2 SENE SONRA
Sevdiği adam için en büyük hayalinden vazgeçen bir kadın vardı. Ruhuna her bir nakışı özenle işlenen acısı vardı ve sevgiye muhtaç, merhamete açtı. Aşka inanmasa bile sadakatin gücüne daima inanırdı. Siyah beyaz dünyasını renklendiren bu adama bağlanmıştı, gözlerine çektiği perdeyle sadece onu görüyordu.
Fakat bir zaman sonra sevdiği adamın gururu yetmemiş kadını bırakmaya karar vermişti.
Sevdiği adam için en büyük hayalinden vazgeçen bir kadın vardı. Sitemleri boğazına dizilen, çığlıkları kalbini delen. Şimdi ise sevdiği adam hayalleri için ondan vazgeçiyordu, onu seven kadının yıkılan dünyasından yükselen o ağır gürültüyü duymuyordu. Ardında nasıl bir kadın bırakacağını umursamıyordu, bir insanın yaşama sevincini serin sularda boğduğunu bilmiyordu.
Ve bir kadın vardı, sessizce gözyaşlarını akıtan, sevdiği adama son kez bakan...
Bakışlarımı kucağımdan çekip karşımda oturan adama baktım. Islak yanaklarımı elimin tersiyle silerek gülümsedim, ne diyebilirdim ki? Gitme mi? Hayallerini bana tercih eden bir insana 'kal' demem için bir sebep yoktu değil mi? Avuçlarıma bıraktığı hayal kırıklıklarını almaktan başka seçeneğim yoktu. Yol verip, gidişini izlemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu çünkü bu noktadan sonra yapacağım her şey olmayan gururumu daha da çok yok edecekti. Gerçi yok edeceği bir şey kalmış mıydı?
"Seni sevmek güzeldi..." diye fısıldadım, gerçekten onu sevmek tüm yaptıklarına rağmen güzel miydi? Bir şey demeyip baktı, bir yabancı gibi soğuk dolu bakışlarıyla yüzümü inceledikten sonra derin bir nefes alarak etrafına baktı ve bana doğru eğildi.
"Beni sevmen güzeldi." dedi.
Nefesimin kesildiğini, kan akışımın durduğunu, duygularımın öldüğünü hissettim belki de ölen tek şey duygularım değildi. Beni sevmediğini dile getirmişti. Hayallerimin katili olmam hiçbir şeyi değiştirmemişti, ruhumu sakatlamak dışında. Bir adam için hem ruhumu sakat bırakmış hem de duygularımı ayaklar altında bir daha asla doğrulamayacak çiçekler gibi ezmiştim. İnsan neden en çok kendini sevip bencil olamazdı? Aşk kendinden vazgeçmek mi demekti?
Sandalyesini dizlerinin arkasıyla geriye itip gürültülü bir şekilde ayağa kalktı. Birkaç adımda yanıma ulaşıp elini omzuma koydu.
"Bu kadar üzülme. Seni seven birileri vardır, olacaktır. En azından dul diye anılmayacaksın." diyerek beni masada yalnız bıraktı. Dalga geçer gibi seni sevmiyorum artık ama üzülme illa seven olur mu demişti o? Ve bir de…Dul mu demişi? Geçen senelerimi, tüm sevgimi ve ilgimi, tüm hayallerimi çalmışken üstelik? Sağ parmağımdaki alyansı çıkarıp sakince masaya bıraktım, nişanlanmamızı çevremiz duyamadan bitmitşi. Sol parmağımdaki tektaşa baktım, aptal yüzüğü neden çıkarıp masaya bırakamıyordum? Bir de bileğimdeki aptal harfe baktım. Resmen bileğimde ‘A’ yazıyordu, derimi söküp atamazdım. Böyle mantıksız bir kararı hangi kafayla vermiştim? Onun bileğinde de ‘E’ yazıyordu ne yapacaktı?
Dudaklarımdan dökülen acı dolu ağlamanın insanları rahatsız etmesini umursamadan ağladım, annem ve babamın koşup bana sarılacağını bilsem küçük bir çocuk gibi sızlanırdım. Bu beklediğim bir şey değildi, beni sevmediğini bugüne dek çok nadir düşünmüş ve böyle bir ayrılığı beklememiştim. İstediğim son bu değildi, yıldönümümüzde terk edilmek değildi...Madem beni sevmiyordu neden üç ay önce nişanlanmayı kendisi teklif etmişti? Üstelik evlenme teklifi alalı bir ay ancak olmuştu.
"Hanımefendi iyi misiniz?"
Bakışlarımı sesin kaynağına çevirdim, yemek servisini yapan garson ellerini önünde birleştirmiş hafifçe bana doğru eğilmişti. Kaşları endişeli olduğunu belli eder gibi aynı anda havaya kalkmış ve orada asılı kalmıştı.
"Hesabı alabilir miyim?" dedim gözlerimdeki rimeller yanaklarıma inmişken ve burnum akıyorken, tam bir zavallı gibi görünüyor olmalıydım.
"Beyefendi hesabı ödedi. "dediğinde çok komik bir şey gibi güldüm, aslına bakarsanız ağlanacak halime gülüyordum.
"Gitmeden kıyak geçeyim demiş herhalde." dedim küfür etmek istedim ama pek benlik değildi.
Garson bana tuhaf bakışlar atarken sandalyemi geriye iterek devirdim, o kadar fevri bir kalkıştı ki bu masayı devirmediğime şükrederek üzerindeki çantamı alıp merdivenlere yürümeye başladım. Dalgalı saçlarım sallanırken, topuklu ayakkabım tok sesler çıkararak insanların bana dönmesine sebep olmuştu spot ışıkları beni gösteren bir sahnede can alıcı elbisemle ağlıyor gibi hissetmiştim. Sahne dışındaki her şey doğruydu, bugün can acıtacak kadar güzel bir kadın olarak girdiğim restorandan korkunç bir yüzle çıkıyordum.
Alışana kadar ağlayacaktım, gerekirse sürekli uyuyacaktım ama alışacaktım. Ben onunla var olmamıştım bu yüzden onsuz yapabilirdim.
Onsuz yapabilirdim…
Otoparka çıktığımda soğuk rüzgar tenimi yalayıp geçti. Üzerimdeki ince şala biraz daha sarılıp arabama yürüdüm.
Bundan nefret ediyordum, gidenlerin değil de kalanların üzülmesinden nefret ediyordum. Peki hep kalanlar mı acı çekiyordu gerçekten yoksa gidip de acı çeken var mıydı? Beni ve kalbimi bu hale getirip giden adam bir gün üzülecek ya da pişman olacak mıydı? Kötüler karma yaşar mıydı ki?
Arabama vardığımda kapısına bulaşmış olan lekeyi görmemle kaşlarımı çattım, düşüncelerimin ortasına bomba gibi düşen lekenin ne olduğunu anlamak için çantamdan telefonumu çıkarıp flaşı açtım ve dizlerimi hafifçe bükerek çöktüm. Kapıdaki kan izine baktığımda ince parmakların bıraktığı iz, birisinin bayılmadan önce arabamdan destek alarak yürümeye çalıştığını gösteriyordu sanki.
Aklıma hücum eden ihtimalle çantamı yanıma bırakıp asfaltın üzerinde hafif bükmüş olduğum dizlerimle temkinli yürüdüm ve görüş alanıma giren, sarı saçlarla sertçe yutkundum. Yüzüstü yere uzanmıştı ve ince parmaklarına kan bulaşmıştı, ona biraz daha yaklaşıp yüzünü kapatan saçlarını kenara çektim ve iki parmağımı boynuna yerleştirip nabzına baktım. Kalp atışları çok yavaştı, bacaklarında kan vardı düşük mü yapmıştı yoksa bıçaklanmış mıydı? Onu hareket ettirmemin riskli olacağını fark ettiğim için bilincinin yerinde olup olmadığını anlamaya çalıştım
"Beni duyabiliyor musun? Duyabiliyorsan parmaklarını hareket ettirmeye çalış." Kan lekesi tazeydi bu yüzden bilincinin görüntüsüne zıtlıkla yerinde olmasını istemiştim, parmaklarını hareket ettirerek dudaklarını oynattı ama sesi çıkmadı.
"Tamam korkma, ben doktorum ve hemen ambulans çağıracağım." dediğimde dizlerimin üzerinde arkama döndüm ancak alnıma değen soğuk namlu her şeyi alt üst etmişti, silahla olan bakışlarım buluştuğunda 2 sene önce yaşadığım travma bir anda omuzlarıma çöreklendi ve bütün kemiklerim titredi, yine mi vuracaktı birisi beni? Ve ben ölüm kalım savaşı verirken eli kolu dışarıda gezecekti? İkinci bir vurulma olayını kaldırabileceğimi düşünmüyordum ve bu sefer yaşayıp yaşayamayacağımdan bile emin değildim. Kafamı korkarak kaldırdığımda kırmızı saçlı kızın kaşlarını çatmış bana baktığını gördüm, çok güzel görünüyordu ve ölüm meleğine benziyordu. Azrail böyle gelmiş olabilir miydi? Yok canım, silahla mı alacaktı azrail canımı?
"Doktor musun ?" diye sorduğunda iç sesime bir şey tokat attı ve aynı şokla ben de gözlerimi kırpıştırdım. Bu soruyu cevaplamak istediğimden emin değildim, sanki söyleyeceğim kelimeler benim celladım olacak gibi hissettiriyordu. Henüz nemli olan yanaklarımı elimin tersiyle silerek burnumu sesli bir şekilde çektim, normalde doktor olduğumu söylemeye can atardım fakat şimdi durum tam tersiydi. Doktor olmam sanırım ölümüme sebep olacaktı, böyle hissediyordum.
"Sana doktor musun diye sordum?" dedi silahın namlusunu alnıma daha çok bastırırken, aklımın çalışır durumda olduğundan emin olmak istiyor gibi başını hafifçe sağa eğmişti.
"Sakin ol." dedim ellerimi teslim olurcasına havaya kaldırırken, sorunun cevabını vermekte kararsızdım fakat hayır silahlar doktorlardan nefret ediyor gibiydi. Silahlar canlı her şeyden nefret ederdi.
"Doktor musun ?"
Bu sorunun cevabında neden bu kadar diretmişti anlayamamıştım ama cevap vermezsem silahı ateşleyeceği ortadaydı.
"Hayır, değilim." kekelediğimde etrafa kısa bir bakış attı, yerdeki çantamı alırken dudaklarımı çiğnedim, lütfen cüzdanımı açmasın.
"Ayağa kalk."
Korku bütün iliklerime işlerken buna eş zamanlı olarak kız çantamı ters çevirip içindeki her şeyi arabamın hemen yanına asfalta dökmüştü. Cüzdanımı alıp içindeki kartları ve parayı hiç düşünmeden yere atarken paralarıma göz ucuyla baktım, onları kazanmak için canımı dişime takmıştım fakat şimdi öylece kayıp gidiyorlardı...Ah söz konusu canımdı!
"Kızı alın." dediğinde iki adam arabanın önündeki sarı saçlı kıza yürüdü, onu nereye götürüyorlardı beni öldürecekler miydi?
"Ah Esila..." dedi kırmızı saçlı kız silahın ucuyla şakağını kaşırken, filmlerde bunu hep adamlar yapardı fakat itiraf etmeliyim ona da çok yakışmıştı. Umarım beni öldürmezdi aksi takdirde bu çok üzücü olurdu, evet, şoke edici anlar da ciddi kalamıyorum. Sanırım korkudan.
"Doktor olduğunu neden sakladın?" dediğinde donup kaldım, az önce ayağa kalkmak için çırpınan bacaklarım şimdi ayakta kalmak için çırpınıyordu. Başımın üstünden birisine bakıp, gözlerini uzunca açıp kapattığında daha arkama dönemeden birisi ağzımı kapatıp beni belimden yakaladı. Boğuk çığlığım adamın avucunda kaybolurken kırmızı saçlı kızın önünden geçtik, etrafıma yardım istemek için bakındım ve valenin şaşkınca bizi izliyor olduğunu gördüm. Beyaz minibüsün sürgülü kapısı açıldığında ayaklarımla direttim ve elimi valeye doğru yardım ister gibi uzattım. Biraz sonra bir adam silahı ona doğrultmuş ve hiç düşünmeden ateşlemişti, gözlerim kocaman olurken silahın sesiyle donup kaldım ve bir bez bebek gibi içeri doğru iteklendim. Dizlerimin üzerine kapaklanırken bir süre şok olmuş halde arabanın zeminine baktım, bu insanlar az önce birisini vurmuştu. Olayları idrak ederken başımı kaldırdığımda hemen karşımda duran adamla irkildim, mavi-yeşil gözleri öfkeyle parlıyordu ve kaşları çatılmıştı. Üzerinde siyah bir kazak vardı, hadi ama tam kötü adam tiplemesi. Giyimi ve renkli gözleriyle yani.
"Siz kimsiniz? Neden beni alıkoyuyorsunuz?"dediğimde sesimdeki dehşetin beni ele vermediğini umuyordum.Kırmızı saçlı kız kolumu sıkıca tutarak beni ayağa kaldırırken karşımdaki suratsız adam konuştu.
"Bunun bir önemi yok. Ne dersek onu yap yeterli, seni öldürmeyeceğiz." dediğinde sesi tuhaftı. Pek çok duygudan geçmiş bir tonlaması vardı, az önceki kızla aralarında bir şey olabilir miydi? Açık olan bacağım soğuk deri koltuk yüzünden ürperirken hemen yanında duran ceketini bana bir şey demeden bacağıma doğru serdi, bende bir şey demeyip ellerimi kucağıma koydum. Kapı sertçe kapandığında motordan yükselen sesle araba öne doğru atıldı.
Kaçırılıyordum! Peki kimin haberi vardı? Hiç kimsenin, vurulan vale dışında.
Bileğimi saran soğuk metallerle irkildiğimde bakışlarımı bileğime indirdim ve esaretimi gördüm. Soğuk kelepçeler beni tamamen esaretin koynuna atmıştı.
"Efruz nereye gidiyoruz?" Kırmızı saçlı kız sorduğunda gözlerimi yumdum, sakin olmalıydım artık olayın tamamen farkındaydım. Bu insanların şakası yoktu ve nişanlım tarafından kıçıma tekmeyi yemişken ölmek istemiyordum.
İçimde dehşete kapılmış bir kadın çığlık atarak sağa sola koşuyordu. İki sene sonra farklı birisi tarafından kaçırılmak ve sonunda ölüm olduğunu bilmek, aklımın kafamın içinden kaçmaya çalışmasına neden oluyordu.
"Onun bizi bulamayacağı bir yere." dedi adının Efruz olduğunu öğrendiğim adam. O kimdi? Peşlerinde kim vardı? Artık benim de mi peşimdeydi?
"Kaç yaşındasın Esila?"
Kırmızı saçlı kıza döndüm. Bunları neden soruyordu? Az önce cüzdanımı karıştırmamış mıydı? Cevap vermem gerektiğini hissedince, sertçe yutkunarak dudaklarımı ıslattım.
"Otuz yaşındayım." dediğimde sesim beni bile şaşırtacak kadar güçlü çıkmıştı.
"Bu doktor tam senlik Efruz."
Nefes alamadığımı hissettiğimde içimdeki bu acıya tahammül etmek, taşlara şekil vermekten daha zordu. Bu insanların yanında bileklerimdeki kelepçeler normalmiş gibi oturmam akıl işi değildi fakat şuan akıl işi olan ne vardı ki?
Gergin atmosfer gerilen bir deri gibi acı veriyordu, kaçmam gerekirdi değil mi? Belki böyle sakince oturmak yerine çabalasaydım daha iyi hissedebilirdim ya da kafama yediğim bir kurşunla yerde kanlar içerisinde yatıyor olabilirdim.
Bu düşüncenin verdiği korkuyla derin bir nefes alarak oturduğum koltuğa biraz daha sindim. Savunmasız küçük bir kız çocuğu gibi hisseden yanım, ağlamam için bana baskı yapıyordu. Telefonumun melodisi sessiz arabada yankılanırken Efruz önce bana sonrada yanındaki kırmızı saçlı kıza baktı, telefonumu neden almıştı?
"Telefonu neden aldın?" dedi Efruz kıza bakarak.
"Bilmem, boşluğuma geldi."
Israrla çalan telefonum ve Efruz'un sert bakışları dilimi damağımı kurutmuştu. Kızdan aldığı telefonla bakışmalarından sonra bana uzatırken tehdit etmeyi de unutmamıştı.
"Yanlış bir şey söylersen, arabadan ölün çıkar."
Sertçe yutkunup telefonu aldım ve titreyen parmağımla ahizeyi kaydırdım. Eski nişanlımın beni arıyor olması gayet tuhafken bulunduğum durum, mantığımın gri dumanlar arasında kalmasına sebep oluyordu. Telefonu kulağıma götürdüğümde, sesini duymak mideme yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olmuştu.
"Esila." dediğinde sesi kötüydü, gırtlağından gelen acı dolu bir sesti.
"Efendim…Ares?"
"Ben...Ben çok...Özür dilerim."
Korkuyordum neden bir anda böyle bir arama gelmişti? Efruz ile bakışlarım çarpıştığında acı bir tat damağıma yayıldı. Dolan gözlerimi yumduğumda gözyaşlarım içime aktı.
"Ne için?" dedim sabit tutmayı başaramadığım sesimle.
"Bilerek yapmadım, yemin ederim. İstemeden…oldu." dediğinde gözyaşlarım burnumdan akıyor gibiydi ve kelepçeler canımı yakıyordu yinede elimin tersiyle burnumu itekleyerek derin bir nefes aldım.
"Kapatıyorum, müsait değilim." Aramayı sonlandırmak için telefonu kendimden uzaklaştıracağım anda derin bir nefes alarak yıkıcı kelimelerini üzerime savurdu.
"Seni isteyerek aldatmadım."
Göğüs kafesimin üzerine oturan ağır şeyle nefesimi tuttum. Acı kalbime uğramadan direkt ruhuma dağıldığında boğazımdan aşağı kızgın yağ gibi inen hıçkırıklarım mideme ulaştı, avuç içlerim yanmaya başladı.
"Ne?" inanamayarak fısıldadığımda bileğimdeki kelepçeler, karşımdaki iki yabancı, araba her şey yok oldu. Sonu olmayan bir karanlıkta ve soğukta öylece kalakaldım.
"İsteyerek olmadı yemin ederim…" dedi istemeyerek aldatmak diye bir şey var mıydı? Bu ne biçim bir açıklamaydı. Günüm daha ne kadar berbat olabilirdi?
"Kirletilmiş bir ilişkiyi, bir tek ayrılık temizlerdi." diye devam etti yüzsüzce.
Aramayı sonlandırdım.
Aramayla birlikte içimdeki her şey de son bulmuştu sanki. Ya da sevgim acıdan oluşan bir toprak yığınının altında kalmıştı.
Efruz ve kırmızı saçlı kızın bakışları tenimi yakarken gerçek hayata döndüm, onlara bakmak yerine telefonu yanımdaki koltuğa koyup arkama yaslandım. Bundan sonra canım ne kadar yanabilirdi ki? Ve içimdeki öfkeyi ne söndürebilirdi? Hatta belki bu karşımdaki iki yabancıyı bile öldürmeme sebep olabilirdi.