ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

4937 Words
İki gün sonra: Kötü günleri geride bırakmayı istediğim günler sanki bana oldukça yavaş geçiyordu. Her şey o kadar ağır hareket ediyordu ki olduğum yerde durup çığlık atasım vardı. Zaman zaman boğuluyordum. Ben hayata pozitif bakan, sürekli gülen bir insandım ama şimdi gülmek bana yasaklanmış gibiydi. Günler sonra eve gelip duş alsam da yine de kendimi rahatlamış hissetmiyordum. Ablamın durumu, babamın durumu annemle beni yıpratmıştı. Taksiden inip hastanenin içine girdiğimde ablamın kaldığı odaya çıktım. Koridorda sadece hemşireler ve birkaç hasta vardı. Günlerdir buraya gidip gelmekten hepsi bizleri tanır hale gelmişti. Odaya girdiğimde gözlerim kimseye değmeden ablama değdi. Etrafını saran sevdiklerine zayıf bir tebessümle bakıyor olsa da gözlerindeki hüznü eminim herkes görüyordu. Yüzünde solgun bir ifade vardı, sanki yaşadığı acılar yüzüne işlenmişti. Sağ tarafı hareketsizdi, felç onu esir almıştı. Konuşmaya çalıştığında dudakları zorlukla hareket ediyordu, sesi kısık ve anlaşılması güçtü. Yanında Volkan vardı, onun güçlü kolları ablamın zayıf bedenini sarmalamıştı. Gözlerindeki endişe, sevgisinin derinliğini gösteriyordu. Ablamın her zorluğu aşabileceğine olan inancı, onun bakışlarında saklıydı. Her ne kadar kelimeleri dökülmesi zor olsa da gözlerinin içine bakarak onun ruhunu okuyabiliyordum. Bu, sessiz bir anlaşmaydı aramızda, kelimelere ihtiyaç duymadan birbirimizi anlayabildiğimiz. "Volkan hastanede kaldığı için Asya'yı alıp sizin eve geçeyim diyorum. Eğer yorgunsan sen eve geç, ben kalırım ablamın yanında," dedim. Anında başını iki yana salladı. "Sen Asya’yla ilgilen. Ben burada kalacağım. Anneni de al.” Kollarımı ovuşturup gözlerimi anneme çevirdim. Gözlerinin altı mosmordu. Gün içerisinde bir babamın yanına gidiyordu, bir de ablamın. "Anne biz ablamın evine gidelim. Volkan en ufak bir durumda bizi arar.” "Gidemem ki," dedi hüzünle. "Gidersin. Burada kalıp kendini fazlasıyla yıpratıyorsun. Bunu lütfen kendine yapma." "Sevilay haklı," dedi konuşmaya çalışan ablam. "Anne lütfen bizim eve gidin. Volkan zaten yanımda," oldukça zor konuşan ablamın elini tutup öptü. "Ama aklım sende kalıyor kızım." "Ben yanındayım, siz merak etmeyin," diyen Volkan annemi rahatlatmaya çalışsa da annemin rahatlayacak hiçbir hali yoktu. Gözleriyle bana işaret etti, Volkan’a başımı salladım. "Hadi gidelim annecim, bak sen de hasta olacaksın. Ablam iyi gel," sıkıntıyla iç çekti. Benim de gönlüm gitmek istemiyordu ama dinlenmeye ihtiyacımız vardı. Hem hastane odasında kalabalık olmak ablam için tehlikeliydi. Mecbur kabul etti annem. "O zaman gidelim," dediğinde. "Kendi eviniz gibi rahat takılın," dedi Volkan. "Sevilay, biliyorsun." "Biliyorum," dedim. "Sağ ol." O kadar iyi bir adamdı ki, görünüşünün aksine kalbi yumuşacıktı. Oysaki onun hakkında çok fazlasıyla önyargılarım vardı. Kendimden utanıyorum onun hakkında kötü düşündüğüm için. Odadan çıkmadan önce ablamın yanağından öpüp, "Oldukça iyi görünüyorsun bana inan. Biliyorsun kötü görünsen söylerdim," dedim. "Biliyorum," dedi gülümseyerek. Fazla sulu göz olmuştum bu aralar, başka bir açıklaması yoktu. Her fırsatta dolan gözlerimle geriye çekildim. "Görüşürüz," diyerek annemi de alarak odadan çıktım. Birlikte hastanenin koridorunda ilerlerken, derin bir iç çekmesiyle "Ne oldu?" dedim. "İyi misin?" "İyi değilim ama iyi olmaya çalışıyorum. Baban yarın hastaneden çıkacak. Ona Duru'nun yanına gelmemesi konusunda diretsem de kızımı görmeden durmam diyor. Bu adam ne yapmaya çalışıyor anlamış değilim. Yahu, kızın zaten senin yüzünden bu hale geldi. Ağır depresyon ilaçları kullanacak, her şey üst üste geldi farkında değil." "Düzgün bir hayatımız yoktu ve düzgün bir aile hayatımız hiçbir zaman olmadı anne, her zaman sıkıntılı bir adamdı. Biliyorsun, sürekli bağırıp bizi azarlıyordu. Bana nasıl davrandığını görüyordun değil mi? Kızıyordu sürekli. Beni dışlıyordu ve hala dışlıyor. Bir kere bile olsun bana 'Kızım, nasılsın?' demedi. Hep ablam vardı onun için önceliğinde. Küçükken onu kıskanıyordum ama artık kıskanmamaya başladım. Ablam beni çok seviyordu ve bana değer veriyordu. Babamın tutumu karşısında o da rahatsız oluyordu." Tekrar derin bir iç çekti ve devam etti. "Eve geldiğinde neler yapacağız bilmiyorum. Uzun bir süre Duru'nun yanında kalmayı düşünüyorum." "Ben de düşünüyorum," dedim. "Babamla tek başıma kalamam evde. Ya o beni yer ya da ben onu. Biz sürekli tartışırız ve bu durumu kaldıramam." "Kullanacağı ilaçlardan dolayı sanırım biraz sersemlemiş. Kendi kardeşleri de babası vefat ettikten sonra ona sırtını dönmüşler. Bizden başka kimsesi kalmadı.” "Ne kadar acı değil mi?" "Hem de fazlasıyla acı. Zamanında onunla konuşmaya çalıştığımda beni katı bir şekilde susturmuştu.” "Hiç boşanmayı düşündün mü anne?" "Düşündüm ama sonra sizler aklıma gelince durdum. Biliyorsun sizleri bana vermezdi.” "Beni verirdi ama Dura ablamı asla vermezdi. O benden vazgeçer ama ablamdan vazgeçmez.” "Tamam," dedi başını iki yana sallayarak. "Bu konuları konuşmayalım artık, rahatsız oluyorum." Onu üzmemek adına, "Tamam," dedim. Ne kadar konuşmasak da içimizde sürekli konuşmaya devam edecektik. İkimiz de biliyorduk. Birlikte taksiye bindik ve ablamın evine gitmeden önce Elisa'nın evine uğradık. Niyetimiz Asya'yı alıp eve geçmekti ama Elisa bizi görünce bırakmadı. Evine geçtik, annem salonda Asya'yla otururken kış bahçesine işaret eden Elisa'nın peşinden ilerledim. "Anne, biz geliyoruz beş dakikaya.” "Teyzeciğim, rahatına bak.” "Tamam, kızlar. Beni düşünmeyin. Torunumla oynuyoruz burada.” Annemle Asya'yı salonda bırakarak kış bahçesine girdik. Birlikte karşılıklı oturduk. "Günlerdir konuşacağız bir türlü vakit bulamadık. Anlatsana neler oldu? Vladimir hastanedeydi ve sana gerçekten ciddi anlamda bakıyordu. Daha önce bir keresinde onunla restoranda karşılaşmıştık, hatırlıyor musun?" dedi heyecanlı bir şekilde. "Bu bakışları o zaman da fark etmiştim.” "Saçmalama, ne alakası var?" "Ne demek ne alakası var? Bunun sende farkındasın. Adam seni beğeniyor. Karşılaştığımızda hep sana bakarken görüyorum. Normal bir şekilde bakmıyor. Baksa bunu anlarım. Sonuçta Batuhan ve Volkan'ın, Zafer, Barış ve bir sürü arkadaşları var. Hemen hemen hepsiyle karşılaşmışızdır. Onların hiçbirinin bakışlarında bu ifadeyi görmedim ben.” Omzumu silktim. "Emin misin sen, bu bakışların farkında olmadığından?" "Sana söyleyemediklerim var," Kaşlarını çattı. "Benden ne gizliyorsun sen?" dediğinde, "Hemen sinirlenme," dedim. "Ben babamla yüzleşmeye gittiğimde çok kötü bir şekilde karakoldan çıktım. O kadar kötü hissediyordum ki adım atacak halim yoktu. Dizlerimin üzerine çöktüğümde omuzlarımda bir ceket hissettim ve kollarımı güçlü bir el tutup beni ayağa kaldırdı. Beni tutan kişiyi tahmin edebiliyorsundur." "İnanamıyorum, oraya mı gelmiş?" Başımı salladım. “Hastaneye geldiğini söylemiştim o akşam, bana teselli edici sözlerini de anlatmıştım sana ama yanıma geldiğini anlatma fırsatım olmadı. Görünce çok şaşırdım Elisa, hiç tahmin etmiyordum. Evet, daha önceki karşılaşmamız tesadüf eseriydi ama bu tesadüf değildi. Belli ki oraya benim için gelmişti. Arabasına bindirdi beni, hastaneye gelinceye kadar konuştuk. Bana sürekli dikkatli bir şekilde bakıyordu, kelimelerinden anladığım kadarıyla bildiğin bana yürüyordu." Her kelimemde gözleri büyüyordu. "Elisa, fok balığı gibi bakma bana. Sen daha önceden demiyor muydun bu adam senden hoşlanıyor diye?" "Diyordum ama bu kadar emin değildim. Ne yapmayı düşünüyorsun?" Yine omuzlarımı silktim. "Bilmem." "Ne demek, bilmem?" "Çekici bir adam, gizemli bir tarafı var açıkçası. Ona çekiliyorum gibi hissediyorum." "Saçmalama, henüz nasıl bir iş yaptığını bilmiyoruz. Bak bu aralar Batuhan'la arası bozulmak üzere, sürekli tartışıyorlar telefonda. Hangi konu hakkında konuşuyorlar bilmiyorum ama neredeyse birbirlerine girmek üzereler." "Neden?" dediğimde, "Bilmiyorum," dedi. "Her akşam kavga ediyorlar ve anladığım kadarıyla büyük bir sıkıntı var aralarında." "Onlar çok yakın dostlar, küsmeleri normal olmaz." "Evet, öyleler ama Batuhan oldukça sinirli ona karşı, Duman’ı almaya geliyordu son zamanlarda, Batuhan köpeği ona vermek istemiyor." Bu durum beni gerçekten ciddi anlamda şaşırtmıştı. "Vladimir galiba yasal olmayan işler yapacak Türkiye'de, ortalık karışacak. Senin böyle bir durumda onunla yakınlaşman doğru olur mu sence?" Göğsümü şişirecek kadar nefes aldım ve verdim. "İnan bana ne olup ne olmayacağıyla ilgilenmiyorum. Nasıl hissettiğimi biliyorsun. Mutlu değilim, hiçbir şey yapasım yok. Sürekli yatıp müzik dinlemek istiyorum. Beni rahatlatan tek şey şu an bu. Yorgunum, yorgun olduğum için de başkalarının dertleriyle ilgilenmek için halim yok." "Sevilay, gidelim mi kızım? Yorgunum, uyumak istiyorum." Annemin sesiyle başımı salladım. "Gitsem iyi olacak, fazlasıyla yorulduğu için dinlenmesi gerekiyor. Asya'ya baktığın için teşekkür ederim." "Bunu duymamış olayım. Biz seninle kardeş gibiyiz, birbirimizi geç tanıdık ama en yakınımız olduk. Bu yüzden bir daha duymayacağım, tamam mı? Asya benim de yeğenim sayılır ve onu bana bırakmakta hiçbir zaman çekinmeyin. Yarın sabah yanına gelirim." "O zaman kahvaltıya gel." Ayağa kalkıp salona geçtik. Asya eve gideceği için heyecanlıydı. Çantalarını kapının önüne getirmişti. Kucağıma alıp, "Heyecanlı mısın bebeğim?" dedim. Başını salladı. "Annem de gelecek mi teyze?" "Annenin gelmesine biraz daha zaman var, bebeğim." Küçük bedenine rağmen büyük bir olgunlukla başını salladı. Elisa yardım ederek eşyalarını dışarıya çıkardığımızda, “Taksi çağıralım,” dedim ama Elisa "Gerek yok, Turgay buradaydı, o sizi bırakır" dedi. "Çok iyi olur.” “Ben onu çağırıp geliyorum." Müştemilata doğru gidecekken evin önüne gelen arabayla adımları durdu. Aynı anda birbirimize bakıp, ardından arabadan inen adama baktık. "Merhaba, hanımlar." "Vida amca" diyerek kucağımdan inen Asya Vladimir’e doğru koşarken, annem, "Niye bıraktın çocuğu?" diyerek tedirgin oldu. "Batuhan adliyede Vladimir.” Asya’yı kucağına alıp yanağını öptü. “Biliyorum, ben Duman’ı görmeye gelmiştim." "Yalan" diyerek mırıldandı Elisa. "Kesin burada olduğunu öğrendi seni görmeye geldi." Kolumla hafifçe dürttüm onu susması adına. Gözlerini bana değdirmeden anneme çevirdi. "Merhaba efendim, nasılsınız?" dediğinde annem ağzının içinden, "Sağ olun," dedi. "Sanırım eve gidiyorsunuz, ben sizi evinize bırakayım." "Sevilay, içimdeki bir his bu adamın sana değil yürümek koştuğunu söylüyor." Dudaklarımı dilimle ıslatıp heyecanlanan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Kulağımın dibinde konuşan Elisa’yı uyarmama fırsat kalmadan, annem, "Sağ olun, Sevilay şimdi taksi çağırır, biz evimize gideriz" dedi. "Taksiyi beklemeyin, ben sizi bırakırım." "Gerek yok çocuğum, ısrar etme." "Anne bırak götürsün, taksiye para vermeyiz." "Paran mı yok Sevilay? Olmaz, başımıza bir şey gelir." Kısık sesle konuşsa da Vladimir söylediklerini duyacak diye tedirgin oldum ama o annemin olumsuz tavrını görmezden gelip Asya’yı arabaya bindirdiğinde, "Hadi, sizi bekliyoruz," dedi. "Bu adam ne kadar saygısız, istemiyoruz dedik. Neden anlamıyor?” "Yabancı ya ondan anneciğim, gel gidelim. Hem kötü biri değil o." "Nereden biliyorsun sen?" Ses tonu yüksek çıkınca, "Neden bağırıyorsun?" dedim öfkelenerek. "Volkan ve ablam onu tanıyor, kötü biri olsa onunla konuşmazlar. Ben gidiyorum, sen istersen taksiyle gel. Görüşürüz Elisa." Bahçenin çıkışına doğru ilerledim. Annem arkamdan söylenerek geliyordu. Arabanın kapısını açıp bindiğimde annem de yanıma oturdu. Bu durumdan oldukça rahatsızdı. Karşımızda Vladimir’le birlikte oturan Asya’nın keyfi de yerindeydi. "Sen ne zaman gideceksin Rusya’ya Vida amca?" Rusya’ya mı gidecekti? "Bir hafta sonra." Sözleri Asya’ya yönelik olsa da gözleri benim üzerimdeydi. "Bir daha gelmeyecek misin buraya?" Benim sormak istediklerimi Asya soruyordu. "Uzun bir süre gelmeyeceğim." Nedense bu durum beni rahatsız hissettirdi. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Onu tanımıyordum, sadece basit bir hoşlantı yüzünden gidecek olmasına canım sıkılmamıştı ama değil mi? "Ama her hafta sonu geleceğim. Burada görmek istediğim biri var, onu görmeden yapamam." Bakışlarım tekrar gözlerini buldu. Sert yüz hatlarına yakışan mavi gözleri gözlerimin üzerinden bir saniye çekilmiyordu. "Of," diyerek iç çeken annemin sesiyle bakışlarımı kaçırdım ama o hala bana bakıyordu. Bakışlarından kendi kendime kuruntu mu yapıyordum? Sarhoşken bana yardım etmesi ablam sayesinde olabilirdi, karakoldan sonra yanımda olması da ablam sayesinde miydi? Mantığım açık bir şekilde "Hayır" diyordu. "Bu adam senden hoşlanıyor, görmüyor musun?" diye beni uyandırmaya çalışıyordu. Ablamın oturduğu sitenin önüne geldiğimizde içimde garip bir ifade oluştu. Annem Asya’yı kucağına aldığı gibi arabadan indi. "Hadi Sevilay.” Bazen beni ciddi anlamda deli ediyorlardı. İnmek için acele etmedim arabadan. "Teşekkür ederim getirdiğin için." Telefonum çaldı. Gözlerimi ekranda beliren bilinmeyen numaraya, ardından onun elindeki telefona çevirdim. "Numara mı kaydet. Ve senin için bir şeyler yaptığımda bana teşekkür etme." "Hadi Sevilay, neyi bekliyorsun?" Gözlerimi kapatıp açtım. "Hoşça kal." İnmek için koltuktan kaydığım an bileğimin üzerinde hissettiğim kemikli parmaklarıyla ona doğru döndüm. "Görüşürüz." Nabzımın attığı yeri okşayarak parmaklarını geriye çekti. Şu an deli gibi heyecanlansam da annemin tekrar sesini yükseltmemesi adına arabadan indim. "Niye inmiyorsun arabadan? Bu adam tekin birine benzemiyor Sevilay, onunla konuşmanı istemiyorum." "Olur, olur." Asya’yı kucağıma alıp sitenin içine girdim. Yeteri kadar hayatıma müdahale ettirmiştim, bu saatten sonra kendi yoluma bakacaktım. Başkaları için değil, kendim için yaşayacaktım. Vladimir beni heyecanlandırıyordu. Bu yolda başıma iş açacak olsam da yine de iyi hissedeceğimi biliyorum. Ablamın evindeki sessizlik, temizlik malzemelerinin hışırtısı ve suyun akış sesiyle bozuluyordu. Annem Asya ile ilgilenirken, ben de evin her köşesini temizlemeye karar vermiştim. Fakat zihnim, ellerim ve gözlerim arasında bir bağ kuramıyor gibiydi; sürekli olarak telefonuma kaydettiğim numaraya kayıyordu. Vladimir'in numarasını alalı iki gün olmuştu. İlk başta bu yeni bağlantının heyecanıyla dolup taşarken, şimdi ise bir türlü atamadığım bir mesaj yüzünden içimde bir huzursuzluk büyüyordu. Ona yazmak, birkaç basit kelimeyi ekrana dökmek bu kadar zor olmamalıydı. Yine de her seferinde mesaj ekranını açıp boş beyaz sayfaya bakarken, parmaklarım donup kalıyordu. Evi temizlerken, zihnimdeki düşünceler Vladimir'in etrafında dönüp duruyordu. O da beni aramamıştı. Bu sessizlik aramızdaki o gizemli bağın bir yanılsama mı olduğunu sorgulamama neden oluyordu. Belki de o bakışlar hayatımızdaki bir parantezden ibaretti ve şimdi her şey normale dönmüştü. Salonu süpürürken annemin Asya'ya bir şeyler söylediğini duydum. Annesinin durumu hakkında bilgiler veriyordu. Nasıl davranması gerektiğini neler yapacağını söylüyordu. Asya akıllı bir çocuktu bu yüzden eminim annesini üzmeyecekti. Çamaşır suyu olmuş eşofmanımın dizlerini yukarı çekip cebimden telefonu çıkardım. Vladimir'e mesaj atmak mı, yoksa bu sessizliği korumak mı daha iyiydi? Onunla tekrar karşılaşma fikri, içimde hem bir heyecan hem de bir korku uyandırıyordu. Eğer ona yazarsam ne tepki verecekti? Ya hiç cevap vermezse? Bu düşünceler arasında gidip gelirken telefonu cebime koyup, temizlik bezini sıktım ve pencereye doğru yürüdüm. Dışarıdaki dünya içimdeki fırtınalardan habersiz bir şekilde kendi akışında devam ediyordu. Kararsızlığım, bu sessiz çatışma, sanki evin duvarları arasında hapsolmuş gibiydi. Madem yazmayacaktı neden vermişti numarasını? Numarasını verdiği gün, gözlerindeki bakış ve ses tonundaki vurgu bana umut vermişti. Ama şimdi, bu sessizlik, o umudun üzerine soğuk su döküyor gibiydi. Rusya'ya bir hafta sonra gideceğim demişti. Acaba erkenden mi gitmişti? Burada görmek istediğim biri var sözleri nasıl olmuşsa doğrudan kalbime işlemişti. Kendimi bu gizemli adamın düşüncelerinin merkezine koymak ne kadar da aptalcaydı. “Sevilay, hala bitmedi mi temizlik kızım, ablanın yanına gideceğim hadi gel çocuğun yanına.” Neden yazmıyordu? “Kızım sana diyorum, bitmedi mi temizlik? Geç oldu.” Annemin sesi evin sessizliğini bir kez daha böldü. "Geliyorum, anne," diyerek elime yapışan temizlik beziyle banyoya yöneldim. Bezi suyun altında iyice yıkayıp, boruların üzerine sererek astım. Üzerimdeki çamaşır suyu kokusunu hissederek, "Duş alıp hemen çıkıyorum," dedim. Kaldığım odada bulunan eşyalarımdan bir kısmını alıp hızla banyoya girdim. Duşun altında geçen kısa süre, zihnimde Vladimir'in numarasını almamızdan bu yana içimde büyüyen huzursuzluğu bir nebze hafifletti. Hızlıca duşumu alıp, saçlarımı havluyla sararak banyodan çıktım. "Ben gidiyorum kızım, gelirken marketten bir şeyler alırım.” “Tek başına taşımaya çalışma, Asya’yla birlikte geliriz yanına.” “Bakarız.” Ceketini giyip evden çıktı. Salona döndüğümde, Asya'nın yanına oturdum. "Seninle oynamamı ister misin?" diye sorduğumda, başını hızlıca salladı. Sarışın bebeklerinden birini kucağıma verirken, "Bak, bu sana benziyor," dedi gülümseyerek. "Bence sana da benziyor, teyzeciğim.” “Anneanneme de benziyor, değil mi?" "Evet bebeğim.” “Annemin artık eve gelmesini istiyorum teyze, onu çok özledim. İyileşsin artık.” "Çok yakında buraya gelecek. Doktorlar annen için oldukça güzel şeyler söylüyorlar. Bu yüzden moralini düşürecek olumsuz şeyler sakın düşünme. Annen geldiğinde her şey şimdikinden daha güzel olacak.” Annesinden bahsettiğim zaman gözlerinin içi parlıyordu. Nasıl bir parlamazdı ki; o dört buçuk yaşındaydı ve her çocuk gibi annesini arıyordu. Saçlarını okşayıp gülümserken, "Sana pasta verme mi ister misin?" dedim. Normalde çok sevmesine rağmen, başını iki yana sallayarak, "Yemek istemiyorum," dedi. "Tamam, canın istediği zaman söyle. Senin için hazırlayacağım, tamam mı kuzum?" "Tamam, teyze.” O anda zilin çalmasıyla bakışlarımı kapıya çevirdim. Annem bir şey mi unuttu acaba diye düşünürken, oturduğum yerden kalkıp hızla kapıya yöneldim. Annemin gelmiş olabileceğini umarak kapının kolunu tutup açtığımda, karşımda gördüğüm adam sayesinde bakışlarım donup kaldı. Asya, "Vida amca!" diye bağırırken yerinde zıplıyordu. Neşeli sesiyle kendime geldim. Vladimir! Üstelik elleri doluydu. Bir an elimi ayağımı koyacak yer bulamadım. Gelmesini hiç beklemiyordum; iki gündür bir haber, bir mesaj beklediğim adam şimdi ansızın kapımın ardında belirmişti. Başımın üzerindeki havlu, ıslak saçlarımı zar zor tutuyordu. Üzerimdeki pijama takımı ise, bu beklenmedik karşılaşma için en son tercih edeceğim kıyafetti. Neden sürekli en berbat halimdeyken karşıma çıkıyordu bu adam? Gözleri yavaşça üzerimde gezindiğinde yanaklarımın ateş gibi kızardığını hissettim. Normalde utangaç biri olmamama rağmen, şu an sanki utançtan yerin dibine girecek gibi hissediyordum. "Merhaba, hoş geldin.” Gözleri boynumdan süzülen su damlacıklarını takip ederken, bakışları derin bir göl gibi kararlı ve sabırlıydı. Gözleri önce yüzüme odaklandı, ardından yavaşça boynumdan aşağı akan suyun izini sürdü. Su damlalarının boynumdan süzülüşünü izlerken adeta düşüncelerimi sessizce okurmuşçasına bir yoğunluk vardı. Her damla gözlerinde sanki başka bir anlam kazanıyordu; bakışlarının keskinliğiyle üzerimde süzülüyordu. Boynumdaki damlaların izini sürerken, gözlerindeki keskinlikte hem hayranlık hem de anlaşılmaz bir karanlık hissediliyordu. "Hoş buldum.” Gözlerini gözlerime kaldırdığında, bakışlarındaki bu karanlık yoğunluk içimde derin bir heyecan dalgası yarattı. Sanki yalnızca bedenimi değil, ruhumun derinliklerini de görüyordu. Getirdiği poşetlere gözlerim takıldı. "Gerek yoktu, biz zaten annemle alacaktık," dedim ama sorun değil der gibi mutfağa doğru ilerledi. Bu eve daha önce gelmiş olmalıydı; neyin nerede olduğunu biliyordu. Elindeki poşetleri mutfağa bırakıp tekrar yanımıza geldiğinde, "Volkan benim yakın arkadaşım," dedi. "Bu yüzden onun ailesini düşünmek benim görevim." Sadece bu yüzden miydi? Nedense bana bu yüzden değilmiş gibi geliyordu. "Salona geç," dedim gözlerimi zorlukla ondan ayırarak. Asya'nın peşinden salona girdiğinde, ceketini çıkarıp koltuğa oturdu. Beklemeden yanına gitti Asya. "Hoş geldin, Vida amca. Sen bize uzun zamandır gelmiyordun. Babam senin Rusya'ya gittiğini söylemişti." "Evet, bebeğim. Ama bak, geldim uzun zaman sonra," dedi gülümseyerek. Asya'nın babasının arkadaşlarına ayrı bir düşkünlüğü vardı ama Batuhan ve Vladimir'i çok seviyordu. Sağ bacağının üzerine oturduğunda, gözleri Vladimir'i hayranlıkla izliyordu. Bir an ayakta kaldım, ne yapacağımı bilemedim. Karşısında böyle durmak istemiyordum. Saçlarımda havlu, üzerimde hala pijamalarımla... Asya'yı severken gözleri benim üzerimdeydi; bunun farkındaydım. "Otur sana," dediğinde, "Şey..." diyerek kendimi süzdüm. "Rahat ol, lütfen. Benim yanımda çekinmene gerek yok." Tabii canım, senin yanında neden çekineyim ki? Karşısındaki koltuğa oturmak yerine bacaklarım beni Asya’nın yanına götürdü. Üçümüz aynı koltukta otururken bir an buraya oturma konusunda pişman oldum. Çok güzel kokuyordu. Neler düşünüyordum ben? Düşüncelerimi anında durdurmam gerekiyordu benim. Ama onun gözlerindeki sıcaklık ve beğeni dolu bakışları, kalbimin hızlanmasına neden oluyordu. Nasıl durduracaktım ki düşüncelerimi? Sanki o bakışlarla üzerimdeki tüm kusurları, tüm yetersizlikleri silip süpürüyordu. Bu adamın gözlerinde, kendimi beklenmedik bir şekilde güzel ve değerli hissediyordum. Ama bu duyguyu nasıl yöneteceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. İçimde bir yerlerde bu anın sonsuza dek sürmesini dileyen bir umut yeşermişti. “Saatin çok güzelmiş Vida amca, benim olabilir mi?” “Tabii ki olabilir.” “Çıkarabilir misin?” Bileğindeki saati çıkarırken Asya fazla sabırsızdı. Saati Asya’nın incecik bileğine taktı. “Çok büyük oldu bu, ben sana senin bileğine göre alırım tamam mı?” Başını iki yana salladı cimcime. “Hayır hayır, babam bunu benim için yapar.” “Bebeğim, senin saatin var ya, amcanın saatini verelim.” “Ama ben bunu da istiyorum.” Bu çocuk niye Medine dilencisi gibi davranıyordu ki? Sırıtıp, “Çocuk işte,” dedim. Onun için sorun bile değildi. Asya ile oynarken zaman zaman bana dönen gözleriyle odanın atmosferini değiştiriyordu. Bakışları sadece yüzeyde gezinmiyor adeta içime işliyordu. Gözlerindeki sıcaklık bir kış gününde güneşin yüzüme vurması gibi hem şaşırtıcı hem de hoş bir his uyandırıyordu. Beğeni dolu bakışları sanki beni katman katman soyup, gerçek benliğime ulaşmaya çalışıyordu. O an benim tüm kusurlarımın, tüm eksikliklerimin ötesine geçiyordu. “Bak bu da Ayşe, en çok Ayşe bebeğimi seviyorum. Onu bana annem aldı. Annem hasta biliyor musun Vida amca?” “Biliyorum güzelim, ama iyileşecek.” “Asya, Vladimir diyemiyor musun?” “Diyemiyorum teyze.” “Bir deneyelim istersen? Vladimir, benim söylediğim gibi söyle bebeğim. Bak dudaklarıma. Vladimir…” “Hayır diyemiyorum, Vida amca diyeceğim ben.” Kahkaha attım. “Tamam, sen Vida amca de, değil mi amcası?” Göz göze geldiğimizde yoğun ve tutku dolu bakışları arasında gözlerimi kaçırıp kaçırmama konusundaki kararsız kaldım. Her seferinde gözlerimiz buluştuğunda, kalbimde bir sızı hissediyordum; bu sızı, onun bakışlarının verdiği mesajı anladığımı, ama aynı zamanda bu duyguların yoğunluğundan ürktüğümü bağırıyordu mantığıma. “Vida amca işte.” Asya'nın neşeli sesiyle irkilip, anlık bir sessizliğe büründüğümüzde, Vladimir'in gözlerindeki ifade bir an için yumuşadı, sanki bu kesinti ona da benimle arasındaki elektriklenmeyi düşünmek için bir mola vermişti. Ceketine uzanıp iki paket çikolata çıkardığında Asya’nın göz bebekleri büyüdü. Birini Asya'ya verdi, diğerini ise benim ellerimin arasına bıraktı. Asya'nın çocuksu sevinciyle "Teşekkür ederim, Vida amca." demesi odada bir neşe dalgası yarattı. Ancak benim dikkatimi çeken Vladimir'in bana bakarken gözlerinde parlayan o tutkulu ışıktı. "Rusya'dan mı getirdin bunu?" diye sordum elimdeki çikolatayı incelerken. Sözlerim sıradan bir sohbet başlatma çabasından çok onun gözlerindeki anlamı çözme girişimiydi. "Evet, seninkinde likör var.” Gözleri konuşurken benim üzerimde sabitlenmişti, sanki her kelimesi aramızda bir köprü kuruyordu. "Moskova'nın en iyi çikolatacısından. Sadece senin için değil, tabii ki güzel Asya içinde." Asya'ya bakışı geçiciydi, çünkü gözleri hemen bana döndü, sanki aramızda görünmez bir iplik geriliyordu. Anladım ki bana olan ilgisi hoşlantıdan fazlaydı. Bunu Elisa’yla hemen paylaşmam gerekiyordu. "Çikolatanın yanına bir fincan kahve iyi gider, değil mi?" “Sen öyle diyorsan evet iyi gider.” Yavaşça kalktım, mutfağa doğru adımlarımı yönlendirirken, içimde bir heyecanın, hafif bir titremenin yükseldiğini hissettim. Gözlerindeki ifade adımlarımı mutfağa taşırken bile zihnimdeydi. Mutfakta fincanları dolaptan çıkarmak üzereyken, "Türk kahvesi sever misin?" diye seslendim. Sesim belki de fazla yüksek çıkmıştı ama cevabını duymak, onun tercihlerini öğrenmek istiyordum. Sesimin yankısı mutfakta asılı kalmışken, ansızın arkamda bir varlık hissettim. Sessizce yanıma gelmişti. Dönüp ona baktığımda, aramızdaki mesafenin ne kadar az olduğunu fark ettim ve hafifçe irkildim. Yüzündeki ifade hissettiklerini gizlemeye çalışıyordu ama gözlerindeki ışıltı, bu yakınlaşmanın onu da etkilediğini söylüyordu. "Asya süt istiyormuş," dedi, sesinde hafif bir titreme varmış gibi geldi bana. Kafamda kurmuyordum değil mi? O da benim gibi etkileniyordu. Kendimi biraz toparlayıp, "Tabii, hemen ısıtırım," dedim. Ellerim sütü dolaptan çıkarırken titriyordu. O hâlâ yanımda duruyordu ve bu yakınlık, mutfaktaki hava kadar gerçek ve yoğundu. Onun bu kadar yakın olması, kalbimin daha hızlı atmasına neden oluyordu, her bir atışında aramızdaki elektriklenmeyi çoğalıyordu. Kahveyi hazırlarken sessizce arkamda beklemeye devam etti. Bu sessizlik, aramızdaki duygusal yoğunluğu daha da artırıyordu. Her bir hareketimiz bu sessizliği bozmamak için dikkatli ve ölçülüydü. Kahveyi ve sütü hazırlarken, onun varlığı bir yandan güven verirken, diğer yandan da bu yakınlığın yarattığı elektriklenmeyi hissettiriyordu. “Havalar ısınıyor, tatil yapmayı planlıyor musun? Eğer böyle bir düşüncen varsa Rusya’da ağırlayabilirim seni.” Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Yanılmıyordum, bana yürümüyor koşuyordu adeta. “Güzel olurdu ama ablamın durumundan dolayı bu sene tatile gidemem.” “Volkan ilgilensin onunla.” Ocağın altını kapadım. “Ablamın bana ihtiyacı olur, belki seneye gelirim.” Kahveyi fincana döküp ona doğru dündüm. "Türk kahvesi biraz güçlü olabilir, umarım sorun olmaz.” Gözlerimiz bir kez daha buluştuğunda, hissettiğimiz duygusal yoğunluğun sadece benim tarafımdan hissedilmediğini anladım. “Sorun olmaz.” Fincanı elimden aldı. “Nerede kaldınız?” diye bağıran Asya’yı bekletmemek adına salona döndük tekrardan. Bu sefer aynı koltuğa oturmak yerine karşısına oturdum. “Sütünü dikkatli iç bebeğim.” "Hukuk okuduğunu duydum," dedi, sesindeki merak belirgindi. "Hukuk dünyasında seni en çok ne ilgilendiriyor?" "Evet, okuyorum. Ama aslında..." diye başladım tereddüt ederek. "Babamın isteği üzerine başladım. Gerçekten benim seçimim değildi." Fincanını dudaklarına götürdü, bir yudum aldı, sonra bana bakarak, "Peki, eğer senin seçimin olsaydı ne okumak isterdin?" diye sordu. "Sanırım edebiyat ya da sanat tarihi, belki de fotoğrafçılık," dedim içimden gelen gerçeği paylaşarak. "Kelimelerle ve hikayelerle daha çok ilgileniyorum." Kısa bir süre düşündü. "Hukukun karanlık yönleriyle ilgilenir misin?" Gözlerinde bir gizem vardı. "Yani, yasa dışı işler, mafya dünyası ve onların hukuk sistemine olan etkileri?" Sorusu odadaki havayı aniden değiştirdi. Karanlık geçmişi ve şu anki yaşamı arasındaki bağlantıyı düşünmek, onun neden bu tür sorular sorduğunu gösteriyordu. "Bunlar üzerine çok düşünmemiştim," dedim dürüstçe. "Ama evet, hukukun her yönü ilgi çekici olabilir. Özellikle de adaletin nasıl sağlandığı..." Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Adalet bazen gri alanlarda bulunur," dedi. "Ve bazen neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak düşündüğümüzden daha karmaşık olabilir." "Adaletin gri alanlarına dalmak," dedim düşüncelerimi toplamaya çalışarak, "İlginç bir perspektif sunuyor. Ama sanırım gerçekten benim yolum bu değil." Gözlerindeki derinlikle gözlerime bakmaya devam etti. "Bazen," dedi yavaşça, "Hayatımızın hangi yolda ilerlemesi gerektiğini anlamak için kendimize dürüst olmamız gerekir. Ve bu her zaman kolay bir şey değildir." Babamın istekleri doğrultusunda hukuk okumak, hiçbir zaman tam olarak benim kararım olmamıştı. "Sanırım haklısın. Hukuk babamın benim için seçtiği bir yol. Ama belki de kendi yolumu seçme zamanım gelmiştir." Fincanını masaya koydu ve bana doğru eğildi. "Hayatta kendi yolunu seçmek büyük bir cesaret ister. Senin içinde bu cesareti görebiliyorum, Sevilay." "Belki de," dedim bir an düşündükten sonra, "Gerçekten tutku duyduğum bir alanda kariyer yapmak için çok geç değildir." "Hiçbir zaman çok geç değildir. Ve unutma gerçekten istediğin şeyi yapmak, en büyük özgürlüktür." Kısa bir an sessiz kaldı, sanki söyleyeceklerini özenle seçiyor gibiydi. “Duru’yla Volkan birbirileriyle uyumlular, Batuhan ve Elisa’da. Kendi meslek dallarından eşlerini seçmişler.” Başımı hafifçe salladım. “Evet, her anlamda birbirlerine uyumlular.” Fincanı parmakları arasında döndürdü. Dudaklarını araladı, ardından kapadı. Ama soracağı soruyu içinde tutmak istemiyor olacak ki tekrar araladı dudaklarını. "Hayatında, karanlık yönleri olan biriyle... yani, geçmişi kompleks ve belki de bazılarına göre kabul edilemez olan biriyle beraber olabilir misin?" Böyle bir soru soracağını beklemediğim için şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim, normalde hızlı cevaplar veren ben dilim lal olmuş gibi dondu. Ve ben durdukça gözlerini asla yüzümden çekmiyordu. Gözlerinde bir anlam arayışı vardı. "Karanlık yönleri olan biriyle beraber olup olamayacağımı mı soruyorsun?" dedim onun gibi gözlerine doğrudan bakarak. Gözlerinde bir çeşit umut ve tereddüt karışımı bir ışık vardı, sanki benim vereceğim cevaptan çıkacak sonuca bağlı bir şeyler varmış gibi. "Herkesin bir geçmişi var," dedim yavaşça. Bu sözlerimle onun gözlerindeki ışık bir an için daha da parlak hale geldi, sanki benim anlayış göstermemden memnunmuş gibi. Ama hemen ardından, göz bebeklerinde bir dalgalanma, belki de geçmişin gölgesinde kalan bir huzursuzluk hissettim. "İnsanlar değişebilir mi dersin?" diye sordu sesinde bir çeşit çaresizlik yankılanırken. Dikkatle yüzünü izledim. Dudakları hafifçe titredi, sanki bu soru onun için kişisel bir öneme sahipmiş gibi. "Evet, inanıyorum ki insanlar değişebilir.” Gözlerini kaçırdı, sonra tekrar bana baktı. Yüzünde bir an için düşünceli bir ifade belirdi, sanki söylediklerimi içselleştirmeye çalışıyordu. "Peki ya geçmişin gölgeleri hala peşini bırakmıyorsa?" diye devam etti, bu sefer gözlerinde bir meydan okuma vardı. Yüz kaslarının gerginleştiğini fark ettim, sanki kendi içindeki savaşın izlerini taşıyor gibiydi. "Sence?" diye karşılık verdim. Şaşırmış görünüyordu bu beklenmedik karşılık karşısında. Gözlerini bir an benden ayıramadı, sonra yavaşça gülümsedi. "Belki de değişebilir.” Belki de değişebilirdi. Herkes onun ne kadar karanlık olduğunu söylese de ben öyle olduğunu düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum. Eğer bir şeyler yapıyorsa bunu isteyerek değil zorla yapıyordu. Kahvelerimizi içmiştik. Asya da sütünü içmişti. O kendi bardağını mutfağa götürürken Vladimir’in fincanını alarak mutfağa gittim. Asya içeriye geçmeden önce kapıyı kapatıp dizlerimin üzerine çöktüm. “Bebeğim,” dedim onu kollarımın arasına alarak. “Hani eskiden aramızda sır olurdu ya, yine olsun mu?” Boncuk gözleri heyecanla büyüdü. “Dondurma mı yiyeceğim teyze? Anneme söylemeyeceğim.” Gülümseyip, “Öyle değil,” dedim. “Hani Vladimir amcan evimize geldi ya, onu kimseye söylemeyelim tamam mı? İkimizin arasında sır olarak kalsın.” Düşündü her zaman olduğu gibi. “Neden ki?” dediğinde, “Anneannen kızar bize,” dedim. “Duymasın o.” Elini yanağıma bastırdı. “Merak etme ben söylemem, biz arkadaşız.” Gözlerimi kapatıp açtım. “Evet bebeğim biz arkadaşız. Ve arkadaşlar asla sırlarını başkalarına anlatmazlar.” Akıllı bıdığım başını anladığını belirtircesine salladı. Vladimir’i bekletmemek adına mutfağın kapısını açıp salona döndük. Koltuğa oturamadan annemin aradığını görünce telefonu kaptığım gibi mutfağa geçtim tekrardan. Eminim Vladimir ani tepkilerime şaşırıyordur. “Efendim anne?” “Geldim kızım ben, marketten aldım bir şeyler teyzenle geliyorum eve.” Gözlerim büyürken, “Ne çabukta geldin?” dedim. “İki saattir evde yokum Sevilay, ablanı gördüm geldim. Yarın çıkacakmış ablan.” “Çok güzel bir haber anne, sen beni bekle ben seni almaya geliyorum.” “Gelme sen, teyzenle geliyoruz.” Telefonu hızlı bir şekilde kapatıp Asya’yla göz göze geldim. “Anneannem mi geliyor?” dediğinde panikle başımı salladım. Küçük ellerini dudaklarının üstüne götürüp, “Eyvah!” diye bağırdı. Benden önce içeriye koştu. Peşinden gidip hala yüzündeki tebessümle bizi izleyen Vladimir’e, “Vida amca, hemen gitmen gerekiyor anneannem geliyor,” dedi. Resmen kovuluyordu. Asya elinden tutup onu kaldırmaya çalışırken, “Sorun ne?” dedi haklı olarak. Sorun büyüktü. “Gitmen gerekiyor, ben seni sonra ararım.” Ayağa kalktı. Hala anlamamıştı neden onu apar topar evden göndermemizi. Kapıya kadar ilerledik. “Bir sorun olmadığına emin misin?” Kapıyı açıp, “Gidersen, sorun olmayacak,” dedim. Onu zorla dışarı çıkardığımda ceketini unuttuğunu fark ettim. “Vida amca!” diye bağıran Asya’nın elinden ceketi alıp yüzüne attım ve kapıyı kapadım. “Oh, yakalanmadık.” Kucağıma aldığım dört buçuk yaşındaki yeğenimin yanağını öptüm. “Senin sayende yakalanmadık, sen benim en yakın arkadaşımsın Asya.” “Teyze, Vida amca bir daha ne zaman gelecek?” Bu kovulmadan sonra gelir miydi bilmiyorum. Tekrar solana döndüğümüzde etrafa göz attım. Koltuğun köşesinde saatini görünce hızlı bir şekilde alıp odama doğru ilerledim. Onu yastığımın altına koyduktan sonra tekrar salona döndüm. Hafif parfümü kokuyordu odanın içi, bu yüzden camı araladım. Şu an onun burada oluşuna gizlediğime inanamıyordum. Annem teyzemle geliyordu, eminim anlardı burada olduğunu. Umarım karşılaşmazlardı asansörde veya dışarıda. Asya tekrar oyuncaklarıyla oynamaya devam ederken tedirgin bir şekilde oturuyordum. Bir süre sonra evin kapısı açıldığında oturduğum yerden kalktım. Hiçbir şey olmamış gibi yanlarına doğru ilerlerken "Yardım edeyim mi?" dedim. İkisinin yüzündeki ifadeyi fark ettiğim an, "İyi misiniz?" diye sordum. Teyzem kaşlarını çatmış, sanki düşmanına bakıyor gibi bakıyordu. Annem ise hiçbir şey demeden, elindeki poşetleri vermeden mutfağa doğru ilerledi. Mutfaktaki diğer poşetleri gördüğü an korkuyla gözlerim büyüdü. Neden korkuyordum ben? Şu an onu da anlamış değilim. "O adam bu evde miydi Sevilay?” Teyzemin hafif sesini yükseltmesiyle onu gördüklerini anladım. Yalan söyleyecek halim yoktu. Hoş mutfaktaki poşetleri gördükleri için burada olduğunun ikisi de bilincindeydi. “Evet," dedim. "Volkan hastanede olduğu için eve alışveriş yapmış, sağ olsun." "Hangi hakla?" dedi teyzem. "O adam hangi hakla bu eve alışveriş yapabiliyor ki? Kim ki o?" "O adam, Volkan'ın yıllardır arkadaşı teyze. Senin bu adama olan düşmanlığın ne ben anlamış değilim. Onlar kardeş gibiler, bu yüzden eve yiyecek alması çok normal. Sonuçta bu eve girip çıkan biri." Annem tek kelime etmiyordu ama teyzemin yüzü kıpkırmızıydı. Bu demekti ki bağırıp çağıracaktı. "Sesini sakın yükseltme," dediğim anda umursamadı bile. "Bu adamın senin yanında olmasını istemiyorum." Ellerimi iki yana açarak, "Neden?" dedim. "Neden benim hayatıma bu kadar karışıyorsun teyze?" Benim gözlerimle aynı olan kahverengi gözleri neredeyse yerinden çıkacak kadar büyüdü. "Nedenini çok iyi biliyorsun," dedi dişlerinin arasından. "Bu adam tehlikeli ve senin etrafında dönüyor. Bunun farkında değil misin? Sen akıllı bir kadınsın, fark etmen gerekiyor." Elbette ki farkındaydım ama bunu ona söyleyecek değildim. Çünkü Vladimir'in bana olan ilgisinden hoşlanıyordum. "Kafanda kuruyorsun," dedim tane tane. Başını iki yana salladı. Ne zaman sinirlense bu hareketini yapardı. Yüz mimikleri o kadar katıydı ki, karşımdaki teyzem değil başkasıydı sanki. Annem hala sessizdi ve sadece ikimizi izliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD