bc

REHİNCİ

book_age12+
645
FOLLOW
1.8K
READ
body exchange
second chance
friends to lovers
independent
student
drama
mystery
loser
small town
like
intro-logo
Blurb

Rüya, küçüklüğünden beri dış görünüşüyle ilgili yargılandığı için özgüven eksikliğiyle büyüyen 96 kilo bir kızdır. Hayata karşı olan cesaretsizliği onu depresyona sokar.

Depresyonun en karanlık yüzünü yaşayan Rüya ruhundaki acılara daha fazla dayanamaz ve hayatını sonlandırma kararı alır.

Varlığının en büyük delili olan altın kaplamalı günlüğünü yanında götürmek istemez. İnsanlığın en iğrenç yüzünü suratlarına çarpma arzusuyla onu ailesine bırakmak yerine daha çarpıcı bir başlangıç yapar ve günlüğünü rehin dükkanına bırakarak hayatını sonlandırmak üzere yola çıkar.

Rastgele tanıştığı Rehinci dükkanının sahibi Savaş ve geçmişten gelen çocukluk arkadaşı Eymen’le beraber kendini adeta bir aşk üçgeninin içerisinde bulur.

chap-preview
Free preview
1.BÖLÜM "HAYATİ KARAR"
Soluk soluğa kalsam da yavaşlamadan koşmaya devam ediyor, bir yandan da tanıdık birinin beni takip etmediğinden emin olmak için arkama bakıyordum. Peşimde kimsenin olmadığını görmenin verdiği rahatlık önüme döndüğüm an kayboluyor, tekrardan tedirginlikle arkamı dönüyordum. Midemin tam ortasına bir kramp girdiğinde iki büklüm olmak istedim. Aralık duran dişlerimin arasından keskin bir soluk aldığımda çıkan ses işittiğim rüzgar esintine karıştı. "Çok farklı." Dudaklarımın kenarları yukarı doğru kıvrılıyordu. Adrenalin beni iyi hissettiriyordu. Canımın acıması, soluklarımın hızlanması hepsi yaşadığımı hissetmeme neden oluyordu. Soluk aldığım son dakikalardı belki de... Bu delilikti ama bunu yine de yapacaktım, kimse bana engel olamazdı. Soluk seslerim iyice kuvvetlendiğinde karnımdaki keskin ağrı yerini iyice belli etti. Sanki orada bir bıçak vardı ve biri onu düzenli aralıklarla çeviriyordu. Öksürdüm, adımlarım yavaşladığında kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Bir rehin dükkânının önümde durduğumda birkaç kez daha öksürdüm ve kalbimde oluşan acı boşluğun dolmasını bekledim. Az önceki koşudan dolayı midemdeki acı hala yerini mıhlıyordu. Elimde tuttuğum altın kaplama deftere baktım. Üzerine adımın ve soy adımın baş harfleri sıralanmıştı. R. P Bu bana dedemin ilk ve son hediyesiydi. Ben doğduktan üç ay sonra vefat eden dedemin... Garip bir şekilde o yaşasaydı çok fazla seveceğimi hissediyorum. Bana varlığımın tek tesellisini bırakan adamı nasıl sevmezdim ki? Bu günlük benim doğumumun en büyük kanıtıydı. Başından beri hissettiğim en bütün çöküntüler ve batışımın hikâyesini defa elimde tutuyordum. Dişlerim gözükecek şekilde gülümsediğimde esen rüzgâr saçımı önüme doğru savurdu ve birkaç tel ağzıma girdi. Onları umursamadan, suratımdaki donuk tebessümle rehin dükkânına doğru ilerledim. Kapısı camdan olsa da üzerine yapışkanlı askılarla pek çok yün işi asılı olduğu için kapının ardını seçemiyordum. Cam kapıyı sağ elimde ittirdiğimde sol ayağım arkada kalmıştı. Çıkan çan sesiyle gözlerim yukarıyı buldu. Kapının ardında kocaman bir inek çanı vardı. Basık atmosferli ve bohem tarzlı olan küçük rehin dükkanına baktım. Dikdörtgen şekilli ince masanın ardında orta yapılı, uzun boylu bir genç adam vardı. Suratımdaki donuk tebessüm parladı. İşte tanımadığım bu adam, kayboluşuma peçete tutacak. Benim soy ismim gibi parlamama sebep olacaktı. Rüya Parlak... Bu ismi herkes bilecekti. Hakkımda yazılabilecek olan haber başlıklarını şimdiden tahmin edebiliyorum. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve yan yan tebessüm ettim. On yedi yaşında ki Rüya Parlak çevresindeki zorbalığa daha fazla dayanamadı ve günlüğünü bir rehin dükkânına bırakarak hayatını sonlandırdı. Adımın R.P olarak geçmemesini özellikle son duygularımla beraber belirtmiştim. Bu haber çok fazla yankı uyandırmalıydı. Türkiye de ki birçok insanın varlığımdan haberdar olacağını düşünmek bile ellerimi terletiyordu. Isınan ellerime baktım ve gözümde odamdaki yaşamım canlandı. O karartılı odada yaşamımı sürdürürken, okul arkadaşlarım bile adımı tam bilmezken, ailem ve akrabalarım tarafından sürekli dış görünüşümle ilgili aşağılanırken, bastırılmıştım, ezilmiştim, aşağılanmıştım... Tüm Türkiye onların ne derece rezil insanlar olduğunu bu rehinci sayesinde öğrenecekti. Bana dik bir ifadeyle bakarken tek kaşını yukarı kaldırdı ve "orada daha ne kadar bekleyeceksiniz?" dedi. Ses etmeden ona doğru ilerledim. İçerisi öylesine sessizdi ki ayakkabımın tabanından çıkan tok sesleri takip edebiliyordum. Masasını ortalayarak önünde durdum ve sol elimde tuttuğum defteri sağ elimle de destekleyerek adama doğru uzattım. Sert ve belirsiz bakışlar elimdeki altın kaplamaya eğildi. Ucundan tutup kendine doğru çektiğinde boş kalan ellerimi baldırlarımın yanına indirdim. Masanın üzerindeki şeffaf, kemik gözlüğü burnunun ucuna doğru takıp kontrol etti. O sorma fırsatı bulmadan aceleyle "altın kaplama." Dedim. Tek kaşını diğerine oranla daha fazla yukarıda tutmaya devam ederek defteri açıp içini kabaca kontrol etti ve bana baktı "bunun içi dolu. Kim için dolu bir defter almak ister?" Yanaklarım kızardığında bakışlarım hızla etrafta gezindi. Küçük bir çocuğun suçluluk duygusunu hissettiğimde ensem terledi ve saçlarım birbirine girdi. O defter çok özeldi. Varlığımın tüm ederi ve değeri parmaklarının arasında duruyorken o... Neden bununla ilgilenmek istemedi? Kimsenin almak istemeyeceğini söyledi. Tüm yaşamım boyunca istenmemiştim, varlığım bile beş para etmiyordu. Boğazımda duygusal bir boşluk olduğunda genzim yandı ve gözlerim yaşardı. "Almayacak mısınız?" dediğimde bakışları kısıldı. "Alacağım tabii ki ama çok para vermem, şimdiden söyleyeyim ve almaya geldiğinde iki katı para alırım." Hızla kafamı onaylar anlamda salladığımda genzimdeki yanma dağılıyordu. "Aynı zamanda" bakışları defterin kaplamasının üzerinde gezindi ve gözlerime baktı "altı ay içerisinde gelip almazsan başkasına satma hakkına sahip oluyorum." Başımı tekrardan onaylar anlamda salladığımda boğazımdaki yumru büyüyordu. Altı ay... Bu süre çok fazlaydı. Ben öldükten ne kadar süre sonra varlığım bilinecekti? Kemiklerim çoktan çürüyecek, yok olmaya başlayacaktım. Bu düşünce kısa bir anlığına etimi kesik atılırcasına canımı yaktı ve gülümsedim. "Peki..." Rehinci kasasını açtı ve içerisinden bozukluklar ön planda olmak üzere para sayıp bana doğru uzattı ve "bozukluk olmasında bir sıkıntı var mı?" dedi. "yok..." ona iki avucumu uzattığımda bozuk paralar ve birkaç tane kağıt beşlik avucumun içerisinde yer aldığında avuçlarımı göğsüme yaslayıp ederimle beraber oradan ayrılırken aklıma gelen ayrıntıyla omzumun üzerinden ona kısa bir bakış attım. "Sizin isminiz ne?" En son konuştuğum kişinin adını bilmek istiyordum. "Savaş..." Gülümsedim "hoşça kal Savaş..." Garip ifadesi suratından silinmeden öylece kafasını sallarken arkamı dönüp cam kapıyı bedenimle ittirerek kaçarcasına koşup gitmeye başladığımda dudaklarımda bir melodi vardı... Tanımadığım, daha öncesinde hiç bilmediğim bir melodi... Yatak odamdaki büyük yastığı bıçakla deldiğim anları anımsadım koşar adım yürürken. Dün gece bir aile yemeğinden dönerken arabada, camdan dışarısına, karanlık yola bakarken uzunca düşünmüştüm. O anki buhranı... Kötü hisleri nasıl atacağımı, üzerimdeki karanlıktan nasıl kurtulacağımı... Hıncımı alabileceğim tek bir plan geldi aklıma ve eve girer girmez mutfaktan demir, yuvarlak bir tepsi aldım, bir de makas... Hardal rengi uzun kabanım hala üzerimdeyken çatı katımızda olan uzun süredir kullanılmayan, arbede odaya rastlamadan önce kendi odama girdim. Kızmızı keçeli kalem ve a4 kağıtları... Birkaç eski fotoğraf ve mum için kullandığım mavi çakmak. Her birini tepsiye koyup arbede odaya girdiğimde ışıklar kapalıydı. Dirseğimi duvarda sürterek ilerledim ve loş ışık etrafı aydınlattı. Kafamı kaldırıp örümcek ağı tutan tavana bakıp dizlerimin üzerine çöktüm. Tepsinin ahşap zeminde sürtünme sesini duyduğum an gözlerimi yumup ileri geri hareket ettirdim. Bu sesi seviyordum... Odamdan bir çöp poşeti, bir de sarılma yastığımı alıp geri döndüğümde ayakta dikiliyordum. Elimdekileri yere fırlattım, kapıyı kilitledim. Usul adımlarla yerdeki eşyalara doğru ilerliyorken hiçbir şey hissedemiyordum. Kabanımı çıkartmadan öylece oturduktan sonra tepsideki bıçağı adım ve yastığa sapladım. Meyve bıçağı olduğu için bükülüp kırılma ihtimalini düşleyerek yavaş ve dikkatli hareket etmiştim. Kalın kumaşa bıçak güçlükle batıp çıkıyorken oluşturduğu sürtünme sesi tüylerimi ürpertti. İşte o an döküldü dudaklarımın arasından tanıdık olmayan o melodi... dınınınınını dınınınınını... Yumuşak, sessiz ve sakince bıkmadan usanmadan mırıldanmaya devam ediyordum. Yastığın yeterince delindiğinden emin olduktan sonra makasımı alıp kenarlarını sanki çizmişim gibi özenle kesmeye, küçük parçalar çıkartmaya devam ettim. İçinden çıkan yünü yanımda getirdiğim poşete özenle ayırıp koyarken bilindik melodimi mırıldanmaya bir an olsun ara vermiyordum. Geriye kalan kumaşı da ayrı bir poşete koyup tepsiyi önüme çektim ve a4 kağıdı da kocaman harflerle ablamın ismini yazdım. Tepsideki diğer eşyaları yere bırakıp kağıdı ucundan tutuşturup tepsiye bıraktığımda yanan kağıt görüntüsü göğsümde bir ferahlamaya sebep oldu. "Sen beni hep aşağıladın. Yıllardır burnum ve bedenimle dalga geçiyorsun." Büyülenmiş gibi ateşe bakmaya devam ederek "Sen tam bir kaltaksın, senden nefret ediyorum sürtük. Bana bir şey demeden önce o iğrenç niyetlerinde kararttığın pis kalbine bak, kaltak!" Öfkeyle, hırsla konuşmuş tüm nefretimi akıtmaya çalışmıştım. Bu söylediklerim on da biri bile olamazdı. Kağıt gözlerimin önümde kül olana kadar yandığında sıcaklığı burnumun ucunda hissettim ve söndü. Aynı şekilde hayatıma aldığım, bende yara açan herkesi ve en sonunda da bu şehri yazıp tüm içimdekileri döktüğümde hiçbir şey hissetmiyordum. Boş bir ifadeyle baktıktan sonra külleri de yastığın kumaş parçalarını koyduğum poşete döktüm. O küllerin arasında bende olan fotoğraflarda vardı. Onları da birer birer yakmış, kül olmalarını zevkle izlemiştim. Çöp poşetinin ağzını çektirip sırtıma attıktan sonra yukarıdaki demir kapıdan apartmana çıktım. Yine o uydurup melodi döküldü dudaklarımdan. Eve en geldiğimizde saat sekiz civarlarındaydı. Üst kapıdan çıktığım için ailem beni evde sanıyordu. Mırıldanarak karanlık sokaklarda dolaşırken iki tane çöp konteynırı geçtim. Hayır, ben en uzağına gitmek istiyordum. Gidebildiğim kadar uzağa gitmek istiyordum. Bir süre sonra ayaklarım acımaya başladı ve bir konteynırın önünde durdum. "defolun, yüklerim." mırıldanmayı kısa bir anlığına bu iki kelime için kesmiş, ardından devam ettirmiştim. Aynı melodiyle eve doğru yürümeye devam ettiğimde artık içimde hiçbir şey kalmamıştı, artık veda etmeye hazırdım. Uçurumun önüne geldiğimde tepeye kadar çıktığım için terlemiştim. Rüzgar arkamdan öylesine kuvvetli çarpıyordu ki, adeta beni aşağı doğru itiyordu. Öne gelen saçlarımı umursamadan ucuna kadar geldiğimde attığım her adım işimi daha fazla zorlaştırdı. Hayalimdeki kadar kolay gözükmüyordu. Yukarıdan aşağı bakınca midem ağzıma geldi. "Buradan sonra vazgeçemem..." Kararlı bir şekilde en uca geldiğimde sırtımdan ittiren rüzgâr garip bir şekilde bir anda yön değiştirdi. "Böyle bir şey mümkün olabilir mi?" Tüylerim ürperdi. "Gerçekten atlayacak mısın?" Yeni tanıdığım sesle omzumun üzerinden geriye doğru döndüm. Yeşilliklerin arasından çıkmış bir beden... O, rehinci... Savaş... Kaşlarımı çattığımda elinde günlüğümü tutuyordu. Dağılan saçlarından ve omzundan aşağı sarkan hırkasından uzun süredir koştuğu belli oluyordu. Ne kadar süredir böyle buradaydım? Düşüncelerimin arasında kaybolmuş, yolu uzatarak gelmişken beni nerede bulduğunu düşünecek gibi olmuşken anımsadım. Bu ayrıntı günlüğümde zaten yazılıydı... Çatık kaşlarımla önüme doğru döndüğümde aralık kalan dudaklarımdan kuvvetli bir soluk bıraktım. "Böyle planlamamıştım..." "Ne zaman atlamayı düşünüyorsun?" Garip bir ifadeyle geriye doğru döndüğümde o adam kafamı karıştırmıştı. Beni ciddiye almadığını hissettiğim için o an ondan nefret ettim. Dişlerimi birbirine bastırarak öfkeyle ona baktım ve "beni sakın hafife alma." dedim. Bana doğru yürümeye başladığında aksi bir bir ifadeyle bağırdım "yaklaşma!" Tek kaşı yukarı doğru kıvrıldı "neden? Yoksa atlar mısın?" Aramızda yaklaşık bir metre bıraktığında soluklarımı sertçe alıyordum. Hiç bir şey planladığım gibi olmuyordu... Tedirginlik tüm bedenimi kaplıyorken aramızda garip bir bakışma oluştu. Kumral rengindeki saçlarını eliyle düzelttikten sonra koyu lacivert rengindeki kot pantolonunun cebine soktuğunda oldukça rahat gözüküyordu. İntihar edecek birine şahit olmak için fazla rahattı. "Alay etmeye mi geldin?" Dişlerini birbirine bastırdı ve öfkeyle "sadece ne kadar aptal olduğunu görmek istedim." Kafam iyice karışmıştı. "Beni rahat bırak!" planlarımı bozduğu için ondan nefret ediyordum. Kaşlarını havaya kaldırdı ve çenesinin ucuyla uçurumu gösterdi "buradan mı atlayacaksın?" Kafasını emir almışçasına eğdi ve "bekleme, atla!" Günlüğümün sırtıyla üzerimi işaret edip "hemen peşinden bu saçmalığı da atacağım!" Korkudan gözlerim irice açıldığında dehşete düşmüştüm. Ben atladıktan sonra nasıl olur da tüm varlığımın kalıntıları da benimle birlikte atlardı? O zaman hiçbir anlamı kalmazdı ki... Sonsuza kadar görünmez kalırdım... "Seninle bir anlaşma yaptık! Nasıl olur da rehin olarak bıraktığım defteri atmaya kalkarsın?" Alayla güldü. "Gelip alman kaydıyla rehin olarak geçiyor, altı ay sonra ruhun mu gelip alacak defter?" "Altı ay boyunca o defteri güvende tutma hakkına sahipsin! Sonrasında da satma! Eğer atarsan..." Son cümle dudaklarımın arasından dökülürken yalvarırcasına çıkmıştı. Kavisli kaşı yukarı doğru kıvrıldı "atarsam ne? Bana ne yapabilirsin ki?" Sertçe yutkundum ve "eğer atarsan..." Suratındaki ilgili ifadeden cevap için beklentiye girdiğini görebiliyordum. Parmağımı ona doğru uzattım ve heyecanla "zarara uğramış olursun!" Dediğimde suratı buruştu. "Aptal olma, bana..." ceplerimdeki bozuklukları avuçlayıp ona doğru kaldırdım "bana bir sürü para ödedin." Tatmin olmayan ifadesini görünce dudaklarımdan birkaç mırıltı döküldü "en az iki katını kazanacaksın bu yüzden atamazsın..." Dedim. Dudağının kenarı alayla kıvrıldığında omuz silkti. Az önce deli gibi koşmamış gibi davranıyordu sanki bana orada kazara rastlamış gibi havalı duruyordu. Uçurumun diğer kenarına yaklaştı ve defteri boşluğa doğru uzattı. "Keyfimin kâhyası mısın?" Dudaklarını büzdü ve zayıf bir tonla "Var olduğumu ispatlayacağım." Utançla kızardım, bu ben yaşarken olmayacaktı. "Ezilmekten, aşağılanmaktan bıktım." "Sus!" Gözlerim dolu dolu olmuştu. "Artık bu hakkı kimseye vermeyeceğim, ezik olmayacağım!" Alayla güldü ve boşta kalan eliyle midesini tuttu. Defterime yazdıklarımla dalga geçiyordu, aslında dalga geçtiği duygularımdı... Ben hâlâ hayattayken bunun olması, birinin hislerimi öğrenip dalga geçmesi... Hem öfkelenmeme hem de kederlenmeme sebep oldu. Bir adım daha geriye doğru attım, rüzgâr sırtımdan doğru çarpıyor, saçlarım dalgalar halinde yüzümü çerçeveliyordu. "Sus dedim sana sus!" Bakışları temkinli bir ifadeyle ayaklarımı buldu ve "ne sanmıştın? İnsanlar tüm bu saçmalıkları okuduktan sonra sana acıyacaklar mıydı?" "Ben acınacak halde değilim!" Kısaca beni ve arkamdaki boşluğu süzdü "daha önce bu kadar acınası birine daha rastlamamıştım." O konuştukça hayretle midem hopluyordu. Hiç beklemediğim tepkilerle öylece kalakaldım. Benim karanlık hislerimin arasında, o defteri okuyan kişinin duygulanacağı kederden boğulacağı varken bu adam duygularımla, tüm karanlığım ve geçmişimle dalga geçiyordu. "Biliyor musun?" Birkaç damla gözlerimden aktı "ne düşündüğün umurumda değil." Bir ayağımı daha geriye doğru attım. "O yüzden mi uçurumun bir kenarındasın" defteri yukarı doğru kaldırdı "hislerini tüm Türkiye'ye duyurmak için bunun kalmasını istiyorsun." Kafasını onaylamaz anlamda salladı ve tekrardan defterin sırtıyla beni işaret etti "başkalarının düşünceleri yüzünden kendi hayatını sonlandırmak zorunda olan sen, aptaldan fazlası değilsin!" Kelimeleri adeta rüzgâr efektiyle üzerime doğru çarptığında karşısında adeta dumura uğramıştım. Bana en ufak bir merhamet dahi göstermeyen bu adama hayretle bakmaya devam ettiğimde gözyaşlarım birbiri ardını takip ederek yanağımdan aşağı doğru sıyrılıyordu. "Tüm bu sözlerin için çok pişman olacaksın..." Bir iki adım geri giderken o da benimle birlikte geldi ve tam önümde durdu. Yarım adımlık bir mesafemin bile kalmadığını biliyordum. "Senin hayatın bir inada mı bakıyor?" İğrenircesine bana baktı "kendini değersizleştiren sensin, insanlar değil!" Koyu yeşil gözleri yakınlığı yüzünden ruhumun en içime doğru işliyordu. "Bir suçlu arıyorsan kendini suçla. Daha önce hiç karakterini geliştirmeyi düşündün mü? Yada dünyayla savaşmayı?" Dünyayla savaşmak? Üst dudağını yukarı doğru kıvırdı "onun yerine tüm insanlığın değişeceği, seni anlayacağı düşüncesine kapıldın değil mi? Çünkü daha kolay geldi." Güldü. "İmkânsız bir hayale kapıldın, hayal kırıklığın da hayalin kadar büyük oldu." Kısaca etrafa baktı "ve sonuç olarak buradasın." suratını buruşturdu ve boştaki elini kaldırıp işaret parmağını üzerimi delercesine tutup "hepsi senin tembelliğin yüzünden." dedi. Sertçe yutkunduğumda gerçekçiliği boğazımdan geçmemişti. Kafamı onaylamaz anlamda salladım. "Senin zaten atlamaya niyetin yok, olsaydı bunu çoktan yapardın." "Kendinden bu kadar emin konuşman..." Dişlerimi birbirine bastırıp tısladım. "sinirlerimi bozuyor!" Ona yakın olan ayağımı kaldırdığım an kollarımı sıkıca sarıp hayvani bir güçle bedenimi tutup kendinden geriye doğru çektiğinde sarsıntının verdiği hengameyle sırt üzeri dönüp yere düşecekken beni bırakmadığı için aynı şekilde benimle beraber yuvarlanıp üzerime düşerken ani bir hareketle beni kaydırıp aşağıya kendi sırtını döndü ve düşüşün tüm zorluğunu üstlendi. Bedenim sarsılarak göğsüme doğru düştüğünce çenemin kenarı köprücük kemiğinin girintisine çarpmıştı. "ah!" dudaklarımın arasından tek solukta çıkan iniltiyi ağrıyan çenem yüzünden bastırmak zorunda kaldım. Başım kaldıramayacağım kadar çok zonkluyordu. Alnımın kenarını göğsüne yaslayıp gözlerimi yumdum. Soluklarımın düzene girmesini bekliyorken onun ne halde olduğuma bile bakamıyordum. Kısa bir an dinlendikten sonra kafamı yavaşça kaldırıp o koyu yeşil gözlere bir de yakından baktım. Biçimli ve pembe renginde olan dudakları aralık olduğu için diğerlerine nazaran daha uzun kalan tavşan dişleri parladı gözlerimin önünde. Soluklarını hızla verdikten sonra "bahsettikleri kadar varmışsın!" Neyden bahsettiğini anlamadığım için kaşlarım çatıldı. Soluk soluğa konuştu "üzerimden kalkmayı düşünüyor musun!" Gözlerim dehşetle aralandığında hissiz kalan duygularım tekrardan öfkeyle kaplanınca hiddetle kalktım. Kalkarken yanlışlıkla göğsüne bastırıp güç almıştım. Suratı kızardı, dişlerini birbirine bastırıp soluğunu tuttuğunda doğrularak ayağa kalktım. Öfkeyle karışık duygularla ona öylece bakıyorken aklıma gelen ayrıntıyla gözlerim irice açıldı "defter! Defterim!" Yanına baktım, hiçbir yerde yoktu! Hızla uçuruma doğru ilerliyorken oradan düşmüş olabilme ihtimali bile beni kahrediyordu. Öylesine gözüm dönmüştü ki yanımda olan kıpırtıyı fark edemedim. Kolunu uzatıp beni göğsümün altından kavrayıp geriye doğru ittiğinde hem etrafa bakınıyor, hem de deli gibi ağlıyordum. "Nasıl ya!" "Dursana kızım! Deli misin sen?" Zapt edilemez bir haldeyken belimden sıkıca kavradı ve ormana doğru yürümeye başladığında ayaklarım havadaydı. "Ne yapıyorsun!" Omuzlarındaki tişörtünü çekiştirerek ondan ayrılmaya çalıştım. "Bıraksana! Nereye götürüyorsun beni!" Etkilenmedi ve daha fazla hızlanarak ormanın içinde yürümeye devam ettiğinde direniyordum. "Günlüğüm! Günlüğümü almam lazım!" Birden bedenim sertçe savrulduğunda geriye doğru gitmeye başlamıştım. Adımlarımı güçlükle sağlama aldığımda sırtımda kocaman bir ağacın gövdesini hissettim. Göğsüm hiddetle inip kalkıyorken gözlerimi yumup geri açıyor, tüm bu anların doğruluğuna inanmaya çalışıyordum. Hiçbir şey planladığım gibi gitmesi bir yana, asla hayal dahi edemeyeceğim olaylarla karşılaşmak beni afallatıyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun Rehinci!" "Adım Savaş, söylemiştim." Sertçe yutkundum ve öylece dikilmeye devam ettim. Bu adamın geri adım atmaya hiç niyeti yoktu. Tüylerim diken diken olduğunda burnumda tatlı bir sızı hissediyordum. Esen rüzgar gözlerimi dolduruyor, düşüncelerimi gölgelendiriyordu. Onunla iş birliği yapmaya karar verdiğimde tek amacım günlüğümü geri alabilmekti... Ağacın pütürlü gövdesinden uzaklaşıp tam önünde durduğumda gözlerimden başka hiç bir yere bakmıyordu. "Peki Savaş... Ben sadece günlüğümü almak istiyorum." Suratına bir gölge indi, düşünceli bir hali vardı. Aklından geçenleri deli gibi merak ediyorken konuştu "tamam, sana günlüğünü vereceğim." Suratımda gülümseme oluştu, heveslenmiştim. Ardından kaşlarım çatıldı ve etrafa kısaca bir bakış attım. Günlüğüm onda mıydı? Beni tutarken tişörtünün içine falan mı koymuştu? Kısaca süzdüğümde kafamı onaylamaz anlamda salladım. Bu imkânsızdı. Ama nasıl... Günlüğümü nasıl olacak da bulacaktı? Onun uçurumdan düştüğüne adım kadar emindim. "Sen onu nasıl bulacaksın ki?" "Orasını düşünme. Sadece tek bir şartım olacak." Temkinli bir ifade takınıp ona baktım. Yoksa o bir sapık mıydı? Veyahut katil, veya şantajcı? Benden günlüğüm karşılığında para mı isteyecekti? Ellerini birbirine çarpıp bana doğru ilerlemeye başladığında suratında yine o dalgacı ifade oluşmuştu. "Saçma sapan şeyler düşünmeyi bırak!" Gözlerimi kocaman açıp hayretle ona baktım. Sağ elimi göğsüme bastırdım. O benim düşüncelerimi mi okuyordu? Bir adım geri çekildiğimde ürpermiştim. Yoksa o... Etrafa delice bir bakış attım, yoksa o aslında yok muydu? "Fantastik kitap çok okuyorsun herhalde? Etkisinden çıkamamışsın bakıyorum da?" İrice açılan gözlerime ağzımda eşlik ettiğinde tam anlamıyla nutkum tutulmuştu. Rehinci benim düşüncelerimi okuyabiliyordu! İşaret parmağımı ona doğru uzatıp, sağ ayağımı geriye doğru atarak büktüm. "Sen benim düşüncelerimi mi duyuyorsun?" Suratını buruşturup bana tam bir ümitsiz vakaymışım gibi baktı. "Sandığımdan da aptalmışsın, senin de çok işim var." Sesi bitkin çıkmıştı. "Saçmalama, benimle ne işin olacak ki?" Boğazını temizleyip bir adım bana doğru attığında aynı şekilde geri çekilip kontrollü bir tutumla onu incelemeye devam ettiğimde konuştu. "Günlüğünü sana vereceğim ama iki ayını benimle geçirmen şartıyla..." Gözlerim yuvalarından çıkarcasına açıldığında dudaklarımdan hafif bir nida koptu ve "düşündüğüm gibi bir sapıkmışsın! Seni polise vereceğim, bir günlük yüzünden bana nasıl böyle iğrenç bir teklifle gelirsin!" Suratını buruşturdu ve "tabii ya, ergen bir kızın aklı cinsellik dışında neye çalışır ki?" Beni tam anlamıyla dumura uğrattığında öylece kaldım. O az önce ne demişti öyle! "Ya! Ne demek istedin öyleyse, açık konuş Rehinci!" Gözlerimin içine doğru baktı ve dişlerinin arasından tıslayarak beni tekrar düzeltti. "Savaş." Boğazımı temizledim "peki Savaş," tek kaşımı kaldırarak "açık konuşmaya ne dersin?" İki elini de pantolonunun ceplerine soktu. Boynunu hafif yana yatırarak "bu iki ayda, bugün yapmak üzere olduğun planın ne kadar çok aptalca olduğunu sana kanıtlayacağım." "Peki ya inanmazsam?" Omuz silkti. "Sana yine de defterini vereceğim, atlamak istersen o zaman yine atlayabilirsin." Düşünceli bir ifadeyle öylece bakakaldığımda kafam karıştı. O... Neden benim için uğraşmak istiyordu ki? Üstüne üstlük bana iki ayını verecekti. Bunun altında bir şey aramamam garip olurdu... Düşünceli bir tavırla "neden..." Dedim "neden benim için uğraşıyorsun ki?" Tekrardan suratı gölgelendi. Tam da o an emin oldum, bunun kesinlikle bir sebebi vardı, kendisine saklamak istediği bir sebep... "Bunu söylemezsen..." Sana inanmam dememe kalmadan genzinden çıkan o yanık sesle konuştu. "Bunun sebebini sana iki ay sonra söyleyeceğim..." İki ay... Çok uzun bir süreydi... O an gözlerimi kaplayan o meraka engel olamadım ve Rehinci'yi yukarıdan aşağı dikkatle inceledim. Suratında hafif gölgeli bir acı vardı sanki... Çekik, koyu yeşil renkte ki gözleri sert sert bakıyordu. Göz altı düz oranla aşağı doğru indiği için ifadesindeki sertliği ve umursamazlığı destekliyordu. Elmacık kemikleri hafif kıvrımlarla çıkıntılıydı. Buğday tenine uyan kumral saçları, orta yapılı uzun vücudu ve kendine has bir giyip tarzı vardı. Saçlarının, ellerinin ve ayakkabılarının temizliğinden temiz kokusunu almasanız bile hissedebiliyordunuz. O... Bir erkeğe göre ve hayatın bana verdiği standartlara göre aslında çok yakışıklı bir erkekti... Zamanında hayalini bile kuramayacağım, görsem suratıma bile bakmayacağından emin olacağım bu adam... Neden iki ayını benimle beraber geçirmek istiyordu ki? Bunun altında gerçekten de bir sebep varsa bile aklım inatla kabul etmek istemiyordu. Gönlümdeki ağırlıkla beraber kafamı uçuruma doğru çevirdim. Belki de onu geri çevirip yarım bıraktığım işi tamamlamalıydım. İçimden bir ses bunu yapmamam için bana adeta haykırıyordu. Zaten günlüğümü insanlığa adamadan bunu nasıl yapabilirdim ki? Hiç bir anlamı olmazdı, böylesine bir sonu istemiyordum...Hak etmiyordum... Kafamı ona doğru çevirdim ve burnumdan derin bir soluk aldım. "Pekala Savaş, iki ay boyunca seninle arkadaş olacağım." Dediğimde suratındaki gölgeler az da olsa dağıldı. O rahatlamış mıydı? En başından beri koşarak buraya gelmesi, benim için konuşmalar yapması... En başından beri ilgisiz gibi gözüküyor olması aslında sadece bir maske miydi? Bunun sebebini deli gibi merak ediyor olsam da sormak istemedim. O da söylemek istemezdi. Kafasını onaylar anlamda sallayıp bana doğru iki adım attığında aynısını yaptım, aramızda çok az mesafe bırakmıştık. Elini uzattı ve "o zaman anlaştık Rüya..." Dedi. Kafamı sallayıp yutkundum. Elimi avuç içerisine bıraktıktan sonra salladım ve "anlaştık Savaş..." Dedim. Birbirimize kararlı ifadelerimizle bakıyorken o, beni atlamaktan vazgeçireceğine adeta yemin ediyor gibiydi. Kararımı değiştireceğine emindi. Ben de aynı şekilde, aynı kararlılıkla ona bakıyorken vazgeçmeyeceğimi ispatlıyordum. Aramızdaki bu antlaşmayı kazanmak istiyor, net olan tutumunu bozmak istiyordum. İlk defa bu hayatta kazanmak istiyordum... Sonunu hayatımı sonlandırarak yazacağım bir kazanma, ne büyük bir ironiydi değil mi? Ellerimiz birbirinden ayrıldığı an ikimizde kafamızda kurduğumuz planlara daldık. Emindim ki onunkilerde benimkiler gibi, kazanmak üzere kurulmuş planlardı. Önüme doğru dönüp yürümeye başladığımda o da benimle birlikte geliyorken içimden tekrar ettim. R.P... Bu sefer kaybetmeyeceksin.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.2K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.1K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.8K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook