Bölüm 8

915 Words
Güneşin perdenin arasından sızan ışıltısı açmakta güçlük çektiğim gözlerimi kamaştırmıştı. Elimi güneşe siper edip gözkapaklarımı aralamaya çalıştım. Zihnim ağır ağır kendine gelirken bütün gece masada uyumuş oluğumu ancak fark edebiliyordum. Masanın sert zeminine yasladığım başım adeta zonkluyordu. İki büklüm kıvrılan belim öylesine tutulmuştu ki değil ayağa kalkmak oturduğum yerde doğrulamıyordum. Karıncalanan kollarımı ve bacaklarımı hiç saymıyordum bile, diğer ağrıların yanında onlar hiçbir şeydi. Biraz olsun ayılabilmek ve kendime gelebilmek için sandalye üzerinde sırtımı olabildiğince dikleştirip kollarımı iki yana açtım ve oturduğum yerde esneme hareketi yapmaya çalıştım. O an kasılan vücudumun geneline yayılan ağrı ile acı bir çığlık attım ve esnemekten vazgeçip vücudumun kendiliğinden gevşemesini bekledim. Uyuşma hissi geçip de kendimi biraz daha iyi hissettiğimde telefonumu bulmak için etrafa bakındım. Zehra’nın duvar saati takıntısı yüzünden eve saat asamıyorduk ve şu an merak ettiğim tek şey saatin kaç olduğuydu. Çünkü geçen hafta giremediğim önemli bir dersin telafisi yapılacaktı ve ben o dersi kaçırmak istemiyordum. Bana kalsa her odaya en az bir tane saat asardım. Zaman benim için kıymetliydi ve nerede olursam olayım saatim bir göz mesafesinde olmalıydı. Pencereden sızan güneşin açısına ve sıcaklık etkisine bakılırsa saat sekiz civarı olmalıydı ama yine de bu tahminim beni tatmin etmemişti. Saati tam olarak öğrenmeliydim. En son uyurken masanın üzerinde olan telefonum neden ortalıkta yoktu, anlam veremedim. Kendiliğinden ayaklanacak hali yoktu ya. Acaba uyurgezer telefon saklar mı olmuştum? Salonu alt üst ettikten sonra biri çaldırana kadar onu bulamayacağımı anlayınca ben de çay demlemek üzere mutfağa gittim. O sırada kahve makinasının yanında masumca uzanan telefonumu gördüm ve hatırladım. Uyumamak için son kez kahve pişirmeye gittiğim sırada telefonu da orada bırakmıştım. Hemen saate baktım. Sekiz buçuğu geçiyordu ve bir de mesaj vardı. “Günaydın güzellik.” Bu da kimdi ve güzel olduğumu nereden biliyordu? Arka arkaya içilen kaç fincan kahve insanı sarhoş ederdi? Ya da kahve sarhoş eder miydi? Ben neden dün geceye ait çok az şey hatırlıyordum? Net olarak bildiğim bir şey varsa o da deli gibi o adamı arıyor olduğumdu ki pek de başarılı olamamıştım ve şimdi hatırladığım kadarı ile bu mesajı atan adam da o arayışlarım arasında gördüğüm bir fotoğraf üzerine profiline yazdığım kişilerden biriydi. Mesajın sahibinin profilinde gördüğüm fotoğrafın sağ kenarında yarım profil bir adam vardı ve boynundan yukarı görebildiğim, sadece saçları ve kulaklarıydı. Onun dışında üzerindeki kıyafetler, aradığım adamın kıyafetlerine benziyordu ama sanki boyu gerçeğinden daha kısa gibiydi. Ya da fotoğraf yanıltıyor olabilirdi. Ya da belki ben gözümde adamı biraz fazla büyütmüştüm. Her neyse! O kenarda kalmış kişiyi sormak için mesaj atmıştım bu profile. O kişiyi tanıyor musunuz ya da elinizde o kişinin tam görüldüğü başka bir fotoğraf var mı, diye. İşte telefon numaralarımızı paylaştığımız bu sırada kendisinden aldığım cevap büyük bir hayal kırıklığıydı. Adamı tanımıyordu ve elinde başka fotoğraf da yoktu. Özetle bu defa iki taş da beni vurmuştu. Aradığım adamı bulamamıştım ve üstüne bir de yepyeni bir mesaj sapığım olmuştu. Sapık olmasa kim sabahın bu saatinde tanımadığı birine günaydın mesajı atardı ki? Mesajı görmezden geldim ve bir kez daha uygulamanın ‘görüldü’ seçeneğini kapattığım için kendimle gurur duydum. Neden numarayı engellemediğimi ben de bilmiyordum. Yedekleme işini abartmış olabilir miydim acaba? Belki bir gün lazım olurdu. Haftanın ilk gününün hediye paketi ile sunduğu sendrom hazırda beklerken üstüne bir de haftaya uykusuz başlamak beni biraz zorlayacak olsa da hedefe giden yolda duramazdım. Çok sevdiğim bir söz “Durmak düşmektir.” diyordu. Öyle doğruydu ki. Enerjimi toplamalı ve gayet iyi olduğuma odaklanmalıydım ki evren de gönderdiğim pozitif mesaja aynı pozitiflikle karşılık versin. Bu yüzden iyi bir kahvaltıyı hakketmiştim. Fincanıma doldurduğum çayı elime alarak az önce donattığım masaya oturdum. Yalnızlığımı düşünüp enerjimi düşürmeyecektim. Aksine yalnızlığın verdiği huzurla keyifli bir kahvaltı edecektim. Yine de Zehra’nın bugün gelecek olduğunu bilmek içimde karıncaların halay çekmesine sebep oluyordu. Karıncaların halayı eşliğinde kahvaltımı bitirdiğimde fakülteye gitmek üzere hazırlanmak için gardırobumun önünde kıyafetlerimi izlemeye başladım. Her zamanki gibi giyecek hiçbir şeyim yoktu. Güç bela seçtiğim birkaç parça kıyafetimi çok da özenmeden üzerime geçirdikten sonra saçımı elimle biraz düzeltip tokayı dağınık topuzuma alelade tutturduktan sonra evden çıktım. Bir şekilde sağ salim üçüncü sınıfa kadar gelmişseniz saatlerce süslenmenin ne kadar gereksiz bir vakit kaybı olduğunu benimsemişsinizdir. Ayna karşısında boşa geçireceğiniz onca vakti çok daha faydalı bir şekilde kullanabilirdiniz. Mesela uyuyarak… Tam kapıyı kilitlemiş merdivenlere yönelmiştim ki telefonum çaldı. “Neredesin canım?” dedi Zehra. “Şimdi çıktım evden. Tramvaya bineceğim. Sen neredesin?” “Eşyalarımı toparladım. Çıkacağım ben de birazdan. Dün akşam pek konuşamadık. Yanlış hatırlamıyorsam bana anlatacakların vardı ve ben bu konuda bir hayli meraklıyım. Sen tramvaydan inince Elif’e geç, orada buluşup konuşalım.” “Acelesi mi var? Derse geç kalmayalım. Çıkışta konuşuruz.” “Acelesi var canım. Sen dediğimi yap.” “Hayırdır? Bir sorun mu var?” “Hem de nasıl!” dedi Zehra. Anladım ki dün akşam ben onlardan ayrıldıktan sonra aralarında konuşmuşlar. Benden bir renk alamayınca da ağzımı yoklaması için Zehra’ya sarmışlar. Biliyordum ki, her ne kadar isteksiz gibi görünmeye çalışsam da telefon numaramı vermiş olmam adamı umutlandırmıştı. Zaten böyle olacağını tahmin etmiştim ama yine de numarayı vermekten kaçınmamıştım. Dediğim gibi, bu yedekleme işini biraz abartmıştım. “Tamam, orada görüşürüz.” deyip kapattım telefonu ve aşağı indim. Apartmandan çıktığımda bakkalımız Nurettin Amca, namıdiğer Nuri Bakkal, toz kalkmasın diye dükkanının önünü suluyordu. Beni görünce doğrulup selam verdi. Ben de selamını aldım. "Günaydın Nurettin amca. Nasılsın? " dedim. O ise hiçbir şey söylemeden sadece kollarını iki yana açmakla yetindi. Aslında birkaç saniye süren bu hareket ne kadar çok şey anlatıyordu. Kocaman marketlerin hatta alışveriş merkezlerinin olduğu bu devirde bir bakkal olarak zamana tutunmak bir hayli güçtü. O da tam olarak bunu yapmaya çalışıyordu. Zamana tutunuyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD