Bölüm 5❤🗝

2053 Words
Aslan ve Kadir ile birlikte Usturacı Şirketler Grubu ana binasına gelen Ali Asaf, ofisinin düzenlemesi için getirilen eşyaların yerleştirilmesini izledi bir süre sessizce. Binadaki her eşya, duvar, kapı pencere, klasik tarzlardaydı ve bu Ali Asaf'ın hiç hoşuna gitmiyordu. Madem Usturacı veliahtıydı kendisi, Mahir Usturacı'nın izlerini yavaş yavaş silecekti. Klasik tarzların yerini, modern mobilyalar, motifler alacaktı. Bugün Pazartesiydi, hafta sonu, bütün işler halledilmiş 200 metre kare oda tamamıyla değişmişti. Son rötuşlar yapılıyordu şimdi. Giden klasik kapının yerine, modern tarzlarda beyaz bir ahşap oyma kapı gelmiş, kapının sağına üçlü bir koltuk ve iki yanına karşılıklı birer modern berjerden oluşan koltuk takımı; karşısına, kendi masası, önünde ikili berjer, masanın soluna, kapıya sağ olan pencere önüne beşli modern, pencereye dönük bir koltuk ve sol tarafta kalan boş alana, on iki kişilik bir toplantı masası, toplantı gereçleri koyulmuştu. Yerlerdeki işlemeli taşların üzeri, parke ile kapatılmıştı. Duvar kağıtları sökülüp, beyaz şarap rengine boyanmıştı duvarlar. Görevlilerin ofisini boşaltması üzerine, keyifle inceledi odayı Ali Asaf. Sabah olanlar canını sıksa da, Mahir bey karışamadan odasının düzenlenmiş olması keyiflendirmişti. Yaşlı kurt üzerinde hakimiyet kurmak istiyordu ve bu Ali Asaf'ın en istemediği şeydi. Mahir beyin teklifi, gücün sahibi değil, ta kendisi yapmaktı; ancak hal ve hareketleri kendi gücü altında ezmekten ibaretti. En azından Ali Asaf için öyleydi. Ağır adımlarla, yeni döşenmiş parkeyi ezerek ilerledi ve sandalyesine oturdu. Bir elini sandalyenin kolçağına, diğerini de masasının üzerine koydu ve öncesinde eline aldığı Visconti marka kalemiyle oynamaya başladı. "Sabah yaşananlar fısıltı gazetesiyle bile yayılmayacak Aslan. Hiç kimse duymadan örtün üzerini. Gidin mahalleye, kimse bir yere satmadan siz satın alın görüntüleri." "Tamam abi. Sen merak etme." diye cevapladı Aslan. Sorgusuz sualsiz 'abi' demeye başlamışlardı, kendileri de bilmiyorlardı bu özgüven nereden geliyor ama Ali Asaf da rahatsız gibi durmuyordu. Öyle olsa sert bir dille ikaz ederdi herhalde. "Peki sen Kadir? Orada bir takım kötü olaylar gelişiyor ve sen kameralara el sallıyorsun. " Kendini açıklamak için ağzını açtı Kadir, ama Aslan dirseğiyle dürtünce durdu. Kesin bir patavatsızlık yapacaktı ve kızdıracaktı Ali Asaf'ı. "Tart da konuş lan!" Fısıltı halindeydi uyarısı. "Kusura bakma abi. Şey olunca şey oldu." Tartarak konuşan Kadir de bu kadar oluyordu. "Te Allah'ım ya!" diye söylenmişti Aslan. "Gidin hadi!" diyerek kardeşlerini kışkışlayan bir abi gibiydi. Şimdi geriye dostu Selim'i arayıp Sevda'nın durumunu öğrenmek ve onlara destek olması için arkadaşından rica da bulunmak kalıyordu. Selim'i severdi Sevda'nın annesi ve olmayan oğlunun yerine koyar, sofralarına oturmasında sakınca görmezdi. İki kızı olmasına rağmen, rahatça evine girip çıkabilecek kadar güvendiği bir adamdı Selim. ? Ali Asaf'ın isteği üzerine mahalleye gelen Aslan ve Kadir, ellerindeki para çantasıyla mahalle kahvehanesini arıyorlardı. "Emin misin, oğlum? Bak böyle kolay olur diyorsun da, bir yerde yayınlanırsa o görüntüler abi ağzımıza sıçar." "Tabi lan." diye cevapladı Kadir, Aslanı. "Bak yemin ediyorum böyle daha kolay olacak. Kahve de bulunan heriflerin çocukları çekti hep bizi. Beleşçi tayfa." "O ne lan? Niye beleşçi tayfa?" "Engin tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki; akşama kadar okeye dönen, hiçbir işi gücü olmayan, kimseye faydası dokunmayan, sözde adam olan, ama iş karısına kızına geldi mi, hayvanlaşan ve aynı zamanda kolay yoldan para kazanmaya çalışan tayfa." Kaşları havada hayretlerle bakıyordu Aslan arkadaşına. "Sen nereden biliyon lan bunları. Benden habersiz nerede edindin bu engin tecrübeleri? Alacağın olsun." Tavırlı bir hareketle diğer tarafa çevirdi yönünü. Nihayetinde 15 dakika sonra mahallenin en kalabalık kahvehanesinden içeri girdiler. Aslan tavır yapıyordu hala ve Kadir de mahçup mahçup kıvranıyordu etrafında. Boş bir masa buldular ve karşılıklı yerleştiler. Elindeki para dolu çantayı da masanın üzerine bırakmışrı Aslan. "Selam dayılar," demeyi ihmal etmemişti Kadir, engin kahvehane tecrübeleriyle. "Dayılar bizi Ali Asaf beyimiz gönderdi." Birer çay aldıktan sonra konuşmaya başlamışlardı. Herkes önündeki okeyleri, kart oyunlarını bırakmış, onlara taraf dönmüş, pür dikkat onları dinliyordu. "Ali Asaf zengin bir kızla görüşüyor, malına konacakmış, diyorlar doğru mu evladım?" Meraklı bir amca, sanki başkasından duymuş gibi sormuştu. Oysaki dedikoduları yayan kendisiydi zaten. "Yok öyle bir şey amca. Ali Asaf bey Firuze hanıma çok aşık. Bulunduğu konuma da, kendi çabasıyla geldi." Aslan'dı konuşan. Kendisinden emin bir şekilde konuşmuştu. "Bu dediğine sen inanıyor musun, evladım? Hiçbir torpili olmadan, para pul yokken; babasının hatrına mı, şirketlerin başına getirdiler oğlanı?" Konuşan yine dedikoducu amcaydı. Kadınlara derledi dedikodu yaparlar diye; ancak erkeklerin arasındaki dedikodu kimse de yoktu. Bu iki delikanlıdan laf almaya çalışan adam ise, sonuna kadar deniyordu şansını. Ancak Aslan onu kesin bir dille terslemiş, söylediklerini yine tekrarlamıştı. "Yok dedim öyle bir şey bey amca. Mahir bey çok sever Ali Asaf beyi, güvendiği, oğlu yerine koyduğu adam dururken kimi patron yapacaktı başka?" Başka soru sorulmamış, Aslan ve Kadir, Kadir'in engin kahvehane tecrübelerinden de faydalanarak bir tek fotoğraf karesi bile bırakmadan satın almışlardı görüntüleri. ? Ofisinde çalışmaya dalmış olan Firuze, son tasarımı olan abiye elbise ile ilgileniyordu. Oldukça cüretkar olan, kadife kırmızı elbise, balık modeldi. Göğüs kısmı kalp yakaydı ve yaka uçları pırlantalarla bezenmişti. Pırlantalar, yakayı sarıyor, diğer ucu göğsün ortasındaki dekoltedeki yakanın tek tarafından aşağı iniyordu. Son teyelini de çıkartan kız, dikişini tamamladı ve kapının tıklamasıyla bıraktı elindeki iğneyi. Bileğine geçirdiği mıknatıslı şık terzi iğneliğini de çıkartmayı ihmal etmedi. Koltuğuna oturan kız, Beste'nin getirdiği ince belli çay bardağındaki çaylara ufak bir bakış attı. Yine sadece çaylarla gelmişti. Ah cimri kız! diye alay etti içinden. Muzip bakışlarla bakmaya başladı arkadaşına. "Çikolata bari getirseydin." diye imalı imalı konuşmayı ihmal etmemişti. Tam bir tatlı aşığıydı Firuze. Her türlü tatlıyı fazlaca severdi ancak her kadın -çoğu kadın gibi çikolatanın yeri ayrıydı. Bir süre muhabbet eden kızlar, kapının yine tıklanmasıyla kapıya çevirdi başını. Kendisine muzip bir tebessümle bakan Ali Asaf'ı gördü Firuze. Bu adam her gülümsediğinde, Firuze'nin kalbi kanat açmak zorunda mıydı? Gerçek dünyadan başka boyutlara ışınlanıyordu adeta ve dünyası toz pembe oluyordu. Kalktı yerinden, vücudu kendisinden bağımsız hareket ediyordu. Ali Asaf da yine aynı mecnun bakışlarıyla kendisine doğru ilerledi ve elindeki karton kutuyu masanın üzerine bırakıp sağ elini zarif hareketlerle kavradı ve üzerine bir öpücük bıraktı. "Merhaba Firuze'm." İç çekti Firuze. Hislerini bu kadar açık belli etmesi doğru değildi belki, ama O; dünyanın kötülüklerini bilemeyecek kadar saf bir kalbe sahipti. "Merhaba." dedi zarif melodik sesiyle. Bir süre bakıştılar. Ali Asaf baş parmağıyla hafif hafif kadının tuttuğu elini okşuyordu. "Hey! Çifte kumrular ben de varım." Beste'nin neşeli sitemiyle irkildi Ali Asaf ve yüzündeki tebessüm silindi. Resmi yüzüyle Beste'ye döndü. Doğrusu fark etmemişti orada olduğunu. Tek ilgisi Firuze'yeydi o an ve görmemişti. Yaptığı aşık adam rolüne alışmaya başlıyordu anlaşılan... Ufak bir tanışma faslından sonra cam duvarlarla örtülü odada, bütün binanın iç kısmını manzara gören koltuk takımına oturdular. Firuze ve Ali Asaf yan yana, iki koltuğa, Beste ise çaprazındaki berjere oturmuştu. Firuze Ali Asaf'ın getirdiği paketi kurcalıyordu. Ali Asaf'a malum olmuştu anlaşılan Firuze'nin tatlı aşkı. Paketten çıkarttığı makaronları iştahla yiyordu Firuze. Bazen çocuksu hareketler yapıyordu ve bunları yaptığını anlamıyordu bile. Son yarım saattir de bir çocuk gibi tatlı kutusunu kurcalıyor, dikkat etmeden eliyle yiyordu. Aman tanrım! Ali Asaf'ı unutmuştu. Üstelik ikram etmemişti bile. Ağzına attığı son makaronu çiğnerken fark etti bunu. Çiğnemesi yavaşladı ve zorlada olsa yuttu ağzındaki lokmayı. Suç üstünde basılmış bir çocuk gibi olmuştu yüzü. Yavaşça kahvesine uzandı ve bir yudum alarak destekledi yutkunmasını. Elindeki içinde son üç beş tane makaron kalan kutuyu yavaşça orta sehpanın üzerine bıraktı. Beste alışıktı hallerine de, Ali Asaf ya tiskintiyle bakıyorduysa yüzüne. Gözleri ve başı sırasıyla, korkuyla adama döndü. Yüzünde kalan kırıntılarla çok tatlı görünüyordu. Yamuk bir tebessümle kendisini izliyordu ve yüzündeki tiksintiden çok başka bir şeydi. Beğeni olabilir mi? Beste ise Ali Asaf'ın tavırlarını inceliyordu dikkatle. En iyi arkadaşlar bunu yapardı. Gördüklerinden memnundu şimdiye kadar. Ali Asaf safi aşkla yaklaşıyordu Firuze'ye ve diğer insanlara karşın ördüğü resmiyet duvarı, Firuze'ye karşın yok oluyordu. Hoşuna gitmişti bu. Ancak adamda kendisini rahatsız eden bir şey vardı. Bu kadar kısa sürede böylesine aşık olması, daha yeni nişanlısından ayrılmış bir adam için, garip geliyordu.. Ağzını zarif hareketlerle peçeteye silen Firuze, utançla kıvranıyordu yerinde. Hiç onluk hareketler değildi, kendisini nasıl kaybetmişti? Aklı almıyordu. Nihayetinde pembeleşmiş yanakları, birbirine eziyet eden elleri ve yerinde kıvranıp durmasına dayanamayan Beste konuyu değiştirmişti. "Eee enişte bey, daha daha nasılsın?" Ne konu değiştirme ama.. "Teşekkürler Beste hanım, çok fazla iyiyim." Resmi yaklaşımına karşılık bekliyordu, ancak Beste'nin umurunda gibi değildi. "Nasıl, beğendin mi, bizim fakirhaneyi?" Abartı hareketlerle etrafını göstermişti. Etilerin göbeğindeki lüks Restorant-Modaevini de fakirhane diye tanıtması ayrı bir gaftı doğrusu.. "Firuze'yi gördüm her bir metre karesinde, nasıl güzel olmasın?" "E ilk kez geliyorsun ama, nasıl gördün her yerde beni?" Şaşkınca soran kadına, gülümseyerek baktı. Saftı, güzelliği gibi kalbi de saftı. "Ruhunu, kendini yansıtmışsın demek istedim." Ne de Güzel! Rezil olmalara doyamayan bir Firuze. Utançla önüne dönen kadının, yüzüne düşen saçlarını sağ eliyle kulağının arkasına sıkıştırdı ve devam etti. Yüzündeki tebessümü silmemişti. "Seni ailemle tanıştırmak istiyorum Firuze. Ne zaman müsait olursun?" ? Giydiği günlük kıyafetleri, oldukça bakımsız saçları ve hiç makyaj yapmadığı, ağlamaktan şişmiş olan yüzüyle terk edilmiş bir kadını yansıtıyordu Sevda. Kaldırımı arşınlayan ayakları geri geri gidiyordu ama izni bitmişti ve bir gün daha hastaneye gitmezse başı belaya girecekti. Hiç uğraşacak havasında değildi. On beş güne yakın sürede; kendisini eve kapatmış, intihar etmiş ve iyileşmişti. Ama kalp yarası iyileşmiyordu. Kalbi kanıyordu ve sevdiği adamın sebepsizce kendisini terk etmesini anlamlandıramıyordu. Üstüne haftasında başka bir kadınla ilişkiye başlamıştı. Aldatılmıştı belki de. Düşünceleri sürekli kendisini dolduruyor, Ali Asaf'a karşın bilenmesine sebep oluyordu. Belki de hazmedemiyordu. Evet evet! Doğru kelime buydu. Sevda terkedilmeyi ve daha bir hafta geçmeden başka bir kadına gitmiş olmasını hazmedemiyordu. Bu çok gurur kırıcıydı. Çok güzel seven bir adamdı Ali Asaf. Öyle güzel seviyordu ve bulutların üzerine çıkartıyordu ki, bulutların üzerinden yere çakılması da çok acılı olmuştu. Bir de Firuze çıkmıştı ve yerin altına, magmaya, kadar çakılmıştı. Kollarına sarılan adamlarla ve yüzüne kapatılan bez parçasıyla ne olduğunu bile anlayamamış, yol ortasında kaçırılmıştı. Gözlerini açtığında şık bir otel odasında olduğunu gördü. Yani o öyle düşünüyordu. Aman Allah'ım. Tecavüze mi, uğramıştı yoksa? Aklına gelen kötücül düşüncelerle fırladı yerinden. Üzerini kontrol etti. Kıyafetleri üzerindeydi ve hiçbir ağrısı sızısı yoktu. Başı dışında. Onu da normal gördü, koklatılan eterden mütevellit. Yatak da dağılmamıştı. "Merak etme, sana zarar vermedim. Sen bana lazımsın güzelim." diyen kaba, tok sese döndü. 30'lu yaşlarındaki bir adam, oturduğu koltukta bacak bacak üzerine atmış, efendisi gibi, kendisine bakıyordu. "Kimsin sen?" "Benim kim olduğumun önemi yok güzelim. " "Birincisi.." sert bir sesle konuşmaya başlamıştı, "ben senin güzelin değilim! İkincisi... ona ben karar veririm koçum! Dökül!"elleriyle de son sözünü desteklercesine hareket etmiş, öylesine bir savurmuştu. "Uuu haşinsin! Sakin ol güzel bayan-" "Bayan değil! Hanımefendi." Ellerini iki yana açmış, dik dik bakmıştı adama. Lakayıt tavırları ve sokak ağzıyla, Ender şimdiden sevmemişti bu kadını. Çevresindeki kadınlardan farklıydı. Bir Firuze etmezdi asla! "Her neyse," dedi savuştururcasına, devam etti egoist bir üslupla. "Otur da konuşalım güzel hanımefendi, söyleyeceklerim ilgini fazlasıyla çekecek.." Tek kaşını kaldıran kadın, erkeksi bir hareketle elini beline yerleştirdi. Ters bakışlarla süzdü adamı ve gidip karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Sağ ayağını, sol dizinin üzerine atmayı ihmal etmemişti. "Dökül!" diye tekrar etti. Küçük bir gülüş sunan adam, öne doğru eğildi ve ellerini birbirine sürttü. Dirseklerini dizlerine dayayıp, birbirne tutuşturduğu ellerini çözmeden konuşmaya başladı. Ses tonu düz, emreden bir tondaydı. "Bak güzel hanımefendi, kim olduğunu biliyorum-" "Zor bir şey mi bu? Bir de kasıla kasıla söylemez mi?" Göz devirmişti kadın cümlesinin sonunda. "Hıh!" Sinirli bir gülüş çıktı adamın dudaklarından ve sakince devam etti. "Sen Ali Asaf'ı istiyorsun, değil mi?" "Kısa kes de Aydın havası olsun! Uzatma da de ne diyceksen! Amma riv riv yaptın!" "Soruma cevap ver Sevda!" Ürkütücü bir ses tonuyla konuşan adam, emeline ulaşmış, kadını korkutmuştu. Son on dakikadır sürekli laf yediği kadından sıkılmaya başlamıştı ve sıkılırsa can sıkıcı bir adam olurdu. "İstiyorum," ürkekce cevap veren Sevda, cılız çıkan sesiyle tekrar etme gereği hissetti. Daha sert daha kararlıydı sesi. "İstiyorum, ama o beni istemiyor." "Hiçbir şey bildiğin yok senin. Mahir Usturacı'nın parası için evleniyor kızıyla. Sevdiği felan yok. Mahir bey neden buna izin veriyor bilmiyorum, ama çözeceğim onu da." "Saçmalık! Ali asaf öyle bir insan değil!" Yerinde dikeldi kadın savuma iç güdüsüyle. "Nasıl bir insan Ali Asaf? Düğününe bir ay kala nişanlısını terk eden, ertesi hafta başkasıyla aşk yaşamaya başlayan bir adama nasıl böyle kesinkes güvenebiliyorsun?" Yerine sinen kadın, diyecek bir şey bulamamıştı. Gözlerini kaçırmış, odanın içinde dolaştırmıştı. Ağır gelmişti bu. Kendisi de bilmiyordu hala nasıl bu kadar güvenebildiğini. Acınacak haldeydi doğrusu. "İntikam almak istemez misin?" Etrafta dolaşan bakışları anında adama dönmüştü. İsterdi. Hem de çok isterdi. Ali Asaf acımasızca, bir cani edasıyla kalbine hançer saplamış. Kendisi acı çekerken, hain gülüşüyle arkasına bile bakmadan bir sarı yılanın koynuna gitmişti. Gururu zedelenmiş, onuru kırılmıştı ve kalbi acıyordu hala. "Nasıl yapacağız?" diye soran kadına, yüzünde sinsi gülüşle karşılık vermişti Ender Usturacı. Oturuşunu dikleştirmiş, emin bir üslupla konuşmuştu. "Orası bende! Sen rahat ol güzelim."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD