FİNAL: MÜPHEM PART I

4995 Words
FİNAL: MÜPHEM ~Adalet dediğin herkese eşit terazi olmalı. Ama görüyorum ki adalet, makamı yüksek olanlara işlemiyor. Öyle olsaydı beni hemen salmazlardı. ~ NEFES GÜNEŞ⚖️ 5 YIL SONRA – ANKARA "Hemşire Hanım acil buraya gelmeniz lazım! Hasta çok kan kaybediyor, ameliyathane hazır değil mi hala?" koştura koştura acil müdahale alanına gelen hemşireyle, doktor hastaya ilk müdahaleyi yaparken hemşire nefes nefese "Hazırmış hocam, sizi bekliyorlar." Demesiyle doktor hızlı davranarak üzerinde hasta olan sedyenin başından tutarak ileriye doğru ittirdi. Nefes ise kenarından tuttuğu gibi ittirerek asansöre doğru sürüklerken üzerinde dünkü uykusuzluğu duruyordu. Biraz sonra nöbeti bitecekti ve kendine iki günlük tatil verecekti. İzni ile aynı güne denk gelmişti zaten nöbeti. "Tamam hemşire hanım. Bundan sonrasını bende." Diyen doktorla asansör ikinci katta durdu. İlk önce sedyeyi çıkardıktan sonra ameliyathanenin önüne doğru sürüklemeye devam ederken ameliyathane önünde halihazırda duran doktorlar anında harekete geçti. Ameliyathanenin kapanır kapanmaz terleyen boynunu sertçe silip tekrar asansöre binerken derin bir nefes bıraktı. Bugün acil kısmında o kadar hasta bakmıştı ki su içecek zamanı bile olmamıştı. Bu koşturmayı özleyeceği hiç aklına bile gelmezdi. Eskiden zihnindeki seslerden kaçmak için bugünün hasta bakımını iki katını yapabilirdi ama şimdi zihni öyle bir durgunlaşmıştı ki düşüncelerden kaçmıyordu bile. Artık ne gözlerinde ne de omuzlarında o kadar yük taşımıyordu. Geçmişten tamamen kurtulmuş kendine yepyeni bir Nefes hazırlamıştı. Otuz dört yaşında yeni yeni yaşadığını tam anlamıyla anlarken kalbi yeniden attığını hissediyordu. Adalet belki yine adaletsizliğini yapsa da kendi içinde cezasının bedelini de ödetmişti kendine. Bu düzenin düzeleceğine artık inanmıyordu. Çünkü adalet sadece sessiz mahkumlara, günahsızlara ödetilen bir yerdi. Kendisi yüksek bir makama sahip olup sadece iki ay yatarken ünü olmayanlar ise bir ömür bedel ödeyebiliyordu. Her ne kadar bu adaleti değiştireceğine inanmak istese de yapamamıştı. Cumhurbaşkanı oluşu bile adalete gücü yetmemişti... Asansör giriş katında durduğu gibi inerken hemşire odasına doğru yorgunca ilerleyip odanın önünde durdu. Ardından kapının kulpunu aşağıya doğru indirip içeriye geçtiği gibi birkaç hemşireyle göz göze gelirken aralarında olan Arasta hızla Nefes'in yanına ilerleyip ihtiyacı olan içeceği eline bıraktı. Nefes bunu bekliyormuşçasına kupayı hızla ağzına götürürken birkaç yudum içtiği gibi rahatlarken "Tam da ihtiyacım vardı bir kupa kahveye." Deyip boş bir yere yayıldı. Arasta enerjisinden bir şey kaybetmeyerek neşeyle şakırdarken yanına oturdu. "Arasta kahve şarküteri her zaman emrinize amadedir bebeğim. Masaj da ister misin?" eli anında omuzlarını bulurken diğer hemşireler kıskançlık yapar gibi hayıflanmaya başladılar. "Ah bize de şöyle özel ilgilenen biri olsa ne güzel olurdu? Valla Nefes hemşire yaşıyon ha bu hayatı." "Bize de anca düşüncesiz kardeş düşsün zaten!" "Bana mı dedin sen onu?" gözlerine doğru öfkeyle dönerken üzerine saldıracakmış gibi duruyordu. Hayıflanmaya devam ederken bakışlarını yana doğru çevirdi. "Ben ortaya söyledim canım, sen niye hemen atladın ki?" "Bana bakarak söyledin ama!" Nefes başını arkaya yaslayıp didişen iki kardeşi gülümseyerek izlerken omuzları gevşemişti. Kardeşinin maharetli elleri o kadar iyiydi ki şuracıkta uykuya mayışabilirdi. "Tamam hanımlar kavga etmeyin benim üzerimden. Tamam, şımartınız yeter." Gözlerini memnun olmuş gibi yumuş kıkırdarken Nefes kısık bir sesle susmasını söylüyordu. "Kendine pay çıkarmasan olmaz değil mi?" "Ben sana neden hayıflanıyorsam? Gül gibi sevgilim varken o beni gevşetir." Yaptığı ima anlaşılmayacak gibi değildi. Arasta'nın ağzı açık kalırken Nefes'in kulağına doğru konuşmaya devam etti. "Nefes bu benden daha beter çıktı. Sevgiliye kendini gevşetmek falan? Fesat anlamak da tam bana göre ha!" kolunda bir acı hissettiği gibi Nefes'e ters bir bakış atarken gözleriyle sus demesi bile yeterliydi geriye çekilmesine. "Tamam ya! İyi ki ben de kocam beni gevşetir demedim. Desem yeminle etimi koparırsın?" gözlerini devirip ayaklanırken Nefes'in içtiği kahve boğazında kaldı. "Ay tamam sustum al suyu!" kenarda duran masanın üzerindeki suyu Nefes'e uzatırken, suyu birkaç yudumda bitirip derin bir nefes aldı. Diğer hemşireler de ne olduğunu anlamayarak endişe içinde kalırken "Şu ağzına ayar veremedin bir gitti Arasta! Az durul güzelim ya." Diye kızarken yerinden doğruldu. "Ah bebeğim ben ve durulmak yan yana bile gelemiyor. Nasıl durulayım?" munzurluğu hala üzerinde şakırdarken göz kırpmayı ihmal etmedi. "Kalk o zaman kalk, kalk eve geçelim! Uykum açılmamışken biraz uyumak istiyorum." Diyerek kolundan tuttuğu gibi çekiştirirken diğer arkadaşlara kısa bir kolay gelsin deyip odadan çıktı. "Bence de biraz da olsa uyusam iyi olur. Kreşin bitişine kadar uyusam bile yeter. Ege sonra yine anamı ağlatacak çünkü!" diye hayıflandığında Nefes gülmeden edemedi. Ege'nin enerjisi Arasta gibi birini yorabildiğine şahit olmuşken daha sakin olacağını beklemiyordu zaten. "Yeğenimin hiperaktifliği seni bile yoruyorsa Alper'i düşünemiyorum." "Sorma bebeğim sorma! Öyle çok enerji dolu ki bazen benim çocuğum olduğundan şüphe etmiyorum değil. Kime çektiyse artık benim yavru kuşum bilmiyorum." Bu durumdan şikayetçi değildi tam tersine o kadar memnundu ki... "Amcasına çekmiş başka kim olacak. Aslan sağ olsun o kadar enerjili ki." Bir kez daha kahkaha atarken hastanenin bahçesine çıktılar. "Çapkınlığı benzemesin de?" derken yan tarafta tanıdık bir ses işittiği gibi korkuyla irkildi. "Kime benzemesin yengecim? Bana mı, aşk olsun ama!" "Allah'ın cezası! Ödümü kopardın, aniden gelinir mi öyle?" parmağı damağını bulduğu gibi Aslan'a öfkeyle bakarken Nefes sorar gibi baktı. "Bu iki güzellik şimdi uykulu ve yorgundur ve dedim ki hadi Aslan yap bir güzellik de sevabın artsın." Göz kırptığı gibi arkadaki kızlara çapkın bir bakış atmayı da ihmal etmedi. "Kızlara çapkınlık yapmak için geldim demiyor da?" Nefes'in imasıyla anında itiraz ederken Arasta da sözlerine katıldı. "Bir de bizim için buradaymışmış, yalana bak!" "Ama ayıp oluyor yenge! Ne zaman yalan söylemişim?" arabanın kapısına yaslanarak söylenirken bir yandan da aynaya bakarak saçlarına şekil vermeye çalışıyordu. Nefes bu haline göz devirirken sert bakışlar atacaktı biraz daha çapkınlığa devam ederse. "Şimdi!" "Kuru iftira!" "Arkadaki kızları yolmamı istemiyorsan kapıya aç! Ayakta zor duruyoruz görmüyor musun!" sonuna doğru hafifçe bağırdığında bakışları arkayı bulmuştu. Kızlar anında gözünün önünden kaybolurken Aslan yerinde irkildiği gibi kapıyı açtı. Arasta önde Nefes de arkasından binerken Aslan'ın suratı asılmış söylenmeye devam ediyordu. "İki dakika duramadın yenge ya! İki çapkınlık yapacaktım sayende olmadı!" ensesine yediği tokatla inlerken "Sus konuşma! Kayınbirader bozuntusu!" diye kızdığı gibi arkaya yaslandı. Nefes çoktan uykuya dalmıştı bile. "Ege'ye daha çok çapkınlık öğreteyim de gör sen!" meydan okur gibi sıraladığı sözlerle gözleri kocaman olurken baygınlık geçirir gibi hayretle konuştu. "Sen benim küçücük yavru kuşuma çapkınlık mı yaptırıyorsun! Ulan eşek herif beş yaşındaki çocuğa ne çapkınlığı! Alper seni bir hırpalasın benim hırpalamam akıllandırmadı gitti seni!" "Sence yenge ben Alper'i takar mıyım? Hem ben onun abisiyim, az saygı lütfen!" "Bir uykumu alayım ben sana yapacağımı biliyorum eşek herif! Kocamı mumla arayacaksın dur hele!" tehdit vaki bir şekilde uyardıktan sonra uykuya daha fazla direnç gösteremedi. Gözlerini anında kapatırken başı Nefes'in omzuna düştü. Daha sonra da icabına bakabilirdi ne de olsa. Ege'nin kreşte oluşunu fırsat bilip birkaç saat uykuya yenik düştüğü gibi Aslan konuşmayı kesip yoluna odaklanarak arabayı sürmeye devam etti. ** Hayatının beş yıl öncesinden sonra bittiğini sanıyordu. Her şeyin o gün sona erdiğini sanırken aslında yeni bir kapı aralanmıştı. Sonun başlangıcıydı o kapının adı. Cezaevinden çıktıktan sonra hayatını düzene sokmak biraz zor olmuştu. Çünkü insanların gözlerindeki o kınayıcı bakışları, önyargılarını kırmak kolay değildi. Bir süre o bakışlarla yaşadıktan sonra hayallerin peşinden koşmaya devam etmişti. Aden genç bir kıza dönüşmüştü. Uygar'ı delirtmekten aşırı keyif almaya devam ediyordu. Uygar ise kızının bu keyfine homurdansa da diyeceği bir şey olmuyordu. Nefes'e bu sürede de çok desteği olmuştu. Her zaman ki gibi sığındığı limandı onun için Uygar... Arasta, Ege'yi doğurduktan sonra diğer bebeğini kaybetme acısını yaşarken toparlanması çok zor olmuştu. Tüm aile yanında olsa da kızının eksikliğini kimse tamamlayamamıştı. Tamamlayacağını da sanmıyordu zaten. "Anne anne!" diye sürekli anne kelimesini tekrar eden Ege yaramazlığından ödün vermezken, kreşten geldiği gibi oyuncaklarını etrafa dağıtmıştı bile. Annesinin yanağını ısırmasıyla yerinden sıçrayan Arasta acıyla yataktan fırlarken çığlık atmayı ihmal etmedi. Ne olduğunu anlamayarak etrafına bakınırken bir eli acıyan yanağını buldu. Uykusundan ne zaman doğru düzgün sebeplerden uyanacaktı artık! Ege doğduktan sonra uykular haram olmuş, her seferinde farklı bir yaramazlığıyla yerinden sıçrayarak uyanıyordu. Karşısında küçük oğlunu gördüğü gibi gözlerini kısarken yatakta oturur pozisyona geçti. "Annem benim, yavru kuşum beni ne zaman rahat bırakacaksın ha bebeğim? Yanağımı ısırmaktan ne zaman vazgeçeceksin ha bir tanem? Başkasının çocuğu annesini öperek uyandırır benimki ısırarak. Hayır seni yaparken nerede yanlış yaptık acaba da böyle uslanmaz çocuk oldun be!" "Anne!" bir kere daha bağırışıyla yerinde irkilirken sabır dilenerek yastığa başını gömdü. "Anne boğulacaksın yapma öyle." Küçük elleri annesinin başını bulurken yukarıya doğru kaldırmaya çalıştı. Minik gücü yetmeyince tam ağlama moduna girecekken Arasta başını ani bir şekilde yastıktan kaldırıp yalvarır moduna girdi. "Annem, yavru kuşum beni ısırma bir daha tamam mı? sayende yanağım ısırma izinden geçilmiyor." Diye tatlı tatlı uyarmaya çalışsa da Ege anlamış gibi yapar gibi başını öne doğru salladı. Fakat üstünden dakikalar geçmeden diğer yanağından da ısırırken Arasta zor bela oğlunu kendinden uzaklaştırıp aşağıya doğru seslendi. "Alper! Allah aşkına neredesin sen? Oğlun burada annesini yamyam gibi ısırıyor sen müdahale etmiyorsun!" aşağıda kahkaha seslerini duyarken kendisini duymayan kocasıyla daha fazla bağırdı. "Alper!" Ege, annesinin saçını bozmaya yemin etmiş gibi çekiştirmeye devam ederken ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. "Ege, dur annem! Dur Allah'ını seversen!" Alper, karısının bağırışını duyduğu gibi yerinden hızla kalkıp yukarıya çıkarken odalarının kapısını açtığı gibi karşılaştığı manzarayla dudaklarını gülmemek için ısırdı. Ege yine yapmıştı yapacağını. Kapı pervazına yaslanmayı kesip oğlunu annesinden kurtardığı gibi kucağına alırken Arasta nihayet der gibi soluklanıp saçını düzeltti. "Oğlum, sen yine karımı mı ısırdın? Saçlarını da dağıtmışın biz seninle böyle mi anlaştık ha aslan parçası?" oğluyla antlaşması bozulmuş gibi konuşurken Ege yine oralı olmayarak bakışlarını kaçırıp parmaklarını ağzına soktu. "Neredesin sen Alper? Şu yanaklarımın halime bak ya, diğer izler daha duruyor!" Alper tek kaşını havaya doğru kaldırıp oğluna döndü yeniden. İşlediği suçu kabul etmiyormuş gibi masum ayağına yatarken "Bak, bak nasıl da hiçbir şey yapmamış gibi duruyor!" demesiyle karısının yanına oturup iki yanağına da upuzun bir öpücük kondurdu. Bir koluyla oğlunu tutarken diğer kolu usul usul karısının belini bulurken gözlerinin içine aşkla baktı. "Yalnız bu yanaklarının kırmızılaşması seni ayrı güzel yapıyor. Böyle daha çok çekici gözüküyorsun gözüme karıcığım. Öpsem mi hı o bal dudaklarından?" oğulları yanında olmasa bu teklifi geri çevirmezdi. Fakat bunun mümkün olmayışıyla kaşlarını çattığı gibi omzuna bir tane geçirirken Ege kıkırdamıştı. "Terbiyesizleşme oğlumuzun yanında! Zaten yanaklarım çok acıyor bu küçük hergele yüzünden." "Kıyamam ben karıma." "Dalga geç sen? Ne de olsa senin yanaklarını ısırıp, saçını çekmiyor. Olan bana oluyor." "Ege aslanım, anneyi bir daha ısırmak yok tamam mı? onun yanaklarını bir tek ben ısıra..." sözü bitmeden ikinci yumruğu da koluna yerken ters ters yüzüne baktı. "İkiniz de arsızsınız! Aşağıya iniyorum ben, siz de baba oğul burada kalın!" yataktan hızla kalkıp odadan çıkarken Alper'in kahkahası kulaklarına doldu. "Allah'ın cezası koca bozması." Merdivenlerden hırsla inerken salona doğru ilerledi. Gözleri ilk Nefes'i bulurken Aden'le sohbet içerisindeydi. Uygar da hemen karşısındaki yerini alırken Aslan'la göz göze geldiler. Aslan, Arasta'nın kızaran yanaklarından yine Ege'ye çarptığını anlarken anırır gibi kahkaha atmasıyla tüm gözler Aslan'a döndü. Ne olduğunu anlamayan Uygar kaşlarını çatarken Arasta tarafından kafasına bir yastık yedi Aslan. "Gülmesene!" Nefes'in yanına oturduğu gibi Aden "Yine Ege mi ısırdı yanaklarını teyze?" diye sordu kahkaha atarken. "Başka kim benim yanaklarımı ısırıyor ki? Ya bir insan uykusundan böyle uyandırılmaz ki?" "Bu Ege'yse mümkün." Dedi Nefes, her zaman olan soruna karşı tepki vermezken. "Kime çekti bu kuzen ya?" diye kendi kendine soran Aden'le, Uygar cevap verdi. "Aslan'a tabi ki." "Kuru iftira, Ege çapkın bile değil." Demesiyle Alper ile Ege aşağıya indi. Elinde ise bir derginin bir parça sayfası varken sayfanın önünde duran modelle Arasta hırsla Aslan'a döndü. "Oğlum, harbiden çapkınlık yapıyor, dergideki modeli gördü gibi yırttı o sayfayı. Elinden almaya kalkıştığımda ise ağlamaya başlıyor." Ege'nin tüm odağı modeldeki kadındayken hayran hayran bakışları artmıştı. Aslan kendini tutamayarak gür bir kahkaha atarken "Aferin lan sana Ege!" demesi üzerine Arasta'nın kızgın bakışlarına maruz kalarak sertçe yutkunup yerine sindi. Alper, Ege'yi kucağında tutmaya devam ederek karısının yanını alırken Ambra da banyodan çıkmış üzerini değiştirmiş bir şekilde yanlarına ulaşmıştı. Ege anında elindeki dergi parçasını bırakıp ellerini Ambra'ya doğru uzatırken her an ağlayacak gibi dudak büküp gözlerini doldurdu. Ambra neşeyle Ege'yi kucaklarken başını çoktan göğsüne yaslamıştı. Bu sefer de Uygar kıskançlık yapar gibi kaşlarını çatarken "Karıma koştu yine iyi mi?" diye söylendi. "Amba." İsmini tam olarak söyleyemezse de o tatlı sesiyle yanaklarından kocaman öptü. Ege de anında gülümserken dişlerini de göstermişti. "Şebek bu ya şebek. Yiyeyim mi seni?" "Bir kerecik öpersen neden olmasın?" der demez Uygar anında araya girerek Ege'yi, annesine uzatıp karısını kendine doğru çekti. Sahiplenircesine sarılırken yeğenine uyarır gibi bakmayı ihmal etmedi. "Hemen de karıma sulanmak için yer alıyor? Alırım seni ayağımın altına bücür!" Ege, dayısına karşı sert bir bakış atmaya çalışırken hepsi birden kahkaha attı. "Ege yavru kuşum, gel sen böyle kucağıma." Diyerek oğluna daha çok sarıldı. Ege anında yine yanaklarını ısıracakken Alper, oğlunu engelledi. Ege'ye dik dik baktığında Ege oflayarak yerinde dururken bu sefer de Nefes bir başka konu açmıştı. "Aden'in mezuniyeti için bir plan var mı? kızım birkaç gün sonra ortaokuldan mezun oluyor ya?" diyerek kızına sarılırken Aden anında hevesle babasına döndü. "Daha elbisem bile hazır değil anne ya! Nasıl yetişecek? Yetişir mi sence?" "Altı üstü bir kıyafet giyeceksin fıstığım ne bu telaş?" diyen Uygar, Arasta ile aynı anda cevap verdi. "O sadece bir kıyafet değil! Mezuniyet kıyafeti!" Uygar ağzına fermuar çeker gibi yaparken teyzeleriyle çoktan elbisesini konuşmaya başlamışlardı. "O geçen aldığım elbise nasıl?" "O çok banal kalır bebeğim mezuniyetine. Böyle daha şık bir şey olması gerek." Dedi Arasta hemen moduna girerken. "Bu kadınların elbise merakını anlamıyorum abi? Alt tarafı bir elbise seçecekler sanki ciddi bir operasyondaymışlar gibiler." "Anlayan daha çıkmadı rahat ol Aslan. Bak benim halime? Kız babasıyım, evliyim ama hala anlamış değilim." "O zaman siyah bir tane vardı onu giyerim, kırmızı ruj ve oje, ayakkabı da yüksek topuklu." Hevesle anlatırken Nefes de hayranlıkla kızını izledi. "Sen ne giyersen yakışıyor bebeğim." Deyip saçlarından öptükten sonra sıkıca sarıldı kızına. "Biliyorum anne, söylemene gerek yok." "Çok bilmiş seni." Diyen Uygar bu sefer de duygulu bir sesle "Sen şimdi liseye mi geçeceksin fıstığım? O kadar yaşlandım mı ya ben?" deyip yaşlılık moduna yeniden girerken "Harbi harbi yaşlandım ben." Diye kendi kendine söylenmeyi ihmal etmedi. "Kızın genç kız oldu abi. Seninle beraber biz de yaşlanıyoruz. Zaman ne çabuk geçti öyle anlamadık bile." Nefes'in özlem dolu iç çekişiyle gözleri Aden'i buldu. Saçlarına ellerini götürüp okşadığında bakışlarındaki ışıltı daha büyüktü. Her ne olursa olsun kendisini hiç bırakmıyordu. Cezaevine bile girdiğinde kızının yüzüne bakacak yüzü olmamasına rağmen Aden'in o günkü sözleriyle bir kere daha anlamıştı. Ne yaparsa yapsın, kötülük de etse hemen yargılamıyordu. Önünü, arkasını iyice araştırıp öyle tepkisini ortaya koyuyordu. Dokuz yaşındaydı Aden. Cıvıl cıvıl benliğiyle her saniyesine umut olurken şimdi de genç kızken de umut oluyordu kendisine. Kendine her seferinde soruyordu. Bu güzel, merhametli kızı hak edecek ne günah işlemişti de sevabı olmuştu? "Beş yıl oldu değil mi? koskoca beş yıl." Dedi Alper inanmakta güçlük çekerken. "Biz küçücük bir aileydik kendi içimizde sonra Nefes girdi aramıza ardından Arasta. Sonra daha da büyüdü." Derken bakışları Ambra'yı buldu. "Çocuklarımız oldu." Derken aşkla karısına ve oğluna baktı. Arasta da kocaman gülümserken başını omzuna yasladı. "Birtakım kayıplar yaşadık." Diye devam ettiren Ambra hüzünle nefes alıp verirken kayıp kelimesinde boğazı düğümlemişti. Nefes'in de bakışları buğulanırken bakışlarını kaçırdı. Babasını kaybetmenin acısı hala kalbinde tazeydi. Arasta da ağlayacak gibi olurken güç bela oğluna tutundu. "Ama kaybettik diye hayat durmadı. Devam ettik kalanlarla. Belki yanımızda değiller ama kalbimizdeler." "Tıpkı Yıldız Sultan gibi." Demişti hep bir ağızda. "Babamız gibi." Dedi Ambra ve Nefes. "Kızım gibi..." diye devam ettirdi Arasta. Nefes buruk bir tebessümle gözlerine baktığında derin bir iç çekti. Nefes dolan gözlerini hızla silip ayaklandı. Bu kadar hüzün yeterliydi. Hepsi geride kalmak zorundaydı. "Aman ya iki dakika neşelendik hemen hüzün kattınız araya. Neyse, size asıl haberi vermeyi unuttum." Diyerek hepsinin gözlerinin içine baktı. Uygar merakla yerinde doğrulurken diğerleri de dudaklarının arasından çıkanı merakla izledi. "Doğan, askerden dönüyor birkaç güne. Onun şerefine büyük bir yemek ziyafeti hazırlanacak. Kim varsa burada toplanacağız, gelişini kutlayacağız. Arsuran hanım ve Serkan da bu yemeğe dahil. Hatta Banu bile. İşte aklınıza kim geliyorsa." Diye büyük haberi sunduğunda hepsinin yüzlerinde kocaman bir gülümseme oluştu. "Ay sonunda geliyor bizimki. Ne diye şimdi söylenir bu haber?" hem sevinerek hem de kızarak bir nida patlattığında Ege ile yerinde kalkıp Nefes'e kocaman sarıldı. Nefes de sarılışına karşılık verirken aralarında sıkışan Ege huysuzlanmaya başladı. "Oğlum aranızda boğuldu. Küçücük bebek daha o." Anında araya giren Alper ile Arasta kocasına göz devirirken "Oğlumu boğmam merak etme kocacığım. Gayet de nefes alıyor." Diye cevap verdiği sırada homurdanmıştı. "Olsun. Sen yine de oğlumu bana ver." Diyerek kucağından aldığında Ege kollarını Nefes'e uzatmıştı. "Teyze!" diye inlediğinde gür bir kahkaha patlattı Aslan. "Oğlun çapkın diyorum kızıyorsunuz sonra." "Ayıp ediyorsun ama aslan parçası! Babanın kollarında ne çapkınlığı?" yalandan kaşlarını çattığında Aden bu sefer araya girerek Ege'yi kucağından kurtarıp yere indirdi. "Benim gibi fıstık varken size bakmaz. Gel Ege'cim, yetişkinlerin arasında daha fazla maruz kalmayalım?" Aden ile küçük adımlarla salondan çıktıklarında bu sefer de Aden'e yanaşmıştı. Uygar gür bir kahkaha atarken Alper huysuzluğuna devam etti. Bu oğlanın gerçekten abisine çektiğine inanamıyordu! Dört Buçuk Yıl Önce... O gün belki de haberlere bakmış olmasaydı Nefes'in cezaevinde olduğunu öğrenemeyecekti bile. Son vedasının üstünden günler geçtiğinde içindeki o sıkıntı aydınlığa çıkar çıkmaz soluğu Ankara da alırken kendini yine dört duvarlarla kaplı ziyaretçi kısmında bulmuştu. Hatırladıkça boğulur gibi hissettiğinde gömleğinin ilk iki düğmesini koparacak derece de açmış derin bir soluk çekmişti. Annesiyle görüştüğü yerde şimdi sevdiği kadınla görüşmek çok kötü hissettirmişti. Ellerini masaya doğru yaslayıp kapının açılmasını beklerken kızgınlığını diri tutmaya çalıştı. Bu kadın kendine neden bu kötülüğü ederdi ki? Olmuş bitmiş bir hatayı neden diriltirdi ki... Aden'i de mi düşünmemişti hiç? Uygar engel olmamış mıydı? Birkaç dakika daha bekledikten sonra kapı aralandı ve Nefes görüş arasına girer girmez ayaklanacak gibi oldu. Fakat son anda kendini dizginlediğinde arkasında kızgın bir şekilde yaslandı. Nefes, Doğan'ı görür görmez "Kimden öğrendin?" olmuştu ilk sorusu. "Öğrenmemi mi tercih ederdiniz Nefes hanım?" "Öğrenmezsin diye düşündüm. Haberlere bile bakmadığın zamanlar çok olduğu için." Tam karşısına geçerek oturdu. "Belki de abim söylemiştir olamaz mı?" imayla iç çektiğinde gözlerinin içine acıyla baktı. "Sanmıyorum ama öyle olsun." Deyip gözlerinin içine merak eder gibi baktı. "Neden geldin?" "Senin gerçekten cezaevine girmediğini öğrenmek için gelmiştim ama yanılttın beni Nefes. Bir buçuk aydır buradaymışsın ve benim haberim yok. Üstelik bu işten kolayca sıyrılabilecek güçteyken neden bunu yaptın kendine? Kendi adaletini sağlayamadığın için mi?" tam da doğru noktaya değinirken sessizliğini korumaya devam etti Nefes. "Kendinde diyorsun adaleti sağlayamadım diye... keşke şu anda da sağlamasaydın..." "Başkasını bilemem ama benim için adalet bu. Evet adaleti sağlayamadım ama kendi adaletimden de kaçamazdım." "Seni burada görmek... canımı yaktı." Diye itirafta bulunduğunda bakışlarını ellerine döndürdü. "Benim de.." diye bir itirafta kendisi yaptığında Doğan anlamayarak gözlerine döndü. "Burada olmak canını yaktı değil mi? ben dedim ama..." "Hayır." Sözünü hızla kesti. "Geldiğinden beridir bana sarılmayışın." Doğan'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Zorlukla yutkunduğunda elleri havada kalmış gibi kalakaldı. "Sarılmamı mı isterdin?" "İstiyorum." Demesiyle ayaklanmasıyla sarılması bir oldu. Kollarını omzuna doğru yaslayıp başını saçlarına gömdüğünde "Sen iste yeter ki Nefes." Diye fısıldadığında Nefes de kollarına ellerini sardı. Gözlerini yumduğunda kalbinin atışı yine hızlanmaya başladı. Küt küt diye atan yüreği boş odada yankılanacak diye derin bir soluk çektiğinde aklı ve kalbinin düşünceleri birlik olmuştu. "Adalet yerini bulsaydı beni hemen salmazlardı." Diye konuşmaya devam ettiği sırada yukarıya doğru gözlerini kaldırıp kahveleri inceledi. "Neden, iki..." "İki hafta sonra tahliye oluyorum Doğan. Sırf eski başkanım diye ayrı bir ayrıcalık sunmuşlar. Ne etsem, yapsam olmadı. Af çıktı gibi bir şey oldu." "Buna sevinsem kızar mısın bana?" gözlerinden bile anlaşılıyordu sevinme hissi. Gözlerine masum masum bakarken Nefes iflah olmazsın der gibi gülümsediğinde başını arkaya attı. "Kızmıyorum ama yine de sevinme." Uyarır gibi tek kaşını havaya doğru kaldığında Doğan, kollarını Nefes'ten çekip üstten bir bakış attı. "Öyle mi? senin kızman değil benim kızmam gerekiyor bu durumda?" "Hayda niye?" "Niye olacak cezaevindesin çünkü Nefes." "Olabilir." Umursamaz bir şekilde dudak kıvırdı. "Olabilir mi? olabilir mi, sen iyice umursamaz biri olmuşsun ha! Olabilir ne ya!" kızgınlıkla kaşlarını çattığında Nefes kollarını gövdesinde bağdaş yaptı. "Doğan, bu benim genel halimdi ya hani?" “Bilmez miyim? Huyun azıcık değişir diye ummuştum ama yok! Sen nereye gidersen git, aynısın. Hoş değişmeni de istemem. Çünkü seni sen yapan karakterin, merhametin, duruşun. Fakat, bazı anlarda hayatının değişimi olur, yepyeni bir başlangıç yapılır ya? O, sende işlemiyor sanki. Ne kadar çabalarsan çabala yeni bir başlangıca değmek bile istemiyorsun?” derken gözlerinin içine şefkatle bakarken bir kere daha Nefes’e duyduğu sevgisi öne çıktı. Gerçekten öyle miydi? Ne yaparsan yap yeni bir başlangıca değmek bile istemez miydi bir insan? Acısını çektiği hayatından kurtulmak kim istemezdi ki? O istemiyordu işte. Her ne kadar yaralansa da kurtulmak için çaba bile etmiyordu. “Yeni bir başlangıç yapmaya ihtiyacım olduğumu düşünmedim. Çünkü hayatımda değişmesini istediğim hiçbir şey yok. Seninle her kadar müphem bir ilişkimiz olsa da istemedim. Çünkü seni de hayatımın merkezi yapmışken konumunun değişmesini hiç istemedim. İstemem de...” söylediği sözlerinin etkisi ne kadar zarardı keşke bir bilseydi... Doğan'ın, her bir kelimesinde sertçe yutkunduğu ve neler hissettiği sadece görmekle kalmayıp hissedip anlasaydı da... “Senin için değerli olmak da güzel bir şey Nefes. Senin arkadaşlığın bile güzel ve ben onu da kaybetmek istemiyorum.” “İnan kaybetmek gibi bir korkun olmasın. Çünkü hep kazanan tarafta olacaksın.” gözlerindeki güven içini ısıtmaya bile yetiyordu. “Ben hep kaybeden taraf olduğumdan zaferin mutluluğunu bile unutmuş gibiyim. Buna inanmakta güçlük çeksem de sana her zaman güvenim sonsuz olacak. Çünkü benden bir an olsun şüphe etmeyen kadını kaybetme gibi niyetim yok. Umarım kimse kaybetmek de istemez. Bunları bırakalım şimdi? Bundan sonra gerçekten ne yapmak istiyorsun onu konuşalım?” Nefes yerinde dikleşip ellerini masanın üzerine koyduğunda bundan sonraki planlarını atlatırken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Sohbetinin yarısında ziyaret süresi dolarken itemeyerek de olsa ayaklandı. Bundan sonra hayatına bakmayı ummakla yaşayıp, hayallerine koşmak istiyordu ve bunu yaparken kimseyi de kaybetmek istemiyordu. Adaletin işlenmediği bu ülkede kendi adaletini kendi içinde yaşamaya devam ederek yoluna bakmak istiyordu. Belki bu evrende adalet yerini bulmuyor olabilir, kötüler hep kazanan tarafta olabilirdi. Fakat bu evrenin bir de öbür evreni vardı. Orada yapılan kötülüklerin cezası burada takım elbise indirim halinden yaranarak olmazdı. Bedeli ödenmeyen kötülükler bir avuç toprağa mahkum kalacak ve ateşler içinde kavrulacaktı. Sonunu düşünmeyen her kimsenin sonu bir avuç toprak ve ateş olacaktı.. Günümüz.. “Derin bir nefes al, korkulacak bir şey yok tamam mı? Birazcık ama azıcık kolunda bir sızı olacak ama geçecek hemen. Evet, evet aferin sana. Cesur adam bir küçük iğneden mi korkarmış ya? Bak bitti işte. Bu pamuğu kanayan noktaya bastıralım kanımız dursun. Geçmiş olsun.” diyerek küçük çocuğun damarından iki tüp kan aldığında dönen sandalyesini azıcık geriye çekip iki tüp kanı da diğerlerinin yanına koydu. Gülümseyerek koltuktan inen çocuğa döndüğünde annesi rahatlamış gibi tebessüm etmişti. “Teşekkür ederiz hemşire hanım. Bizim küçük oğlan asla iğneye bile yaklaşmaz ortalığı velveleye verirdi. Siz iki dakika da sakinleştirdiniz.” “Ben ne yaptım ki? Sadece korkulacak bir şey olmadığını gösterdim. Cesur adamımız da anladı değil mi?” diye gülümseyerek çocuğa doğru başını hafifçe öne doğru salladı. Küçük çocuk sevinçle başını onaylar gibi salladığında yanaklarından öpmemek için zor tuttu kendini. Daha sonra göz kırparak alt çekmeceden bir çikolata çıkardığında çocuğa uzattığında yüzündeki gülümseme git gide büyüdü. Annesinden izin almak için gözlerine baktığında onaylar gibi gözlerini yumup açtı. Küçük çocuk koşarak çikolatayı elinden aldığında Nefes’in yanağında bir buse kondurup hızla annesinin bacağına utanarak sarıldı. Ardından kan alma odasından çıktıklarında Nefes yerinden kalkıp öğle molasına çıktı. Bu saatten sonra kan verme olmazdı zaten. Bir kahve kendine ısmarlayıp yukarı kata çıktığında Arasta’yı görür görmez yanına doğru ilerledi. Elinde gördüğü tostla başını onaylamaz bir şekilde sallarken “Daha sabah dolu dolu kahvaltı etmemiş miydin Arasta. Öğlenin yemeğini de bir saat önce yemiştin hatta?” derken elindeki tost yere düşecekti az kalsın. Lokmasını yutup kızgın bir şekilde Nefes’e döndü. “Tostum düşüyordu az kalsın.” “Yenisin ısmarlarım ben sana. Bir tost olsun.” koridorda birlikte yürümeye devam ettiklerinde Nefes de kahvesini yudumluyordu. “Bir tost mu sadece?” hayıflanır gibi göz devirdiği sıra munzur bir ifadeyle gülümseyip “Tamam iki tost.” diyerek uğraşmaya devam etti. “Hiç yorgun değilsin bakıyorum? Espritüelin yerinde maşallah.” “Sabahtan beri yorgunum ama seni görünce o yorgunluğum enerjiyle doluyor.” diye itirafta bulunduğunda Arasta hemencecik havalara girerek “Teşekkür ederim bebeğim. İnsanlara enerji verdiğim doğrudur.” deyip göz kırptığında Nefes gür bir kahkaha patlattı. “Senin enerjini yesinler. Havalara bak havalara!” derken Arasta saçlarını arkaya doğru savurup “Tabi ki!” diye nidada bulundu. “Neyse, sen tostunu bitir ben de kahvemi sonra yukarıya çıkmamız gerek. Oradaki birkaç hastanın genel kontrolü vardı.” “Tamam, çıkarız yukarıya. Ben bir kreşi arayım, Ege’de aklım kaldı.” “Ararsan daha çok huysuzlanmaz mı? Yeni yeni kreşe alışmışken çok sık arama istersen.” “Yok bebeğim ya. İçim rahat etmez. Alper de askeriyede zaten. Bütün gün yoğun olacaktı. O arasın derdim de işte.” “Nasıl istersen güzelim.” deyip asansörün önünde durduklarında Arasta son lokmasını yutup kâğıt parçasını asansörün yanındaki çöp kutusuna attı. Ellerini önlüğün cebine koyup ciddiyetine dönerken asansörün kapısı aralanmış içeriye geçmişlerdi. Asansör durduğu gibi indiklerinde koridor bayağı kalabalık ve gürültülüydü. Etrafta hastalar, doktorlar dolaşıp durduklarında bazı odalarda çocuk ağlama sesleri yankılanıyordu. “Anlaşılan bugün de gürültüye çok maruz kalacağız. Dünkü gürültüden daha beter.” yüzünü ekşitip koridordaki hastaları izlerken Nefes de yüzünü ekşitmemek için derin bir soluk aldı. Ellerini aynı Arasta gibi cebine sokarken kahve bardağını yürürken önünden geçtiği çöpe atmıştı. Saçlarını toplamış bir şekilde yüzüne ferahlama olurken hocaları yanına iki üç adımda ulaşmıştı. “Nefes bu gecede sen nöbette kalacaksın.” demesiyle yürüyüşü duraksadı ve anlamayarak “Neden hocam.” diye sordu. “Gürhan’ın çok önemli bir işi çıktı. Erkenden çıktı hatta hastaneden. Benden de rica etti. O yüzden Gürhan’ın yerine sen nöbettesin.” “Bana söylese daha iyi olurdu ama neyse. Tutalım bakalım.” bu yaptığı saygısızlıktı fakat önemli bir şey olmasa yapmayacağını da biliyordu. Gelince artık ona sorardı nedenini. “Hocam ama insan bir sorar, Nefes’in de belki özel işi olabilir?” Nefes’in yerine Arasta asıl soruyu sorarken Hocanın bakışları ağır ağır Arasta’yı buldu. Anında sert bakışlarla göz göze geldiğinde anında suspus olurken “Sorun yok o zaman.” dedi hocaları, Arasta’nın suskunluğuyla. “Yok hocam.” diyen Nefes, kardeşinin koluna bir tane çaktırmadan vururken ters ters yüzüne bakmıştı. Arasta, hocasının gidişiyle Nefes’e dönüp “İki gün uykusuz uykusuz ne yapmayı düşünüyorsun acaba bebeğim?” der demez azarlama moduna geçerken Nefes için bu alışkın bir durumluktu. “Kafayı dinlerim belki Arasta? Evde malum gürültü çok oluyor?” “Ayıp be ayıp. Bizden de usanmış yaşlı Nefes. Dur sen daha upuzun yıllar var önünde hemen mi bıktın sen bu gürültüden?” “Yani, kırklı yaşlara geçiş yapacağım. Bir yerden sonra kafa almıyor biliyor musun?” oyunbaz bir edayla alaya alırken Arasta burun kıvırdı. “Sanki ben yirmiliğim. Senden farksızım ama ben sen gibi yaşlılık yapmıyorum. Ruhum genç benim. Sana da tavsiye ederim.” “Benim ruhum genç değil üzgünüm güzelim. Hepiniz bir olup gençliğimi sömürdünüz.” “Bak, bak triplere bak! Biz mi senin ruhundaki gençliği sömürdük? Kuru iftira be! Benim gibi enerjik kadın nasıl yaşlandırır ruhunu? Ayıp gerçekten.” kınar gibi göz devirip yürümeye devam ettiğinde Nefes de arkasından kahkaha atarak ilerledi. “Tamam tamam gel. Hemen de alınırmış!” kardeşine sıkıca sarılıp gülümsemeye devam ederken omzunu sıvazlamıştı. “Yap yap sonra da gönül al. Yanaşma bana!” derken kendinden uzaklaştırır gibi yapsa da hareketleri tam tersiydi. “Kahve ısmarlayayım mı sana? Yanına da çikolata?” Arasta hemen yelkenlerini suya indirip kocaman gözlerle Nefes’e döndüğünde gözlerinde çocuksu bir sevinç oluşmuştu en son. “Cansın sen can!” *** Gece nöbetine kalan Nefes, danışmanın olduğu kısma doğru ilerleyip kendini koltuğa bıraktığı sırada koridorda bir gürültü koptu. Ne olduğunu anlamayan Nefes yerinde irkilerek yukardan ne olduğunu gözetlemeye çalışırken yanı başına çöken kızla koridorda koşturan birkaç kişiyle yerinde doğruldu. Kolunu tutan kız gözlerinin içine yalvarır gibi bakarken derin bir iç çekip güven verircesine gözlerini yumup açtı. Ardından ciddi ifadesine bürünürken üç kısmı kaplı olan masaya iki kişi yaslandı. Aceleci ve telaşlı bir edayla hemşirenin gözlerine bakıp “Burada bir küçük kız geçti mi bacım? 17 yaşlarında gri hırkalı, uzun saçlı?” diye masanın görünmeyen kısmına saklanan kızı tarif ettiğinde hemşireyle, kızın arasında kısa bir bakışma geçti. Nefes sert bir tavırla iki adama döndüğünde “Yok, görmedim.” demesiyle sözlerine tehdit vaki bir şekilde devam etti. “Ayrıca ben senin nereden bacım oluyorum?” “Abi, kız buraya girmişti, kendim gördüm?” diğer adam kızın burada olduğundan emin olarak konuşurken Nefes bir kere daha “Yok.” demişti sakinlikle. “Bacı yok diyor. Emin misin lan buraya geldiğinden!” “Bacı senin!” Nefes sakinliğini korumaya çalışsa da karşısındaki adamın alaylı sözleriyle sabrını sınıyordu sanki. “Yok burada kimse. Daha fazla hastaları rahatsız etmeyin!” “Tamam bacım. Gidiyoruz.” adam ikna olup gidecek gibi olsa da diğer adam Nefes’e inanmayıp üstüne varırken kuşkulu bir edayla kaşlarını kaldırdı. “Ağam, odalara baksaydık?” “Sen laftan anlamaz mısın? Yok diyoruz işte! Defolup gidin şuradan yoksa güvenliği çağıracağım!” ellerini sertçe masaya vurduğunda yere doğru eğilen kız korkuyla irkildi. “Bana bak hemşire, alırım ayağımın altına posta koymak neymiş görürsün!” uyarır gibi bir de parmaklarını gözünün önünde salladığında Nefes’te sabır tükenmişti. Birkaç hasta yakınları ve onunla birlikte nöbette olan hemşireler de yanlarına ulaştığında Nefes danışma kısmından öne geçerek adamla karşı karşıya geldi. “Ne oluyor Nefes hemşire burada?” yanına ulaşan Caner’le, Nefes “Gece gece birilerin canı anlaşılan kavga istiyor da ben de ona cevabını gösterecektim?” demesi üzerine adam üzerine saldıracağı an Nefes atik bir şekilde kolundan tuttuğu gibi ters çevirirken Caner araya girmekle geç kalmıştı. Acıyla inleyen adam öfkeyle bağırırken “Seni uyarmam için illaki şiddete mi başvurmam gerekiyor? Siz laftan hiç mi anlamazsınız!” diye bağırdığı sırada koridorda sert bir ses işitti. “Ne oluyor burada!” hocasıyla göz göze geldiği an adamı sertçe geriye bırakırken kendine çekin düzen verip “Hocam?” dedi sakin bir edayla. Yanına sinirle ulaşan hocayla diğer hemşire de Nefes’in yanını alınca sorar gibi ikisine bakmaya devam etti. Ardından bakışları arkayı bulunca küçük kızı görünce kaşları daha da çatıldı. “Bu kı...” hocanın ne diyeceğini anlayan Nefes hemen oraya müdahale ederek araya girdi. “Hocam, küçük bir tatsızlık yaşandı da... beyefendiler gidiyordu değil mi?” diyerek imayla adamlara baktığında geriye ittiği adam sertçe burnunu ovaladı. “Gidiyorduk. Kusura bakmayın rahatsızlık verdik.” hemşireye doğru öfkeyle bakıp diğer adamla birlikte koridordan ayrılırken hocaları bir kere daha sordu. “Ne oluyor dedim size burada? Bu kız da neyin nesi?” Caner, hastaları sakinleştirip odalarına geri götürürken Nefes’in yanına yaklaşan kız ürkek bir şekilde başını yere doğru eğip bekledi. “Hocam ben de bilmiyorum. Birazdan öğrenecektim ki siz geldiniz?” deyip kıza döndü. Elini omzuna dokundurduğunda vuracak hissiyle yüzüne ellerini örterken bedeni kaskatı kesildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD