Kalp atışlarım korkuyla hızlanırken alt dudağımı dişledim. Dolabından çıkardığı iki silahı beline yerleştirdikten sonra namlusu uzun bir silahı eline aldı, filmlerde gördüğüm kadarıyla bu bir susturucuydu.
"Bunlar ne?" dedim dehşet içinde, bu soruyu şok içerisinde mantığım dışında sormuştum.
"Silah?"
Bulunduğum durumu unutup gözlerimi devirdim ve kollarımı çaprazlayarak alayla sordum.
"Ciddi misin sen?"
"Çok konuşma al şunu."
Bana uzattığı silaha boş boş baktım. Ben bunu öleceğimi bilsem bile ki biliyorum çünkü ölüm meleği burada kullanmazdım. Israrla uzattığında sertçe yutkunarak kafamı iki yana salladım.
"Ben bunu kullanamam."
"Kullanmayacaksın zaten benim için taşıyacaksın, Sare'yi buradan götürmemiz lazım." dediğinde kaşlarımı çatarak silahı iki elimle sıkıca kavradım, göründüğünden daha ağırdı ve silah sesleri, havada uçuşan mermiler bedenimi de ağırlaştırmıştı.
"Esila beni takip et."
Sare'yi sırtına çokta nazik olmayan bir şekilde aldığında dudaklarımdan endişe mırıltıları döküldü, dikişleri açılırsa onun için gerçekten kötü olurdu. Fakat yattığı yerde bir kaç kurşunun isabet etmesi daha kötü olacaktı bunun farkında olan Efruz hızlıca odadan çıktı ve yürümeye başladı. Ona yetişmek için iki elimle kavradığım silahı beraberimde sürükledim.
Merdivenlerden inip salona ulaştığımızda, camların yerlere saçılmış olduğunu gördüm. Merdivenlere yöneldiğinde, ayak direterek durmasını sağladım.
"Efruz sizinle gelmek istemiyorum."
Bıkkınca bir nefes bırakıp bana döndü, Sare göründüğünden daha ağır olmalıydı. Efruz epey zorlanıyor gibiydi.
"Dışarı çıkarsan ne olacağını biliyor musun? Alaz'ın adamları üzerine mermi yağdıracak. İstersen gidebilirsin, başka bir doktor bulmak çokta zor olmaz ama senin bu kaçma şansını bir daha yakalayamayacağına eminim."
Haklıydı. Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda sessizlik kelimelerime sert mührümü vurmuştu, neden bir anda gitmek istemiyorum demiştim ki ben? Efruz bunu görmezden gelerek aşağı inen merdivenlere yöneldi. Fazla hızlı yürüyordu. Yetişemiyordum. Dışarıdan gelen silah sesleri, etrafı kırağı gibi kaplayan barut kokusu, ritimsiz kalbim ve sık nefeslerim, bütün enerjimi sömürüyordu.
"Hadi, hızlı ol."
Otoparka benzer bir yere çıktığımızda, Efruz siyah bir arabaya yürüdü. Evin altının otoparka açılması beni durumun korkunçluğuna rağmen şaşırtmıştı demek ki zengin olmak böyle bir şeydi.
"Nereye gideceğiz?" dediğimde, Sare'yi arka koltuğa yatırıyordu.
"Şehir dışına." sertçe yutkunarak etrafa baktım. Kaçacak hiçbir kapı yoktu, kız kardeşimi burada bırakarak kaçamazdım eminim şu Alaz denen psikopat onu bulurdu. Hayır, kız kardeşim olmadan olmazdı.
"Hangi şehre?"
Ne kadar uzağa gidebileceğimizi düşündüm. Alaz kız kardeşi için cinayet bile işliyordu, bizi takip etmesi çokta zor olmazdı.
"Güney Doğu'ya gideceğiz oradan da sınır dışına çıkacağız, ülkeden çıkmadığımız sürece hiç şansımız yok."
Ağzım açık kaldığında Efruz'un ciddi olup olmadığını düşündüm. Her şeyim buradaydı, beni ilgilendirmeyen şeyler için buradan gidemezdim gerçi artık bu pisliğe ben de batmıştım.
'Seni ilgilendirmeyen mi? Alaz seni öldürecek.' diye üsteledi bir ses. Ağlamak isteyen yanımı yok sayarak derince bir nefes çektim içime.
"Önce Ankara'ya sonrada Kayseri'ye gideceğiz. Son durağımız Adıyaman ya da Şanlı Urfa olacak gibi." dedi kendi kendine.
Ellerimi yumruk yaparak, gözlerimi sıkıca yumdum. Nasıl kurtulabilirdim bu adamlardan?
"Kız kardeşimi de almamız gerek, onu Alaz'a bırakamam." dediğimde başka bir işle meşgul olduğunu gördüm.
"Çanta nerede?" dedi Efruz.
"Ne çantası?"
"Ameliyathanede kalmış, Sare'yi yanımızda öylece götüremeyiz. Yolda da duramayız."
Aklıma gelen fikirle gitmek üzere olan Efruz'u durdurdum. Kaşlarını çatarak bana baktığında boğazımı temizledim.
"Ben getiririm, arabayı çalıştır ve beni bekle. Ama söz ver kardeşimi de alacağız." Kız kardeşim için her şeyi göze alabilirdim sanırım.
"Tamam söz, al bunu, bir şey olursa hemen beni ara."
Bana uzattığı telefona tereddütle baksam da aldım ardından kafamı sallayarak koridora açılan kapıya yürüdüm. Otoparktan çıkarken Efruz'un arkamdan seslendiğini duydum,
"Dikkatli ol doktor!"
Telefonu sıkıca kavrayarak koridorda yürümeye başladım. Yanıp sönen ışıklar tüylerimi ürpertiyordu. Derin nefesler alarak, temkinli adımlarla ameliyathaneye yürümeye devam ettim. Yukarıdan gelen bağırma sesiyle elim ayağım titredi ve saklanacak yer aradım fakat kapıların hepsi kilitliydi. Eve bu kadar çabuk girmiş olamazlardı değil mi?
Uğultulu olsada bu sesin Alaz'a ait olduğunu biliyordum. Merdivenlerdeki ayak sesleriyle koşmaya başladığımda, yabancı bir sesin bağırdığını duydum,
"Abi aşağıda biri var!"
Bacak kaslarımı zorlayarak, son sürat koşmaya devam ettim. Ameliyathaneye girip hasta odasına oradan da malzeme odasına girdim ve ışığı kapatıp kapıyı kilitledim. Duvarın köşesine sindiğimde dolan gözlerimi kırpıştırdım. Eğer beni bulurlarsa kesinlikle öldürürlerdi. Efruz'un verdiği telefondan onu aradığımda ikinci çalışta açmıştı.
"Esila."
"Peşimdeler..." diye fısıldadım
"Kimler?"
"Alaz ve...ve adamları" dedim fısıldayarak.
"Siktir ne?"
"Abi buraya girdi gördüm!" dedi içeriden bir ses.
"Kimdi peki?" dedi Alaz.
"Bilmiyorum abi."
Nefesimi tutup gitmelerini bekledim. Efruz'un sesi uğultu gibiydi, tek odaklandığım kişi Alaz'dı. Sonsuza kadar burada bekleyecek hali yoktu değil mi? İlla ki kaçma fırsatı bulacaktım. Çabucak telefona gelen mesaja baktım.
Kimden: Efruz
Onların ilgisini çekeceğim, fırsat bulunca kaç. Dışarı da üstünde anahtar olan bir araba var.
Kime: Efruz
Eğer başaramazsam lütfen kız kardeşimi koru. Onu almayı unutma sizi ele vermeyeceğim.
Sanırım Efruz bana Sare'nin telefonunu vermişti, duvar kağıdında Sare ve Alaz vardı. Gülümsüyorlardı.
"Esila?" Alaz'ın sesi küçük bir kız çocuğuna sesleniyor gibiydi.
Kollarımı bacaklarıma dolayarak telefondan Efruz'a çabucak mesaj attım.
Kime:
Efruz hemen gidin buradan. Sare hamile olduğunu söyledi, kurtar onu.
"Esila..." dedi Alaz 'a' harfini uzatarak "...İçeride olduğunu biliyorum."
Mesajları çabucak silerken, dışarıdaki ortamın sesine güvenerek telefonun arkasını açıp sim kartını çıkardım ve dolabın altına doğru attım. Ben kurtulamıyorsam da Sare, bebeği ve kız kardeşim kurtulabilirdi.
"Kapıyı açarsan canını çok yakmayacağım söz veriyorum."
Birkaç adam güldüğünde, sinirle dişlerimi birbirine geçirdim. Aptal mı sanıyordu beni ? Ya da ona inanacağımı mı düşünüyordu? Dışarıdaki sesler yok olduğunda derin bir nefes aldım. Bacaklarımı ileriye uzatarak, kafamı duvara yasladım. Doktorluk kariyerim sonlanmış gibi hissediyordum. Bundan sonra bu şehirde kalmam, benim için iyi bir seçenek değildi, seçeneğim olduğundan bile şüpheliydim.
Sessizlik hakimiyetini artırırken, gerginlik çoktan krallığını kurmuştu. Saniyeler yavaşlamış, havadaki oksijen ilaç kokusuna boğulmuştu. Şakağımda ve alnımda biriken boncuk terlerle, nefesim sıklaştı . Buradan çıkmazsam, havasızlıktan ölebilirdim çünkü çok uzun zamandır buradaydım. Duvardan destek alarak ayağa kalktım. Başım dönüyordu. Ne zamandır burada oturuyordum? Yer ayaklarımın altında kayıyor gibiydi ve dengemi sağlayamıyordum. Kilidi birkaç kez çevirdikten sonra kapıyı aralayarak etrafa kısa bir göz attım, hiç kimse yoktu. Derin bir nefes alarak dışarı çıktım, lambanın yanmasına şükür ederek ameliyathaneden çıktım. Koridorun birkaç lambası sönmüştü, diğerleri ise bir gerilim filmindeki gibi yanıp sönüyordu .
Parmak uçlarımla koridorun sonuna yürümeye başladım, yukarıdan hâlâ sesler geliyordu ve anladığım kadarıyla otoparkta kimse yoktu eğer oraya çıkmayı başarırsam sonrasında bir şeyler düşünecektim. Boğazıma oturan yumru bana hiç yardımcı olmuyordu.
Duyduğum ayak sesleriyle donup kaldığımda başımdan aşağı kaynar su dökülüyor gibi hissettim. Artık parmak uçlarımda yürümek yerine koşmak zorundaydım.
"Kaçabileceğini mi sandın?"
Alaz'ın buzdan bile soğuk ses tonu kulaklarımdan içeri girdiğinde ürperdiğimi hissettim. Dolmaya hazır gözlerimi kırpıştırarak dudaklarımı araladım ancak kelimelerim kara bir delik tarafından çekilmiş gibiydi.
"Nereye gidiyorsun?" dediğinde sertçe yutkundum.
"Alaz..."
Sonunda sesim çıktığında yapabildiğim tek şey adını söylemek olmuştu, yavaşlayarak ona döndüm ve sertçe yutkundum. Tek kaşını kaldırarak bana cevap beklediğini belirttiğinde bakışlarımı ellerine indirmiştim. Silahı yoktu, kaçmak için fırsatım vardı tek yapmam gereken dikkatini dağıtmaktı neyse ki birisi imdadıma yetişmişti.
"Alaz Bey..."
Yabancı bir sesle Alaz merdivenlere döndü. Bunun bir fırsat olduğunu düşünerek koridorun sonundaki kapıya koşmaya başladığımda adrenalinin dans ederek damarlarımda aktığını hissettim. Ciğerlerim, göğüs kafesime sıkışıp kalmış gibiydi.
"Esila!"
Bağırışını duyduğumda daha çok hızlanarak kapıya ulaştım. Ağır kapıyı açmak zor olsa da nihayet otoparka benzeyen alana çıkmıştım, ne olursa olsun o adamın eline düşmemem gerekiyordu. Etrafa kısa bir göz attığımda duvarlardan başka bir şey görememiştim. İşte şimdi bitmiştim, belki saklanacak ya da kaçacak bir yer olur diye düşünmüştüm fakat kapalı büyük kepenkten başka bir şey yoktu.
"Düşün!" dedim ellerimi saçlarıma daldırarak, etrafıma bakarak kapıyı açacak bir düğme ya da kumanda aradım ve hemen kapının yanındaki, duvara monte olan kutuyu ve yarım açık kapağının altında parlayan yeşil tuşu gördüm. Adım atmak üzereydim ki kapı açıldı ve Alaz alayla içeri girdi. Gülümsemiyordu ancak koyu kahverengi gözlerinde dalgalanan alayın soğuğu ayak bileklerime çarpıyordu.
"Azmini takdir ediyorum." dedi üzerime yürürken,
"Beni öldürecek misin?"
Gerileyerek direkt konuya girdiğimde dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm can buldu, neden bütün kötü adamlar böyle soğuk soğuk gülerdi ki?
"Bu sana bağlı. İşime yarayacaksan, yaşamana izin verebilirim." Bundan o kadar düşük bir ihtimal gibi bahsediyordu ki yapmayacağına adım kadar emindim.
"Ne demeye çalışıyorsun açık konuş." dedim, nasıl olsa her türlü ölecektim en azından kendime rahat rahat konuşma fırsatı verebilirdim.
"Örneğin Efruz'un kız kardeşimi nereye götürdüğünü söyleyebilirsin."
Söyleyebilir miydim? Sare'yi o hale getiren bu adam olabilirdi. Şimdi, zaten bir değeri kalmayan yaşamım için o kızı ve bebeğini hatta kız kardeşimi Alaz'a mı verecektim?
Hayır.
Bu adam daha öncede beni öldürmeye çalışmıştı.
Yaşamama hiçbir şekilde izin vermeyecekti.
"Nerede olduklarını bilmiyorum. Görmüyor musun beni bırakıp kaçtı Efruz!" dedim, karşımdaki adamı salak yerine koymaya çalışsam da biliyordum ki o her şeyin farkında olan kurnaz bir tilkiydi.
Derin bir nefes alarak ellerini pantolonun ceplerine koydu.
"On saniyen var, sabırsız bir adamımdır." dediğinde sertçe yutkundum, elinde silah bile yokken nasıl hala bu kadar korkutucu olabilirdi?
"Bilmiyorum gerçekten."
"Dokuz, sekiz..." Beni boğacak mıydı?
"Alaz neredeler bilmiyorum."
"Yedi..."
Ellerimi sinirle saçlarıma daldırdım. Korkuyordum fakat söyleyemezdim, beni nasıl bir ölüm bekliyordu?
"Altı..." Boynumu mu kıracaktı?
"Gerçekten bilmi---"
"Beş!" Bağırdığında yerimden sıçradım ve ellerimi yanaklarıma koydum.
Söylememeliydim. Kahretsin! Bu adam beni korkutuyordu. Beni öldürecekti! Zaten her türlü ölecektim, çenemi tutmalıydım!
"Dört..."
İçimdeki kadının başına siyah bir torba geçirdiklerinde kalp atışlarım hızlanmıştı, bedenimden önce ruhum ölemezdi bu imkansızdı, düşün! Ne yapabilirim?
"Üç."
"Bilmiyorum dedim!" bağırdığımda, sinirle derin bir nefes aldı.
"İki..."
Gözlerimi yumarak yapacağı hamleyi bekledim, kaçacak bir yerim yoktu.
"Bir."
Hıçkırıklarım boğazımı delerken çıkmalarına izin vermedim, kapalı göz kapaklarımın altından sızan yaşları engelleyemediğimde yanağım ıslanmaya başlamıştı.
"Tebrikler! " dedi bu kez de 'e' harfini uzatarak, sesi beklemediğim kadar keyifliydi.
Alaz beni alkışlamaya başladığında gözlerimi açıp şaşkınca ona baktım. Gözlerindeki alay hala oradaydı. Kaynağını derinden alıyordu.
"Çok sadıksın. Efruz sana ne kadar veriyordu?"
"Ne?"
"Sana iki hatta üç katını veririm?" dedi bir şeyi satın alıyor gibi.
"Ben Efruz için çalışmıyorum, Elezer." diye tısladım.
"Öyleyse neden onun yerini söylemiyorsun, Karay?"
Soyadımı nereden biliyordu? Gerçi bu şaşırtıcı değildi, ondan şikayetçi olan kadının eminim ki sadece soyadını bilmiyordur.
"Kız kardeşin için cinayet işliyorsun ama ona en büyük zararı sen veriyorsun. Nasıl bir abisin sen? O kıza bunu neden yaptın?"
"Onu o hale ben getirmedim."
"Karşında aptal mı var? Sen yapmadıysan neden senden kaçıyorlar?"
"Aptal mısın bilmiyorum ama şu deli cesaretini sustursan iyi olur."
Cansızca güldüğümde kaşlarını çatarak bana baktı. Islak yanaklarımı sildikten sonra burnumu çektim, belki de artık kafayı kırmamın vakti gelip çatmıştı. Bence bu zamana kadar tüm yaşadıklarıma rağmen ruh sağlığımı iyi korumuştum.
"Hiçbir işe yaramayacağım işte. Beni öldürmek yerine neden hâlâ konuşuyorsun?"
İlk defa dişlerini göstererek içten bir şekilde gülümsediğinde bu adamın gerçekten hiç mutlu olup olmadığını düşündüm, bu gülümseme böylesine kötü ve acımasız bir adama ait olamazdı. Neden bu kadar acı içinde gülümsüyordu?
"Biliyor musun? Sana istediğin şeyi vermeyeceğim. Ölüm senin için bir kurtuluş. Ben seni kurtarmak istemiyorum. Ben seni süründürmek istiyorum, bana seni öldürmem için yalvarmanı sağlayacağım." dedi aramızdaki mesafeyi sıfıra indirirken.
"Ne demek bu? Ben bunu hak edecek ne yaptım?"
"Şu demek; bundan sonra benimlesin. Sana şah damarın kadar yakın olacağım. Ve bundan sonra benim kölemsin. Sen artık yürüyen bir cesetsin Esila Karay." dedi koyu bir nefretle. Öyle ki nefreti beden bulup tenime bir sürü kesik açmıştı.
Ve uçarken düşüp ölen bir kelebek vardı. Kanatlarında ölümü taşıyan, ölüm meleğine uçan.
Ve uçarken düşüp ölen bir kelebek vardı;
Ruhunu şeytana satan...