GÖÇÜK ALTINDA KALAN KALPLER PART II

4992 Words
Karahan bozulur bir ifadeyle göz devirirken "Ayıp oluyor ama!" deyip yalandan kınar gibi homurdanırken bakışları bu sefer Nefes'i buldu. "Başkanım, fedaine söyler misin bana parmağını sallamasın? Karşısında büyükleri olduğunu unutmuş bu fedain, eski eşin bunu eğitmiyor mu yoksa?" son cümlesiyle ortalık iyice kızışırken Alper, Karahan'ın üstüne abanmıştı. Elini kaldırıp "Lan it herif!" diye bağırıp yüzüne bir yumruk atacaktı ki Nefes despot bir ses tonuyla "Alper, geç yerine!" diye bağırıp ayağa kalktı. Tam karşılarına dikildiğinde Alper bir kere daha dediğine uyarken sinirden bedeni gerilmişti. Hızlı hızlı soluklanıp burun kemerini sıktığında "Yenge bu itin burada ne işi var? Hani yurtdışındaydı bu köp-" "Büyüklere saygı kalma..." sözü sandalyesine yediği tekmeyle kesilirken biraz daha sert darbe yeseydi yere kapanacaktı. Son dakika kendini dengede tuttuğunda Nefes'le göz göze geldi. Sert bakışları yerli yerindeyken tehdit vaki bir edayla "Sana sesini kes dedim! Bir daha konuşmaya kalkarsan yeri değil zemini boylarsın duydun mu beni! Ve iki kişi konuşurken üçüncü kişi araya girmez. Girerse ne olur bu olur!" der demez sandalyeyi pencereye doğru ayaklarıyla ittirdi ve bedeni hızla yeri boylarken acıyla yerinde inledi. "Ahh!" "İçimin yağları eridi." Diyerek keyifle sırıtan Alper'le, Nefes bu sefer de Alper'i hedef alırken "Kaç gündür açılmayan telefonlarına umarım geçerli bir sebebin vardır? Seninle ayrıca ilgileneceğim, şimdi konumuz başka!" deyip derin bir nefes aldığında yüzüne atacağı yumruğu o kadar zevk ve sabırsızlıkla bekliyor ki elleri kaşınır hale gelmişti. Alper sertçe yutkunup zorlukla gülümserken bu bakışları uzun zamandır görmediği için tedirgin olmuştu. Nefes, Alper'in yanından ayrılıp masasının üzerine yaslandı. Ters bakışları Karahan beyi bulunca "Sandalyeyi al ve buraya geç!" deyip konuyu anlatmaya başladı. "Emredersiniz başka bir isteğiniz?" göz devirerek yerden doğrulduğunda öfke dolu bakışlar atmaya başlamıştı. Şimdi planı olmayacaktı da gününü gösterecekti de işte aklındaki durduruyordu. "Rahat durman!" emir verir gibi söylerken çatılan kaşları bir süre sonra düz haline dönmüştü. Sakinleşmek adına gözlerini yumup açtı. Ardından ellerini dizlerinin üzerine koyarak bakışlarını ikisi arasında çevirip durdu. "Dört gün sonra seçimler var? Bugün bir basın düzenleyip adaylıktan çekilmediğimi söyleyeceğim?" dediği an Alper şaşkınlıkla "Ne?" dedi. Nefes konuşmaya devam etti. "Karahan da büyükelçiliğine geri dönecek." Alper duyduklarıyla öfkeden deliye dönerken Karahan zaferle sırıtmaya başladı. "Nefes sen ne dediğinin farında mısın? Bu şerefsizin ne kadar kötü olduğunu..." "Farkındayım ve bana güven. Bir bildiğim var ki söylüyorum." Karahan bey göğsünü kabarta kabarta Alper'in karşısına geçerken elini Alper'e doğru uzattı. "Bence artık üslubuna dikkat etsen daha makul olur içimiz için. Karşında yine büyükelçi duruyor." Dediğinde Alper bir tane vurmamak için kendini zor tutuyordu. Öfke dolu bakışları Nefes'i bulunca masaya yaslanmayı kesip Alper'in yanına geçince güven verir gibi başını hafif öne doğru salladı. Nefes'e sonsuz güveniyordu Alper. Yapıyorsa bildiği olduğunu bilerekten kendini kasmayı kesse de havada kalan elini tutup sıkmadı. "Şansını zorlama!" diye uyarıda bulunup "Şimdi bizi bırak. Yeterince sana katlandım." Dedi acımasız bir ifadeyle. Karahan'a bu sözler koyar mıydı? Hele ki isteğini dile getirmişken... "Nasıl istersiniz." Deyip odadan uzaklaştığı gibi kapı kapandı ve Alper'e döndüğü gibi yüzüne bir yumruk geçirdi. Alper neye uğradığını şaşırarak yüzüne elini götürdü ve şaşkınlıkla Nefes'e bakarken istifini bozmadan "Bir yumruk borcum vardı?" dedi ağır ağır yerine geçip arkasına yaslanırken. "Bu ne içindi?" "Kardeşimi üzdüğünüz içindi. Hele ki o Bahar hanım..." sözüne devam edecekken kendini durdurup derin bir iç çekti. "Bir de telefonlarıma cevap vermediğin için." "İnsan bir haber verir yine de!" "Yumruk için mi? Biliyor musun hazırlıksız yumruk atmak daha çok rahatlattı beni. Bu arada bu konuyu şimdi kapatıyorum şu an daha mühim bir konumuz var?" dediği an telefonu çaldığında kısa bir an ekrana göz atıp sessize aldı. Alper homurdanarak öndeki sandalyeye otururken bir elini gözüne götürdü. "Bu kapatmamış haliyse kapanmış halini düşünmek istemiyorum?" "Onu sana defalarca kez söylemeden önce düşünecektin Alper! Kaç gündür ulaşamıyorum, aklımda neler neler geçti haberin var mı senin?" "Arasta normalde beni aramadan duramaz. Eve mutlaka gelirdi. Geçen konuştuğumda sesi kötüydü." Diye hiddetle bağırdığında ikisinin arasına girmek değildi amacı. Sadece kardeşini o halde görmeye katlanamıyordu o kadar. "Aramızda bir sorun yok şimdi ve lütfen bu konuyu açma bir daha. Ayrıca ben kocasıyım, aramıza kimse girmese sevinirim?" sesindeki ton Nefes'i gerginliğe sokarken ikisinin gözleri de öfke doluydu. Bir süre daha öyle kaldıktan sonra Nefes bakışlarını hızla ondan çekip burun kemerini sıkıp saçlarını arkaya doğru topladı. Ardından planını anlatıp sabahki olanları da içine kattığında kendini sıkmaktan bitap hale düşmüştü en son. *** Alper’le uzun uzun konuştuktan hemen sonra Meclise sinirli bir şekilde giriş yapan Uygar yine sinirli bir edayla boş sandalyeye oturmuştu. Öfkeli bakışları Nefes’i bulurken çok büyük bir azarın geleceğini sezen Nefes direkt konuya girdi. “Sen öfkeyle köpürmeden hemen söyleyeyim, Başkanlığa tekrar aday oldum çünkü Karahan ve Karahan gibileri koltuk savaşı yapmaktan; kadınlar, çocuklar, masum insanlar ölecek, ölmeye devam edecek çünkü savaş başlatmak istiyorlar. İnsanlar ölüyor, çocuklar ölüyor yine ama en azından kötülüğün başını daha en başından koparmak istedim. Şimdi onun aklında beni tehditle korkutup tekrar büyükelçiliğe dönmek var ve bunu onun tehdidine boyun eğdiğim için olduğunu düşünecek. Fakat ben tehdide boyun eğmem abi. Onun boynunu öyle bir eğdim ki daha haberi yok. Bugün basında haberi olacak ve ben yine o yüzündeki yenilgiyi zevkle izleyeceğim.” dedikten sonra arkasına öz güvenle yaslandığında dudakları zaferin verdiği duyguyla iki yana doğru kıvrıldı. Elleri sandalyenin koluna doğru yaslanırken dönen sandalyesini hafif döndürüp Uygar’ın tepkisine odaklandı. “Basında bir sürpriz bekliyor ve o bunu bilmiyor.” diye devam ettiği sırada Uygar dudaklarını gurur duyar gibi kıvrılırken gözlerinde de bu gurur belli oluyordu. “Yani diyorsun ki beni kimse tehditle boyun eğdirtmez, eğdirtirim? Sana bir kere daha hayran kaldım canımın içi. Şimdi ben olsan o kafayı gövdesinden kopartırdım.” “Bazen şiddetle değil akılla çözüldüğünde asıl zaferi yenersin. Ben şimdi fevri bir harekette davransaydım kazanan taraf olmazdım.” “Dedi biraz önce Karahan’a tekme savurup bana yumruk atan kadın.” diyen Alper imayla sırıttı. Uygar hayretle yerinde dikleşirken şaşkınlıkla Nefes’e baktı. Nefes umursamaz bir tavırla tırnaklarıyla ilgileniyormuş gibi yaparken oralı olmuyordu. “Sen sus Alper, sana hala sinirliyim. Karahan'a harcayacağım enerjiyi üzerinde harcamayayım?” yandan sert bir bakış atıp önüne döndüğünde odanın kapısı iki kere tıklandı. Ardından kapı açılarak içeriye geçen Sibel kahveleri masanın üstüne bırakırken “Sizinle görüşmek isteyen biri var başkanım. Avukat olduğunu söylemişti.” diye haber verdiğinde başıyla onayladı. “Tamam Sibel, on dakika beklesin, o sırada bir şeye ihtiyacı olursa yardımcı olun. Geleceğim ben.” “Tamam Başkanım.” deyip odadan çıktığında Uygar merakla kaşlarını kaldırdı. “Banu mu gelecekti? Gelsin, niye beklemesini söyledin ki?” “Aysun gelecekti abi.” diye açıklama yaptığında Uygar hoşnutsuz bir edayla homurdandı. “Küçük bacaklının ablası tamam.” “Adı var onun abi.” “Kıskançlığı, hiç çekilmiyor yeminle.” dedi Alper de eğlenircesine. “Yakup muydu?” bilerek adını yanlış söylediğini bilmiyor muydu sanki? “Yaman. Adı Yaman abi. Arkadaşlar onlar.” “Aden de öyle diyordu zaten!” “Aman abi, daha küçük onlar? Ne malum büyüyünce ayrı kalmayacakları?” Bakışları hızla Alper’i bulunca “Diğer gözünü de ben renklendirmeyim Alper!” diye çıkışınca Alper sustum der gibi dudaklarına fermuar çekti. “Neyse beyler, Serkan’lara da haber verirsiniz gelirler. Ben müsaade isteyeyim, siz takılın burada?” diyerek müsaade isteyip ayaklandı. Uygar da tam ayaklanacaktı ki Nefes eliyle durdurdu. Daha kahvesini bile içememişti. Fakat Aysun’u da bekletemezdi. “Benim karımın yanına gitmem lazım zaten. Ben de müsaade