Bölüm 14

1138 Words
Bakışlarım yeniden Zehra’ya kaydığında dudaklarının kenarında hafif bir kıvrım fark ettim. Gülüyor muydu o? Sonra hızla tuşlara dokunmaya başladı. Birine bir şeyler yazıyordu. “Neler oluyor?” Sonunda dayanamamış ve sormuştum. Açıkçası daha fazlasını kalbim kaldırmayacaktı. Her şeyi kendi gözlerimle görmeliydim. Sandalyemle birlikte yerimden kalktım ve Zehra’nın yanına oturdum. “Yani, tam olarak istediğimiz kitleye ulaşamamış olsak da ilgini çekeceğini düşündüğüm bir şey var. Bir mesaj…” “Kimden? Nerede? Açsana ben de okuyayım.” “Tamam az sabırlı ol. Açacağım ama hemen güvenmek yok. Yani, yazdıkları gerçek olmayabilir. Ben biraz profilini inceledim ama fuara gittiğine dair hiçbir paylaşım yok. Bu yüzden ona mesaj gönderdim. Fuara gittiğini kanıtlayan herhangi bir resim varsa göndermesi için fakat fotoğrafların bilgisayarında olduğunu, bilgisayarının da tamirde olduğunu ve en az iki hafta orada kalacağını söyledi. Açıkçası bana pek inandırıcı gelmedi ama yine de gerçek olma ihtimali de var. Bu yüzden en azından değerlendirmek için görüşebilirsin ama asla kişisel bilgilerin hakkında herhangi bir şey paylaşma.” “Merak etme canım, o iş bende.” dedim ve Zehra’dan telefonu alır almaz mesajı okudum. Aradığım kişiyi tanıdığını, onunla aynı okuldan arkadaş olduklarını ve bizi tanıştırabileceğini yazmıştı. Daha ilk günden ona ulaşmış olma ihtimali beni bir hayli heyecanlandırmıştı. Telefonun klavyesini açtım ve hızla yazmaya başladım. “Peki, madem tanıyorsun. Adını bana verebilir misin? En azından sosyal medyası varsa oradan ulaşsam.” yazdım ve gönderdim. Beklerken bir kez daha zaman geçmek bilmiyordu ve bu hissi son zamanlarda çok sık yaşıyordum. Sanki aradan otuz saniye değil de otuz yıl geçmiş gibiydi. Sanırım ciddi bir yaşlanmanın eşiğindeydim. Ben bunları düşünürken elimde telefon titreyince hızla mesajı açtım. “Elbette ama önce ona sormalıyım. Eğer sorun etmez ve izin verirse sana adını söylerim.” Aslında haklıydı. Muhtemelen böyle bir şey bana yapılsaydı ben de bana sorulmadan ismimin tanımadığım birine verilmesini istemezdim. Bu yüzden adamın onunla konuşmasını beklemeyi kabul ettim. “Peki, ne kadar sürer?” “Bilmiyorum, yarın okulda görebilirsem konuşurum hemen.” Yazmıştı cevap olarak. Belki de Zehra haklıydı yalancı olması konusunda ama şu an buna inanmak hiç işime gelmiyordu. Tam cevap yazmak için ekranı aydınlatmıştım ki bir mesaj daha geldi adamdan. “Benim telefonum biraz sorunlu da dışarıda internet kullanamıyorum. Sakıncası yoksa numaranı verir misin? Arkadaşımla görüştüğümde vakit kaybetmeden sana haber vereyim.” “Olur.” dedim ve mesajın altına telefon numaramı iliştirdim. Daha aradan bir dakika geçmemişti ki telefonum çalmaya başladı. Yabancı bir numaradan aranıyordum ama kim olduğunu tahmin etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Açtım. “Merhaba.” “Merhaba Aysima. Ben Levent” “Ben de Aysima.” demiştim ama bunu neden söylediğimi ben de anlayamamıştım. Heyecanlıydım elbette ama beynimin bu kadar kullanım dışı olması gerçekten çok anlamsızdı. Muhtemelen Levent de benim aptal olduğumu düşünmüştü ki gizlice güldüğünü bana belli etmemeye çalıştığını fark edebilmiştim. Önemsemedim. Bozuntuya vermeden hiç yaşanmamış sayıp konuşmaya devam ettim. “Hangi okulda olduğunuzu öğrenebilir miyim?” “Dediğim gibi şu an için bilgi vermem doğru olmaz ama en kısa zamanda sana hepsini anlatacağım. Ben seni numaramı kaydetmen için aramıştım. Hem de sesini duymak istedim. Güven duygusu karşılıklı kazanılır değil mi?” “Haklısın.” dedim. Her ne kadar hoşuma gitmese de ona gerçekten hak vermiştim. Sabırlı olmalıydım. Önce birbirimize güvenmemiz gerekiyordu. Ben kendimle sabırlı olmam konusunda savaşırken Levent’in sesi çınladı kulağımda. O an telefonda olduğumu hatırladım. “Sesin güzelmiş. İnanıyorum ki sen de en az sesin kadar güzelsin.” Neydi şimdi bu? Asılma? İltifat? Belki de sadece konuşmuş olmak için konuşmuş olmak. Yine de bu söylediği gururumu okşasa da beni rahatsız etmişti. “Eminim sen de konunun bu olmadığının farkındasındır ama teşekkür ederim.” derken aslında rahatsızlığımı dile getirmiştim. Kaba davranıp onu kaçırmak istemiyordum ama benimle bu şekilde konuşmasına da izin veremezdim. “Evet farkındayım ama bunu söylemezsem içimde kalırdı.” “Her neyse! Arkadaşınla yarın görüşebilecek misin?” “Açıkçası doğrudan arkadaşım sayılmaz ama aynı fakültedeyiz. O başka bir bölümde ama ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla birkaç kez birlikte vakit geçirmiştik. Bu yüzden bende telefon numarası yok. Ama ulaşmaya çalışacağım.” İşte bu durum bana çelişkili gelmişti. Mademki o kadar yakın değillerdi, muhtemelen aradığım adamın kendisinin bile duymadan hatırlamayacağı bu ayrıntıyı nasıl bilebiliyordu? Bu işte bir bit yeniği olduğundan emindim. “Sen onu tanıdığına emin misin?” “Evet. Eminim tabii, emin olmasam neden sana ulaşayım ki?” “Bunu ben bilemem ama açıkçası aklımda bazı sorular var.” “Cevaplayamayacağım herhangi bir soru yok. Merak ettiğin neyse sorabilirsin.” “O halde şöyle sorayım. Paylaştığım gönderide sadece onun hatırlayacağı bir ayrıntı vardı ve başkaları ile paylaşılacak kadar özel bir anı değildi. Yani bu ayrıntıyı neden sana hem de samimi olmadığı birine anlatsın ki? Ve onunla yakın değilsen bunu nasıl bilebilirsin?” Önce bir süre duraksadı. Bir şeyler uydurmak için olabilirdi. Sonra aldığı nefesin derinleştiğini hissettim fakat ne anlama geldiğini çözemedim. Neyse ki sessizliği çok da uzun sürmedi. Bu ona olan inancımı az da olsa tazeleyen bir hareket olmuştu. “Çünkü yanındaydım.” dedi rahatça. “Kimin? Yani, nasıl?” Yani böyle bir cevap vereceği hiç aklıma gelmedi. Ben telefonu düşürdüm bahanesiyle kapatır ve kendine zaman kazandırır ya da cevap vermeden konuyu değiştirir diye düşünmüştüm. Yani onu tanıyor olduğuna inancım biraz zayıftı ama itiraf etmeliydim ki verdiği cevap yabana atılacak bir cevap değildi. “Yanındaydım işte. Birlikteydik.” Mantıklı gelse de içime sinmeyen bir şey var gibiydi. “Anladım. Yine de onunla çok yakın olmadığını söylemiştin az önce.” “Onunla fazla samimi olmamam bir arkadaş grubu ile birlikte fuara gitmemize engel mi?” dedi kendinden emin. Ne diyebilirdim ki? Haklıydı. “Haklısın.” diyebildim sadece. Mahcup olmuştum açıkçası. Yine de bana hak vermesi gerekiyordu. Neticede telefonun karşısındaki adamı tanımıyordum ve o bir seri katil ya da bir dolandırıcı çıkabilirdi. “Üzgünüm, bunu sormak zorundaydım.” “Önemli değil. Seni anlıyorum ama bana güvenebilirsin. Benden sana zarar gelmez.” Açıkçası samimi geliyordu sesi ama Zehra’nın içime düşürdüğü kurt da içimde kıpırdanıp duruyordu. Bir de anlam veremediğim bir başka şey neden hâlâ konuşuyor olduğumuzdu. Açıkçası araması bile anlamsızdı, bir mesaj gönderebilir ya da kısa bir çağrı atabilirdi. Hadi, diyelim ki aradı kendisini tanıtıp kapatabilirdi ama biz hâlâ konuşuyorduk. Ben müdahale etmedikçe de kapatmaya niyeti yokmuş gibi görünüyordu. İpleri elime almam gerekiyordu. “Ben her şey için teşekkür ederim ama artık kapatmam gerek. Senden haber bekleyeceğim.” “Anladım. Tamam, o zaman sonra görüşürüz. Ve bana güvendiğin için ben de teşekkür ederim.” dedikten sonra vedalaşıp telefonu kapattım. O sırada Zehra ile göz göze geldik. Bakışlarımdaki anlamsız ifadeyi fark etmişti muhtemelen. “Tuhaf.” “Bak canım, seni bir kez daha uyarıyorum. Sakın bu adama güvenme.” “Bilmiyorum. Konuşurken samimi geliyor ama aynı zamanda çelişkileri var. Gerçi o, bu çelişkileri cevaplasa da hala içimde bir şüphe var.” “Şüphe iyidir. İnsanı güvende tutar.” Haklıydı tabii ama fazla abartmamak da gerekirdi yoksa hayat yaşanılmaz bir hale gelirdi. Bazen de akışına bırakmak gerekirdi ve ben kısa bir süre önce hayatımı akışına bırakmaya karar vermiştim zaten.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD