Tüm bu düşüncelerle boğuşurken öylesine dalmıştım ki sertçe kapanan kapının sesi ile yerimden sıçradım. Ders bitmiş ve hoca sınıftan çıkmıştı. Ben de apar topar sınıftan çıkıp soluğu Zehra’nın kapısının önünde aldım. Çok geçmeden onlar da serbest kalmıştı ve ben Zehra’nın çıkmasını beklemeden sınıftan içeri dalmıştım.
“Acele et, yeni bir fikrim var.”
“Ne fikri?” Zehra konuyu çoktan unutmuşa benziyordu. Artık beni ne kadar ciddiye almışsa…
“Yapma Allah aşkına! Unuttum deme. Hani sabah bahsettim ya.”
“Ha, o mesele. Ee… Ne düşündün yine acaba?”
“Toparlan da kantine geçip anlatayım sana.”
Zehra eşyalarını topladıktan sonra kantine geçip birer çay aldık ve boş bulduğumuz bir masaya karşılıklı oturduk. Zehra gözlerini üzerime dikmiş anlatmamı bekliyordu.
“Bak şimdi! Ben dün gece fuar ile alakalı yüzlerce fotoğraf ve video paylaşımında gezindim ve o çocukla alakalı hiçbir iz bulamadım. Ama şöyle bir konuda işime yaradı; hangi etiketlerin daha çok etkileşim aldığını aşağı yukarı öğrenmiş oldum. Şimdi ben bir video çekeceğim. O videoda da fuardaki konuyu kısaca anlatacağım. Sonra o anlatıma en çok etkileşim alan müziklerden birini arka fon olarak ekleyeceğiz ve popüler etiketleri de gönderiye ekleyip tüm platformlarda bu videoyu paylaşacağız. Üzerine de ‘lütfen onu bulmama yardım edin’, yazarız ve bir şekilde bu videonun ona ulaşmasını bekleriz.” dedim ve ona anlaması için kısa bir süre verdikten sonra devam ettim. “Anlayacağın biz onu bulmayacağız, o bize gelecek.”
“Emin misin Aysima?” derken oldukça tedirgin görünüyordu Zehra. Açıkçası bu tedirginliğine anlam verememiştim. “Yani, sosyal medyada herkesin eline geçecek bu video. Bunun kötü niyetli olanı var, dolandırıcısı var. Ne bileyim. Hepsi bir yana, belki adamın belalı bir sevgilisi var. Kendini direkt hedef olarak sunuyorsun.”
Ben bu açıdan hiç düşünmemiştim. Onu bulmaya o kadar odaklanmıştım ki tek hedefim bu olmuştu ve diğer olasılıkların hiçbiri aklımın ucundan bile geçmemişti ama Zehra haklıydı. Kendimi direkt hedef olarak ortaya atamazdım. Başka bir yol bulmalıydım.
“Bir fikrin var mı peki?”
“Öncelikle video çekmeyeceğiz ve sen hiçbir şekilde hiçbir yerde görünmeyeceksin.”
“Görünmemem gerektiği konusunda seninle hem fikirim de nasıl olacak peki?”
“Bence şöyle yapalım. Yine fuar etiketlerini kullanalım. Tabii, popüler birkaç etiketi de ekleyeceğiz. Video çekmek yerine de iyi bir gönderi yazalım.”
“Tamam ama ne yazacağız? Bütün hikâyeyi anlatacak kadar uzun olursa kimse okumaz. Biliyorsun, biz millet olarak okumayı pek sevmiyoruz. Bugüne kadar yazılı olarak paylaştığım hiçbir gönderimi ilk cümlesinden sonra okumadılar. Sırf bu yüzden konunun özetini ilk cümlede verip sonra açıklamaya geçiyorum. Aksi halde öyle saçma sapan yorumlar alıyorum ki konu ile alakasız.”
“Haklısın. Yazının da riski bu. Bu yüzden de uzatmadan tek bir cümlede özetleriz konuyu.”
“Bir de o cümleyi bulsak…” derken derin bir nefes aldım. Bu iş tahmin ettiğimden çok daha zor olacağa benziyordu. İşin içerisinde aşk olmasa çoktan vazgeçerdim herhalde.
“Beni hafife alma. Senin karşında koskoca bir edebiyatçı var. Bu benim işim.” dedi büyük bir özgüvenle. O sırada siparişini verdiğimiz kâğıt bardakta çaylarımız geldi. Zehra çayından bir yudum içti ve başı iki elinin arasında saçlarını karıştırarak düşünmeye başladı ve düşünürken hep yaptığı gibi ayağını sallıyordu. O belki bu şekilde odaklanıyordu ama tam aksine sabit ritimle oynayan masa benim bütün dikkatimi dağıtıyordu. Sonra Arşimet’in kaldırma kuvvetini bulduğundaki “Evreka” çığlığı gibi “Buldum.” diyerek yerinden fırladı Zehra. Heyecanlı görünüyordu. Etrafına bakındı ve rezil olmamış olmayı dileyerek usulca yerine oturdu.
“Ne buldun?”
“Ne yazacağımızı.”
“Onu anladım da Zehra, zorlamasan mı acaba? Ne yazacağız, onu söylesen.”
Tamam, anlamında başını salladı ve sert bir yutkunuştan sonra anlatmaya başladı.
“Hani o günü anlatırken şey demiştin ya, sen ‘gazamız mübarek olsun’ dediğinde o da sana dönüp ‘kılıcımız keskin olsun’ demişti, işte bunu kullanacağız. Akılda kalıcı!” dedi göz kırparak.
Doğruydu! Ve çok da mantıklıydı. Zehra dışında bu konuşmayı sadece ikimiz biliyorduk. Sonuçta insan nerede ne söylediğini bilirdi ve o da bu söylediklerini hatırlarsa kendini fark ederdi. Bizim için önemli olan da onun kendisini aradığımızı anlamasını sağlamaktı. Tabii kendisi aktif bir sosyal medya kullanıcısı ise… Ya değilse… Ya hiçbir platformda profil oluşturmamışsa… Neticede sosyal medya kullanmamayı tercih eden pek çok insan vardı. Elbette bu da bir ihtimaldi ve bu ihtimal beni çok germişti. Hem öyle bile olsa illa ki çevresinde kullananlar vardı ve bir şekilde ona ulaşabilirlerdi. İnancımı kaybetmeyecektim.
“Bu olur. Bunu yapalım.” dedim heyecanla. Ardından telefonumu çıkarıp ilk platformu açtım. Cümleyi toparladıktan sonra yazmaya başladım.
‘Fuar günü metrobüs durağından karşıya geçmeye çalışırken köprüde bana ‘kılıcımız keskin olsun’ diyen sarı tişörtlü adam, seni arıyorum. Lütfen beni bul.’
İletiyi yazdıktan sonra fuarla alakalı popüler olan bütün etiketleri kelime haznem yettiğince ekledim ve ekran fotoğrafını alıp diğer bütün platformlarda paylaştım. Artık bundan sonrasında geriye sosyal medya camiasına güvenip beklemek kalıyordu.