Daha on beş yaşında gördüm onu.
Kollarımı göğsüme bağlamış camdan dışarı bakıyordum. Ankara’nın ayazı her yere vurmuş koyu bir kahveye bulamıştı bahçeyi. Harp okulunun eğitim alanı bütünüyle gözlerimin önünde bana başarabilme olasılığımın o kadar düşük olmadığını göz kırpıyordu. Yapabilirdim. Benden en az dört beş yaş büyük kızların içinde sıyrılabilirdim. Sıyrılmak zorundaydım çünkü başka şansım yoktu.
İçim gibi solup gitmeye yüz tutmuş bahçeye bakınıp hayatımı şekillendirirken onu üzerinde üniforması ağzında sigarasıyla eğitim alanına doğru yürüdüğünü gördüm. Yalnızlığı bir pelerin gibi sırtlamıştı. Bunu istediğini daha ilk görüşte anlamıştım. Bende bunu tercih ediyordum çünkü. Uzun boyu ve geniş sırtıyla yanağımın içini ısırdım. On beş yaşında onu yakışıklı ve büyüleyici bulmamın en büyük nedenlerinden biriydi işte. Yürüyüşü ağır adımları kendinden emindi ama. Sessizlik aradığı her halinden belli oluyordu. Fakat arkasından gelen diğer üniformalı askerleri fark edince kaşlarımı büzdüm. Grup şakalaşıyor kendi aralarında birbirlerini itip kakıyordu. Yirmi beş yaşlarında görünüyorlardı. Büyük ihtimal arada buraya uğrayıp giden astsubaylardan olmalılardı. O yalnız adamın takılacağı tiplere hiç benzemiyorlardı. Özellikle biri çok fazla gürültü yapıyordu. Kahkahasının sesi kulaklarıma kadar geliyordu. Şapkası başında kollarını dirseklerine kadar sıyırmış ayazda yaz sıcağındaymış gibi davranıyordu. Geri geri yürüyüp arkadaşlarına orta parmak çektiğinde utancımdan bakışlarımı kaçırdım. Daha önce hiç o tarz şeyler yapmamıştım. Kızlar bile yatakhanede devamlı bu hareketi yapıp duruyordu ama ben sevmiyordum.
Hareket çeken asker öndeki yalnız adama yetişti ve kolunu omzuna koydu. Yalnız adam hiç rahatsız olmadan yürümeye devam etti. Ben rahatsız olurdum. Hareket çeken şapkalı asker bir şeyler söylüyordu ta ki eğitim alanında üst üste dizilmiş kum dolu torbalara oturana kadar. Çok geçmeden diğerleri de geldi ve sırtları bana dönük bir şekilde ip gibi dizildiler. Beş asker. Beşi de farklı duruyordu ama bir aradaydılar işte.
Onları izlerken daha doğrusu yalnızlık pelerini üstüne çekip o grupla oturan askere bütün dikkatimi vermiştim. Onun her bir kıpırdanmasını izliyor yüzünü dönmesi için nefesimi tutarak bekliyordum.
Sabırsızlıkla beklerken hiç beklemediğim hiç istemediğim bir şey oldu. Şapkalı asker dönüp tam olduğum noktaya pencereye baktı. Arada elli metreden fazla vardı ama tedirgin olup hemen pencerenin önünden çekildim. Kalbim yakalanmanın verdiği adrenalinle hızla atarken yemekhaneye giden koridora döndüm ve korkum dinmeden yürümeye başladım. Ben yalnız adamın dönmesini bekliyordum o sinir bozucu yüzünü dahi görmediğim askerin değil.
Sessizlik içinde yemek yedim kimseyle konuşmadan masamdan kalktım. Benimle konuşan da yoktu zaten. Belki onlara göre küçük olduğum için belki de beni sevmedikleri için. Yatmadan önce son kez parkurda çalışmaya karar verdiğim sırada köşeyi dönüyordum. Soğuk ve büyük bir şeye çarpıp top geri sektim. Başımı kaldırıp neye çarptığıma bakınca nefesimi tutup gözlerimi kırpıştırdım. Yalnız adam. Kara kaşları yoğun bakan koyu kahve gözleri dikkatimi hemen çekti. Gözleri yüzümde anlamsızca gezindikten sonra bakışları göğsümdeki ismime kaydı. Bakışlarında duruşunda bir değişiklik olmadı ama olduğum koridor sanki birden buz kesmişti.
“Dışarı çıkma hava soğuk.” dedi aynı soğuk ve mesafeli sesiyle.
Onun üstüm olduğu aklıma gelince hemen hazır ola geçip başımla selam verdim. Sonra onlar geldi. Kahkaha sesleri ve küfürler havada uçuşuyordu. Boynumdan yüzüme doğru bir sıcaklık yayıldı. Yüzüm de yanmaya başladığında yanağımın içini ısırdım. Kesinlikle pancar gibi kızarmış olmalıydım. Yalnız adamın ismine bakmaya bile utandım başım eğik bekledim.
Küfreden kahkaha atan grup sustu ve sonra bir adam adımı çatallı diline aldı.
“Ergani ha?” diye yalnız adamın yanında yerini aldı. Yüzünü görmüyordum ama kollarının sıyrık olmasından onun şapkalı olduğunu anladım. Adım onun için bir tür pis bir şeymiş gibi yine diline dolandı. “Küçük bir Ergani buralarda ne kadar yaşar ki?”
Bazılarının hoşnutsuz bakışlarına maruz kalmıştım rahatsız olduklarını da biliyordum ama kimse yüzüme vurmamıştı. Üstüm olduğu için sessizce bekledim bir şey demedim. Zaten dışarıda da olsa benden büyük adama ne diyebilirdim ki?
“Bırak gidelim.” dedi yalnız adam yanımdan geçip giderken. “Küçük kızlardan daha önemli işlerimiz var.”
O da onlardandı. Kalbimin bu kadar acımasına ve gözlerimin yanmasına neden olan o sözlerden daha ağırlarına maruz kalmıştım ama hiçbiri bu kadar acıtmamıştı.
Yalnız adamı dinlediler ve her birinin yanımdan geçerken nefret dolu soluklarını işiterek olduğum yerde daha da küçüldüm. Fakat şapkalı adam gitmemişti. Yanımda nefretle soluduğu solukları üstümdeki kalın üniformaya rağmen hissediyor etimi bir zehir gibi yakıyordu.
“Biraz daha büyü. O zaman seninle yeniden karşılaşacağız. Ama aynı tavrı bekleme sakın!”
Dört Yıl Sonra
Bir ay boyunca dağda terörist deliklerine bombalar mermiler yağdırdıktan sonra merkeze indiğim gibi viskiyi başıma diktim. İşte bunu özlemiştim. Diğerleri duş almak için geberirken ben bu meret şey inliyordum. Lanet olsun ki çok zor sarhoş olurdum. Yarısını içtikten sonra duşa gitmek için havlumu omzuma aldım ve kışladaki ortak duş alanına doğru ilerledim. O sırada da diğerleri çıkıyordu.
“Lan yine mi içtin sen?” diye Tayfun sırıtarak bana doğru yürüdü. “Millet karıya kıza aç bu da içmeye.” Yanındaki Gümüş’e dirsek atınca çocuk başını iki yana sallamakla yetindi.
“Kendini benimle karıştırma ibne.” dedim her deliğe düşkün adama. Tamam sadece kadınlardan hoşlanıyordu. Ama ibne dediğimde deliriyordu her defasında çünkü harp okulunda dallamanın biri ona duygularını itiraf etmiş sonra da bundan sağlam bir dayak yemişti. O günden beri tam bir homofobik olup çıkmıştı başımıza.
“Siktir git duşunu al çabuk çıkalım. Ulus’ta yeni bir kulüp açılmış gidip bir bakalım. Bu gece yatağa yalnız girmeye niyetli değilim.”
Tayfun’un yanından geçerken orta parmak çektim. “Al bununla yat.”
“Kendine sakla göt kurusu!”
Öküz gibi peşimde bağırırken tam bir hayvan gibi ortalığın ebesini belleyenlerden sonra duşa girdim ve hızla perdeyi çektim. Suyun altına girdiğim gibi ise yine içmek için deli gibi bir istek duydum. Sikeyim böyle işi! Ne zaman dağdan gelip insan içine karışsam bu başıma geliyordu. Dağda görev başında çok fazla geriliyor bir an önce teröristleri öldürmek için can atarken içmek için sabırsızlıktan çatlıyordum. Görev başında içecek kadar da salak değildim. Plana uyuyordum sadece o süreçte rahatlatacak pek bir şey yoktu. Bulamıyordum. Ağacı sikmem bile rahatlatacak olsa yapardım ama beni sindiren tek his öldürmekti. O leş yığınlarını üst üste dizip yakmak ise en büyük hobimdi. Yine hayallerimin ötesinde hain öldürmüştüm ama şehre dönünce de geriye kalan öfkemin tortuları arasında biraz bocalıyordum. Tayfun haklıydı belki gidip biraz kafa dağıtmak iyi gelecekti. Yoksa alkol komasından ölecektim.
Duştan çıkıp bizimkilerin her zaman toplandığı alana gittim. Arabaların önünde içtikleri sigaraya yetişmiştim. Karanlık daha çökmemişti ama soğuk kıçımızı şişlemeye yetecek kadar keskindi. Tayfun grubun en çenebazı ve melez seveniydi. Melez kızlar öl dese ölürdü şerefsiz. Gümüş grubun en genci ama bazılarına göre en olgunuydu. Herkesi dinlerdi sadece. Ama adamda nasıl bir yetenek varsa hep en iyi sorguyu o çekerdi. Lavuk beni bile öttürecek güce sahipti.
“Geç geldin yavrum.” diye Tayfun bir kez daha üzerime gelince cebimden sigaramı çıkartıp rüzgara sırtımı döndüm ve sigaramı çakmağımla yaktım. Derin bir nefes alıp yeniden kendisine döndüm. “Sahi yavru muyum ben?”
Bordo bereliler olarak fiziken mükemmel derece iriydik. Oradan bakınca yavru gibi gözükmediğime emindim.
“Yani buradan bakınca sağ taşağıma da benziyorsun.”
Tayfun’un bel altı şakasına herkes kıs kıs güldü. Gurur bile. Grubun abisi ve en kıdemlisiydi. Ona biraz zor şaka yapılırdı rahat rahat yürüyen bir tek bendim.
“Size Hasancan bileti alacağım. Orada size taşşak geçsinler de görün.” dedim sigaramı içmeye devam ederken. Gurur’a dönüp sigarayı parmaklarımın arasına aldığım elimle onu gösterdim. “Sana ön sıradan bilet alacağım.”
“Hadi oradan! Beyniyle siki arasında mekik dokuyan bir işe yaramayan bir adamı ne yapacağım.” dediğinde başımı iki yana yatırıp durdum. Kimisine göre doğru kimisine göre ise tam da öyle değildi. Bana sorulursa da biz ondan daha iyi küfrediyoruz.
“Hadi gidelim kıçım dondu.” dedi Bilal kat kat giyinmiş bize bakıyordu. Bizim en en irimiz olmasına rağmen davar üşüme hastalığına sahipti.
"İki lafından biri üşüdüm amına koyayım!"
“Hadi gidelim ama önce yemek yiyelim oğlum. Karı kız da önemli ama bir aydır kuru fasulye yüzünden bağırsaklarım isyan ediyor. Önce eti keselim sonra da eti tüketmeye devam edelim.” Tayfun sulu esprisiyle gülerken kıytırık jeepine bindi.
Kendi arabama binerken açık kapısına doğru “Oğlum iyi ki feminizm var.” diye bağırdım.
“O ne sikiliyor mu?”
“Abartma Tayfun!” Gurur arabamın ön koltuğuna binerken bağırdığında bütün sesler kesildi ve aynı kapılar saniyede kapandı. Arabayı çalıştırırken “Hepsi karısızlıktan. Bir ay iyi dayandı. Gece ben kendimi kontrol ettim şahsen.” diyerek arabayı çalıştırdım ve Tayfun’un peşine takıldım. Allah bilir yine bizi hangi yere götürecekti? Onunla gittiğimiz her defasında başımıza mutlaka bir iş geliyordu. Ya başkasının sevgilisine asılıyor dayak yemesini izliyorduk ya da kızların onun için deli olup birbirleriyle kavga etmesini şahit oluyorduk. Adamda nasıl bir şeytan tüyü varsa herkesi ayartıyordu.
“İki güne düşer onun libidosu. Asıl sen kendine bak. İçip içip sokaktan toplamayalım seni.” diye bana ters bir bakış attı. Aha şimdi belli oldu Gurur’un neden geldiği.
“Bana bakıcılık mı yapacaksın şimdi? Sana baba diyebilir miyim?”
“Başlatma babandan lan! Geçen sefer ayık olmadığın için göreve gelemedin farkında mısın?” diye hayvan gibi arabanın içinde kükredi.
Derin bir iç çekip “Daha iki gün olmuştu görevden geleli. Benim en az üç gün içmem gerekiyordu kendime gelmem için.” dedim omuz silkerek.
“Artık bir günle buna bir son ver. Yarbayın kulağına giderse bu sefer kimse senin mahkemeye çıkmana engel olamaz.” dedi Gurur ciddi bir sesle. Her zaman ciddiydi ama bu sefer daha bir ciddiydi.
Ne yazık ki Guru haklıydı. Git gide benim bir alkolik olduğumu fark ediyor daha çok dikkatlerini üzerime dikiyorlardı. Buralara gelmem kolay olmadı kolay kolay da bırakmazdım. “Oyalanacak bir şeyler bulurum.” dedim sonunda can sıkıntısıyla.
“İyi.”
İyi mi?
Tayfun’un aç karnı bizi yakındaki bir burger kafeye anca atabildi. Eski tarz amerikan özentisi kafenin içine adım attığımız gibi kırmızı önlüklü elinde tepsi garson dikkatimi çekti. Gözleri Gurur’un üzerinde öyle bir takıldı ki buradan bile gözlerindeki aşkı görebildim. Hatta eli ayağına dolaştı az kalsın tepsiyi düşürüyordu. Birkaç saniye içinde onu hatırladım ve sinirden dişlerimi sıkarken gözlerimin altında bir şeylerin kıpırdandığını hissettim.
Küçük Ergani büyümüştü!
“Çok açım. Buradan yiyelim artık.” diye Tayfun kendini u çeklindeki turuncu koltuğa atıp elini kaldırdı hemen. “Bakar mısın güzellik?”
“Sikerim güzelliğini!”
O kıza güzelim falan diyemezdi. Ani öfkemle bana dönünce Gurur’a bir göz attım. Gözlerini kısarak kıza bakıyordu. Tanımıştı. Dudağının ucundaki tiksintiyle koltuğa çekip oturduğunda ben de yanına geçip oturdum.
“Oğlum iyi misin? Açlık başa vurur ama sen de içmemek. Yok mu içkin miçkin iç kendine gel.”
Tayfun midesinin derdine düştüğü için Gurur’un küçük Ergani’li aşığını fark edememişti. Bilseydi küfrederek çağırırdı.
“Gurur’a takık Ergani’li o garson!” diye dişlerimin arasında tısladım.
“Haaa!” Boynunu kaldırıp kıza çatık kaşlarıyla baktı bir süre. Sonra ise elini salladı. “Bu kız büyümüş. Aklı başındaysa bizden uzağa kaçar ama değilse bizden çekeceği var demektir.”
Çok geçmemişti ki sesini duydum.
“Hoş geldiniz. Menümüz.” dedi çekinerek ve masaya eskimiş kalın kapaklı menülerden bırakıp geri çekildi.
“Sen şu Ergani’sin değil mi?” diye sordu Tayfun yapmacık sesiyle. “Hala askerliğe devam?”
“Evet.”
“Neredesin şimdi?”
Tayfun kıza soru sorup dururken Bilal’e baktım. Kıza tam bir böcekmiş gibi bakıyordu. Zaten askeriyede de öyleydi. Yanımdaki Gurur ise her zamankinden daha sıkkındı. Gümüş ise sinsi gözlerini dikmiş kızı konuşturacak yada çığlık attıracak işkence yöntemlerini hayal ediyordu kesin. Ben ise nefretimden ve öfkemden zor nefes alıyordum.
“Buradaki kışlaya geçtim iki ay önce.” dedi üstüne bilgi verircesine. Sesindeki o tereddüt gitmişti.
Başımı hızla kaldırdım ve gözlerimi o ezik suratına diktim. Karşıya Tayfun’a bakıyordu ona baktığımı hissetmiş gibi gerildi Bakışlarında onun tedirgin ettiğimi anladığımda içimde bir rahatlama geçti. Arkasına aldığı ellerini sıkarken gevşek aşağıda topladığı saçlarına ve giderek beyazlayan yüzüne nefretimi kustum. Onu da yaktığım ateşlerin en üstüne atmayı ne çok isterdim!
“Dayanacak mısın bakalım!” dedim orayı ona cehennem etmeye yemin ederek. Asker olduğu güne lanet edip arkasına bakmadan gidecekti küçük- Hayır daha küçük değildi. O başı büyümüş bir yılandı.
Tayfun’dan bakışlarını alıp bana çevirdiğinde açık kahve gözleri titredi korkudan ama yine de burnunu kaldırdı. “Dayanırım.” dedi bana meydan okurcasına.
Sinirden kaşlarımı havaya kaldırdım ve başımı hızlı hızlı aşağı yukarı salladım. O ara aşığı olduğu Gurur’a bir bakış attı. Keşke Gurur onu elden geçirip de dünyanın kaç bucak olduğunu gösterseydi. Dişlerimi sıkıp “Öyle mi? Göreceğiz o halde!” diye menüleri alıp bedenine çarparak attım. “Her birimize iki hamburger getir! Şimdi siktirip gidebilirsin!”
Sözlerime kayıtsız kalmak için çabaladı başlarda sorun yoktu ama yere bakıp menüleri görünce göğsü titredi. Ama onu da çabuk üzerinden attı ve yerdekileri alıp hemen kayboldu. Sinirden yumruklarımı sıkarken ceketimin cebindeki acil durumlar için sakladığım konyağı çıkarıp başıma diktim.
“Yalnız Gurur kız sana hala aşık. Vay be!” dedi Tayfun keyfi yerine gelmiş gibi. Gurur hakaret edilmiş gibi baktı ama. “Tayfun sikerim belanı!”
“Ne? Kız sana yanık diyorum. Şu puşttan da öyle bir korktu ki bizim masaya bir daha uğramaz.”
Tayfun kahkaha atarken ateşler içindeki Ergani’yi hayal ettim ama kesmiyordu. Daha elle tutulur bir şey yapma isteği beni ele geçirmişti. Yanımdaki Gurur’a döndüm birden. “Şuna sakın yüz verme!”
“Ondan haberim bile yok. Sen bana pencereden bakan biri var dediğin günden beri başıma musallat oldu. Ne zaman denk gelse bakıyor artık.”
Gurur asla bakmazdı o kıza ama başka bir niyetle kız yaklaşır aklını-
“Kızı kendine aşık edebildin ya helal olsun. Yüzüne bir iki bir şey söylesen kesin aşk acısından geberir. Kızlar böyledir beyler. Aşık oldukları adamlar onlara kötü bir şey söylerse dünyaları başlarına yıkılır intihar etmeyi bile düşünürler.”
Tayfun’un sikime bile takmadığım tezlerinden sonra bu tezi aklımda bir şeylerin yer edinmesine neden oldu. Kız arkadaşlardan çok tek gecelik ilişkilerle yoluma bakardım. Sadece bir kıza tutulmuş beni terk etmesini sağlamıştım dangalaklığım yüzünden. Sayesinde daha çok içiyorum. Ama bu takıldığım nokta değildi. Takıldığım nokta çok başkaydı.
“Bunları aşk acısından dolayı mı yapacak?” diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Şahsen çekiyordum ama intihar etmeyi düşünmüyordum. Ama kızlar da zayıftı.
Tayfun kendini beğenmişçesine gülümseyip kollarını açtı ve arkalıklara yerleştirdi. “ Tabii ki aşktan. Kaç kız benden sonra depresyona giriyor haberin var mı senin? Benim gibi adamı bulup kaybetmek tam bir yıkım onlar için.”
Aramızdaki en yakışıklısı değildi ama en çenesi düşük ve çekici olanı oydu. Çünkü bir tek o normal bir insan gibi görünüyordu. Gurur’a dönüp baktığımda olgun ve mesafeli tavrıyla pek kızların sevdiği tip değildi ama...
“Bana öyle bakma Soylu!” dedi kaşlarını çatarak. “Çoluk çocukla uğraşamam. Dünyada kadar işim var. Sen onu musallat ettin başıma!s” Aklımdan geçenleri okumuş gibi beni terlediğinde Bilal sonunda konuştu.
“Bence kız aşık değil. Hayranlık duyuyor sadece.”
Bu adam sezgilerinde nirvanaya ulaşmıştı. Kör karalıkta onun rehberliğinde bir adamı gözlerinin tam ortasından bile vurmuştum. Düşüncem suya düşerken Tayfun kahkaha attı.
“Ben geçerdim de üstünden bedenimin kirlenmesini istemiyorum. Gümüş ona kazık sokar iki güne asla olmaz. Bilal kızın aklını kaçırmasına neden olur. İçine cin kaçmış der kesin.” derken burnumdan nefes verdim. Lan itler nasıl düşüncemi okumuştu?
“Siktir git!” Konyağımdan bir yudum daha alıp ortadan kaybolan ve geri ortaya çıkan Ergani ile gözlerimi kıstım. Boşalan bir masadaki çöpleri temizliyordu.
“Sıkıysa kendine aşık et.” dedi Tayfun yerinde rahat duramayarak. “Asla olmaz ben şimdiden söyleyeyim! Sana baktığında cehennem zebanisi gördüğünü sandı.”
Gözlerimi kıstım ve kızın masaya eğildiğinde ortaya çıkan kıçına ve ince beline bakarak bir yudum daha konyağı çektim. Onu fena bir orospuya çevirecektim!
“Var mısın iddiasına?” diye sordum kıza bakarken.
Masada büyük bir sessizlik oldu. Çünkü herkes bilirdi ki asla kazanamayacağım iddiaya girmezdim.
“Bu kez kaybedeceksin.” dedi Tayfun kendinden emin konuşarak. Gözlerimi kızın kıçından alıp Tayfun’a döndüm. “Göreceğiz. Kazanırsam jeepini alırım.”
“Hasiktir!” dedi Gümüş. Terbiyeli çocuk bile bizim iddiamızla ağzını bozmuştu. Tayfun canını verir de külüstür jeepini vermezdi. Bakışları değişti kıza bakıp bir daha bana döndüğünde başını aşağı salladı. “Sikmekle aşkı karıştırma yalnız! Sana aşık olacak! Senin için ölecek!”
O kızı gördüğümden beri ilk defa rahatlayıp gülümsedim. “Benim için canına kıyacak!”
“Ama kendi bildiğin yoldan da şaşmayacaksın. Bilal de romantik olursa kızlar ona aşık olur. Kendin gibi kalıp aşık edeceksin.”
“Hiç şüphen olmasın.” dedim daha da gülümseyerek. O kızın yüzüne gülümsemektense boynumu kırardım.
“Çoluk çoğun arasında kaldık! Kesin de yemek yiyelim gidelim.” dedi Gurur. Yemekler masaya geldiğinde tam da tahmin ettiğimiz gibi Ergani masadan çok uzakta bir ailenin siparişini alıyordu. Yüzünde ise küçük bir tebessüm. Çok yakında hepsini elinden alacaktım. Buraya geldiğine pişman olacaktı.
Planlarımın doğrultusunda çıkan yeni görevle keyfim yerindeydi. Bir süre kışlada kalacak özel kuvvetlere girmek için eğitime tabii tutulan kızların sorumlu olacaktık. (Gurur’un deyimiyle benim yüzümden göz hapsine alınmışız. Sikime takmadım.) Hepimiz normalde İstanbul’da yaşıyorduk görev olmadığı takdirde. Özel kuvvetlerden gelmiş çeşitli kanlı görevler için bir araya toplanmıştık . Beşimiz genellikle birlikte takılırdık ama Gurur benim o çok meşhur badim olurdu. Evet bacaklarımın arasından kafasının üstüne koyduğu elmayı vurdum. O da benim taşaklarıma hedef alıp elmayı parçalara ayırdı. Piç! O zaman biraz üç buçuk atmış olabilirdim.
Gurur ile doğu görevlerine birlikte çıkar Barut timini istediklerinde toplanır hep birlikte sınır dışı operasyonlara giderdik. Genellikle çıktığımız operasyonlar gizli olurdu şehit düşsek bile kışlada kalp krizi geçirdi diyerek naaşımızı ailelerimize teslim ederlerdi.
.
Kantinde oturmuş maç izlerken Tayfun dişine göre kızları ayırıyor Gümüş hangi kız sessiz de dilini çözerim diye arada bakıyor Bilal kalın ceketini giymiş üçüncü kaynar çayını başına dikiyordu. Gurur ise her zaman ki gibi düz düz ekrana bakıyordu. Maça odaklanmış kendimi vermiştim ki Tayfun kahkaha attı.
“Soylu senin ki geliyor.” dedi hayvan gibi anırarak.
Başımı çevirdiğim gibi Ergani de bakışlarını üzerimden aldı ve kantine girip girmemekte tereddüt etti bir iki saniye. Daha sonra büfeye döndü ve cebinden çıkardığı parayla bir şeyler istedi. Orada beklerken bütün dikkatim ve nefretim üzerindeydi. Bunu hissetmiş gibi gerilmiş ve yerinden milim kıpırdamıyordu. Biricik aşkı buralardaydı ve bakmıyordu? Dişlerimi göstererek Gurur’a baktım. O hala ekranla sevişiyordu.
“Elinden alacağım için bozuk atmayacaksın değil mi?” diye sordum alay ederek.
Bakışlarını ekrandan almadan dudağının bir kenarı tiksintiyle çekildi. “Başıma bela eden sensin. Kendi başına bele etmek istiyorsan önden buyur. Beni bu işe karıştırmadan ne bok yiyorsan ye.” dedi bana neredeyse dua eder gibi.