GÖÇÜK ALTINDA KALAN KALPLER PART I

4946 Words
36. BÖLÜM: GÖÇÜK ALTINDA KALAN KALPLER Göçük altında kalan bir kalp ne kadar süre Nefes'siz kalabilirdi? Daha ne kadar acı işlenirdi yaralı kalbine? Kalbinden kaçamazdı, Nefes'inden oldu mu ölürdü bu aciz bedeni. Yaşardı fakat kalbi göçük altında da kalmaya devam ederdi. Başka bir şehirde bambaşka bir hayat yaşamak gibi değil miydi zaten severken ayrı kalmak? Onsuz yaşamak gibi değil miydi yeniden düzen kurmaya çalışmak… Aşık olup da kavuşamayan birine; hasret ne diye soru sormak gibiydi bazen çaresizlik. Onların bir sebebi olurdu yine fakat Nefes için tatmin edici bir sebep bile yoktu. Göçük altında kalmış bir kalp gibi acı çekiyordu, her ne kadar unutmak isteyip de bunun için çabalasa da; aradan aylar yıllar geçse de unutamıyordu. Unutamazdı, eğer ki yüreğinde hala onun için çarpan bir kalp varsa ölse bile unutamazdı. Bir şarkı da diyordu ya; sen beni ölsen unutamazsın. Doğan da Nefes’i öyle unutamazdı işte. İsterse bin kere ayrılmak istediğini söylesindi. Onu tanıdığı kadar kalbini de tanıyordu… Nefes de unutamazdı, dili unuttum dese de kalbi buna uymazdı… Okul çıkışından bir saat sonra evine geçen Doğan kapı önündeki küçük sepette faturaları görünce ağır ağır bakışlarını sepetten çekip anahtarını cebinden çıkardı. Yorgun argın bir şekilde anahtarı, kapı kilidine sokarken diğer eline de faturaları alıp içeriye geçti. Göz ucuyla gelen tutara bakındığında ayağıyla kapıyı örttü. Bu ay fazla elektik yakmamasına rağmen bu kadar yüksek geleceğini hiç düşünmemişti. Daha geçen ayın borcunu zar zor ödemişti. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp salona geçtiğinde faturayı ortada duran sehpanın üzerine bıraktı. Elindeki çantayı koltuğa bırakırken mutfağa geçip kendine bir kahve yaptı. Gözlerinin önüne beliren kahve gözlerle sert bir nefes alıp bıraktı. Gözlerini kapatıp kapatsa da gözlerinin önünden gitmek bilmiyordu. Alışırım demişti kendine; alışırım yokluğuna herkes nasıl alışıyorsa öyle alışırım… Gerçekten insan alışır mıydı yokluğuna? Şu an belki güçlük çekebilirdi fakat ya ileride? Aklı yine onu düşünürken. Gider miydi kalbinden… Kahveyi eline alıp salona geçti. Hemen koltuğun sağına oturup kumandayı eline aldığında televizyonu açtı eve ses olsun diye. Herhangi bir kanal haberine denk gelirken sesini biraz yükseltip kumandayı bırakıp sıcak kahvesinden yudumladı. O sırada ekranda dikkatini çeken bir şey oldu. Hızlıca bakışları daha dikkatlice ekranı bulunca tanıdık bir yüzle göz göze geldi. Kumandadan hızla daha çok ses açarken Nefes’in yüzünde hiç eksiltmediği o soğukkanlılık vardı. “Cumhurbaşkanı Nefes Güneş son dakika, seçimlerde ‘Benim adımı da göreceksiniz, kararımı değişirdim başkan olmaya devam etmek istiyorum.’ Sözleriyle damga vurdu.” Spikerin sözleriyle Doğan anlamayarak ilk başta kaşlarını çattı daha sonra Nefes’in konuşmaya devam etmesiyle dinlemeye devam etti. “Seçim günü dört günden altı gün sonra alındı. Umuyorum ki yepyeni bir döneme bir imza daha atacağız. Benim için ekstra bir yoğunluk olacak fakat sizin için elimden geleni bu kadarla biteceğini sanmıyorum. O yüzden yeni devrim yeni yasalarla sizinle olmayı çok isterim.” Deyip mikrofonlardan uzaklaştığında hemen ardından Uygar ve Serkan kürsüye geçti. Diğer açıklamaları yapmak için geçmişlerdi. Doğan ortada dönen bir şeyler olduğunu sezerek düşünceli bir hal üzerine takınırken ani kararın ardında yatanın çok derin bir mevzu olduğunun farkındaydı. Kesin bir şekilde tekrar koltuğa geçmeyeceğini biliyordu çünkü. “Bundan sana ne ki Doğan! Ne yapıyorsa yapıyor hani yoluna bakıyordun sen? Eskiye dönme ki kalbin eskide kalmasın.” Kendine kızarak derin bir nefes bıraktığında önündeki faturayla tekrar ilgilendi. Zaten öfkeli bir adama dönmüştü şimdi de faturada yazan tutarla daha çok çıldırmasına neden oldu. Ya da öfkelenmek için kendine neden yaratmak istiyordu. Faturayı elinde top haline getirip sıktığında gözleri ekrana döndü yeniden. Nefes’i çeken muhabirle gülümsemesi ortaya çıktı. Gözlerini yumdu, açtı, yumdu ve tekrar açtı. Bu sefer de televizyonu kapatıp derince iç çekti. Arkasına yaslanıp sakinleşmeye çalışırken kapı çaldı. Doğan gözlerini yumup gitmesini istercesine sessiz kalırken kapıdaki her kimse ısrarla çalmaya devam ediyordu. Bir kere daha bir kere daha çalarken hırsla gözlerini açıp ayaklandı. Kapıya doğru ilerleyip hızla açarken “Açmıyorsak yokuz evde değil mi?” der demez sözü gördüğü kişiyle yarım kaldı. “Ama varsın. Evde olmayan biri kapıyı açamayacağına göre?” Özge hanımın gülümseyerek konuşmasıyla sessiz kaldı. Özge hanıma soru sorarcasına bakarken Özge hanım mahcup bir ifadeyle tebessüm etmeye devam etti. “Rahatsız edecek bir saatte mi geldim yoksa?” konuşmaya devam edip kapı önünde durmaya devam edince Doğan’ın bakışlarından eve almak istemediğini anlayarak geriye çekildi. “Çok yanlış zamanda geldim sanırım. Başka bir zaman yine gelirim tabi müsait bir zamanında.” “Yok hocam müsaittim de… eve kadar geleceğinizi düşünmemiştim. Dışarda konuşuruz diye…” Doğan karşısında bir anda göründe ne yapacağını bilememişti o yüzden de sessizleşirken Özge hanımla konuşacak konuları olduğunu tamamen unutmuştu. Sonradan pot kırmamak adına açıklama yapınca bir iç çekti. “Ay ben çok patavatsız ve emri vakice davrandım değil mi? Kusura bakmayın hocam.” Yüzü utançtan kızarırken bakışlarını kaçırmıştı. Omzuna astığı çantasını düzeltirken içinden kendine sövmeyi de ihmal etmiyordu. “Estağfurullah hocam. Neyse, siz çardakta bekleyin isterseniz ben de üzerime bir şey alıp geliyorum.” Demesiyle Özge hanım sıcak bir gülüş sergileyip başıyla onayladı. Doğan da mesafeli bir şekilde baş onayı verip kapıyı örttüğünde odaya geçmişti. Dolabın kapağını açıp rastgele bir kıyafet seçerken telefonu art arda çalmaya başladı bu sefer. Tişörtünü üzerine geçirip arayan kişiye bakındığında tanımadık bir numaraydı. Tanımadığı numaraları açmama gibi huyu olduğu için üstünde fazla durmayıp açmadı. Arka cebine cüzdanı koyup telefonu eline aldıktan sonra evden çıkarak kapıyı kilitledi. Ağır adımlarla çardağa doğru ilerlerken arkası dönük bir şekilde oturan Özge hanımı gördü. “Bir yer vardı meydanda. Oraya gidebiliriz isterseniz hocam.” Doğan geldiğini fark ettirerek konuşmaya başladığında Özge hanım da ayaklanıp başıyla onay verdi. Telefon tekrar çaldı. Yine tanımadığı numara olunca bu sefer sessize aldı. Önden yürüyen Özge hanımla arkasından ilerlerken konuşacakları konuyu şimdiden öngörüşünü yapmaya başladılar. *** “Ahmet hoca da yoldaymış, on dakikaya gelir.” Diyerek telefonu masaya bırakan Özge hanımla, Doğan yorgun bir sesle “Biz başlayalım öyleyse, Ahmet hoca çok gecikmez zaten.” Demesi üzerine çayını eline alırken Özge hanım güler bir yüzle “Yorgunsunuz değil mi? Dün gece uyuyamadınız sanırım?” diye sordu. Gözlerindeki yorgunluk iki günün uykusuzluğundan kaynaklıydı. İki gündür uyku tutmaz olmuştu gözleri. Üstüne yoğun bir ders programına denk gelince yorgunluk artmıştı. “Pek uyuduğum söylenemez.” Sözünü kısa tutma derdindeydi ve bir an önce şu konuyu açıklığa kavuşturup iki gün boyunca dinlemek istiyordu. “Sizi de hemen böyle yangından mal kaçırır gibi…” “Estağfurullah!” dedi yeniden, Doğan itiraz edercesine. “Bu önemli bir konu, acele ettirilmesi gerekliydi.” “Çocuklar sizin kırmızı çizginiz sonuçta.” Kimin değildi ki zaten… “Herkesin kırmızı çizgisi olsa keşke ama bu mümkün olmuyor hep maalesef. Geçen sefer ki olayda malum, kimse sesini çıkarmadı bizden başka.” “Size yetkililer ilgilensin demiştim hatta ve sonucunda siz yaralandınız.” Dediğinde aklına yeni gelmiş gibi sessiz bir ha çekerken “Bu arada mahkeme sonucunda çocuklara ne oldu? Serbest mi bıraktılar, gerçi serbest bırakmamalılar yaptıkları bir suç.” Dedi nefes almadan. “Nefes bana bir cezası olacağını söylemişti. Büyük ihtimal birkaç ay yatarlarmış…” dediğinde son anda ne söylediğini idrak ederek yerinde kaskatı kesildi. Dudakları, yutkunduğu gibi hafif aralanırken bir süre kendine gelememişti. Kendini silkeleyip hafif öksürdüğünde merak dolu bakışlar gözlerinin üzerindeydi. “Milli Eğitim Bakanı ve Müdür yardımcısı da görevden alındı bu yüzden.” “Nefes hanım hep böyle mi?” diye sorduğunda dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. Çünkü Doğan’ın gözlerinde adı geçtiğinde bir parıldama geçmişti. Anlamadığı bir nokta ise Başkana neden adıyla sesleniyordu? “Çok yakından tanıyor gibi konuştun da?” diye devamını getirdiğinde Doğan net bir cevap verdi. “Ahmet hoca gelemedi? Trafiğe mi takıldı acaba?” cevap vermeyerek farklı bir soru sorduğunda bakışları sağını buldu ve hemen hızlı hızlı yürüyen Ahmet hocayı. Elini havaya kaldırıp gülümsediğinde Özge hanım, birkaç gün önceki anları zihninde düşünmeye başladı. Okula gelişini, ardından sarılışları bir başkanla… başını onaylamaz bir şekilde salladığında o sıra Ahmet bey masalarına buyurdu. Özge hanım anında ayaklanıp Ahmet beyin elini sıktığında konuya giriş yapmışlardı. *** Ankara… Benim ellerimde çocukluğumun acısı, kalbimde ise çığlığı vardı. Ruhumda ölüşü, bedenimde izleri duruyordu. Nefes Güneş Geçmişten kalan hatalardan kurtulduğunuz bir zaman olurdu da sonra da o hatalarınızı gün yüzüne acımasızca çıkaran illaki bir düşmana denk geldiğinizde bedeli hep size dokunurdu. Fakat sizinle beraber de sevdikleriniz, bu bedele ortak olunca işler daha da çıkmaza girerdi. Çünkü siz hatayı yapardınız sevdikleriniz ise size hayal kırıklığıyla gelirdi. Siz o kadar güvenirsiniz ki, o kadar inanırsınız ki ona, bir insanın canını yakmayacağına o kadar emin olursunuz ki… Aniden size olan inancı, güveni yerle bir olurdu. Bakışlarındaki hayal kırıklığı arttıkça siz de o kadar yerin dibine girmek isterdiniz. Yüzüne bakamaz hale gelmenizin utancı çok ağır olurdu. En son ne zaman böyle hissettiğini hatırlamasa da son olacağını da düşünmüyordu ama kızının… Kızının ona birkaç dakikalık dair olsa hayal kırıklığı ile bakması tüm dengesini ezip geçmesine yetmişti bile. Salonda adeta ölüm sessizliği vardı ve ne Aden tek kelime edebiliyordu ne de Uygar ve Nefes. Nefes’in bakışları Uygar’ı bulurken sertçe yutkundu. Gözlerindeki korku ve tedirginlik artıkça kalp atışı düşüşe giriyordu. Uygar ağır ağır bakışlarını kızına değdirdiğinde zorlukla nefes alıp yanına ulaşırken Aden sızlanarak söylenmeye başladı. “Aşk olsun ama size! Cedric’in peluşunu nasıl ortadan ikiye ayırırsınız? Öldürdünüz onu, çok kızgınım size ve hayal kırıklığıyım. Cedric’in benim için ne kadar kıymetli olduğunu bilmeniz gerekirdi.” Ciğerlerinde temiz bir nefes bayram olunca, bedenine yayılan endişe ve korku o an uçup gitmiş rahat bir nefes daha çekmişti. Kalbi duracak gibi hissettiği dakikalar da kendini kasmayı kesince anlık bir gözyaşı dökme ihtiyacına tutulmuştu. O geçen birkaç dakika yüreğine o kadar ağır gelmişti ki ayakta daha fazla duramayıp kendini arkasındaki koltuğa bıraktı. Elleri, yüzüne gidince Aden bu sefer endişe içinde “Anne?” diyerek yanına ulaştı. Küçücük elleri annesinin yüzünü kavrayınca ellerini de geriye çekmişti. Masum ve sıcacık bakışlarıyla başını hafif yana eğerken “Anne, üzülmen için demedim ki ama. Tamam, önemli değil o aptal peluş. Ortadan üçe ayrılsın hatta. Senden değerli değil annecim. Hadi bak bana, sarıl ama kocaman olanından.” Dediğinde Nefes, kızını kucağına çekip uzun uzun sarıldı. Küçük yüreğine kurban olmasın da ne yapsındı bu kadın? Onlarını duyduğuna o kadar inanmıştı ki hala idrak edemiyordu. Küçük kızının bir peluş için hatta onun için özel olan peluş için hatalı olmasına rağmen kızının yine üzüldüğünü anlayarak önemli olmadığını söylemesi… “Annem…” Uygar hemen yanlarına oturup Aden’i kendine doğru çekerken yüzüne bir haylaz gülümseme ekleyip “Sen peluşun için mi üzüldün? Kusura bakma babacığım o benim hatamdı. Fazla bir kuvvet kullanınca… hem ben onu saklamıştım sen nereden gördün ki?” diye merakla sorduğunda tüm odak noktası babasına geçti. Nefes o sürede kendini toparlanırken kenarda duran Aslan’a bir işaret çakıp kızına doğru döndü. “Demek peluşumun katili sensin baba? Bana bir peluş borçlusun, ayıp ya ayıp vallahi? Hem suçlu hem de suçunu örtbas ediyorsun, çok kırıldım çok!” derken ‘k’ harfini nefesi yettiği kadar uzatmıştı. Ellerini kızgın bir şekilde göğsünde bağladığında Uygar suçlu gözlerle kızına bakıp iç çekti. “Ama ben daha güzelini alacaktım. Sen onu görmeden hem de. Hatamı telafi edecektim ne güzel. Gitti tüm sürpriz.” Uygar öyle deyince Aden’in gözleri hemen parıldadı ve ellerini çözerek hevesle ellerini çırptı. “Aman babacığım hiç önemli değil. Alt tarafı bir peluş. Suçlama kendini, hem senin suçun değil. Peluş pek sağlam değilmiş diyelim? Babacığım sürprizini hala yapma şansın var tamam mı? Ben peluşun ortadan ikiye ayrıldığını görmedim, duymadım, bilmiyorum.” Derken el hareketleriyle de göstermişti. Uygar Munzur bir bakış yandan atınca gülmemek için kendini zor tuttu. Kızının bir an sıkı pazarcı olduğunu unutacaktı neredeyse. Nefes’in kendini silkelemesi için yeterli zaman geçtiğini fark ettiğinde ise Nefes’e dönerek munzurca konuşmaya devam etti. “Görüyor musun minik üçkağıtçı kızını? Kime çektiyse?” Nefes’i bir gülme tutunca kendini serbest bıraktı. İma dolu bir bakış eşliğinde kızının yanağına uzun bir öpücük kondurup “O minik üçkağıtçının okul saati geçiyor ama?” demesiyle tüm hevesi gitmiş gibi hissederek surat astı. “Hatırlat zaten hep hatırlat anne! Ama eve döndüğümde bu konuyu uzun uzun konuşacağız. Çok kızgınım size çok.” Diyerek yine eski kızgınlığa dönerken babasının kucağından inip havalı bir şekilde saçlarını arkaya savurup çantasını merdiven başından alıp kapıya doğru ilerledi. Uygar ve Nefes de arkasından ilerlerken hala kızgınlıkla söylenmeye devam ediyordu. “Eve döndüğümde umarım peluşum ama Cedric olanından odamda olur. Yoksa…” demeye kalmadan ayakları yerden kesildiği gibi babasının boynuna sarılırken çığlık atmayı da unutmadı.” “Ne yapıyorsun babacığım ya? Düşseydim…” “Babalar, hiç kızlarını düşürmezler. Hem babaya ve anneye şantaj yapılır mı?” derken yalandan kaşlarını çattı. “Ayıp ayıp ne şantajı? Sadece olacakları söyleyecektim.” Masum bir ifadeyle göz kırpıştırırken Nefes kapıyı açmış ardından bahçeye ilerlemeye devam etmişlerdi. “Aynı şey?” der demez anne kız aynı anda bağırdılar. “Değil!” Uygar teslim olurcasına boştaki elini havaya kaldırırken dudakları hayretle açıldı. Kaşları hafiften yukarıya doğru kalktığında Nefes bakışlarını kaçırıp bıyık altında sırıttığında dengesi iyice şaşmıştı. Sinirleri bozulurcasına gülmeye devam ederken Aden ve Uygar tuhaf bakışlar atmaya devam etti. “Annenin dengesi iyice bozulmadı sence de babacığım? Kendi kendine gülmeye de başladı.” derken nedenini çok iyi biliyordu aslında. “Ne yapsak ki?” “Babacığım, annemin tatile ihtiyacı var. Bu hafta da kendini çok yordu kendisini. Sonra da peluşum ortadan ikiye ayrıldı.” dediğinde bu sefer de annesine sahte bir kırgınlıkla baktı. “Annecim hani babanın suçuydu o? Yine mi bana olay patladı ama...” “Sen üzüldün diye şey etmiştim ben. Yoksa sen de bu olayda suçlusun ve ikinizde bana sürpriz borçlusunuz.” Nefes saçlarını arkaya atıp kocaman gülümsedi. Munzurlaşan bakışları oyunbaz olan kızına değdirdiğinde “Dersini kaçıracaksın.” dedi Aden’in aklından geçenin tam tersini söyleyerek. Aden de bekliyordu sürpriz yaparız tek isteğin bu olsun demesini... tüm hevesi suya batarken huysuzca babasına sarılıp annesine tavır yaptı. “Kadının aklında dersten başka bir yok. Tamam anneciğim, gidiyorum. Dersime geç kalmayacağım, sen de muradına er. Yürü baba, annem yemedi oltadaki yemi.” dediğinde Uygar gülmemeye çalışıp önden ilerlediğinde Nefes başını hafif yana eğip Uygar’la bahçeden çıkışını izledi. “Seni seviyorum bebeğim bunu unutma!” diye bağırdığında ellerini kollarında birleştirdi. Aden ise omzu üstünde annesine öpücük kondururken “Akşam peluşum hazır olsun.” diye bağırdı imayla. Nefes, kızının göz önünden ayrıldığını gördükten sonra derin bir nefes bırakıp hızla içeriye geçti. Aden'in, onları duyduğuna o kadar inanmıştı ki ne yapacağını kestirememişti. Sinirli ifadesi bir an da ortaya çıktığı gibi salondaki CD’leri eline alıp ardından Serkan’a seslendiğinde saniyeler içinde yanında bitti. Aklı o kadar Karahan beyle dolmuştu ki Arasta’yı şu an düşünemez haldeydi. “Buyurun Nefes hanım?” Nefes hemen Serkan’a doğru dönüp öfkeli bir sesle “Alper’i de yanına al ve Karahan beyi bulun bana!” diye bağırdığında Serkan başıyla onayladığı gibi evden ayrılırken telefonuna bir mesaj geldi. Nefes telefonu eline aldığı gibi mesaja bakarken Uygar’dan geldiğini görüp okumaya başladı. Uygar Karamel: Canımın içi ben gelmeden bir şeye kalkışma. Aden’i bırakıp geleceğim, sakın bir kendin halletmeye çalışma. Gelince konuşacağız. O şerefsizi de neyse anladın beni değil mi :) Mesajla beraber sertçe yutkunurken dediğini o da yapmayacağını biliyordu. Uygar’ın uyarını görmezden gelip evden çıkmadan önce Aslı hanıma çıktığı haber edip meclise geçmek için arabasına bindi. *** Her bir CD’de farklı hataları mevcuttu. Karahan’ın bunlara nasıl ulaştığına fikir olmazsa bile arkasından iş çevirdiği barizdi. Çünkü tüm planlarını suya düşürüp ülkeden sürgün ettiğinde bu kadar sessiz kalmasına hayret ediyordu. Tehdit edecek bir açık yakaladığını sanıyordu oysaki. Nefes tüm açığının üstünü örttüğüne o kadar emindi ki… “Başkanım odanızda bir misafiriniz var? Ben ne kadar uya-” “Tamam Sibel. Beklediğim biriydi zaten. Sorun yok.” Sibel’in telaşlı bir şekilde yanına doğru koşturduğunu fark edip duraksadığında yüzüne mahcup bir ifadeyle bakmıştı. Sakin tuttuğu ifadesiyle sorun olmadığını söyleyip odasına doğru ilerlemeye başladığında kapıyı sertçe açıp kapattı. Hemen yan koltuğa kurulan kişiye doğru hızla ilerlediğinde öfkesini dizginlemek zor olmuştu. “Başkanım ne bu sinir? Sabah uykunuzu alamadınız mı?” alayla sırıtıp arkasına daha çok yayıldığında Nefes tam karşısına geçip ayakta dikildi. Yüzüne sakin ama bir o kadar da öfkeyle bakarken “Sabah sabah huzurum kaçtığı doğrudur?” diye soludu. “Bakın siz bu işe? Kim o hadsiz peki, tanıdık mı?” “Tam karşımda kendisi. Benim ve ailemin huzurunu bozan kişiye ne yaptığımı bilmek ister misin eski büyükelçi?” tehdit vaki bir edayla uyarını yaparken kaşlarını çattı. “Bilmek istemem çünkü ne yapacağını biliyorum başkanım. Zehirli su, tanıdık gelmiştir umarım?” kendine güvenircesine çekinmeksizin konuştuğunda Nefes’in sakinliği daha tehlikeli bir hal alıyordu. Nefes histerik bir kahkaha patlatıp başını olumsuz bir edayla salladığında “Eski büyükelçi ah eski büyükelçi. Sen beni hiç tanıyamamışsın ki? Ben kim, zehirli su kim değil mi?” diye alaylı bir şekilde konuştuğunda Karahan’ın da yavaş yavaş kaşları öfkeyle yukarıya doğru çatılmıştı. Başında büyük bir tehdit olmasına rağmen hala böyle alaylı kahkaha atmasına inanamıyordu. “Alay etmememizi öneririm?” “Neden, gider her yere yayar mısın? Yaysana! Hadi git de ki; başkanımızın kirli bir geçmişi var. Hatta o görüntüleri de izlettir, yoksa inanmazlar malum.” Karahan’a yol gösterir gibi ne yapmasını söylerken o kadar emindi ki boş tehditler olduğundan… Kendisine yutkunarak bakan adama doğru daha sert bir ifadeyle bakarken Karahan beyde aynı bir bakış attı. “Beni ülkeden sürgün etmeyecektiniz!” diye çıkıştı. “Anlaşılan sürgün edememişim? Burada olduğuna göre?” “Para ve güç her kapıyı açar ne de olsa. Devlette payını alınca. Sonuçta siz de dört gün sonra eski başkan olacaksınız? Yerinize başka biri geçecek.” Alttan alttan verdiği imalarla Nefes yerine geçip oturduğu sıra “Ben bu devletin başında olduğum müddetçe, para ve güç kirli işlerinizde kullanılmayacak! Ve sen de bir daha beni tehdit edersen ülkeden değil dünyadan sürgün ederim!” dedi son kelimelerini çok kısık bir sesle söylerken. “Beni öldürmekle mi tehdit ediyorsunuz?” “Hayır, hiçbir ülke seni kabul etmeyecek hale sokarım diyorum.” “Susmam için yeterli bir neden söylemediniz hala ama?” derken bilakis bir şeyin peşindeydi. “Sen zaten susacaksın ki, ben de bugün evime gönderdiğin şantajı unutayım değil mi?” “Hayır, başkanlığa aday olacaksınız ben öyle susacağım!” dediğinde kararlı bir ses tonuyla söyledi. Nefes ilk başta idrak edemezken yüzü ekşirken “Ne diyorsun sen, başkanlığa geri dönmem neyine aleyhine olacak?” diye sordu anlamsız bir bakış atarken. “Beni sürgün etmeyeceksen anlatacağım.” Planına o kadar güveniyordu ki, hayır diyeceğini bile ummuyordu. “Benim seni şu an da hemen canına okumam gerekiyordu. Geliyorsun beni tehdit ediyorsun ve sonra da başkanlığa geri dönmemi istiyorsun? Üstelik bunda ne karın olacağını bilmeden. Karahan ne planlıyorsan açık açık söyle zaten sabahtan gergin ve sinirliyim. Senin yüzünden…” “Kızınla aran açılacaktı biliyorum ama onu da düşünerek icraata geçtim merak etme. Benim tek bir derdim var o da başkanlığa geri dönmen. O yüzden tehdit etmek durumunda kaldım çünkü öbür türlü kabul etmezdin. Kızının yüzündeki hayal kırıklığını kaldıramazsın, bitersin, yok olursun. Zaafın olmuş bir kız çocuğu hele ki senin olmayan-” “KES SESİNİ!” öyle bir bağırmıştı ki yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi. Saldırmamak için kendini frenlediği sırada elini sertçe masaya geçirmişti. Burnundan solurken Karahan bey işte bu öfkeden istiyordu. Öfkeli ve hırslı hali. “Gerçekten bu kadar bağlanman, ne garip değil mi? Öz annesi sevgi vermezken senin sevginle…” “Karahan! Sabrımı zorluyorsun zorlama.” “Sustum. Konumuza dönelim, kabul ediyor musun etmiyor musun?” “Nedenini açıklamadan kabul edip etmeyeceğim belirsiz.” “Söylediklerimden sonra kendin kabul etmek isteyeceksin zaten.” Deyip burnundan soluyan halini görmezden gelerek planı anlatmaya başladı. *** Kahvaltıdan sonra kahve yapmak için mutfağa geçen Arasta’yla, Alper de sofrayı toplamasına yardımcı olmuştu. Araları düzelse bile yine limoni yanı da vardı. “Alper, bahçede mi içeceksin kahveyi yoksa salonda mı?” diye soru yönelttiğinde gözlerinin içine kısa bir an bakıp önüne döndü. Üst raftan kahve kavanozunu da tezgâhın üstüne bıraktığında Alper belinden sarılıp boynuna bir öpücük kondurdu. “Aramızdaki sorunu hallettiğimizi düşünmüştüm? Asık yüzünü görmek istemiyorum ama artık. Üzülüyorum.” Diye kırgınca mırıldadığında Arasta zorlukla gülümseyip yanağından kocaman öptü. Başını da göğsüne yaslayarak kahvesini yaparken “Sorun yok Alper. Sadece yorgunum.” Dese de inanmıyordu. “Hani kocacığım, bebeğim kelimeleri nerede? Arasta’m bak…” “Bebeğim, gerçekten sorun yok. Hem arada böyle kavgalar olacak ki evliliğimiz rutinleşmesin. Arada aksiyon lazım ki heyecanı kalsın.” deyip genişçe sırıttığında imayla göz kırpmıştı. “Kavga etmek istemem yine de. Sen üzülüyorsun sonra. Bu kavga da basit bir nedenden dolayı olmadı. Annem yüzünden ve benim şerroluğum yüzünden.” “Tam bir şerrosun! Haklısın, seni uyardığımı da hatırlıyorsun değil mi? O yüzden o kavgayı hatırlatıp da sinirlerimi zıplatma!” diye çıkışarak eline küçük bıçağı aldığında sinirle kaşlarını çatmıştı. “Tamam karıcığım unuttum gitti bile. Sen de o bıçağı yerine koy da karşılıklı bir kahve içelim, olur mu?” diye geriye çekilip ellerini havaya kaldırdığında masum bir ifadeyle karısına baktı. Arasta masum ifadesine karşı kendini tutamayıp kahkaha attığında başını olumsuzca iki yana doğru salladı. “Ya Allah’ım!” diye gülümseyerek söylendiğinde kahve pişmiş fincanlara boşalttı. Alper Munzur bir ifadeyle yeniden karısının boynuna sokulurken şirinlikle “Karıcığım?” dedi. “Efendim bebeğim?” “Kahveyi boş versek mi, hı? Hazır yalnızız, Aslan’da yok?” “Ee…” ne dediğini bariz anlasa da inadına anlamazlıktan geldi. “E’si, barışmamızın şerefine…” “Çok isterdim kocacığım fakat Aden’in yanına uğrayacağım. Benim küçük ikonu özledim hem Nefes de merak içinde kalmıştır? Kaç gündür konuşup görüşemiyoruz da?” hakikaten bu aralar hiç konuşamamışlardı. Özlemişti kardeşiyle vakit geçirmeyi. Alper hüsrana uğrarcasına bir bakış atarken Arasta zafer kazanmışçasına gözlerini yumup açtı. Hiç oralı olmayıp tepsiyi bahçeye götürdüğünde Alper’in hala mutfakta kaldığının farkındaydı. “Hadi ama kahveler soğuyacak. Bu havada mis gibi kahve keyfi kaçırılmaz kocacığım.” Deyip elindeki tepsiyi az ilerdeki çardağın masasına bıraktı. Alper de bahçeye doğru ilerlediğinde yüzünde alay dolu bir ifade vardı. Elindeki çikolata kasesini de kahvenin yanına bırakırken karısının belinden tutup yanına oturttu. Saçlarının ucuna öpücük kondurduğu sırada Arasta hemen başını göğsüne yasladı ve gülümseyerek yukardan kocasına baktığında keyfi yerine gelmiş gibi hissediyordu. “İşte benim karım bu! Yüzü neşe saçan aynı zamanda da etrafına da bu neşesi bulaştıran karım. Hep böyle kal olur mu?” “Damarıma basmadığın sürece ben böyle kalırım kocacığım.” “Alttan alttan uyarı mıydı bu?” tek kaşını hayretle yukarıya doğru kaldırdığında dudakları iki yana doğru kıvrılmıştı. “Nasıl algılarsan kocacığım.” Cilveli bir bakış atıp kahvesinden içti. Alper yukardan bir bakış atıp kahvesinden içtiğinde “Arasta?” diye mırıldandı mayışmış bir sesle. “Hım?” “Biz hiç kavga etmeyelim olur mu? Aramıza kimse de girmesin, kendimiz halledelim sorunlarımızı?” “Bizim tek sorunumuz senin korkaklığın ve annendi Alper.” Dik dik yüzüne bakıp önüne döndüğünde huzursuzlanmıştı yine. “Annemi, kardeşinin yanına yolladım Arasta. En başından böyle yapmamalıydım ya!” diye homurdandığında Arasta üzgün bir edayla “Bahar hanımı yine de evden yollamak kötü biriymişim gibi hissettirdi.” Dediğinde sertçe yutkundu. Her ne yaparsa yapsın bunu hak ettiğini düşünemiyordu bir türlü. “Arasta’m?” yumuşak bir mırıltıyla adını seslenip çenesinden hafif tutup yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerindeki şefkatle “Senin değil onun böyle hissetmesi gerekirdi. Seni kızı olarak görmediyse bu senin değil onun suçu. Hem Aslan da rahatsızdı. Bakma bizim hatırımız için katlanıyordu ama hiç sesini çıkarmadı. Boş ver bunları da biraz aşkımızla ilgilenelim? Karım yanımda, evimde. Hayatımdayken daha ne ister bu canım? Şöyle evin içinde koşturan iki kız çocuğu olsa… ailemiz daha da genişlese…” Arasta için bu hayal o kadar güzeldi ki şimdiden düşünmeden edememişti. Gözü önüne beliren iki kız çocuğuyla hayallere daha çok dalarken yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu. “Bir ara bunu yine hayal etmiştik hatırlıyor musun?” diye sorduğunda gözlerindeki ışıltı, hayalin gerçekleşmesi isteyişiydi. Aşık olduğun adamdan çocuklarının olması ne kadar güzeldi bilir misiniz? “Seninle olan hiçbir şeyi unutamam ben.” Deyip yanağına derin bir öpücük kondurduğunda istemsizce gözleri kapandı. Sahiplenici bir şekilde göğsüne sığınırken gözlerini açıp kaşıya diktiği sıra “Ama ilk önce bu sorumluluğu kaldırabilecek miyiz onu düşünmeliyiz. Sonuçta dünyaya bir can getireceğiz ve ona sevgimiz yeterli gelecek mi, her sorununda yanında olabilecek miyiz? Ya da bir derdi olduğunda bir hareketinde anlayıp onu anlayabilecek miyiz?” aklını kurcalayan bir korkuydu bu? Kendileri gibi büyümesini istemezdi sonuçta. “Çocuk bakmakta ne var ki karıcığım? Altı kirlendiğinde bezini değiştireceğiz, acıktığında mamasını yedireceğiz, düştüğünde biz kaldıracağız ne zorluğu olabilir ki?” şakayla karışık konuştuğunda kendisiyle alay geçtiğinin farkındaydı. Sert bir uyarıyla kaşlarını çattığında “Alper!” dediğinde Alper derin bir iç çekip ciddi bir ifadeye büründü. “Tamam elbet zorlukları olacak ama üstesinden geliriz. Hatta belki de dünyanın en şanslı çocuklardan biri olacaklar.” “Nasıl şanslı olacaklar ki?” “Çünkü ailesi biz olacağız karıcığım.” Dediğinde aynı anda mutlulukla sırıttılar. “Şimdi benden iki tane daha katlanabilecek misin yani? Benimle baş edemezken üç taneyle mi baş edeceksin kocacığım.” Muzur bir ifadeyle dudak kıvırdığında cilveyle kıkırdadı. Alper’in gözlerinde anlık bir korku geçtiği sırada Arasta daha gür bir kahkaha patlattı. “Hani baş ederdin, daha hayaline bile baş edemiyorsun Alper.” “Oğlan da olur aslında. Onlar da bana benzerler herhalde?” deyip göz kırparak sırıtığında bu sefer de Arasta hayale daldığında birkaç dakika sonra yüzü ekşidi. Alper, karısının ekşiyen ifadesine ters bir bakış attığında “Ayıp oluyor ama!” diye huysuzca homurdandı. “Ödeştik.” Dedi zaferle. Alper sonradan idrak ettiğinde gözlerini kısarak “Karıcığım?” diye tatlı bir ses tonuyla uyardığında “Ne, şimdi senden iki tane daha olsa iyi mi olur? Herkesin gözü sizde mesela ben sakin ve hanım hanımcık kalır mıyım? Kafamda şimdiden olmayan cinayetler işlendi diyebilirim gülmesene be!” derken sonralarına doğru Alper’i bir gülme tuttu. “Seni o halde düşündüm de gözüme bir ayrı güzel geldin?” “Cinayet işlerken mi?” diye korku hayret dolu bağırdığında elleri yanaklarını buldu. Dehşetle kocasına bakıyordu. “Hayır karıcığım, kıskançlık krizlerine girerken ki hallerini diyorum?” omzuna sert bir darbe yediğinde refleks bir şekilde geriye çekildi. “Acıdı.” “Acısın, yani beni kıskançlık krizine sokup eğleneceksin öyle mi?” “Ben öyle bir şey demedim?” hayretle gözleri büyüdü. “Eğlenirsin ama, ne de olsa…” sözü, göğsüne yapışan bedeniyle kesilirken belini okşadı. “Ben öyle olsa çok güzel gelirsin gözüme dedim. Hemen kafanda farklı senaryolar kur zaten.” “Erkek değil misiniz sonuçta!” diye çıkıştığında gözleri doldu. Alper hayret içinde karısını izlerken gözlerinin dolmasına anlam veremedi. Ne demişti ki, hani öyle üzülecek bir şey de dememişti ki? “Arasta’m?” “Yok sana Arasta! İki çocukla dul kal da gör gününü!” der demez ayaklanıp içeriye geçtiğinde arkasından şaşkınlıkla bakakaldı. Sertçe yutkunurken yerinde hızla doğrulup peşinde koştuğunda ise kolları arasına almak istese de Arasta izin vermemişti. “Arasta!” “Gelmesene!” “Nasıl gelmeyeyim, ağlıyorsun bir de? Seni üzecek bir şey de demedim ki? Niye ağlıyorsun bebeğim, söylesene?” “Bilmiyorum bir an da ağlama isteğiyle dolup taştım. Sinirlerim de gerildi.” Dediğinde gözyaşlarını silip kendi haline döndüğünde Alper tuhaf bakışlar atmaya devam etti. “Ya bakma bana öyle tuhaf. Geldi geçti.” Rahatlamak adına gülümseyip koluna girdiğinde neşeyle şakıdı. “Yeğenimi özledim hadi gidecektik, hazırlan da çıkalım?” dediğinde Alper bir kere daha ciddi bir şekilde sordu. “Arasta iyisin değil mi bak…” “Ay, iyiyim iyiyim bir şeyim yok! Hadi hazırlan da çıkalım. Yeğenimi özledim ben.” Deyip saçlarını savurup içeriye geçti. Arkasından da Alper de gelince telefonu çaldı. Kaşlarını çatıp telefonu cebinden çıkardığında aramayı cevaplayıp konuşmaya başladı. “Efendim Nefes yenge?” “Meclise gel!” deyip telefonu yüzüne kapattığında bir süre anlamsızca kaldı öylecene. Sonra Arasta’nın merakla kendisine baktığını görünce “Meclise gel, dedi ve kapattı.” Diye açıkladığında Arasta da kuşkuyla kaşlarını çatmıştı. “Ne oldu ki acaba?” “Olmuştur yine bir şeyler neyse ben seni Nefes’lere bırakayım oradan geçerim?” “Tamam.” Deyip odalarına çıktılar. *** “Bi-” “Ağzını dahil açma! Sus ve oturmaya devam et. Alper gelsin bu konuyu konuşacağız.” Karahan bey tam bir şey diyecekken Nefes anında sert bir şekilde uyarırken bozuntuya vermeyerek gözlerini devirdi. Koltuğa babasının yeriymiş gibi daha da yayılırken Nefes başını kaldırmadan yan bir bakış attığında elindeki kalem önüne sertçe düşürdü. Karahan bey bu sefer de alayla sırıttığında bacak üstüne bacak atıp elindeki kalemi çevirip durdu. Nefes’in bakışındaki hırsa bayılıyordu. Hırsı ve öfkesi ona lazımdı ve kendi işlerinde öyle bir yararı olacaktı ki Nefes’in bundan hiç olmayacak gibiydi. Zamanında işini baltaladığında öyle bir kinle dolup taşmıştı ki nefretinden hiçbir atak yapamamıştı neredeyse. Şimdi eline koz geçmişken bunu değerlendirmek Karahan için büyük bir zevk olacaktı. “Rahat dur!” “Siz de çok sinirlisiniz ama başkanım? Az sakin mi olsanız, sinir bünyeye zarar veriyormuş? Bir gün doktora gidip sinirin zararlarını sorduğumda bana aynen şöyle demişti; çok sinir beyindeki hücreleri yok ediyormuş ve hatta… erkenden yaşlandırıyormuş, siz de bence erkenden kırışmak istemiyorsanız sinirlenmeyin. Bakın bana, ben hiç sinir yapıyor muyum? Bu güzel yüzde hiç kırışıklık yok değil mi? Neden, çünkü sinirlenmiyorum.” Nefes’in sinir ayarlarıyla oynamaksa niyeti çok güzel başarıyordu. Çünkü tam da gözlerinin içine boğazını sıkmak ister gibi öfkeyle bakıyordu. Başını öne doğru uzatıp gözbebeklerini sağa sola doğru döndürürken parmağını gözüne sokmak istercesine salladığında “Kes zırvalamayı! Sus ve bekle!” diye bağırdı sert bir şekilde. Karahan susmak yerine daha çok kışkırttı. “Size küçük bir tavsiye başkanım, benimle iyi geçinin, yoksa-” Daha fazla kendine hakim olamayan Nefes, önünde masa engeli olmasına rağmen atik bir hareketle boğazına elini sardığında sabrını tüketmek için elinden gelen her şeyi yaptığının farkındaydı. Ama bilmediği bir şeyler de vardı. Nefes’in aklıyla kimse oynayamaz ve tehdit edemezdi. Eğer ki ortada bir tehdit varsa ve o tehdide boyun eğer gibi yapıyorsa bilmeliler ki asıl oyun oynayan şeytanın ta kendisiydi. “Sakın bir daha beni hafife alacak tehditler savurma! Alacağın son Nefes haline gelirim.” “Yenge, apar topar çağırmışın n-” demeye kalmadan Nefes’in, Karahan’ın boğazına yapıştığını fark edince hızlı hareket ederek Karahan’ın önüne geçince “Bu şerefsizin burada ne işi var? Sana bir şey yapmadı değil mi yenge?” diye bağırıp tam da saldıracaktı ki Nefes emir verir gibi durmasını söyledi. “Alper dur!” Alper, Nefes’in ikazıyla zar zor dizginlenirken Nefes elini, boğazından çekmişti. Bakışları Alper’i bulduğunda ise Karahan’ı tiksinir gibi yüzünü ekşiterek parmağıyla gösterdi. Karahan bozulur bir ifadeyle göz devirirken “Ayıp oluyor ama!” deyip yalandan kınar gibi homurdanırken bakışları bu sefer Nefes’i buldu. “Başkanım, fedaine söyler misin bana parmağını sallamasın? Karşısında büyükleri olduğunu unutmuş bu fedain, eski eşin bunu eğitmiyor mu yoksa?” son cümlesiyle ortalık iyice kızışırken Alper, Karahan’ın üstüne abanmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD