Bana olan bakışlarındaki derinliğin içinde kaybolan duygularını bulmakta itiraf ediyorum zorlandım. Ne hissettiğini ne düşündüğünü çıkaramadım. Çikolatasını ağır ağır çiğnerken gözüm arkasındaki cama kaydı. Gece fazlasıyla soğuk ve kuru görünüyordu. Gurur bile sigara içmek için montunu alıp dışarı çıkıyordu. Elimdeki yarısı yenilmiş çikolatayla dış kapıyı gösterdim. “Parkurda en iyi süre sendeymiş. Göster bakalım ne kadar iyisin.”
Anlamayarak baktı ama sonra ondan ne istediğimi anladığında zoruna gitti. Benim emrime karşı çıkarsa başına nelerin geleceğini bilerek çenesini kaldırdı ve beklemeden dış kapıya doğru yürüdü. Üzerinde tişörtü altında eşofmanı bu havada onu doğduğuna pişman edeceğim için içimdeki o kıvılcımla gülümsedim. Çıkışa doğru yürüyüşünü ve sıkı kalçalarını izlerken bizimkilerin olduğu tarafa bir göz attım. Hepsi çaktırmadan beni izliyordu. Kızın dışarı çıktığına emin olup bizimkilerin olduğu tarafa yürüdüm ve Tayfun’un sinsice kısılmış gözlerine sırıtarak bakıp montumu aldım.
“Kalkan sik gibi sırıtmana sebep olan ne?” diye sordu adi herif.
Montumu omuzlarıma atarak burnumu çektim. “İtaakar.” diyerek daha geniş sırttım ve çıkışa doğru yürümeye başladım.
“Gelip izleyelim mi?”
Piç o külüstürü vermemek için götünü yırtacaktı neredeyse. Yürümeye devam ederken “Karışmayacaksınız. Bu benim meselem.” dedim ve kekeme kantinciye sert bir bakış atıp çıkışa doğru yürüdüm. Dışarı çıktığım gibi keskin soğukla küfrederek hızla montumu giyinip fermuarı çektim. Kışlanın arkasına doğru yürümeye başladığımda bir sigara yaktım. Tam bir dakika sonra eğitim alanının açık ışıklarının altında küçük yılanı ortada ince tişörtüyle bana meydan okurcasına dikilmiş bir şekilde gördüm. Yaklaştıkça daha cesur ve dik duruşuyla gözlerimi kıstım. Dudaklarımın arasındaki sigarayı çekip ince kaslarla belirgin olan kol kaslarını inceledim. Biraz daha yaklaşıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirir indirmez ciğerlerimde hapsettiğim dumanı yüzüne üfledim. Gözünü kırpmadan dumanın dağılmasını bekledi. Gözleri göğsümde ismimin yazılı olduğu yerde takılı kalmıştı.
“Göster bana o hünerlerini.” diye kısık bir sesle sertçe emrettim.
Selam verip hızla yerinden ayrıldı ve koşturarak üç yüz metrelik daire şeklindeki eğitim parkurunun başlangıç çizgisine geçti. Yirmi metrelik yüksekliklerle üç metrelik çukurlarla zorlayıcı eğitim parkuru çömezler için korkutucuydu ama bizim gibiler için vakit kaybından başka bir şey değildi.
Küçük yılan yerini aldığında komuta aç bir şekilde beklemesini umursamadan montumun iç cebinden mataramı çıkartıp viskiyi başıma diktim. Sıcaklığı içimi yakıp gözlerimi açarken dudaklarımı yaladım ve beklediği komutu ıslık çalarak verdim. Yerinden ok gibi fırlamasıyla kaşlarımı kaldırdım. Hızlıydı. Yatakta da bu hızı bekliyordum. Kötü niyetlerin keyfimi yerine getirmesiyle küçük yılanın engellerin arasında koşmasını sinsice izledim. Kendini kanıtlamaya çalışması acınası ve komik görünüyordu. Dubaların oluşturduğu engelli koşuyu aştıktan sonra kum torbalarıyla koşmak için beş kilolukları kucakladığı gibi on metrelik denge tahtasında koşmaya başladı! Üzerinde kızların o kadar ağırlıkla dengede kalması bile zordu bu küçük yılan parkur koşuyormuş gibi rahattı.
Hava giderek daha soğuk bir hal alırken viskiyi bir kez daha başıma diktim. O arada da göz ucuyla soğuktan etkilenip etkilenmediğini anlamaya çalıştım. Parkura fazlasıyla konsantre olmuştu. Soğuk işlemiyor gibi görünüyordu. Viski ciğerlerimi ateşe verirken elimin tersiyle ağzımı sildim.
“Bi sikime yaramıyorsun! Koş!” diye bağırıp tam tamına on tane kum torbasını denge tahtalarının üstünde taşıyışını zevkle izledim. Bitirmiş diğer engele koşuyordu ki bağırdım yine. “Beğenmedim yeniden yap!”
Anlık duraksadı bir şey söylemesini o çenesini açmasını bekledim daha fazla ceza vermek için ama inadına hızlanıp son sürat yine kum torbalarını kucaklamaya başladı.
“Eğlenceli mi geliyor sana?” diyerek denge tahtasına çıktım ve bana doğru gelişini izledim. “Ayağın yere değerse bir daha taşımak zorunda kalırsın.”
Bıçak gibi keskin havada kucakladığı kum torbasıyla karşımda durdu. O kadar soğuktu ki temposuna rağmen cildi diken dikendi. Parmaklarının uçları kızarmıştı bile. Bana düz bir şekilde bakarken önünden çekilmeyişimle soluklandı nefesinin buğusu havaya yükseldi.
“Çekilmiyorum.” dedim gözlerimi kısarak. Bir gün nefretimde boğulup böyle küstah bakamayacaktı.
Beni geçmesi imkansızdı yere basıp bilerek yanacaktı her şekilde. Ama gözlerimin içine bakıp iki kum torbasını sağıma sıra sıra attı ve üzerlerine basıp arkama geçti. Bir kedi gibi kıvrak ve hızlı oluşuyla ne yaptığını tahmin etmek zordu anca arkama geçtiğinde ne çevirdiğini anladım.
“Hile yaptın!”
Kum torbalarını bırakıp yenileri için koşarken yanımdan beni duymamış gibi geçti. İki kum torbasını kucaklayıp gelirken nefesinin buğusu yine havaya dağıldı. “Hile yapmadım yere basmayın dediniz. Ben de yere basmadan geçtim.” dedi ve hala yolunda durmam ile yine elindekileri sıra sıra yanıma atıp üzerlerine basarak arkama geçti.
Boşuna buna yılan demiyordum. Burnumdan soluyup viskiden bir yudum daha aldım.
Kum torbalarını bitirene kadar yolundaki engel oldum. Bir diğer engele geçip lastiklerin içinden geçişinde rahat bıraktım. Yirmi metrelik halatlarla oluşturulan yüksekliğe tırmanmaya başlamadan sinsiliğim ortaya çıktı.
“Bu engel çıplak ayak ile aşılır. Ayakkabılarını çıkar!” diye bağırdım.
Anlık duraksama ve sonra yine hiçbir şey olmamış gibi emre itaat. Bir yerde bu zinciri kıracak onu kabuğundan çıkaracaktım. Bu bizi ölüme kadar götürecekti sonunda.
Ayakkabılarını çıkartıp küçük kareler şeklindeki yüksekliği tırmanmaya başladığında ayaklarının acısının şerefine içimi ısıtacak viskimi başıma diktim. Onu orada öyle yarı giyinik görmek güzeldi. Yirmi metreyi tırmanıp inişe geçtiğinde yerimde rahat durmadım ve halatları sallamaya başladım. “Kolay gibi görünmesi canımı sıkıyor. Merak etme yere yapışmanı istemem.” derken daha bir şiddetle salladım. Durmak yerine yavaş hareket ederek inmeye devam etti. Onu sallamamı umursamadan devam ederken tam üç kez d düşme tehlikesi geçirdi. Ne yazık ki düşmeden bitirdi ve ayakkabılarını giydi. Bunu kaşla göz arası yaptığı için ceza verecektim. Koca kütüğün başına geçti sürede ise “Sana o ayakkabıları giy dememiştim.” diyerek kütüğe oturdum. “Cezan bu. Çek!”
Yorgun nefesini dahi işitmediğim küçük yılan kütüğün ucundaki halatı tutup çekmeye başladığında zorlandığına dair nefeslerini işittim.
“Bu parkuru bitireceksin bitirmediğin taktirde ne sıcak yatağına girersin ne de benden kurtulursun!”
Korku güç vermiş bir adım da olsa atmıştı. Ama daha on metresi vardı. Oturmaya devam ederek on dakika boyunca kütükle beni çekmesini sabır ve keyif içinde izledim. Bir diğer noktaya giderken eli belinde kambur yürümesiyle viskime tat kattı. Ona parkurda yeterince eziyet edip ellerinin kan içinde bırakıp yorgunluktan yürümeyecek hale getirdiğimde bitiş noktasında neredeyse bayılacak gibi görünüyordu. Doğrudan hiç gözlerime bakmamıştı yere bakıp hazır olda beklerken dibini gördüğüm viskiyi iç cebime geri attım.
“Beğenmedim bir daha başla.”