isteyeyim?” kaçarcasına bir kalkış yapacaktı ki Nefes sertçe gözleriyle uyardı. “Sana kalk dediğimi hatırlamıyorum? Seninle işimiz bitmedi.” “Askere gitsem daha iyi. Oranın komutanı bile daha merhametli!” deyip homurdandığında yerine geri oturdu. “Dua et de ben, Nefes’in yerinde değilim.” dedi Uygar ayaklanıp uyarı bir bakış atarken. Alper daha da homurdanıp gözlerini başka tarafa çevirdiğinde Uygar’la birlikte çıkmıştı Nefes. Sibel'le, Aysun’un yanına ilerleyip koridordaki bekleme yerinde oturduğunu fark edince yüzüne geniş bir tebessüm ekledi. O sırada Aysun’un da bakışları Nefes’i bulunca aceleyle yerinde doğrulup karşısına dikilmişti. Yüz ifadesinde minnet çoğalırken parmaklarını birbirine birleştirip sıcak bir gülümsemeyle karşılık vermişti. “Hoş geldin Aysun.” deyip sarıldığında Aysun ilk başta şaşkınlık içinde kaldı. Ardından sarılışına sevinçle karşılık gösterirken “Kapı çat geldim ama... umarım-” diye mahcupça konuşmaya başladığı sıra sözünü hızla kesti. “Tabi ki geleceksin, bu kapının sana her zaman açık olduğunu öğrensen iyi olur.” Bakışları Sibel’i bulunca “Kahve, çay bir şeyler getirir misin bize? Hemen toplantı olacağız?” deyip toplantı odasına geçerlerken Sibel “Tabi başkanım.” diyerek yanlarından ayrıldı. “Gerek yoktu ama...” “Yaman nasıl?” diye sordu odaya geçerken. Aysun da içeriye geçtiğinde masanın yanındaki koltuğa otururlarken Aysun sorusuna tebessümle cevap verdi. “İyi Elhamdülillah başkanım. Size selamı iletti.” Nefes'in yüzünde bu sefer haylaz bir gülüş geçtiğinde o selamın aslında Aden’e olduğuna adı kadar emindi. “Aden’e söylerim.” dediğinde Aysun ilk başta ne demek istemediğini anlamadı. Sonradan idrak edince kısa bir ha çekip bakışlarını öne eğdi. “Söylerim, sevinecektir.” konuya nasıl gireceğini bilemenin çekingenliğini üstünde yaşarken kendini cesaretlendirmeye çalışarak çantasını dizlerinin üzerine bırakıp içinden dolgulu bir zarf çıkarıp Nefes’in dizlerinin üzerine bıraktı. Oda da derin bir sessizlik oluştu. Derinleşen bakışları dizine bırakılan zarfı bulurken ters bakışlarla “Bu ne?” diye sordu, ne olduğunu birkaç saniyede anladığı halde. “Şey...” “Al bunu, görmemiş olayım bir daha!” diye tembihleyip zarfı eline bırakırken hiç hoşlanmamıştı bu durumdan. “Ama borç...” “Sen avukat oldun mu oldun? Mesleğinde ilerleme oldu mu oldu? Bu kâfi. Borç morç kabul etmiyorum. O parayı kendine mi harcarsın yoksa ailene mi bilemem ama o sizindi.” “Beni mahcup ediyorsunuz?” “Her iyilik yapana mahcup olursan avukatlığın sert mizacının ilk basamağında ezildiğinle kalırsın Aysun. Bu da benden sana abla tavsiyesi.” sert bakışlar atıyordu fakat o bakışlarda şefkat daha ön plandaydı. “Hakkınızı ödeyemem ama.” “Ödedin zaten, ödedin Aysun. Yolundan şaşmaman dileğiyle.” dediğinde Sibel elinde kahveyle yanlarına gelip kahveleri servis etmişti. “Afiyet olsun.” deyip Nefes’e döndü. “Başkanım, Serkan bey ve Arsuran hanım geldi, odanızda şu an?” diye geldiklerini haber verirken Nefes ciddi ifadesine geri döndü ve başıyla onayladı. “Tamam Sibel.” Sibel yanlarından ayrıldığında Aysun müsaade isteyecekti ki “Kahveni iç öyle gidersin.” dedi daha fazla meşgul etmek istemediğini bilerek. “Meşgulsünüz, isterseniz siz misafirlerinizle ilgilenin ben giderim zaten.” “Merak etme misafir değiller kendileri.” dedi rahatlaması için. “Peki.” ** Aysun’la konuştuktan hemen sonra Sibel yine yanına uğradığında birkaç sorunu da halledip tam odanın kapısını aralayacaktı ki Uygar’ın iç çekmesiyle beraber adı geçerek konuşmaya başladığında kapının aralık kısmından dinlemeye başladı. “Nefes... nefes gittikçe kayboluyor ve buna engel olamıyorum. Kardeşim, ölüyor gibi hissetmem normal mi?” “O nasıl söz abi!” diye çıkışırken Alper kızar gibi söylemişti. “Onu bu hale ben getirdim Alper. Nasıl bir şey biliyor musun? Böyle kendini güvendiği kişiye tam bırakmaması gibi. Her an gidecekmiş gibi uzak. Diken üstünde. Anı yaşamak derdi değil, bir an önce son bulsun da bitsin der gibi...” Uygar üzgün çıkan sesiyle Nefes’in boğazı düğümlenirken kendini sorgulamasına neden olmuştu. Uygar gitmişti ve Nefes’in yükü ağırlaşmış olabilirdi. Fakat öyle değildi ki... Uygar'ı tanımadan önce de kendini tam anlamıyla güvendiği birine bırakamamıştı ki. Hayatında sadece Arasta vardı o zamanlar. Tek güvendiği... “Senden önce de öyleydi abi. Bir Arasta!ya güveniyordu. Vicdan azabın sana böyle hissettiriyor sadece. Bile isteye bırakmadın ki sen Nefes’i. Görev gelmişti mecburen gitmiştin. Sen sanki bile isteye mi gittin?” Bile isteye olsa da Nefes için başı üstüneydi. “Gitmeseydim bu illete bulaşmaz hayallerine kavuşurdu. Şu an itin kopuğuyla savaşmaz Karahan gibi şerefsizlerin kuyunu kazmakla uğraşmazdı. Boğazına sarılmak vardı ya Nefes beni durduruyor.” son sözleri sinirle çıkınca Alper alay dolu bir sırıtışla dudak kıvırırken tam bir haylaz çocuk gibiydi. “Sen şuna korkuyorum desene?” Nefes istemsizce gülümsediğinde Uygar öfkeyle karnına bir tane geçirince acıyla inledi. Sessiz sedasız köşede duran Serkan ise hak etin der gibi keyifle arkasına yaslanırken Arsuran hanım ise tedirgin bir ifadeyle onları dinliyordu. “Sen benim su cezamı özlemiş gibisin Alper. İster misin Karargâha geçerken iki tur su cezası verdirteyim?” “İyi de abi sen gelemezsin ki? Unutun mu 1 yılın daha var?” hala alay peşindeydi. “Alper!” “Şey biraz sakin mi olsanız?” Arsuran’ın varlığını bile unutacaklardı neredeyse. Uygar burun kıvırıp göz devirdiğinde “Her neyse.” dediği anda Nefes sert ifadesine bürünüp kapıyı araladığında tüm bakışlar Nefes’i buldu. “Canımın içi uzun sürdü muhabbetiniz?” diye ima yaparak ayaklandığında Nefes, bir an da beklemedik bir sarılmayla Uygar’a yaklaşırken Uygar kadar diğerleri de şaşkındı. Ne olduğunu anlamayarak kalakalırken elleri belini buldu. “Ne oldu? İyi misin sen canımın içi?” diye endişe içinde solurken Nefes kulağına doğru fısıldayarak hiç de yumuşak olmayan bir sesle “Bir daha kendini suçlar gibi konuşursan seni bu sefer mezara ben sokarım Uygar Yüzbaşım!” diye uyarını yaptığında boğazından sert bir yutkunma işitti. Ardından güler yüz sergilerken Uygar’dan uzaklaştığında direkt Arsuran hanıma doğru ilerledi. Elini uzattı ve “Hoş geldiniz?” dedi. Arsuran hanım da tebessümler elini uzattı. “Hoş buldum Nefes Hanım.” “Öyleyse geçelim mi Mitinge?” diye sordu bu sefer Nefes, bakışlarını her birinde kısacık gezdirirken. “Gidelim. Gidelim de bakalım sağ çıkacak mıyız?” diye homurdandı Alper Ayaklanırken. “Ben asıl Karahan’ın ifadesini görüp sağ çıkmamasını istiyorum. Bir tokatla hayatımızdan çıkartamıyor muyuz ya bu itleri?” Nefes yılgın bir nefes çekip dik dik Uygar’a baktı. “Bakma sakın bana öyle? Kızımla aranız bozulacaktı, yetmiyor ülke bir kaos daha çıkaracaktı. Hak etmiyor mu şimdi?” “Arasta olsa hak ediyor tabi, diye bağırırdı. Alper kahkahayla. “Arasta’yı özledim.” diyen Nefes imayla Alper’e baktı. Ardından önden yürümeye başladığında diğerleri de arkasından takip etti. ** “Biz burada üvey evlat sendromu yaşıyoruz sana söyleyeyim Ambra. Sabahın köründe çıktılar o çıkış bir daha ne gelen oldu ne de arayan soran. İnsan bir arar ‘Bir şeye ihtiyacınız var mı, acıktınız mı?’ yok! Özleyen yok mu yok. Anca merakta bıraksınlar hain evlatlar!” “Acıktığından gözü döndü senin yine Arasta. Az önce aradı ya kocan? Mitinge geçmişler. Sen ayrıca daha yeni yemek yemedin mi? Ne bu ekşi ve tatlı karışımı?” sabahtan beri sürekli ağzına bir şey tıkıp duruyordu ve Ambra’nın dikkatini çekmişti. Elindeki yastığı kenara bırakıp yanına oturduğunda kuşkuyla yüzüne baktı. Arasta lokmasını yutup ters bir bakış attı. Parmağını kendi etrafında döndürüp “Sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?” diye kızdığında tatlından bir kaşık daha aldı. “Evet sayıyorum çünkü normal düzeyinde değil. Aşırı aşırı bir iştahın var bugün nedense?” dedi kaşlarını sorgular gibi kaldırıp önünden tatlı kâseyi alırken. Arasta huysuzca söylenip dudak büktü. “Ya ver şu kâseyi! Daha bitirmedim.” deyip kâseye uzanmaya çalıştıkça Ambra uzaklaştırıyordu. “Hayır Arasta mide fesadı geçireceksin şimdi?” “Açım aç!” “Gel beni de ye istersen?” “Yok bebeğim kocamı yerim daha iyi.” derken arsız gülüşü dudaklarına bulaştı. “Edepsiz!” yalandan kızar gibi kaşlarını çatıp gözlerini kıstığında ikisini de bir gülme tuttu. Fırsattan istifade kâseyi kendi önüne çekip hızlı hızlı kaşıkladığında Ambra “Arasta!” diye bağırdı. “Ya rahat bırak beni! Açlıktan öleyim mi?” ajitasyon yaparak dudak büktü. “Aman iyi ye! Ama sonra bize ağlama!” Arasta elindeki kâseyi bir kenara bırakıp Ambra’ya şirinlikle göz kırpıştırıp baktığı sıra omzun başını yasladı. Ambra yandan bir bakış atıp sinirle kaşlarını çattığında “Bebeğim?” dedi Arasta masumlukla. “Senden son bir şey isteyebilir miyim?” “Hayır!” net bir cevap verdiği an Arasta duygusallığını arttırarak “Amaa...” diye ‘a’ları uzatarak söylendi. “Daha ne isteyeceğimi söylemedim ki?” “Dolaptaki son pasta dilimi istemiyor musun?” “Oha!” diye nida patlattığında şaşkınlıkla omzundan uzaklaştı. “Onu isteyeceğimi nereden bildin sen? Ağzımdan pasta kelimesi de çıkmadı ki?” “Gözün saniyelik mutfağa kaydı ve önündeki tatlı bitmek üzere?” Arasta huysuzca gözlerini kısıp önüne döndüğünde “Kocam olaydı şu an yanımda hiç itiraz etmezdi.” diyerek nispet yaparcasına sesli konuşurken Ambra bu oyuna gelmezdi. “Ara o zaman alsın sana pasta.” gülümseyerek televizyonun karşısına geçip koltuğa yayıldığında kumandayı eline aldı. Rastgele bir kanalda durduğunda Arasta da yanına yer alıp “Koli koli getirsin de bak bakalım size veriyor muyum?” deyip küskün bir ifadeyle telefona sarıldı. “Endişeleniyorum ama.” dedi bu sefer de ciddi bir tavırla. “Bu kadar yemen normal değil. Gerçekten söylüyorum zarar verecek midene.” “Ama ne yapayım durduramıyorum kendimi. Ha bire tıkanasım geliyor. Zaten bu aralar aşırı ağlayasım var. Küçük bir şeye alınıp duruyorum.” derken bile ruh hali değişip ağlama moduna geçmişti. “Bundan alper’in haberi var mı peki?” “Var, zaten gözü önünde durduk yere bu hallerime şahit oluyor?” “Canım benim hani bu aralar aranız kötüydü ya onun etkisini yaşıyor olabilir misin? Duygu karmaşığı misali?” dediğinde bunu hiç düşünmemişti. Hafif şaşkınlıkla gözlerinin içine baktığında dediklerinde haklılık payı vardı. “Olabilir aslında...” düşünceli bir hale büründüğü sıra televizyon ekranında tanıdık bir ses duyulduğu gibi dalgınlığından arınıp bakışlarını televizyona döndüğünde Ambra da dönmüştü. “Bizim kraliçe yine sahalarda. Bakalım bugün ne bomba patlatıp ülkeyi kalp krizine sokacak.” dediğinde Ambra da merak içinde bekledi. “Peki Nefes’in yine o soluk ceketi giymesi? Ay bu kız hiç tarzdan anlamıyor ya? O gömleğe o ceket uyar mı sence?” Tarzına hoşnutsuz bir bakış atıp gözlerini kıstığında Arasta da aynı fikirde olacak ki çığlık atarak kınar gibi dudak kıvırdı. “Ay evet ya şöyle koyu mavi renk ceket giyseydi o eteğe uyum sağlardı. Çok zevksiz benim bu kardeşim. Hiç bana özenmiyor, o kadar da dil döküyorum hani.” “O fular ne öyle? Ay gözlerim kanadı.” diyerek yüzünü ekşittiğinde gözlerine daha fazla zarar gelmemek adına yönünü değiştirdi. “O spor yüksek ayakkabı da olmamış. Hem sabah topuklu giymemiş miydi? Sen gördün mü?” diyerek sorar gibi Ambra’ya baktı. “Nereden göreyim? Sabah gördüğüm mü vardı sanki?” sinirle homurdandı. “Büyük ihtimalle yanına almıştır. Ya kıyamam ki? Ayakçıkları pert olmuş yorulmuş, kıyamam bebeğime!” “Endamından asalet akıyor, yakıyor yıkıyor ortalığı ama. Maşallah güzelliğine. Nazar değmesin!” der demez televizyona doğru tükürdüğünde hayranlıkla ekrana baktı Ambra. “Kimin kardeşi.” derken kendini yine övecek an bulmuştu. “Benim de yalnız!” üstüne basa basa söylediğinde kaşlarını yalandan tavır yaparak çattı. “Ay hemen tavır yapma bebeğim! Tabi ki ikimizin kardeşi. Surata bak ya hemen de alınırmış? Yiyeyim mi seni?” “Ya bırak. Sen ezelden beri avantajını kullanıyorsun şu an ayıp!” serzenişte bulununca boynuna sarılan Arasta ile sözü kesildi. Yanağına konulan öpücükle tavır yapmaya devam etti. “Yumuşatamazsın beni böyle.” “Şimdi bir şey derdim de neyse...” deyip kıkırdamaya başladı imayla. Ambra da kıkırdamaya başladığında ne ima ettiğini anlamıştı. Dudakları iki yana doğru kıvrıldığı sırada Arasta ekranda kocasını görür görmez Ambra’yı kendinden uzaklaştırdığı gibi hayran hayran ekrana baktı. Ambra neye uğradığını şaşırarak Arasta’ya dönerken kime baktığını öğrenmek adına bakışlarını ekrana kilitledi. Alper'i görür görmez ‘şimdi anlaşıldı’ der gibi göz devirip bacaklarını koltukta bağdaş yapıp dirseklerini dizlerine doğru bastırdı. Elleri çenenin altını bulurken imayla söylendi. “Pabucumuz yine dama atıldı iyi mi? Ah keşke ben de yakışıklımı görsem? Kim bilir nerededir?” üzgün bir ifadeye büründüğünde derin bir iç çekmişti. “Al seninki de Nefes’in arkasında?” diyen Arasta ile gözlerini kocaman açarak ekrana fıldır fıldır dönen gözlerle baktı. Uygar'ı gördüğü gibi aşık aşık ekrana baktığında mayışacaktı neredeyse. “Dalyan gibi maşallah tüh tüh!” “Kim Uygar mı dalyan gibi? Gözün aşktan iyice kör oldu herhalde. Kısa boyu be o! Azıcık da çelimsiz.” deyip burun kıvırdığında söylediklerinde ciddilik payı çok azdı. “Beni vazgeçirmek için mi diyorsun yoksa gerçek mi dediklerin?” kendisi de biliyordu ki ciddi değildi. “Seni bir kere gelin olarak kabul ettik, bundan sonra görümcenim, vazgeçenin ta aklı yoktur o kadar.” diyerek bağırdığında Ambra’ya doğru parmağını sallayıp tembihler gibi konuştu. “Bak bebeğim, birinin aşkı bittiğinden depresyondayım ikincisini çekemem. Aşkına sahip tamam mı gelin! Beni de gelinsiz bırakma.” “Evet, geldik mi son sözlerimize? Size yeniden birini takdim etmek isterdim velakin...” televizyondan gelen Nefes’in sesiyle eli havada kalırken ikisinin bakışları ekrana döndü. Ekranda Nefes’in yanında bulunan Karahan ile “Oha!” diye bir nida patlattılar. Hemen ardından mitingi basan polis ekipleriyle ağızları şaşkınlıkla aralanıp birbirine döndüler. “Evet Karahan bey siz beni tehdit edip eski koltuğa geçmek istiyordunuz değil mi? Buyurun yeni koltuğumuza, daha konforludur.” sözlerinin ardından kibir ve alay dolu bir gülümseme bahşettiğinde kendi içinde fısıldaşmalar çoğalmıştı. “Hass...” “Karahan bey bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor?” diyen polis ekibin Amirleriydi. Karahan beyin bileklerine takılan kelepçelerle birlikte Nefes’e saldırgan hareketlerde bulunacaktı ki Uygar hemen önüne geçti. Alper ve Serkan da hemen yanlarına geçince Uygar sert bakışlarıyla bir şeyler anlatmaya başladı. “Ya ne oluyor yine be! Bir günümüz de olaysız olsun.” “Dış kapının dış mandalıyız biz Arasta. Kimse bize bir şey anlatmasın zaten!” sinirle homurdanıp ellerini göğsünde birleştirdiğinde Arasta da aynı durumdaydı. “Aha da sonra bizde böyle ekran arkasında öğreniyoruz. Yazık değil mi bize! Ayıptır günahtır be hain Nefes!” “Bir şey aklıma takıldı? Bu Karahan bey kimdi ki?” “Eski büyükelçi. Unvanını kötüye kullanınca ülkeden sürgün etmişti Nefes.” “İyi de nasıl Türkiye’ye geri gelmiş ki?” kafası karışmıştı. “Para ve güç sendeyse bu Türkiye’de olan bitenin ruhu duyulmaz bebeğim?” dedi Arasta açıklamasını sonlandırıp ekrana kilitlenmeye devam ederken. “Nefes sen eve geleceksin, ben senin canına okumaz mıyım?” “Bende.” diyen Ambra’ydı en son gözlerini kısıp sinirle soluklanırken. ** “Nefes, başkanlığa geri dönmekle iyi yapmadın biliyorsun değil mi? Hem okul hem siyasetle nasıl ilgileneceksin sen?” Uygar hızla kardeşine dönüp aklındaki soruyu dile getirirken ikisini bir arada yapacağından şüphesizdi fakat kızmadan edemiyordu. Tam siyaseti bıraktığına sevinmişken tekrardan o siyasetin ortasına dalışını kabullenmek istemiyordu. Nefes bu sorunun tekrar tekrar gündeme gelmesinden sıkılarak yılgın bir bakış gönderip iç çekti. “İlgilenirim ben Uygar. Üniversitenin son sınavları ve yaz okulu kaldı. Ondan sonra diplomamı elime alacağım. Hastanede değil de askeriye de hemşireliğe devam ederim herhalde. Başkanlığı da...” “Başkanlığı da iki gözün uykudayken yöneteceksin herhalde. Çünkü öbür türlü mümkünü yok. Hem umarım seçim günü sen kazanmazsın da bu işte burada biter.” diye öfkeyle soluyup önden yürümeye devam ettiğinde Nefes sertçe homurdanıp ağır adımlarına Uygar’a yetişmeye çalıştı aynı zamanda da göz devirip söylenmeye devam etti. “Sen şimdi beddua mı ettin dua mı bilemedim?” Alper ve Serkan çoktan araca binmiş tartışan Nefes ve Uygar’ı bekliyordu. Uygar hızla adımlarını kesip kaşlarını çattı. “Benim sinirim hala geçmedi Nefes. Anlıyor musun beni? Dediklerim sana ulaşıyor mu? Aden'in gözü önünde tüm geçmişin ortaya dökülüyordu farkında mısın? Karahan bitti sırada kim var biliyor musun o, bu! Düşmanların, Nefes? Sen düşmediğin vakitte saldırmaya devam edecekler. Ha, arkanda mıyım sonuna kadar! Düştüğünü anladığım an arkanda, önünde olurum çünkü ben senin abinim, ailendenim. Âmâ onlar, sen düştüğünde arkanda olurlar fakat tutmak için değil kazığı tam sırtına yedirmek için. Sana kaç defa ikaz ettim, uyardım. Yine bildiğini yapmaktan çekinmedin. Her şeyi tek başına yapabilecek kadar güçlü olduğun için elbette gurur duyarım fakat beni de unuttuğunu düşünüyorum artık. Seni korumama neden izin vermiyorsun eskisi gibi ha canımın içi?” Gözlerine yerleşen geçmişin yıllarıyla kırgınlıkla Nefes’e bakmaya devam ederken sertçe yutkunmuştu. Alıştığından mıydı yoksa alışmak zorunda kaldığı için miydi kendinden başka kimsenin korunmasını istemeyişi... Hep koruyan taraf kendisiyken bir gün karşısına Uygar çıkmıştı ve koruyan taraftan korunulan tarafa geçiş yapmıştı fakat Uygar gittikten sonra tekrar koruyan taraf olmuştu. “Koruyan taraftan korunulan tarafa geçmek ne kadar heves kırıcıydı bunu en iyi sen bilmen gerekiyor abi. Korurken de korunmak olamaz mı? İllaki birinden vazgeçmek mi gerekir? Kusura bakma abi, insan alıştığından kolay kolay vazgeçemiyor. Gerektiğinde seni de korumayı bilirim!” diyerek parmağını hafif öne doğru eğip sert bir şekilde konuştuğunda bu yolda abisine bile kafa tutabilecek kadar öfkeli ve hırslıydı. Ardından arkasına bile bakmadan arka koltuğa geçtiğinde kapıyı sertçe kapattı. Çıkan ses ile Alper yerinde durmaksızın konuşmaya başladı. “Nefes o nasıl kapı kapatma şekliydi? Araba bu araba, her an kapısı dayanmaz yerinden sökülür. Dikkat et biraz, başka bir şey olsa tamam diyeceğim ama bu araba yani. Git abime sinirlendiğin hırsını kum torbasından çıkart! Yazıktır zaten bu garibanın çektiği.” Nefes’in sert bakışları ile sözü yarıda kesilirken dudaklarına hayali bir fermuar çekti. “Abini çağır!” diye emri verdiğinde Alper kınarcasına başını olumsuzca salladı. “Rica etmenin anlamını unutmuşsun be Nefes. Rica etmek ne kadar büyük erdemlik bilir misin?” Nefes oturduğu yerde diklenip öndeki Alper’e doğru eğilip kollarını koltuğun başına yasladı. Gözleri yerinde sağa ve sola doğru oynayıp dururken korkutucu bir ses tonuyla kısık bir şekilde kelimelerin üstüne basa basa teker teker söyledi. “Alper, o sağ kalan gözünü de mor yapmamı istemiyorsan beni sinirlendirme tamam mı?” “Tamam ama yine de abimi çağırmam çünkü senden daha sinirli şu an?” diyerek bakışlarını cama doğru çevirirken Nefes de ağır ağır o tarafa döndü. Uygar'ın ifadesindeki öfke harlanırken bu sefer camı yarıya kadar indirip “Uygar arabaya geçmek için davet mi bekliyorsun?” dediğinde sakin bir tonla söylemeye çalıştı. “Siz gidin, benim işim var zaten. Aden eve geçmiştir büyük ihtimal hediyesini ayarlamam gerek?” diye açıklama yaptığında Serkan’a kısa bir işaret çaktı. Ardından Uygar’ın emri ile arabayı çalıştırırken Nefes durmasını söylese de dinlememişti. “Serkan sen kimin yanındasın?” diye burnundan soluyarak çıkıştığında kaşlarını çattı. Serkan hemen kendini savunmaya geçerek gözlerini büyüttüğünde “Aman Nefes hanım beni karıştırmayın. Uygar bey ne derse odur, üzgünüm. Uygar bey geri döndü sonuçta değil mi? Onun sözünden çıkamam.” dediğinde Alper alayla sırıttı “Yalakacı.” Serkan yandan sert bir bakış atıp “Gördük kim yalaka? Açma bayramlık ağzımı?” diye uyarı da bulununca Nefes el attı. “İkiniz de susacak mısınız artık!” ikisi de yol bitene kadar sessizliğe bürünmüştü. Nefes ise... ** Serkan, Nefes ve Alper’i eve bıraktıktan hemen sonra yolunu merkeze doğru sürerken bir yandan da telefondan Arsuran hanımı arıyor. Hat kapalı olacak ki telesekreterin robot sesini işitti. Tekrar tekrar arasa da açmıyordu. “Aç ya aç gözüne kurban olayım!” Yola bakıp tekrar aradığında ise cevap alabilmişti sonunda. “Efendim?” “Sonunda. Telefonun niye kapalıydı?” “Bu sizi neden ilgilendiriyor Serkan bey? Ayrıca siz hesap vereceğim kadar yakınım değilsiniz?” oklar bir bir kalbine acımadan batıyordu. “O gün yaptığın barbarlıktan böyle davranıyorsanız ben...” “Yaptığınız hatanın farkında ve inkar etmiyorsunuz. Bu da bir gelişme.” sakin başlayan sözleri kızgınlığa döndü fakat kızgınlığı gerçekten kızgınmış gibi durmuyordu. “Ya siz ne barbar insanmışsınız! Gözü önümde adamı hastanelik ettiniz.” “O da yavşak olmasaymış! El öpüyorum ayağına size bir yürüyüşü... ne yürümesi koşuyordu hatta.” diye kendini savunmaya geçtiğinde arabayı evinin önüne park etmişti. “Peki bundan size ne? Ya sizden şikayetçi olursa...” demesiyle Serkan’ın yüzünde ufak bir tebessüm oluştu ve başını arkaya attı. “Üzülür müsünüz yoksa?” tatlı tatlı söyleşiyle Arsuran hanım ciddiyete devam etti. “Benim bir itibarım var Serkan bey! Ben ÇH’nin parti başkanıyım biliyorsunuz değil mi?” “Biliyorum Tabi ki ama size yürüyenlere de sessiz kalamam.” dedi bu sefer mesafeli bir sesle. “Benim dilim yok mu? Ben kovamaz mıyım rahatsız olsam?” “Kovarsınız ama onlar sizin dilinizden anlamıyor ki? Siz tatlı bir şekilde uyarısınız onlar daha da yavşarlar neden? Çünkü şerefsizler, haysiyetsizler. Kovmanın anlamını bilmeyen or.....” kapanan telefonla neye uğradığını şaşırdı. Arabadan indiği gibi tekrar aradığında uzun bir süre çalsa da yine açmadı. “Tamam ya küfretmeyeceğim rahatsız olduğunu bir an unuttum. Üzgünüm. Ama şerefsiz yani o güzel insanlarda sana yürümesin benim canımı sıkmasınlar? Arsuran?” deyip iç çektiğinde sesli mesaja devam etti. “Seni üzdüğüm her an kendimden nefret ediyorum. Uzun zamandan sonra böyle... bir sen yani... anladın işte ne demek istediğimi. Gerekirse kapında seni rahatsız etmeden beklemeye devam ederim eğer ki bana olan kızgınlığın bitirecekse beklerim. Ya tamam bir daha kavga etmeyeceğim en azından senin yanındayken. Ucundan azıcık kavga etsem...” derken sesi masum çocuk tatlılığı gibi çıkarken eli ensesini buldu. Bakışları ise evin mutfak penceresini. “Sana yürüseler bile mi?” derken sanki cevap almış gibi sormuştu. “Hiç mi? Peki peki, sonra sinir hastası olursam kızma yani. Sonuçta benden zor bir şey hatta imkânsız bir şey istiyorsun?” sesli mesajı bitirip yolladığında beklemeye devam etti. O sırada arabanın kaputuna doğru yaslandı. Arsuran hanım birkaç dakika sonra pencerenin önüne geçtiğinde göz göze geldiler. Serkan yaslandığı yerden doğrulup bir umutla izlemeyi sürdürürken Arsuran hanım kaşlarını çatmıştı. Hemen ardından pencere önünden ayrılıp dış kapıyı açtığında sert adımlarla yanına doğru ilerledi. Serkan da adım atarken Arsuran hanım parmağını öne doğru salladı. “Serkan bey, burada durmayı kesin yoksa polisi çağıracağım?” “Dinleyeceksen giderim.” diye şart koştuğunda Arsuran hanım hemen peşin hüküm verdi. “Hayır ve gidin artık.” “Gideyim?” dedi emin olmak adına. “Git.” dedi net bir şekilde. “Öyleyse kalıyorum.” deyip tekrar kaputun önüne geçip arkaya yaslandığında yandan bir bakış attı. “Dinlemeden de gitmem.” “İyi kalın siz orada. Ben çıkıyorum. İşlerim var döndüğümde burada olursanız nezarethaneye hazır olun.” diyerek arkasını döndüğü gibi arabasına bindi. Fakat tam gaza basacakken önüne beliren Serkan’la hafif çığlık attı. Hemen ardından cama doğru uzanıp tatlı bir öfkeyle “Ne yapıyorsunuz Serkan bey? Ya üstünüze doğru sürseydim?” deyip Allah korusun der gibi tövbe çekip kızgınlığa devam etti. “Dinleyeceksiniz yoksa gitmem!” diye direttiğinde Arsuran hanım başını arkaya atıp bıkkın bir şekilde yan baktı. “Açıklayın o zaman. Sonra da önümden çekilin.” “Bu şekilde mi?” diye masum bir sesle sorduğunda dudaklarında ufak bir sevinç tebessümü oluştu. Arsuran hanım yan bakmaya devam ederek öfkeyle “Şansınızı zorlamayın?” dedi. “Peki, peki tamam.” başını hafif öne eğip burun kemerini sıktığı sıra ağır ağır bakışlarını arabada kendisine sabırsız bir şekilde bakan Arsuran hanıma döndü. Ensesini utangaç bir edayla kaşıdığında gözlerini kaçırmamaya çalışıyordu. “Tamam. İtiraf ediyorum. Kıskandım seni, dayanamadım sana yakın olmasına. Zaten puşt herif yürüyor... tamam kızma hemen.” gözlerini sinirle kızdığında hemen kendini geri çekti. Kıskandığını öyle bir güçlükle söylemişti ki. Hayatında hiç bu kadar kızardığını görmemişti. Hemen ardından gülüşünü anlık yakaladığında hayran bir şekilde o gülüşünü izlemeye devam etmişti ki Arsuran hanım yüzündeki gülümsemeyi silmişti. Serkan kendini toparlayıp devam etti. “Benim söylememe gerek var mı bilmiyorum. Çünkü bunu itiraf etmek benim için epey güç oldu. Belki de hareketlerimden anlamışsınızdır bilemiyorum. Evet yaptığım hiç iyi bir şey değil biliyorum. Fakat ne oluyorsa size olan sevgimden meydana geliyor. Arsuran hanım, ben barbar insan değilim.” derken üstünü çizmek istercesine söylemişti. Öyle biri olmadığını kanıtlamak istercesine...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD