarafından.
"Yeter artık! 27 yaşında aklı başında bir adamım ben. Aklınıza ihtiyacım yok." diyerek terslendi. Ne diyecekti ki? Kendi içi de yanıyordu. Söz verdiği kadını bırakıp adı Firuze olan, güzel bir kadına gitmişti. Ancak içinde bir rahatlama vardı. Sanki omuzlarından bir yük kalkmış gibiydi.
"Ne haddimize oğul. Bizimki akıl vermek değil. Haşa! Fikir vermekti. Oğlumuz ne yapıyor farkında mı? Aklı başında bir adam mı? Merak etmekti. Ancak sen verdin cevabımızı. Dediğin gibi olsun. Bu konu bir daha açılmayacak!"
"Öyle demek istemedim ben baba."
"Tamam dedim, kapandı bu konu!"
Uzatamadı Ali Asaf. Babası Ramazan beyin sözünün üzerine söz söylemek onun haddine değildi. Aldığı aile terbiyesi bunu gerektirirdi. Büyüklerine saygı duymalıydı.
"Dün onunla mı, buluştun abi?" Bunu soran Leyla'ydı. İkizine göre daha ılımlı yaklaşıyordu olaya. Ya da tarafsız bakıyordu. Onun tek isteği abisi mutlu olsundu. Elbette Sevda da üzülsün istemezdi; ancak evlenipte mutsuz olmaktansa, evlenmeden önce bitmeliydi.
"Evet. Kahvaltı ettik birlikte."
"Hıh! Kayınbaban öyle mi, emretti?"
"Anne! Babam kapatmadı mı, bu konuyu az önce? İlla ki burnumdan getireceksin şurada içeceğim bir bardak çayı."
"Sen nasıl beğendin ki zaten bizim çayımızı? Git beyaz çay felan iç sen! Zaten niye oturdun ki sofraya?"
"Ailemle görüşemiyorum doğru dürüst, bari iki dakika laflayayım dedim, ama görüyorum ki sen artık yaptığın çayı bile çok görüyorsun bana!"
"Görürüm tabi. Gencecik kızı rezil ettin! Yazıklar olsun sana!"
Cevap vermedi Ali Asaf. Öfkeyle kalktı yerinden ve telefonunu cebine koyup kapının önüne geldi. Nişan için bilgi verecekti unutmuştu. İçeri döndü geri. Babası, annesini uyarıyordu bu sırada.
"Hazırlığınızı yapın, bir ay sonra nişanım var!" Diyen kati sesiyle annesinin söylenmelerini de duymadan kapıya yöneldi. 'Ben gelmem o nişana, diyordu annesi.
Ceyda da peşinden geldi. O ayakkabılarını giyerken kız kardeşi de onu yolcu etmek için başında dikiliyordu. Aklındakileri de sıralamaktan geri kalmıyordu pek tabii.
"Abiciğim. Güzel abim. Sevda çok kötü. Perperişan oldu kız."
"Güzelim. Güzel kardeşim. Ben sana ne anlatıyorum deminden beri. Ben de istemezdim böyle olsun; ancak sırf üzülmesin diye, sevmediğim bir kadınla da evlenemem."
"Ya daha geçen ay seviyordun. Şimdi mi, sevmiyorsun?"
"Başkasına aşık oldum. Anladın mı? Bu kadar! Babam konuyu kapattı. Sen de kapat. Babamın sözünün üstüne söz yok!"
Kapıya yöneldi genç adam. Açmak için kulpa uzandığı sıra kardeşi yakaladı bileğinden. Sıkılmıştı artık. Çok seviyor olmasa kız kardeşini, terslemişti çoktan sert bir dille. Öte yandan bu konudaki hassasiyetinin de farkındaydı Ceyda'nın. Terk edilmiş bir kadın olarak, elbette terk edilmiş bir kadının tarafında olacaktı.
"Abi..."
"Ceyda!" dedi düşük voltajlı sesiyle uyarırcasına.
"Tamam onu demeyeceğim. Ama bari kızın arkasından konuşulmasına müsade etme. Güçlü birisin artık. Belli. Adını çıkarttılar kızın. Sustur onları. "
"Ne diye çıktı adı? Ne demişler? Hem ben ne yapabilirim ki Ceyda?"
"Siz ım... şey olmuşsunuz da, şey çıkmamış, ondan terk etmişsin Sevda'yı." Başı öne eğik, elleri arkada kavuşmuş bir şekilde sallana sallana; utana sıkıla söylemişti. En üstü kapalı şekilde. Fazla üstü kapalı olmuştu ama bakışlarından abisinin anladığı belli oluyordu.
Sıkkın bir nefes verdi genç adam. Başını yukarı kaldırdı ve gözlerini kapattı bir süre. Eli hala kapı kulpundaydı. Ayakkabılarını giymişti ayağına. Çıkıp gitmek istiyordu artık. Bir haftadır annesi Mehpare zaten her fırsatta başının etini yiyordu. Kız kardeşi sürekli laf sokuyordu. Babası Ramazan hayal kırıklığı dolu bakışlar atıyordu. Sevdanın o son bakışı çıkmıyordu aklından. Ama en önemlisi de vicdanı rahatsızdı. Kanepeleri tırmalayan bir kedi misali, vicdanı tırmalıyordu ruhunu.
"Tamam. Ben ilgileneceğim bu konuyla. Söyle ona kulak asmasın söylenenlere."
"Nasıl söyleyeyim ki? Görüşmüyor bizimle."
"Ceyda! Ben yaptığın her şeyden haberdarım senin. Bizi geri birleştirmeye çalışıyorsun. Farkındayım. Ama vazgeç. Bitti diyorsam bitmiştir. Umut verme kıza boşuna."
"Tamam." dedi mahçupça Ceyda. Bir şey diyemiyordu. Onların hayatıydı ve bir yere kadar karışabiliyordu. Elleri iki yana düştü umutsuzca. Morali bozuktu zaten, daha da bozulmuştu.
Öte yandan Ali Asaf kardeşinin bu haline fazlaca üzülüyordu. Kendisini terk eden adama aşıktı hala Ceyda. Henüz üstünden bir yıl geçmemiş olsa da unutmalıydı artık kardeşi. Asaf'a göre takıntıydı bu. Hazmedemiyordu. Ama o bunu kabul etmiyor, aşık olduğunu iddia ediyordu. Bir psikolog ile görüşmesini istemişti Asaf kardeşinin. Ama kız kabul etmemişti. Henüz aşık olmadığını kabul etmezken; psikolog ile görüşmeyi kabul etmemesi de doğaldı. Kolunu boynuna doladı ve kendisine çekti kızı. Bal rengi saçları yüzünün etrafından döküldü kadının. Başına, saçlarının üzerine bir öpücük kondurdu şefkatle. Yüzündeki buz maskesiyle çıktı evden. Arabasının arkasında bir adet metalik gri SUV bekliyordu. İçinde de Aslan ve Kadir.
Çalan telefonuna gitti eli. Firuze'siydi arayan. Firuze'm, diye kaydettiği kadının aramasını yanıtladı hemen. En az bir şahin kadar keskin olan gözleri, Sevda'nın annesi ve ablasını görmüştü sokak başında.
"Firuzem."
Huzurlu bir mutlulukla doldu kadının içi. Spordan dönmüştü ve gizli gizli eve girdikten sonra ilk iş, duş almış hemen Ali Asaf'ı aramıştı. Daha doğrusu, kahvaltıya gelen Beste, Bir günaydın mesajı bile atmamış olmasını kınamış, sevgilisine karşı bu kadar soğuk davranmasının doğru olmadığını söylemişti. Erkeğin kalbine girmek istiyorsa, elini üstünden çekmemeliydi. Özgür bırakmalı, ama kendisine ait olduğunu da hissettirmeliydi. En kolay yolu da sürekli kendisini hatırlatmaktı. Gülpembe ninesiyle ortak kararlarıydı bu.
İçi sıcacık olan Firuze, olduğu yerde mayıştı. Merakla bakıyordu Beste de ona.
"Günaydın Asaf." Kadının kendine has naif ama karakteristik sesi, kulaklarını şenlendirmişti sabah sabah. Yüzündeki oluşan tebessümün farkında değildi.
"Günaydın güzelim."
"Nasılsın?" Bir süre daha sıradan bir çift konuşması olarak devam etti konuşmaları. Ali Asaf kalçasını, mahallenin ortasında bir yıldız gibi parlayan Lamborghini'ye dayamış. Bir kolunu da bedenine sarmıştı. Etrafta dolaşan gözleri pencerelere çıkmış olan insanlara takıldı.
"Akşam yemek yiyelim mi?" Firuze'ydi soran ve Ali Asaf duymamıştı. Şuan kendi üzerine doğru gelen Sevda'nın annesi Melahat ve ablası Ferda üzerine doğru geliyordu.
"Ben seni birazdan arayacağım Firuze'm. "
Bozulmuştu Firuze bu cevaba. Ali Asaf'ı tanımak istiyordu ve reddedilmişti az önce. Duymazdan gelmişti onu adam. Dolan gözlerini kırpıştırdı ve iki damla yaş düştü deniz gözlerinden.
"Ta-tamam," dedi titreyen sesiyle ve kapattı hemen telefonu. Kapanan telefona baktı Ali Asaf. Niye bozulmuştu? Anlamadı. Hırsla üzerine gelen kadın tam atılacağı sıra arkadaki arabadan koşa koşa gelen Kadir yakaladı bileklerinden kadını. Işınlamıştı adeta.
"Noluyor hanım teyze? Geri bas!"
Hırsla ellerini çekiştirdi kadın, ama bıraktıramamıştı. Bir yandan da lâflarını sıralamaya devam ediyordu.
"Bırak! Bırak beni de göstereyim şu şerefsize! Sen nasıl yarı yolda bırakırsın benim kızımı. Olmayan oğlum yerine koydum ben seni. Haram zıkkım olsun elimden içtiğin bir bardak su bile. Kızımı mahvettin sen benim!"
Aslan ise Ferda'yı yakaladı ve mani oldular Ali Asaf'a yaklaşmasına. Komşular pencereden hayretlerle bakarken, gençler çekmeye başlamışlardı bile bu kavgayı. Koskoca Ali Asaf Karadağ'lıydı o! Magazin sitelerine ve haber programlarına satacaklardı. Öte yandan ailesi de çıkmıştı Ali Asaf'ın. Melahat'i tek eli ile tutan Kadir, diğer eliyle kendilerini çeken kamera el sallıyordu.
Ali Asaf'ın babası ve annesi yaklaştı onlara doğru. Melahat lafları saydırırken olmuştu bütün bunlar.
"Ali Asaf!" diye sert bir sesle konuştu babası. Elleri iki yanda yumruk olmuş bir şekilde, sadece izliyordu Ali Asaf. Bir yanı Sevda'yı merak ederken, diğer yanı onu ayıplıyor, daha demin Firuze ile konuştuğunu hatırlatıyordu. "Söyle bıraksınlar Melahat hanımı ve Ferda kızımı."
Bir baş işareti verdi adamlarına Ali Asaf. Bunları yaparken oldukça sakin ve cooldu. Çoğu insanda hayranlık uyandırıyordu bu hal ve tavırları.
"Kızım deme bana! Sevda da kızındı senin, ne oldu? Hiç sebepsiz siktir etti bu oğlun kardeşimi! Ne halde, ne yapıyor? Umrunuzda mı? Ancak zengin orospusu sevgilisinin parasını yeyin siz!"
"Ferda!" İlk andan beri karşılık vermeyen, saygısızlık yapmak istemeyen Ali Asaf konuşmuştu bu defa. Babasına saygısızlık yapılmasına müsaade etmezdi! Sesi mahallenin sokaklarında yankılanmış, geri dolmuştu kulaklarına. Ölümcüldü sesi. "Ne dediğini bil, öyle konuş!"
"Biliyorum ben ne dediğimi şerefsiz! Senin yüzünden intihar etti benim kardeşim. Üç gündür hastanedeyiz biz." Bekledi Ferda. Ali Asaf'ın endişelenmesini, üzülmesini bekledi. İçi öyle olsa da, belli etmedi Ali Asaf. Duvar gibi baktı kadına. Sanki hiç umurunda değilmiş gibi. Bitirmesi için, unuttuğuna emin olması için, Ali Asaf içindeki fırtınayı, güneşli bir yaz günü gibi gösterdi. "Hiç mi vicdanın yok Allah'ın belası! İnsanın bir içi sızlar. Hala duvar gibi suratın!"
"Yeter! Siz ne münasebet yolumu kesiyorsunuz?! Biz ayrıldık Onunla! Söyleyin Ona, unutsun beni! Ben öyle yaptım çünkü. Geçmiş hukumuza istinaden görmezden geleceğim bu defa. Yalnız, bir dahakine böyle toleranslı olmam!"
"Ne yaparsın? Öldürür müsün, bizi?"
Cevap vermedi Ali Asaf. Ellerini, kaliteli kumaştan üzerine göre dikilen kumaş pantolonunun ceplerine soktu. Kısık, sert bakışları en güzel cevap olmuştu Ferda için. Çatılan kaşlarıyla bakışlarını adamlarına çevirdi Ali Asaf. Bir baş işareti ile araçlarına gitmelerine söyledi ve kendisi de öyle yaptı. İki güçlü motor sesi doldurdu sonra sokağı.
Arkasından annesinin yaptıklarını görmedi Ali Asaf. Melahat ve Ferda'yı eve almış, umudu kesmemeleri için, onlara yardım edeceğini söylemişti. Yaptığı yanlışın farkına biraz geç varacaktı Mehpare hanım.
?
Sabah kalktığı gibi soluğu babasının yanında almıştı Firuze. Merak ettiği bazı şeyler sormuştu ve sonrası da gelen Beste ile kahvaltı yapmak için sofraya oturmuştu. Kahvaltı esnasında Ali Asaf'la konuşmuştu.
Ali Asaf'ın kendisini reddettiğini düşünen Firuze, Beste'nin omzunda ağlıyordu hala. Onu araması yönünde teşfik eden, hatta psikolojik baskıyla zorlayan oydu ve şuan Ali Asaf denen o adama çok öfkeliydi. Firuze ağlamazdı ki uzun zamandır. Daha doğrusu, birisinin kendisini ağlatacağı kadar iç içe değildi insanlarla. Belki de bu yüzdendi bu kadar etkilenmesi. Firuze camdan kafesinden çıkmış, gerçek dünya ile tanışmıştı bu sabah.
"Yeter ama artık Firuze. Belki önemli bir şey olmuştur. Adam reddetse Firuze'm, der mi, sana?"
"Ama- ama- ama duymazdan geldi beni. Olur felan der bi-" ağlamaktan devam edememişti Firuze. Hüzünle arkadaşını dinleyen Beste ise bir peçete daha uzattı arkadaşına. Onun ağlamasını izleyen Gülpembe ve Ayşe ise çaresiz bakışlar atıyordu. Bir süre sonra, evin diğer hizmetlileri, Safiye hanım ile kızları Güliz ve Sena da gelmişti yanlarına. Onlar da aynı şekilde çaresiz bakışlar atıyorlardı.
"Öyle demeyin Firuze hanım. Beste hanım da dedi, Firuze'm demiş size. Sizi sevmese, demez öyle."
Başını kaldırdı Beste'nin omzundan Firuze. Burnunu çekti kibarca ve heyecanla konuştu. Ağlaması kesilmişti biranda.
"Gerçekten öyle midir, Güliz? Seviyordur beni öyle dediyse?"
"Tabi ki de. Dimi anne?" Daha çok bir çocuğu, istedikleri birşeye ikna etmeye çalışır gibiydiler.
"He Vallaha. Benim adam bile bana Saf'ım derdi hep."
"Babam senle dalga geçiyormuş anne. Saf olduğunu söylemek istiyor." diye açıklamaya girişen Sena'nın kalça etini çimdirmişti annesi.
"Sen sus kız!"
Gülmeye başlamışlardı hepsi anne kızın konuşmasına. Safiye adı gibi saf bir kadındı. İki kızı, bir de küçük oğlu vardı ve Firuze'nin babasının sağ koluydu kocası Cemal. Yıllardır yanlarında çalışıyorlardı, öyle ki Güliz ve Sena da onların evinde doğmuş, Safiye, Usturacı yalısına gelin gelmişti.
Bahçede biraz daha sohbet ettikten sonra, odasına çıktı giyinmek için Firuze. Hala sabahlığıyla oturuyordu ve 9 olmuştu saat. Önce güzel, ılık bir duş aldı. Saçlarını, havluyla kuruttu. Kendi doğal dalgasını almıştı saçları. Bileğinin bir karış yukarısına gelen, kalem, fitilli, kalın askılı siyah bir elbise giydi. Altına da bir spor ayakkabı giydi ve beline kendi tasarımı olan şık bir bel çantası taktı. İnce zincirli kolyeler, bileklikler, küçük küçük küpeler ve ince halkalardan yüzükler taktı parmaklarına. Takı takmayı çok severdi. Abartılı, iri takılardansa; ince zarif takılar tercihiydi. Hafif bir makyajla hazırdı.
Tekrar ön bahçeye çıktığında Beste kendisini bekliyordu. Güneş gözlüğünü gözüne taktı ve gülümseyerek arkadaşına doğru ilerledi.
"Hadi gidelim," dediği sıra, Beste kendisini süzüyordu.
"Bu ne sadelik modacı hanım."
"Birincisi ben modacı değil terziyim, ikincisi ne yapayım Beste, farklı olmak için avize mi, giyeyim?"
Ağzına fermuar işareti yapan Beste, muzur bir ifadeyle baktı. "Tamam sustum, ama iyiydi."
Birlikte Firuze'nin kırmızı 'Porsche 918 Spyder' arabasına bindiler ve yola koyuldular. Tam bir araba hastasıydı Firuze. Bundan mütevellit garajlarında her model, her marka araba mevcuttu. Favori rengi kırmızı olsa da, kuzgun rengi de tercihleri arasındaydı. Saks mavi de vardı birkaç tane. Boş zamanlarında yarışlara katılmak, gizli gizli, en büyük heyecanıydı, zevkiydi, eğlencesiydi.
Nihayet Restorant-Moda evi'ne geldiklerinde, gülücükler saçarak girdiler içeri. Moda evi ile, dediği gibi bir terzi olan Firuze; Restorant kısmıyla ise, Beste ilgileniyordu.
"Çaya gelirken cimriliğin tutmasın lütfen Beste'ciğim, bu tatlı kurabiyelerden de istiyorum." diyerek tatlı tatlı konuşan Firuze, zarif adımlarla kendi katına yöneldi.