"Cesur olduğun korkmadığın anlamına gelmez. Ne kadar korkuyorsan o kadar cesursundur."

2698 Words
Rüzgar saçlarını savururken cesaret ile minik çenesini havaya kaldırdı. Gümüş kılıcını görkemli göğün ortasına doğru kaldırırken gözlerini öfkeli kurdun gözlerinden bir an olsun ayırmamıştı. Kılıcı ay misali göğün ortasında parlarken vahşi kurt hırladı. Bembeyaz elbisesinin eteklerini savurarak hiç kendini zorlamadan kılıcını salladı. Kurt dehşet içinde geri çekilirken uğultusu tüm vadiyi sarsmıştı... Ve belki de tam olarak böyle olmamıştı... "Salak! Salak!" Defalarca bağırırken eskimiş elbisesinin etekleri bacaklarına dolanmış, birkaç tel saçı dudaklarına yapışmıştı ama asla pes etmeye niyeti olmadan bağırıyordu. "Alsana! Sen kimsin de benim sürüme saldırıyorsun?" Elindeki ne idiü belirsiz bir sopayla defalarca kurdun başına vururken bir yandan da bağırıp çağırıyor, kuzular bile durmuş bu saçma anı hevesle izliyorlardı. Zavallı kurt başına aldığı ardı ardına darbelerden dolayı sersem sersem yürüyordu. En son baktı olmayacak kuyruğu sıkıştırıp kaçmanın derdine düşmüştü. Elindeki sopayı kaldırmış çok daha sert bir darbe ile vuracağı sırada kurt bu boşluktan yararlanıp inleye inleye ormana kaçmıştı. Jessie kurdun ardından göğsünü kabartarak saçlarını geriye attı. "Başka kim cüret edebilir benim sürüme dadanmaya!?" Nefes nefese bağırdıktan sonra kendini sırt üstü çimlere attı. Korkmadı değil ama deli cesaretiydi onunkisi. Güneş tam tepede, yüzüne vururken elini güneşe siper etti. Nasıl da yorulmuştu. Göğsü adrenalinden dolayı hızlı hızlı inip kalkarken koyunlar , kuzular hatta keçiler bile etrafına dizilmiş onu seyrediyorlardı. Biliyorlardı ki bu kız deli ama çok sevimliydi. Bir anda bağırarak ayağa fırlamasıyla bütün koyunlar yerinden sıçradı. "Böğürtlenlerim!" Tüm vadide yankılanan sesiyle birlikte eskimiş kahverengi eteğini dizlerine kadar çekip koşmaya başladı. Çalıların üzerine koyduğu şalına ellerini uzattı. "Salak kurt! Ben ne güzel böğürtlen topluyordum, ne vardı benim sürüme dadanacak..." Diye homurdanırken topladığı böğürtlenlerini kontrol ediyordu. Bir tırtılın sinsice en mor olan böğürtlenlerinin üzerinde gezindiğini görünce gözlerini kısarak yüzünü tırtıla yaklaştırdı. Gözlerinde gaddar bir ifade vardı. İşaret parmağını baş parmağına dayayarak tırtılı hedef aldı ve fısıldadı. "Başkasının emeğine konamazsın! Git kendin bul da ye hırsız!" Sözleri biter bitmez işaret parmağını savurarak tırtıla vurdu. Tırtıl gökyüzünde kısa vadeli bir uçuşa geçtiği sıra şalının ağzını kapatıp sanki az önce bir tırtılı uçurmamış gibi sürüsünün yanına yürümeye başladı. Dağınık saçları güneşin ışığıyla yer yer sarıya çalıyordu. Gözleri kahverenginin en tatlı tonlarındaydı ve yanakları üzerinde ufak ufak çilleriyle tatlı bir kızdı Jessie. Vücudu ise bu orman maratonundan dolayı oldukça güzeldi. Sopasını attığı yere geldi ve eğilerek sopasını aldıktan sonra vadinin yolundan koşarak kendisine gelen bembeyaz köpeği Brave'i gördü. Kaşlarını çatarken sopasının ucunu yere batırdı ve çenesini havaya kaldırdı. Şaşkın köpek yine bir şeyler olduğunu deli kızın onu azarlayacağını anladığından koşar adımlarını yavaşlattı. Yavaş yavaş sahibinin önüne gelip oturdu. "Ben burda neler çektim sen biliyor musun? Kurdun biri sürüye saldırdı, kocamandı! Ben onunla dövüşmek zorunda kaldım! Ne kadar şanslıyız ki çok iyi dövüşen bir sahibiniz var yoksa bu köpekten bize hayır yok!" Diye bağırınca kuzular yine bir sinema çıkmış gibisinden toplanmış hevesle olanları izliyorlardı. Brave , yaptığı hatanın farkında olduğundan başını kaldıramıyordu. Ayrıca sahibini, deli meli, çok severdi. Jessie , köpeğinin üzgün hallerini görünce dayanamayıp evin yolunu tutmadan önce elindeki sopasını havaya kaldırdı ve yalandan yere köpeğinin omuzlarına vurdu. "Affedildiniz..." Ardından sopasını tekrardan havaya kaldırdı ve bağırdı. "Haydi İmparatorluğum, eve dönüyoruz!" Kuzular ve koyunlar bakışırken Brave affedilmenin verdiği mutlulukla kuyruğunu sallayarak sahibinin etrafında koşuşturuyordu. Jessie sopasını bir baston misali kullanırken tatlı bir şarkı eşliğinde orman yoluna girdiler. Ormanın turuncu yaprakları birer birer salınarak düşerken etraflarında ceylanlar ve sincaplar dolanıyordu. Genç kızı orman ve ormanın sakinleri çok severdi. Öyle güzel bir aurası vardı ki büyülenmemek elde değildi. Her gün şarkı söyleyerek geçtiği yolda hususi ceylanlar onu bekler ve ormanın sonuna kadar eşlik ederlerdi. Kuşlar hep arkalarında uçar genç kızın her sabah attığı yemleri bir güzel yerlerdi. O, doğaya hayrandı , doğa ise ona aşıktı. Dağın eteğinden inip de çiftliklerini gördüğünde genç kızın gözleri parladı ve gülümseyerek evine doğru hızlı adımlar atmaya başladı. Hiçbir zaman sürüyü toplama gereğinde bulunmamıştı, sanki onlar kendisini anlıyorlardı. Hep beraber çiftlikten girdiler. Koyunlar ve kuzular kendi bölümlerine giderlerken Thomas genç kızını hüzünlü gözler ile izliyordu. Eşinin hüzünlü gözlerini gören Gabriella elini omzuna koydu. Genç adam hüzünlü bakışlarını başını yere eğerek gizlemeye çalıştı. "Onun böyle yalnız olmasına üzüldüğünü biliyorum Thomas ama bu onun tercihi. Mutluyum ki tüm bu doğa onu seviyor." Dedi Gabriella buruk bir gülümsemeyle. "Anlamıyorum, o çok tatlı bir kız. Yüzündeki gülüşten, bakışlarına kadar. Nasıl olurda bütün köy onu deli olarak kabul eder?" diyerek içindeki bütün kızgınlığı döktü. "O kendine 'deli' dedirtti. Arkadaşlık kurmak istemeyen köy değil sevgilim, Jessie arkadaşlık kurmak istemiyor. " diyerek gözlerini biricik kızına çevirdi. Yüzünde tatlı bir gülüş ile annesine doğru koşan Jessie elindeki böğürtlenleri arkasına sakladı. Koşar adımlarla annesinin yanına gitti ve dil çıkardı. "Kıskanacağınız kadar böğürtlen topladım, umarım evimizde yoğurt vardır!" dedi. Thomas kızının bu haline gülerken "Bizimle paylaşmayacak kadar gaddar olamazsın, hanımefendi?" diyerek kaşlarını havaya kaldırdı. Jessie haince gülümseyip yüzünü çevirdi "Elbette olabilirim!" Diyerek kahkaha attı ve tahta evlerinin kapısını açıp mutfağa koştu. Kendi ile yapayalnız kalınca yüzündeki gülümseme birden bire silindi. Dudağında donuk bir ifade varken gözleri bomboş bir hâl aldı. İşte asıl benliğinin gözler önündeki hâli böyle yavandı. Jessie kendi içinde büyük bir tartışmaya girmişti, her zamanki gibi. Böğürtlenlerini bir kaseye koyup yıkadıktan sonra biraz şeker ilave edip güzelce ezdi ve üzerine yoğurt döktü. Küçük bir kaba birkaç kaşık koyup afiyetle yemeye koyuldu. Bakışları dışarıda çiftliğin kapılarını kitleyen anne babasına kaydı. Jessie zor zamanlar geçiriyordu, özellikle büyüdükçe gerçekler daha karmaşık bir hâl alıyor, düşündükçe delireceğini hissediyordu. Öyle küçük ve basit bir problem değildi onunkisi. Lanetlenmiş teni bir başkasının tenine değdiğinde onun geçmişini görüyordu. Gözleri kör olmuşcasına kararıyor ve iğrenç insanların en kötü geçmişlerine şahitlik ediyordu. Dokunduğu her an donup kalıyor, kanı vücudundan çekiliyordu. Öyle iğrenç bir hâle gelmişti ki artık kimseyle arkadaşlık kuramıyor kendini insanlardan olabildiğince uzak tutmaya çalışıyordu. Yediği kabı iştahsızlık ile ittirdi ve yüzüne her zamanki sahte gülüşünü kondurdu. "Anne! baba! Hadi size acıdım, ayırdım biraz!" Diyerek güldü. "Jess! Atlara su getir!" Diye bağıran babasıyla homurdana homurdana iki kovayı birden aldı. Normalde tek kova götürürdü ama yarın tekrar su getirmesine gerek kalmazdı? Bu düşünceyle boş kovaları sallaya sallaya su almaya koştu. Günler iyice kısalmıştı artık gökyüzü kızıl bir renge bürünmüştü. Kovalardan birini koyup kuyudan su çekti , ardından diğer kovayı koyup su aldıktan sonra yerdeki gelinciklere baktı. Gelincik en sevdiği çiçeklerdendi. Uzun ve kıpkırmızı yaprakları hemen ayırt edilirdi. Bir de boyları uzun olduğundan çok asil dururlardı. Göleri bir süre etrafta gezindi ve en son yerde gördüğü bir sopayı alıp iyice inceledi "bundan iyi değnek olur" diyerek sopayı yere koydu ve ardından bir iki gelincik kopardı. Güzel oldukları kadar pek de güzel kokmuyorlardı ama ... Gelinciklerini de sopanın yanına koyduktan sonra kovaları kaldırmaya çalıştı ancak iki kova fazlasıyla ağır olmuştu. İki adım gitmeden su dökülecek gibi oluyordu. Zaten üçüncü adımda su dökülmese kolları kopup yere düşecekti. Derince nefes alıp nasıl gideceğini düşünmeye başladığı sıra arkasından bir çıtırdı geldi. Hızlıca çömeldiği yerden ayağa kalkan Jessie zifir gibi karanlık ormanla karşı karşıya geldi. Hiçbir şey gözükmüyordu ve bu onun daha da gerilmesine sebep oluyordu. "Kim var orada?" Diye bağırdı tüm cesaretiyle. Ormandan gelen bir iki çıtırtı ile birkaç adım geri gitti. "Sana yardım edecek , kaba biri!" Diye ses gelince hemen burnunu havaya kaldırdı. "Bu ne cürret! Kim demiş benim yardıma ihtiyacım olduğunu?" diyerek sinirlendi Jessie. "Kovalar." Diyerek dalga geçti genç adam kendisiyle. Jessie duyduğu çıtırtılar ile adamın kendisine yaklaştığını fark ederek gizlice yere eğildi ve az önce attığı sopayı tutarak aldı. Ancak bir görseydi uzun bir gelinciğin sapından tuttuğunu hiç böylesine cesur davranmazdı. "Bu ne kabalık?" Diyerek tersledi Jessie ancak karanlığın içinden çıkan genç adamın yapılı vücudunu gördükçe arkasına bakmadan kaçası geliyordu. "Ben kaba olduğumu söylemiştim. " Genç adamın aksanını fark eden Jessie adamın yabancı bir milletten olduğunu hemen anlamıştı. Bu durum onu daha da germişti. Genç adam kendisine iyice yaklaştı ve kovalara doğru baktı. Güneşin tamamen batmasına çok az kalmıştı. Yüzünün bir tarafı tamamen karanlıkken diğer tarafına vuran kızıl güneş onu çok daha kaba ve yıkılmaz gösteriyordu. Genç adam Jessie' ye gözlerini kısarak baktıktan sonra kovalarına doğru eğildi. Jessie aniden bağırdı "yaklaşma!". Genç adam kızın gözlerinin içine bakarken başını hafifçe yana yatırıp bir adım daha attığında Jessie arkasında sakladığı, sopa sandığı, gelinciği adamın yüzüne doğru tuttu. Zavallı gelincik bu hızlı savrulmadan dolayı eğildi ve kırmızı yaprakları büküldü. Asır, karşısındaki genç kıza şaşkınlıkla bakıyordu. Bu zamana kadar kızların hep ilgisinde olmuş , bir türlü pençelerinden kurtulamamıştı. Kendisiyle hiç böyle kapışmaya giren bir kız olmamıştı. Bundan çok memnun olmuş böyle bir anın tadını çıkarmak istemişti ancak bu kızın da diğer kızlardan farklı olmadığını ona çiçek vermesiyle anlamıştı. Tam gözlerini devirecekken karşısındaki kızın kendisinden daha şaşkın bir hâlde olduğunu gördü. Jessie önce gelinciğe sonra genç adama baktı. Ardından tekrar gelinciğe sonra tekrardan genç adama baktı ve boştaki eliyle anlına sertçe vurdu. "Bekle!" Dedi genç adama. "Başa alacağız, azıcık geri git!" dedi. Genç adam bir şey anlamasa da ne yapacağının merakıyla bir iki adım geri gitti. Genç kızın hemen yere eğilip eliyle arkasında bir şeyler arayışını izledi sonra tekrardan ayağa kalkan ve eski pozisyonunu alan kızın suratına merakla baktı. "Tamam, başlayabiliriz." Diyen Jessie boştaki eliyle saçlarını düzeltti. Genç adam şaşkınlıkla kıza bakıyordu. "Bu ne kabalık!" diyerek tekrardan aynı sözleri söylemesiyle genç adam ayak uydurdu. "Ben kaba olduğumu söylemiştim." dedi temkinle ve göz ucuyla elini yüzünü yıkamak için yaklaştığı kovalara baktı. Az önceki gibi ama çok daha temkinli ve meraklı adımlarla kovalara doğru ilerlediği sırada Jessie yeniden bağırdı. "Yaklaşma!" Ve bu sefer arkasından çıkardığı sopayı genç adamın göğsüne dayadı. Asır, göğsüne batan sopanın ucu ile az önce olan şeyin sebebini anlamış ve kendisini daha fazla tutamadan kahkaha atmaya başlamıştı. Jessie neye güldüğünü anlamıştı elbette hafif kumral teni pembeleşmiş, dudakları bir çocuğun en küskün hâli gibi kıvrılmıştı. "Komik değil, seni kaba adam!" diyerek elindeki sopayla genç adamın göğsünü dürtmüştü. Asır, karşısındaki deli kıza baktı ve uzun zamandır böyle gülmediğini farketti. Bu kız ile uğraşmak kesinlikle çok güzeldi. Kendisinden etkilenmediğini görmek ise onunla uğraşmak için en büyük sebepti çünkü o hep bunu istemişti. "İnan bana gelincik ile saldırsan belki zavallı çiçeğin polenlerinden dolayı hapşurabilir ve size gafil avlanabilirdim Leydim..." dedi alayla. Jessie sinirle bir ayağını yere vururken tabiri caizse olduğu yerde kuduruyordu. "Seni kaba şey, şu gördüğün sopayı gözüne sokarsam da seni gafil avlayabilirim!" sonra sopasıyla omzuna vurdu, çok sert olmayacak ama tehditkâr bir halle. "Ayrıca leydi olan sensin!" Genç adam bir kahkaha daha atınca Jessie istemsizce başını yana eğdi. Kahkahası oldukça içten ve samimiydi. Bir barbara benzemiyordu genç adam ancak yüzünün yer yer pislik içinde olması onu şüphelendiriyordu. En merak ettiğiyse gözlerini akşamın bu saati mi kara gösteriyordu yoksa gözleri gerçekten bir kömür gibi kara mıydı? Bunun merakıyla genç adama dikkatle baktığı sıra gözlerini kısmıştı. Onu merakla incelemekten daha çok saldıracak gibi duruyordu dışarıdan. Tanrı aşkına yaşlı, asabi bir nine gibi görünüyordu! Genç adam kızın bu hallerine içtenlikle güldükten sonra ona bakan hâlinden kendinden hiç haz etmediğini düşündü. Sanırım ilk defa bir kız ondan nefret ediyordu. İçten içe buna da kahkaha attı. Sopanın ucunu genç kızın dalgınlık anıyla tutup kendine çektiğinde Jessie bir an dalgınlığından gafil avlandı ve öne doğru sendeledi. "Leydim' demiştim oysaki." diye fısıldadığında Jessie iki büklüm kalmıştı. İnadı bırakıp sopayı bırakırsa belki biraz adamdan uzaklaşabilirdi ama pes etmek! Asla! "Oradan bakınca yüzünde 10 yıllık katman oluşturmuş, pudrayla gezen vitrin bebeğine mi benziyorum?! " Sonrasında bir anda unuttuğu inadıyla genç adamı bir muhabbette çekti. "Şimdi baksana çok beyaz tenli olmak güzel mi? Tartışılır ama hafif pembe ve kahve ile çok daha iyi bir cilt olabilir bence, yoksa gerçekten bembeyaz olmak sana şunu dedirtiyor 'aman tanrım sakın kanımı emme!' " diyerek elleriyle saçlarını geriye atmıştı ve teni bir an kızıllıkla parladı. Genç adam kızın zarif boynuna baktı kısa bir an ve genç kız elleriyle kendini boğarmış gibi yaptı. Gözlerini iri iri açmış bir senaryoyu canlandırıyordu. "Ya da 'ah , tatlım neden mezarından çıktın ki!'" diyerek kendi kendine kıkırdadı ve genç adama döndü. Genç adam kızın ne kadar masum ve tatlı olduğunu fark etmişti ama bir anda böyle samimiyetle muhabbet etmesini anlayamamıştı. Hâlâ elinde az önce kendisine vurduğu sopayı tutuyordu oysa. Jessie, genç adamın anlamaz bakışlarla kendisine baktığını görünce tekrardan kıkırdayıp elini "boş ver" dercesine salladı. "Ben de anlamıyorum zaten neden o kadar pudra sürdüklerini." diyerek kıkırdadı ve elini tekrardan genç adamın tuttuğu sopaya attı ve eski pozisyonunu aldı. "Ee , nerede kalmıştık?" Genç adam az önce ne yaşadığını kavrayamarığı için bir an afalladı. Bu kız gerçekten de deliydi! "Tamam, tamam!" dedi ellerini havaya kaldırarak "siz kazandınız!" diyerek reverans yaptı. Bu oldukça güzel bir reveranstı. Jessie sopasını belinin arkasına koyarken iki eliyle sopasını tuttu ve çenesini dikleştirip güzel ve yıkılmaz olduğunu düşündüğünü bir pozisyona girdi. "Elbet ben kazanacaktım!" Diyerek kibirlendiğinde genç adam gülmeden edemedi. "O zaman önce elimi yüzümü yıkayayım sonrasında kovalarınızı taşımanıza yardım edeyim?" Dedi soru sorarcasına. Jessie ilk başta reddedecekti ancak havanın kararmasıyla tekrardan geri dönmenin -iki kovayla- zor olacağını fark etti ve istemsizce başının salladı. Genç adam kızın kabul etmesiyle kovalardan birine uzandı ve önce elini sonra yüzünü yıkamaya başladı. Dolunay yükselirken bir lamba misali köyü aydınlatıyordu. Genç adamın yüzünden akan su damlaları sanki sihirliymiş gibi parıldarken Jessie temizlenen adamın yüzünü gördükçe meraklanıyordu. Net değildi elbet, hep bir tarafı karanlıkta kalıyordu . Genç adam rahatlamanın verdiği mutlulukla başını göğe kaldırdı ve derin bir nefes aldı. Jessie gördüğü yüz ile ağzını açılmaması için büyük bir efor sarfetti. Güzel yapılı elmacık kemikleri, bir erkeğin suratına yakışacak bir burun , siyah uzun kirpikleri ve şekilli siyah kaşları. Sert çenesi ve kirli sakallarına diyecek lafı bile yoktu... Bu adam gerçekten de yakışıklıydı. En son Jessie gözünü aya dikti, baktıkça kötü oluyordu çünkü o zaman en iyisi bakmamaktı. Genç adam kızın dolunaya baktığını görünce hafifçe gülümsedi, bu kız gerçektende ilgisini çekmişti. Kullandığı kovadaki suyu döküp kovayı kuyuya attı ve yeni bir kova su aldı ardından öteki kovaya uzandığı sıra Jessie kovayı eline almıştı. "Ben taşırım." Dedi Asır büyük bir istekle. "İkisini taşımak kolay olsaydı ben taşırdım." Diyen Jessie ile genç adam gülümsedi. Ne de çok gülmüştü bugün. "Kendi adına konuş." diyerek genç kızın kolunu tuttu ve bırakmasını bekledi. Jessie fazla temastan uzak durmak için itiraz etmeden bıraktı. Genç adam ile ahırlarına kadar yürüdüler. Şimdi ise genç adam dönmek üzere genç kıza döndüğünde Jessie'nin önden önden yürüdüğünü fark etti. " Eve gitmiyor musun?" Diye sordu Asır. "Teşekkürüm olarak gör bunu." Diyerek eliyle yolu gösterdi. "Peki o halde." Diyen genç adam kızla birlikte kuyuya doğru tekrar yürüdü. Kuyunun önüne kadar tek kelime edilmemiş, otların çıkardığı çıtırtılar ve cırcır böceklerinin sesinden başka bir şey duyulmamıştı. Kuyunun önüne geldiklerinde genç adam gitmek üzere bir iki adım attı ve arkasını dönüp son kez genç kızla göz göze gelmek istedi. İri kahve gözleri altında farklı bir ışıltı vardı, burnunun üzerinde ise belli belirsiz küçük çiller. Kaşları yüzüne çok uyumluydu ve iki yandan sallanan perçemleri. Onları sevmiyormuş gibi saçma sapan bir halde iki kulağının arkasına sıkıştırmaya çalışmıştı. Ve küçük kiraz rengi dudakları vardı. Yüzünü unutmak istemedi genç adam çünkü ilk kez bu kadar eğlendiğini hatırlıyordu. Gözleri dudağının kenarındaki morluğa gitti. Bu da neydi böyle? Jessie kendisine tip tip bakan adama tip tip bakmaya başlamıştı. Herşey karşılıklıydı asla altta kalamazdı, asla! Bir an sonra genç adamın soğuk parmaklarının tüy gibi teninde gezindiğini hissetti. Genç adam dudaklarına dokunmuştu dokunduğu an Jessie'nin ruhu çıkmıştı... # "Dur! Sakın kımıldama! Duydun mu beni? Sakın kımıldama!" Yüzü gözü toprak, kan ve pisliğe bulanmış adam avazı çıktığı kadar ağlayan çocuğa bağırıyordu kapkara gözleriyle. Eşelenmiş toprağın içine soktuğu çocuğun üzerine bir atlı arabasının kırık parçalarını örttü ve onu o kuyuda bıraktı. "Hayır baba! Hayır!" Ağlayarak bağıran çocuk küçük yumruklarını kapak niyetine üzerine atılan kalaslara vurdu. "Ben de geleceğim! Ben de geleceğim! Ben bir korkak değilim! Ben de ..." Defalarca kez yumruk atarken küçük bir delikten izlediği babasının bir anda karnından saplanıp sırtından çıkan kılıç ile nefesi kesildi. Koca yürekli babası , o harika adam bir çuval gibi yere düştüğünde ölmeden önce gözlerini kendisine dikmişti. Dudaklarından sızan kana rağmen ona bir şey demek için dudaklarını kıpırdatmıştı. "Seni seviyorum, oğlum..." Ve on savaşın ortasında küçük bir bedenden büyük bir feryat koptu. "Baba!". # Genç adam şaşkınlıkla taş kesilen kızın gözlerine baktı. Kızın gözlerinin kahverengi olduğuna yeminler edebilirdi ama şimdi yemyeşildi ve olağanüstü bir halde parlıyordu. Elini istemsizce geri çekti ve bir iki adım gerilediğinde kızın gözlerine dikkatle baktı. İşte yavaş yavaş kahverengine dönüyordu! Jessie kendine gelir gelmez geri çekildi. Biraz da yalpaladı. İlk defa iğrenç günahlar görmemişti, sadece derinden bir yara görmüştü. Gözlerini kendisine şaşkınlıkla bakan adama çevirdi ve en iyi yaptığı şeyi yaptı. Kaçtı! Hem de bir tazı gibi koşarak kaçtı... Arkasına bakmadan koşup giden kızın ardından genç adam elini uzattı sanki tutacakmış gibi. "Bari ismini söyleseydin!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD