Güneşin Altında Unutulanlar

2524 Words
"Bazı karşılaşmalar, isimlerden önce gelir. Ama bazı izler, gözle değil içle görülür." O sabah İstanbul, kışa rağmen güneşliydi. Hava hâlâ soğuktu ama ışık, kaldırımlara altın rengi bir sabır serpmişti. Leriya, atkısını biraz daha sıkı sardı boynuna. Elinde kahverengi bir kâğıda sarılı küçük bir paket vardı. İçinde yeni aldığı fırçalar. Aynı saatlerde, birkaç sokak ötede, Miran bir bankta oturuyordu. Güneş gözlerini kamaştırıyordu ama bu sefer rahatsız olmadı. Aksine, uzun zamandır ilk kez içi ısınıyordu. Yanında bir kitap vardı ama okumuyordu. Sadece bekliyordu. İkisi de aynı semtte, aynı ışığın altındaydı. Aynı sabahın içinde, birbirinden habersiz ama aynı hissin eşiğinde. Leriya, birden durdu. Karşı kaldırımdaki duvarda bir yazı dikkatini çekti: "Bugün, dünün gölgesini aşar." Gülümsedi. Belki de gerçekten öyleydi. Leriya, atkısını gevşetmişti. Elinde bir dosya vardı, içi çizimlerle dolu. Bir sergiye başvuracaktı. Adımlarını hızlandırdı, geç kalmak istemiyordu. Tam o sırada, bir sokak köşesinde bir çocuk top peşinde koştu. Leriya durdu, çocuk geçti, ama dosya elinden kaydı. Kâğıtlar rüzgârla uçuştu. Bir tanesi, bir vitrine yapıştı. Diğeri kaldırıma düştü. Miran, tam karşı kaldırımdan geliyordu. O da bir şey arıyordu ama ne olduğunu bilmiyordu. Kâğıtların uçuştuğunu görünce hızla adım attı. Bir tanesini yerden aldı. Üzerinde bir figür vardı. Tanıdı. Çaycıdaki çocuktu. Kendisi. Leriya eğildi, diğer kâğıtları toplarken Miran yaklaştı. Elindeki çizimi uzattı. "Sanırım bu sizden düştü." Leriya başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Güneş tam o anda ikisinin arasına düştü. Bir anlık sessizlik. Sonra Leriya gülümsedi. "Evet... galiba." Leriya, çizimi Miran'ın elinden aldı. Göz göze geldiler. Güneş, ikisinin arasında parlıyordu. Birkaç saniye sustular. Sonra Leriya hafifçe başını eğdi. "Teşekkür ederim," dedi. Ve yürümeye başladı. Hızlı değil, ama kararlı. Sanki bu karşılaşmanın fazlası gereksizdi. Ya da fazlası, daha sonra olmalıydı. Miran, elinde hâlâ bir kâğıt tuttuğunu fark etti. Rüzgârla uçuşanlardan biri onun avucunda kalmıştı. Katlanmıştı, ama köşesi açıktı. Açtı. Sol alt köşede küçük harflerle bir isim yazıyordu: "Leriya A." Bir an durdu. Gözlerini kaldırdı, Leriya çoktan köşeyi dönmüştü. Ama adı artık vardı. Ve bu, eksik olan her şeyin başlangıcıydı. O sırada Leriya, tramvaya binmişti. Camdan dışarı bakarken, güneş gözlerini kamaştırdı. Elindeki dosyayı sımsıkı tutuyordu. İçinde bir his vardı; sanki bir şey başlamıştı ama henüz adı konmamıştı. Belki bir gülüşle hatırlanacak, belki bir cümleyle tamamlanacaktı. Ama o sabah, kışa rağmen içi ilk kez ısınmıştı. Leriya tramvaydan indiğinde güneş hâlâ parlıyordu. Elindeki dosyayı sımsıkı tutuyordu; içinde çizimleri, hayalleri, belki de kendini taşıyordu. Sergi salonu Moda'da eski bir taş binadaydı. Kapının önünde durdu, derin bir nefes aldı. İçeri girdiğinde duvarlar beyazdı, ama ışıklar sıcak. Görevliler gülümsedi, dosyasını teslim aldı. Leriya, salonun köşesindeki büyük pencereye yürüdü. Camdan dışarı baktığında deniz parlıyordu. İçinde bir şey kıpırdadı: sanki bir şeyler değişmek üzereydi. Aynı saatlerde Miran, bir kafede oturuyordu. Elinde hâlâ o çizim vardı. Sol alt köşedeki isme tekrar baktı: Leriya. Defterini açtı, ismi yazdı. Altına bir ok çizdi, sonra bir soru: "Kim?" Telefonunu çıkardı, ismi arattı. İlk sonuçlar sıradandı. Ama sonra bir afiş dikkatini çekti: "Genç Çizerler Sergisi – Moda Sanat Evi." Altında küçük harflerle bir isim: Leriya A. Gözleri büyüdü. O an, kalktı. Kahvesini bitirmedi. Sokağa çıktı, Moda'ya doğru yürümeye başladı. Leriya, salonun içinde dolaşırken bir duvar yazısı dikkatini çekti: "Çizdiğin her şey, seni anlatır." Gülümsedi. Bir gün biri, çizimlerine bakıp onu anlayacak mıydı? Belki de çoktan olmuştu. O an, salonun kapısı açıldı. Miran içeri girdi. Kalabalığın arasında gözleri onu aradı. Tanımıyordu, ama tanıyordu. Birkaç adım attı, sonra durdu. Leriya, pencerenin önünde durmuş, defterine bir şeyler karalıyordu. Miran yaklaşmadı. Sadece izledi. Leriya'nın saçları güneşte parlıyordu. Elindeki kalem, camın buğusuna bir şeyler çiziyordu. Miran, cebinden çizimi çıkardı. Kıyasladı. Aynı çizgiler, aynı eller. Ama bu sefer, gerçekti. Bir adım daha attı, sonra bir görevli yanına geldi. "Sergiye mi geldiniz?" dedi. Miran başını salladı. "Evet," dedi. "Birini arıyorum." Leriya, arkasını döndüğünde Miran'ı görmedi. Ama bir şey hissetti. Sanki biri onu izliyordu. Kalabalığın içinde bir tanıdıklık vardı. Gözleri salonu taradı ama kimseyi bulamadı. Sonra defterine döndü, bir cümle yazdı: "Bazı izler, gözle değil içle görülür." Ve o an, Miran salonun diğer ucunda, çizimlerin arasında durmuş, onun adını taşıyan bir duvar etiketine bakıyordu. Leriya, salonun köşesindeki çizim panosuna son bir bakış attı. Görevliler dosyasını almış, ismini küçük bir etikete yazmışlardı. Tam ayrılmak üzereyken, panonun altına iliştirilmiş bir kâğıt dikkatini çekti. Katlanmıştı, ama köşesi açıktı. Eğildi, aldı. Açtığında tanıdık bir cümleyle karşılaştı: "Bazı karşılaşmalar, isimlerden önce gelir." El yazısı tanıdıktı. O gün kitapçıda çarpıştığı, çaycıda sandalyesine takıldığı o adam... Miran. Bir an dondu. Salonun içini taradı gözleriyle. Kalabalık hâlâ vardı ama o yoktu. Görevlilere yaklaştı, "Az önce buradaydı... uzun boylu, koyu montlu biri... gördünüz mü?" dedi. Görevli gülümsedi, "Evet, biraz önce çıktı. Elinde bir çizim vardı." Leriya'nın kalbi hızlandı. O çizimi görmüştü. O cümleyi duymuştu. Ama şimdi, o adam gitmişti. Dışarı çıktı. Güneş hâlâ parlıyordu ama içi birden gölgelenmişti. Sokağın köşesine kadar koştu, tramvay durağına baktı. Boştu. Bir banka oturdu. Elindeki notu tekrar açtı. Cümleye baktı, sonra altına yazılmış küçük bir harfe: "M." Bu kadar sade, bu kadar tanıdık. Ama bir harf, bazen bir gülüş kadar çok şey anlatırdı. O an cebinden defterini çıkardı. Sayfanın ortasına bir cümle yazdı: "Beni tanımadan bilen biri varsa, o da çoktan gitmiştir." Sonra durdu. Kalemi bıraktı. Gözlerini kaldırdı. Belki o da bir not bırakmalıydı. Belki bir gün geri dönerdi. Belki bu karşılaşma, sadece bir başlangıçtı. Salonun kapısına geri döndü. Panonun altına kendi cümlesini iliştirdi. Katladı, ama köşesini açık bıraktı. Üzerine sadece bir kelime yazdı: "Leriya." Ve yürümeye başladı. Bu sefer daha yavaş. Çünkü bazı gidişler, dönmek için olurdu Miran sergi salonundan çıkarken cebindeki notu tekrar açtı. Leriya'nın el yazısıyla yazılmış cümle hâlâ oradaydı: "Bazı izler, gözle değil içle görülür." Birkaç saniye durdu, sonra yürümeye başladı. İstanbul'un sokakları hâlâ güneşliydi ama içindeki hava değişmişti. Bir şey başlamıştı. Adını koyamıyordu ama eksik olan bir şey tamamlanmış gibiydi. Tam o sırada, arkasından bir ses duydu. "Miran?" Döndü. Karşısında uzun zamandır görmediği biri vardı. Saçları dağınık, gözleri hâlâ aynıydı. "Sen... burada ne yapıyorsun?" dedi Miran. "Ben seni aramıyordum. Ama buldum galiba," dedi adam. Adı Baran'dı. Üniversiteden arkadaşıydı. Ama aralarında sadece dersler değil, yarım kalmış bir hikâye de vardı. Baran, Miran'ın yüzüne dikkatle baktı. "Birini mi arıyorsun?" dedi. Miran başını salladı. "Hayır... yani evet. Ama artık çok geç." Baran gülümsedi. "Geç değil. Bazen biri gider, ama bir iz bırakır. O iz seni götürür." Miran cebinden Leriya'nın notunu çıkardı, Baran'a gösterdi. Baran okudu, sonra başını kaldırdı. "Bu yazı... tanıdık geliyor. Moda'daki sergiye mi gittin?" Miran şaşırdı. "Sen nereden biliyorsun?" Baran omuz silkti. "Ben de oradaydım. Ama senin gibi birini görmedim. Belki de bakmadım." İkisi birlikte yürümeye başladılar. Miran sessizdi. Baran konuşuyordu ama Miran'ın aklı hâlâ o cümledeydi. Leriya'nın sesi, çizimi, gülüşü... hepsi bir izdi. Ve o iz, şimdi Baran'ın sözleriyle derinleşiyordu. Belki bu karşılaşma, sadece Leriya'yla değil, geçmişiyle de yüzleşmesiydi. Baran, Miran'la birlikte Moda sokaklarında yürürken gözleri bir afişe takıldı. Renkli çizimlerle dolu bir pano, altında küçük harflerle bir isim: Leriya A. Gözleri bir an durdu. Tanıyordu. Üniversiteden değil, bir atölyeden. Leriya, bir dönem aynı sanat evinde çalışmıştı. Sessizdi ama çizimleri konuşuyordu. Baran, o zaman da dikkat etmişti ona. Ama şimdi, Miran'ın yanında bu bilgiyi söylemedi. Miran fark etmedi Baran'ın bakışını. Afişe yönelmedi bile. Aklı hâlâ Leriya'nın bıraktığı nottaydı. "Sence bu cümle ne demek?" diye sordu. Baran omuz silkti. "Biri seni tanımadan önce hissedebilir demek belki," dedi. Ama sesi kararsızdı. İçinde bir şey kıpırdıyordu. Leriya'yı tanıdığını söylemek istiyordu ama bir neden onu durduruyordu. Belki Miran'ın gözlerindeki ışık, belki kendi geçmişi. O an bir telefon çaldı. Baran açtı. Kısa bir konuşma yaptı, sonra Miran'a döndü. "Benim bir yere uğramam lazım," dedi. "Sen sergiye dönmek ister misin?" Miran başını salladı. "Hayır. Zaten olan oldu." Baran gülümsedi ama gözlerinde bir gölge vardı. Leriya'nın ismi, zihninde yankılanıyordu. Ama bu yankıyı Miran'a duyurmadı. Baran uzaklaştığında Miran bir banka oturdu. Cebinden defterini çıkardı. Leriya'nın adını tekrar yazdı. Altına bir cümle ekledi: "Bazı sessizlikler, en çok şey anlatır." Sonra gözlerini kaldırdı. Güneş hâlâ parlıyordu ama içi biraz daha karışıktı. Baran'ın davranışında bir tuhaflık vardı. Ama henüz adını koyamıyordu. O sırada Baran, bir sokak köşesinde durdu. Telefonunu çıkardı, Leriya'nın profilini açtı. Son gönderisine baktı: bir çizim, altında şu cümle yazıyordu: "Bazı karşılaşmalar, iz bırakır. Ama izler her zaman görünmez." Baran derin bir nefes aldı. Bu hikâyede bir şeyler oluyordu. Ve o, tam ortasındaydı. Leriya, sergi salonundan çıkarken kalabalığın arasından bir yüz dikkatini çekti. Baran. Emin olamadı önce. Ama yürüyüşü, duruşu... tanıyordu. Bir zamanlar aynı sanat atölyesinde çalışmışlardı. Baran onu fark etmedi. Leriya bir adım attı, sonra durdu. Yanına gitmedi. Ama gözleriyle takip etti. Baran, bir afişe baktı, sonra uzaklaştı. Leriya'nın içi kıpırdadı. Bu karşılaşma, tesadüf değildi. Baran o gece uzun uzun düşündü. Leriya'yı yeniden görmek, içindeki eski bir sesi uyandırmıştı. Onun çizimleri hâlâ aynıydı: sade ama derin. Ertesi sabah erkenden sergi salonuna döndü. Görevlilere yardım etti, çizimlerin yerleşimine katıldı. Leriya'yı görmedi ama onun izini taşıyan duvarlara dokundu. Sonra bir karar verdi: onun yanına dönecekti. Bu sefer sessizce değil, bilinçli bir adımla. . Bir gün sonra Miran'la buluştu. Uzun zaman olmuştu. Bir kafede oturdular, eski günleri konuştular. Kahkahalar, özlem, sessizlik... hepsi bir aradaydı. Baran, bir ara tuvalete gitmek için kalktı. Miran masada yalnız kaldı. Telefonun ekranı açıktı. Bir mesaj geldi. Miran istemeden göz ucuyla gördü. Gönderen: Leriya. Mesaj kısa ve sadeydi: "Bugün için teşekkür ederim. '' Miran'ın kalbi bir an durdu. Leriya mı? Baran'a mı? Ne konuşmuşlardı? Ne zaman? Miran'ın içi bir anda buz kesti. Aynı cümle. Aynı isim. Aynı his. Ama bu sefer başka birine yazılmıştı. Baran geri döndüğünde Miran sessizdi. Gözleri masadaki kahveye dalmıştı. Baran fark etmedi. Ama Miran'ın içi karışmıştı. Cümleler dönüyordu zihninde. Leriya'nın adı, Baran'ın sessizliği, ve o mesaj... hepsi bir şey söylüyordu ama henüz açık değildi. O akşam Miran defterine bir cümle daha yazdı: "Bazı sessizlikler, en çok tanıdık olanı saklar." Altına bir harf ekledi: "B." Ve bu sefer, sadece Leriya'yı değil, Baran'ı da düşünmeye başladı. Leriya, sergi salonundan çıkarken kalabalığın arasında tanıdık bir siluet gördü. Baran. Emin olmak için birkaç saniye daha baktı. Evet, oydu. Baran, o zamanlar da sessizdi ama dikkatliydi. Leriya bir an tereddüt etti, sonra yürümeye devam etti. Ama içindeki kıpırtı, geçmişin kapısını aralamıştı. Baran, Leriya'nın bakışlarını fark etti ama belli etmedi. Onu tanımıştı elbette. Ama Miran'la yaşadığı karşılaşmanın ardından, bu yeni denk gelişin ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyordu. O akşam, sergi salonuna geri döndü. Görevlilere yardım etti, çizimlerin yerleşimine katıldı. Leriya'yla göz göze gelmediler ama aynı duvarlara dokundular. Baran, ertesi gün Leriya'ya mesaj attı: "Seni tekrar gördüğüme sevindim." Cevap kısa geldi: "Ben de..." Leriya, atölyesinde bir çizim üzerinde çalışıyordu. Elindeki kalem yavaşladı. Baran'la yaptığı konuşma, Miran'ın gözleri, sergi salonundaki not... hepsi zihninde dönüyordu. Ama en çok da şu cümle: "Bazı karşılaşmalar, isimlerden önce gelir." Belki de bazı karşılaşmalar, birden fazla iz bırakıyordu. Ve bazı izler, yanlış kişide kalıyordu. Miran, Baran'la bir kafede yeniden buluştuğunda hava hâlâ güneşliydi ama içindeki gökyüzü bulutlanmıştı. Baran neşeliydi, eski günlerden bahsediyordu. Miran da gülümsüyordu ama gözleri hep başka bir yerdeydi. Masadaki telefon, gelen mesaj, Leriya'nın adı... hepsi hâlâ zihnindeydi. Ama bu konuşma, başka bir şey için başlamıştı artık. "Senin çizim işlerin nasıl gidiyor?" diye sordu Miran, kahvesinden bir yudum alırken. Baran başını salladı. "Fena değil. Sergi işleri yoğun. Moda'daki salonla çalışıyorum hâlâ." Miran gözlerini kaçırmadan devam etti: "Orada tanıdık biriyle karşılaştın mı hiç?" Baran duraksadı. "Yani... çok insan var. Kimseyi tam tanımıyorum." Ama sesi biraz titremişti. Miran fark etti. Cümleler düz görünüyordu ama altları kıvrılıyordu. Baran konuyu değiştirmek ister gibi, "Sen hâlâ o deftere yazıyor musun?" dedi. Miran gülümsedi. "Evet. Özellikle bazı isimler, bazı cümleler... unutulmuyor." Baran başını eğdi. "İsimler bazen fazla şey anlatır." Miran gözlerini dikti. "Ya da fazla şey saklar." İkisi de sustu. Cümleler bitmişti ama sessizlik konuşuyordu. Baran, telefonunu kontrol etti. Miran göz ucuyla baktı ama bu sefer bir mesaj yoktu. "Bazen biriyle konuşursun," dedi Baran, "ama o konuşma başka birine anlatılmaz." Miran başını salladı. "Çünkü bazı konuşmalar, sadece susanlar için vardır." İkisi de gülümsedi ama bu gülümseme, bir barış değil, bir hazırlıktı. İçten içe ikisi de biliyordu: bu sohbet, bir sorguydu. Ama henüz suçlama yoktu. Kafeden çıkarken Miran cebinden defterini çıkardı. Baran görmedi. Bir cümle yazdı: "Bazı sorular, cevapsız kalmaz. Sadece geç cevaplanır." Altına bir harf ekledi: "L." Ve yürümeye başladı. Bu sefer, sessizlik daha ağırdı. Leriya, Moda sokaklarında yürürken bir kitapçının önünde durdu. Vitrin camında eski baskı bir afiş vardı. Tam o sırada bir ses duydu: "Leriya?" Başını çevirdi. Baran. Gülümsüyordu. Leriya da gülümsedi. "Sen hâlâ buralarda mısın?" dedi. Baran omuz silkti. "Buralar beni bırakmıyor galiba." İkisi de güldü. Sohbet, eski günlerin sıcaklığıyla doluydu. Baran, Leriya'ya bir kahve teklif etti. Yakındaki küçük bir kafeye geçtiler. Cam kenarındaki masaya oturdular. Leriya, çizimlerinden bahsetti. Baran, sergi salonundaki detayları anlattı. Arada kahkahalar yükseldi. Leriya'nın gözleri parlıyordu. Baran'ın sesi yumuşaktı. İkisi de o anın tadını çıkarıyordu. Ama bu sahne, bir çift göz tarafından izleniyordu. Miran, karşı kaldırımdan geçiyordu. Tesadüf müydü, yoksa içgüdü mü? Bilmiyordu. Ama gözleri camın ardındaki masaya takıldı. Leriya. Baran. Gülüyorlardı. Konuşuyorlardı. Yakınlardı. Miran durdu. Birkaç saniye boyunca sadece izledi. İçinde bir şey kıpırdadı. Tanıdık ama rahatsız edici bir his. Miran kulaklığını takıp, sürekli tekrara düşen şarkıyı açtı. Cebinden bir dal sigara çıkarıp kalın, yumuşak dudaklarına yerleştirdi. Baran, Leriya'ya bir şey anlatırken ellerini hareket ettiriyordu. Leriya başını eğip gülüyordu. Miran, bu gülüşü tanıyordu. Çaycıda, sergi salonunda, notta... hepsi aynı gülüşe çıkıyordu. Ama bu sefer başka birine yönelmişti. Miran'ın içi karıştı. Adım atmadı. Sadece izledi. İçine bir duman daha çekti. Leriya, camın dışına bir an göz attı. Bir siluet gördü ama tanımadı. Baran konuşmaya devam etti. Leriya tekrar ona döndü. Miran, o an geri adım attı. Sokaktan uzaklaştı. Ama içindeki sessizlik büyüyordu. Bu sahne, bir şeyleri değiştirmişti. Baran, Leriya'ya dönüp "Seninle konuşmak iyi geliyor," dedi. Leriya gülümsedi. "Seninle gülmek de." Ama o sırada, bir defterin sayfasında yeni bir cümle yazılıyordu. Miran'ın elinden çıkmıştı: "Bazı gülüşler, yanlış kişiye döner." Baran, kafede Leriya'yla sohbet ederken genç çocuğu farketmişti. Miran'dı. Gözleri kısa bir an camın ardına takıldı, sonra konuşmasına devam etti. Leriya'nın gülüşüyle örtmeye çalıştı içindeki kıpırtıyı. Miran onları görmüştü, bundan emindi. Ama bunu Leriya'ya söylemedi. Sohbetin sonunda, kahveler bitince, Baran hafifçe eğildi: "Bugün seni görmek iyi geldi," dedi. Leriya gülümsedi. "Benim için de." Baran ekledi: "Başka biri seni görseydi, ne düşünürdü sence?" Leriya durdu. "Kimse beni tanımıyor ki," dedi. Baran sadece başını salladı. Konu kapanmış gibi oldu ama içlerinde bir şey açık kalmıştı. O akşam herkes evine dağıldı. Leriya çizimlerine döndü, Baran sessizliğe. Miran ise defterine yeni bir cümle ekledi: "Bazı gülüşler, tanıdık bir acıyı hatırlatır." Baran'ın sessizliği, Leriya'nın gülüşü, camın ardındaki o an... hepsi bir izdi. Ama bu iz, henüz konuşulmamıştı. Ve fark etmişti ki uzun zamandır defterine hiç bu kadar not almamıştı. Ertesi sabah sergi salonunun kapısında Leriya duruyordu. Elinde bir dosya, içinde yeni çizimler. Hava hâlâ güneşliydi ama daha serindi. Baran yaklaştı. "Yine erken gelmişsin," dedi. Leriya gülümsedi. "Alışkanlık." Baran, dosyaya göz attı. "Yeni şeyler mi?" Leriya başını salladı. "Dün gece biraz düşündüm." Baran bir şey söyleyecekti ki, bir ses duyuldu. Miran gelmişti. Adımları yavaş, bakışları sabitti. Baran onu görünce durdu. Göz göze geldiler ama selamlaşmadılar. Baran, Leriya'ya dönüp "Ben içeri geçiyorum," dedi. Ve uzaklaştı. Miran, birkaç saniye sonra Leriya'nın yanına geldi. "Merhaba," dedi. Leriya başını kaldırdı. "Merhaba." Sesler düz, ifadeler nötrdü. Ama aralarında bir şey vardı. Görülmüş, hissedilmiş ama söylenmemiş. Miran, sergi afişine göz attı. "Yeni çizim mi?" dedi. Leriya dosyayı uzatmadı. "Sadece denemeler." Miran başını salladı. "Umarım iyi geçer." Leriya teşekkür etti. Gözleri kısa bir an Miran'ınkine takıldı. Ama sonra uzaklaştı. Miran orada kaldı. Baran'ın gidişi, Leriya'nın sessizliği, kendi içindeki kırılma... hepsi bir cümleye dönüşüyordu. "Bazı karşılaşmalar, konuşulmadan da kırar."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD