Buluşma yerimize vardığımda anlaştığımız saati sadece on beş dakika geçirmiştim. Tabii ertelediğimiz iki saati saymazsak ama önemi yoktu. Sonunda onu görebileceğim an gelip çatmıştı. Etrafıma bakındım fakat birini bekler gibi görünen herhangi birine rastlamamıştım. Ya henüz gelmemişti ya da önce beni incelemeye karar vermişti. Ben de kendime deniz kenarına yakın bir bank seçtim ve oturdum. Denizin üzerinde süzülen tekne ve gemileri ve onların yarattığı ışık şölenini izlemeye koyuldum. Adeta dalgaların üzerinde dans ediyorlardı.
Yaklaşık beş dakika kadar bekledikten sonra omzuma bir el dokundu. O an kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim. Büyük buluşma gerçekleşmek üzereydi. Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirerek arkamı döndüğümde gördüğüm, uzun boylu ve hatırı sayılır derecede yakışıklı bir adamdı. Siyah bir takım içine giydiği siyah gömlekle oldukça gizemli görünüyordu. Yakası açıktı ama kesinlikle itici durmuyordu. Genellikle yakası açık giyilen gömlekleri çok itici bulurdum. Yani üzerine kravat takmayacaksa bir erkek neden gömlek giyerdi ki? Yine de bu adamın üzerinde gayet iyi durmuştu. Fakat bu kişi asla fuarda gördüğüm adama benzemiyordu. Benim âşık olduğum o adam daha kısa boylu ve daha günlük biriydi. Yani giyim tarzı olarak ortam farkını anlayabiliyordum ama zaten geri kalan hiçbir şey de ona benzemiyordu. Kabul ediyorum, üzerinden çok zaman geçmişti ve kendisini çok kısa bir süre için kalabalık bir ortamda görmüştüm. Yanılmış olabilirdim. Ya da yanlış hatırlıyor olma ihtimalini yok saymıyordum ama yine de ne gördüğümü iyi hatırlıyordum. Bu adam kesinlikle o değildi. Ben hafızamı iyice yoklamaya çalışırken o çoktan karşıma geçmişti. Adımı bana hatırlattıktan sonra selam verip yanıma oturdu.
“Merhaba.” dedi tedirgin bir şekilde. Rahat görünmeye çalışsa da pek başarılı olamamıştı.
“Merhaba.” dedim ben de şaşkın bakışlarımla. Onu tanımadığımı fark etmiş olacak ki kendini tanıtma ihtiyacı hissetti. Ki az sonra söyleyeceklerinden anladığım üzere önden bir yoklama çekecekti.
“Beni hatırlıyor musun?”
“Pek sanmıyorum. Seni tanımıyorum.” dedim emin bir şekilde.
“Haklısın, o gün beni hiç görmedin. Aslında ben de seni görmemiştim. Ta ki sosyal medyada gönderini görene kadar.” dedi. Kafam karışmaya başlamıştı.
“Kimsin sen?”
“Ben Levent.”
“Levent mi?”
“Hani şu telefonda konuştuğun ve mesajlaştığın kişi.”
“Onu anladık da senin ne işin var burada. Ben seninle buluşacağımızı sanmıyordum. Öyle bir planım yoktu.” derken öfkelendiğimi belli etmemeye çalışsam da tavrımın fazlasıyla sert olduğunun farkındaydım. Yine ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Benimle alay mı ediyordu yine. Onun deyimiyle ‘şaka’ mı yapıyordu? Gerçekten bu durum artık çığırından çıkmıştı ve birinin bu adama ciddi bir ders vermesi gerekiyordu ama nasıl, bilmiyordum.
O ise her şey çok normal ilerliyormuş gibi gayet memnun görünüyordu. Bir de; “Biliyorum.” dedi pişkin pişkin. Gel de delirme.
“Tamam, sakin kalacağım. Sorun çıksın istemiyorum. Sadece öğrenmek istediğim bir şey var. Sen kimsin ve tam olarak ne yapmaya çalışıyorsun? Yani neden şu anda buradasın?”
Şayet bu soruyu telefonda soruyor olsaydım ondan bekleyeceğim cevaplardan biri de Levent’in aslında benim aradığım Kayıp kişi olduğunu itiraf etmesi olurdu fakat artık onu görmüştüm ve o olmadığını kesinlikle biliyordum. Bu yüzden şimdi duymayı beklediğim şey arkadaşının bir işi çıktığı için gelemediği ve onun yerine durumu açıklaması için kendisinin burada olduğuydu. Yine de bu buluşmadansa randevunun iptal edilmesini tercih ederdim. Sonuç olaraksa ben her ne kadar makul kalmaya çalışsam da karşımdaki adam bana pek yardımcı olmuyordu.
“Peki madem açık oynuyoruz, o halde uzatmadan söyleyeyim. Önünde sonunda gerçeği öğreneceksin zaten. En iyisi en başından bilmen. Ben o fuara hiç gitmedim ve aradığın kişiyi tanımıyorum. Anlayacağın üzere üniversite de okumuyorum. Aslına bakarsan lise terkim. Bu sorun mu, bilmiyorum. Sadece sosyal medyada gezinirken gönderinden çok etkilendim ve sana ulaşmak istedim. Buraya da seni tanımak için geldim.”
Onu dehşetle dinliyordum. Söylediği şeyler akıl alır gibi değildi. Bir insan nasıl böyle bir oyunun içine girerdi ki? Dahası, karşısındaki kişiyi aptal yerine koyarak tavlayabileceğine inanmak resmen deli saçmasıydı. Şüphesiz karşımdaki kişi bir psikolojik vakaydı ve tedavi görmesi gerekiyordu. Şimdiye kadar bunu fark edemediğim için kendime kızdım. Âşık olduğum adamı bulacağım diye gözlerimi nasıl da kör etmiştim. Derin bir nefes eşliğinde ‘anladım(!)’ anlamında başımı salladım ama Levent gözlerimdeki öfkenin gerçekten farkında mıydı, bilmiyorum.
“Pekâlâ! Bu çok saçma. Benimle bu şekilde randevulaşman çok yanlış. Buluştuğumu sandığım kişi bile değilsin.” Aslında ona tedavi görmesi gerektiğini de söylemeliydim ama alacağım tepkiden korktuğum için ileri gitmemeye karar verdim.
“Haklısın. Belki öyle ama bence bir şansı hak ediyorum.” deyip kendini övercesine bedenini işaret etti. Bu hareketi de tüm öfkemin üzerine tüy dikti.
“Burada kalmamın bir anlamı olmadığına göre ben gidiyorum.” deyip öfkeyle yerimden kalkmıştım ki Levent kolumu sıkıca kavradı ve aşağı çekip beni tekrar banka oturttu. Sanırım düşürdü demek daha doğru olurdu. İşte buna çok sinirlenmiştim. O kim oluyordu ki bedenime dokunma hakkını kendinde bulabiliyordu?
“Ne yapıyorsun sen?” diye sesimin çıktığı kadar bağırdım. O anda ne sahilin dingin sessizliğini bozmuş olmam ne de insanların dikkatlerinin üzerimize çevrilmiş olması umurumda bile değildi. Canım acımıştı.
“Özür dilerim. Ben sadece…” diyerek bir adım geri çekildi Levent. Fakat mimiklerinde aynı özrü görememiştim.
“Özür falan dileme. Sen benim bedenime dokunamazsın, anladın mı?” deyip yeniden ayağa kalmıştım ki bu defa Levent önümde set gibi durdu. Onu geçmek için sağa doğru bir hamle yapmıştım ki o da aynı hamle ile bana karşılık verdi ve geçmeme engel oldu. “Lütfen oturur musun? Seninle konuşmak istiyorum.”
“Benim insanlara kaba davranan canlılarla konuşacak hiçbir şeyim yok. Şimdi önümden çekil.” dediğimde usulca kenara çekildi ve gitmeme izin verdi. Açıkçası o kaba kuvvetinden sonra gitmeme izin vereceğine pek ihtimâl vermemiştim ama demek ki bir yanı hâlâ insan kalabilmişti.
Önümden çekildiği gibi hızlı adımlarla olabildiğince çabuk oradan uzaklaşmak istedim. Neredeyse nefesim duracak, sanki kalbim yerinden çıkacaktı. İtiraf etmeliyim ki biraz da korkmuştum. Değil onunla bir daha karşılaşmak sesini duymak bile istemiyordum. Levent konusu benim için sonsuza dek kapanmıştı.