"Tanımadığın biriyle gülmek, bazen en çok tanıdığın sessizliğe denk gelir."
Günler geçmişti. İstanbul hâlâ griydi ama artık tanıdık bir griydi. Leriya, Moda'da bir sahafa girdiğinde raflar arasında gezinmiyordu; sanki bir iz arıyordu. Bir kitap yere düştü. Sayfalarının arasından bir not çıktı:
"Bazı karşılaşmalar, isimlerden önce gelir."
Dondu kaldı. Aynı cümleyi günler önce defterine yazmıştı. Sahaf sahibi, "Geçen gün bir çocuk bırakmış olabilir," dedi. Sormadı. Sadece içi kıpırdadı. Belki tesadüf. Belki bir iz.
Ertesi gün vapurda yanına oturan biri defterine bir şeyler karalıyordu Yüzü görünmüyordu. Çocuğun kulaklığından gelen müziği duydu:
"Bir Beyaz Orkide."
Başını çevirdi. Tanıdık geldi. Ama tanımadı. O da ona bakmadı. Sadece müzik tanıdı ikisini. Sonra vapur durdu, herkes indi. O da gitti. Leriya da.
Bir sonraki gün aynı sahafa tekrar gitti. Sabah saatleriydi. Kitap hâlâ yoktu. Sahaf sahibi, "Bugün yine o kitabı sordular," dedi. Gülümsedi. Bir şey demedi. Belki o çocuktu. Belki başka biri. Ama cümle hâlâ oradaydı. Moda'da bir plakçının vitrininde "Bir Beyaz Orkide" plağı sergilenmişti. Leriya cama yaklaşmıştı. İçeriye bakarken kapı açıldı. Miran çıktı. Göz göze geldiler.
''Sen...'' dedi Leriya. İkisi de şaşkınlardı.
''Evet.'' dedi Miran sessizce.
''Kitap hâlâ yok.''
''Ama cümle hâlâ sende mi?'' diye sordu Miran.
''Defterimde.'' dedi Leriya defterini sallarken. Hiç beklemeden fikrini ortaya attı.
''Bir çay içsek... bu sefer ben ısmarlasam?''
Başını salladı Miran. Yürümeye başladılar. Aynı anda, bu kez aynı yöne. Çaycıya girdiklerinde camlar buğuluydu. Duvarlarda eski film afişleri, köşede bir radyo. İki çay geldi. Leriya çayı karıştırırken kaşığı düşürdü. Miran refleksle tuttu, ama çay sıçradı.
''Şey... özür...'' dedi Leriya, utanmıştı.
''Ben de... refleksim biraz fazla çalıştı galiba.'' dedi Miran gülerek. İkisi de güldü. Önce kısa, sonra uzun. Kahkaha büyüdü. Yan masadaki yaşlı amca bile başını kaldırdı. İkisi de utanıp başlarını eğdiler gülerek.
''En son ne zaman bu kadar güldün?'' diye sordu Miran , Leriya'nın gözlerinin içine bakarak.
''Hatırlamıyorum. Sen?'' Dudaklarını büzdü Leriya.
'' Sanırım... hiç.'' Miran omzunu silkerek konuşmuştu. Çayından bir yudum aldı. Fazla şekerli geldiğini düşünüp geri bıraktı. Ellerini ovuşturdu.
Leriya gülmekten gözlerini sildi. Miran hâlâ gülüyordu ama sessizce. Sonra bir an durdular. Sessizlik geldi. Ama bu kez rahatsız edici değildi. Sadece fark ettikleri bir şey vardı. uzun zaman sonra ilk kez bu kadar gülmüşlerdi. Leriya ayağa kalkmak isterken ayağı sandalyeye takıldı. Dengesini kaybetti. Miran refleksle kolunu tuttu.
''Ben... şey...'' Ne diyeceğini bilememişti Leriya. Bugün ikinci sakarlığıydı.
''Sandalyelerle aran bozuk sanırım.'' dedi Miran gülerek.
''Evet. Genelde bana düşkünler.''
Yine güldüler. Ama bu kez kısa. Leriya yerine oturdu. Elini saçına götürdü, toparlamaya çalıştı. Ama eli ayağına dolanmıştı.
''Gitmem gerek.'' dedi Leriya.
''Şimdi mi?''
''Evet. Bu kadar gülmek... biraz yorucuymuş.'' Miran sustu. Sonra gözlerini Leriya'ya dikmeden, hafifçe başını eğerek sordu:
''Seni nasıl bulacağım?'' Beklentiyle Leriya'nın gözlerine baktı.
Leriya bir an durdu. Gözleri camdaki buğuya takıldı. Sonra hafifçe gülümsedi. Gülümsemesi tam değil, ama içten. Başını hafif yana eğdi, gözlerini kaçırmadan:
''Bulacağın yeri biliyorsun. Bugün bulduğun gibi.'' dedi Leriya.
Miran cevap vermedi. Sadece başını salladı. Leriya kapıya yöneldi. Elini montunun cebine soktu, notunu kontrol etti. Kapıyı açtı. Dışarıda hava hâlâ griydi. Ama içi geçen gün ki gibi güneşliydi.
Eve vardığında montunu çıkarmadı. Odanın köşesindeki büyük camın önüne geçti. Dışarıda deniz, gri gökyüzüne inat hâlâ hareketliydi. Dalgalar kıyıya çarpıyor, martılar uzaklarda kayboluyordu. Radyoyu açmadı. Bu sefer kulaklığını taktı. Cihan Mürtezaoğlu'nun sesi odada değil, içinde yankılanıyordu. Gülümsedi.
"Bir beyaz orkide gibi, sessizce düştün içime..."
Tuvalin karşısına geçti. Fırçayı eline aldı. Renkleri seçmedi, sadece dokundu. Maviyle başladı, sonra griye döndü. Bir siluet belirdi. Omuzlar biraz düşük, gözler uzaklara bakıyor gibiydi. Dudaklar kapalı ama bir şey söylüyordu sanki. Leriya fark etmeden çiziyordu. Fırça hareketleri yavaşladı. Bir gölge daha ekledi. Sonra durdu.
Geri çekildiğinde fark etti. Tuvaldeki figür, çaycıda gülümseyen ama sonra sessizleşen o çocuktu. Miran'dı. Ama adı hâlâ yoktu. Leriya gülümsedi. Fırçayı bıraktı. Camın önüne geçti. Defterini açtı, sayfanın kenarına küçük harflerle bir cümle yazdı:
"Bazen birini unutmaya çalışmazsın; sadece onu hiç tanımamış olmayı dilersin."
Sonra defteri kapattı. Camdaki buğuya dokundu. Parmak izi kaldı. Ama silmedi. Çünkü bazı izler, gitmese de sessiz kalabilir.
,