Bölüm 13

830 Words
Yeni güne uyandığımda kendimi sanki bir yıldır aralıksız uyuyormuşum gibi hissettim. Hayatımda beş saatten fazla uyuduğum gecelerin sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. Bu defa ise neredeyse günü devirmiştim. Bu uyku beni uzun bir süre idare ederdi. Saate baktım, erkendi. Zehra henüz uyanmamıştı. Maalesef bir haftalık ayrılığımızın kavuşma akşamında kola çekirdek film üçlüsü eşliğinde bir kutlama planlarken ben daha hava bile kararmadan uyuyakalmıştım. Bu yüzden telafi olarak enfes bir kahvaltı hazırlamayı kendime vazife edindim. Bu can dostum için hoş geldin kahvaltısı olacaktı. Neyse ki alışveriş yapmıştık da evde hemen her şey vardı. Ben de patatesleri soymakla işe başladım. Ona en sevdiğinden bol biberli bir patatesli yumurta yapacaktım. Ardından pankek hamurunu hazırlayıp küçük yuvarlaklar halinde tavada kızarttım. Çeşit çeşit kahvaltılıkları da masaya özenle yerleştirdikten sonra ultra lüks öğrenci kahvaltımız hazırdı. Uyandırmak için Zehra’nın başına dikildim. O benim aksime çok kolay uyanabiliyordu. Ufak bir dürtü sanki saatlerdir uyanıkmış gibi ayılmasına yetiyordu. “Hadi kalk! Sana bir sürprizim var.” Ben daha cümlemi bitirmeden Zehra sırtını yatağının başlığına dayamış saçlarını topluyordu. “Hayırdır? Ne sürpriziymiş bu?” “Kalkınca görürsün. Hadi! Sen yüzünü yıkarken ben de çayları doldurayım.” Zehra terliklerini giyip banyoya gitmek üzere odadan çıkınca ben masayı görmemesi için salon tarafına bedenimle set kurdum. Sürprizim bozulsun istemiyordum fakat benim bu hamlem onun daha da ilgisini çekti ve kafasını uzatıp içeriyi görmek için eğildi. Bu defa onu omzundan iteleyerek banyoya sürükledim. “Hadi bakalım. Fazla merak iyi değildir.” dedim ama maalesef her zamanki gibi hesaba katmadığım bir şey vardı. “Ne kadar saklarsan sakla patatesli yumurtanın kokusunu alabiliyorum.” diyerek derin bir nefes çekti içine. İşte yakalandığım an! Ben bu koku olayını hiç düşünmemiştim. Yine de umudumu yitirmedim. Hâlâ kahvaltının geri kalanını keşfetmediği için kendimi avuturken Zehra bir nefes daha içine çekerek işaret parmağını kaldırdı. “Ve pankeklerin…” “Sana da sürpriz yapılmıyor.” diyerek boynumu büküp elimde patlayan sürprizimle mutfağa döndüm. Zehra ise banyodan sesini duyurabilmek için sesini yükseltmişti. Fazla bağırmasına gerek yoktu çünkü altmış beş metrekarelik bir evde yaşıyorduk. “Üzülme, kahvaltıyı hazırlaman bile benim için büyük bir sürpriz.” “Ne demek istiyorsun sen?” derken tek solukta banyonun kapısında dikilmiştim bile. “Ben hiç kahvaltı hazırlamıyor muyum?” “Yani genelde uyanmak için zorlandığını düşünürsek…” Tam ağzımı açmış ona cevap verecektim ki arkadaşımın haklı olduğuna kanaat getirdim. Ne tarafından tutarsam tutayım bu konuda kendimi haklı çıkaracak bir delilim yoktu. Zaten Zehra’da çok uzatmadı. Zira gündemimizde çok daha önemli bir konumuz vardı. “Onu boş ver de ne oldu senin şu kayıp aşkın? Var mı bir haber?” Arkadaşımın koluna girmiş sofraya doğru yürürken dudaklarımı büzdüm. “Bilmiyorum.” “Ne demek bilmiyorum?” “Bilmiyorum çünkü bakmadım. Dün uyuyakalınca telefonun şarjı da bitmiş. Az önce taktım ama telefonu açmadım.” Zehra hayretle yüzüme bakıyordu. “Yani, evet çok merak ediyorum ama korkuyorum. Açmaya cesaret edemedim.” “Ama ne olduğunu öğrenmek için bunu yapman gerektiğinin farkındasın değil mi?” “Benim yerime sen yapsan?” derken olabilecek en masum bakışımla ellerimi çenemin altında buluşturdum. Buna dayanamayacağını biliyordum. “Eğer beklediğim sonuç yoksa bunu bana kalp krizi geçirtmeden sakince söyleyebilirsin.” “Tamam ama önce iki lokma bir şeyler yiyelim ki hayal kırıklığımızı boş mide ile karşılamayalım.” dedi ve çayından bir yudum aldı. Ben de onu takip ettim. Şu hayatta iyi bir kahvaltıdan daha keyifli ne olabilirdi ki? Hele maaile yapılan o kalabalık pazar kahvaltıları… Kuş sütü ile donatılmış eksiksiz bir masa, kaçıncı demlik olduğunu takip edemediğiniz çay ziyafeti eşliğinde bitmek bilmeyen sohbetler, şakalaşmalar… Çok özlesem de hatta burnumda tütseler de burada arkadaşımla da gayet mutluydum. Belki kalabalık değildik ama birbirimize sahiptik. Nihayet tıka basa doyduğumuzda elimi göbeğimin üstüne bastırıp sırtımı sandalyeme yasladım. Sanki bastırınca daha kolay sindirebilirmişim gibi ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Zehra son lokmasını da ağzına atınca çayından bir yudum aldı ve bana döndü. “Bakıyor muyuz?” Her ne kadar tahmin ettiğim sonucu duymaya hazır olmasam da bundan kaçamazdım. Telefonu tam dolmadan şarjdan çektim ki bunu normal şartlarda asla yapmazdım, sonra onu Zehra’nın avucuna bıraktım. Zehra, güç düğmesine bastığı anda benim kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Bir yandan gözlerimi kaçırmaya çalışırken bir yandan da yüzünde değişen en ufak bir mimiği takip ediyordum. İlk başlarda gayet sakin ve sıradan görünüyordu. Daha sonra bakışları değişti. Anlam vermeye çalıştım fakat pek bir karşılık bulamadım. Sonra yeniden sakinleşti. Sanırım diğer bir uygulamaya geçiş yapmıştı. İçimden bir his telefonu Zehra’nın elinden çekip almamı ve bir an önce bütün platformları dolaşmamı söylerken diğer bir his onun tam aksine korkudan gözlerimi bile açmama izin vermiyordu. Yani bu hissettiklerim aşk ile mi alakalı yoksa tamamen benim ruhsal sorunlarımdan mı kaynaklanıyordu, bilmiyorum. Demek istediğim, gerçekten aşık mıydım yoksa öylesine bir hevesin peşinde miydim? Belki de tüm bunlar onu bulma hırsımdan kaynaklanıyordu yoksa bir insan hiç tanımadığı birine bu kadar derin hisler besleyebilir miydi? Ne olursa olsun ortada bir gerçek vardı, kalbim. Aşk ya da değil, kalbim deli gibi atıyordu. Onu bulma arzusu ile çıldırmış gibiydi. Sanırım kalbim bir bedene bürünse şu an bir koşu bandı üzerinde son süratle koşuyor olurdu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD