Bir kaç defa Selim'in telefonundan görüntülü konuştuğumuz için Itır beni tanımıştı.
Selma kadın, "Kızım Selin abla!" diyerek çocuğun aklıyla birlikte benimkini de bulandırmıştı. Ben, hala olmayı istemezken, abla olmuştum.
Elimdekileri önce Itır'a sonra da ismini amcasından aldığını düşündüğüm Selim'e verdim.
Selma kadın, annelerinin yedirdiği şeyi aldığımı görünce şaşırmış gibi baktı. "İki yıl önce üst katında oğlunun yanında uyuduğumu bilse ne olurdu kim bilir." diye düşünürken, konuşmadan eliyle içeriyi gösterdi.
Elif'in anlattığı plana göre, karşımda mutfak vardı ve tam sağda ki oda da Selim'in odasıydı. Ben bi bayılsam beni oraya yatırırlar mıydı acaba...
Gözümden akan yaşlar: kapının eşiğine damlarken, ben içeriye girmiştim. Çocuklar ise bizden önce gideceğimiz yere geçmişti bile.
Selma kadın, karşısında hayvan varmış ve ürkütmek istemiyormuş gibi konuşmadan yavaş hareket ederek bana yön gösteriyordu.
Yavaşça odanın kapısından girdiğim de solumda uzun bir konsol ve masa, sağımda iki berjeri olan koltuk takımı vardı. Selim'le mutlu mesut burada yemek yiyip oturmayı hayâl etmiştim.
Berjerin birinde, beni görünce şaşkınlıktan gazetesini kollarıyla birlikte kucağına düşüren Yavuz öğretmen oturuyordu.
Ben yıllarca öğretmen olmak istiyorum diye hayâl kurarken aile geninden kaynaklandığını bilmiyordum.
Selma kadın sanki içimin yandığını hisseder gibi mutfaktan bir bardak su getirmişti. "Al Selim'in üstüne bir bardak soğuk su iç" demese de, der gibi konuşmadan bana uzatmıştı.
Yaş dolu gözlerle bardağı alıp berjerlerin karşısında ki uzun koltuğa oturdum. Solumda kalan tek kapılı gümüşlükte benim olmadığım aile fotoğrafları vardı.
Bir kaç fotoğraftan sonra, Selim'in mezuniyet resmine bakıp orada olsaydım keşke, o mutluluğu benimle de paylaşsaydı diye düşündüm.
Göz yaşlarım arka arkaya akıyor neredeyse görüşümü kapatıyordu. Nazlı'nın dediği gibi ben Selma kadının gençliğine çok benziyordum.
Diğer berjere oturmuş meraklı gözlerle bana bakan Selma kadına dönüp, bir yudum su içtikten sonra, sesim titreyerek, "B.Benimm r.resmim v.varmış, b.bebeklik?" dediğimde, Yavuz öğretmen, Selim'imin "Gen aktarımını babadan aldım" dediğini kanıtlar gibi hemen yerinden kalkıp odadan çıktı.
Ben Selma kadının gözlerine bakamazken o her bir uzvumu uzun uzun süzüyordu.
"Ne o bıraktığın aile iyi bakabilmiş mi?" demeyi çok istesem de dilime pranga vurulmuş gibiydim.
Biraz sonra Yavuz öğretmen elinde bir kutuyla gelip yanıma oturdu. Kutuyu bana uzatırken elleri titriyordu. Bende aynı şekilde kutuya uzandığım da bir elimde bardak bir elimde kutuyla kaldım.
Yavuz öğretmen, "Ne kadar düşünceliyim" der gibi bardağı elimden alıp orta sehpaya bıraktı.
Bende bu sayede kutuyu iki elimle tutabilmiştim. Yavaşça kutuyu açtığımda, ilk gördüğüm yıllardır yüzünü unutamadığım "Selim" olmuştu.
Fotoğrafta: rüyalarımda gördüğüm o çocuk vardı ve elimde ona ait bir şey tutuyordum. Bu sefer hızlıca resimleri kutudan çıkarttıp kutuyu yanıma bıraktım.
İkinci resimde bana beyaz, Elif'e ise pudra rengi bir gelinlik giydirmişlerdi. Başka bir resimde ise ben, rüyamda gördüğüm ve yıllarca adını sayıkladığım Selim'in kucağında oturuyordum.
Benim kucağında oturduğum, rüyamda gördüğüm Selim ise, Elif'i kucağında yarı oturur pozisyonda tutan kimdi?.. Arkada duran Hakan abi, ikisinin omuzuna kollarını koymuş gülümsüyordu.
O beni ilk görüşte tanımıştı ama ben onun yüzünü unutmuştum. Selim, Doğan abi'me 'beyaz atlı Selim'den, beyaz gelinlikli Nurseli'ye sıra gelmedi' demişti.
Ben o zaman yeğeni Selim'i görüyor zannetmiştim. Demek ki oda benim rüyalarımda gördüğüm Selim'i görüyordu. Peki ya Hakan abinin kabusları... Leyla ablanın ölümden beter dediği kayıp Selim miydi.
Pekii bu Selim ise, benim kucağında oturduğum Selim kimdi? Neredeydi. Ben hangi Selim'e aşık olmuştum... Neden ikisinin adı da Selim'di... Arabada ki kayıp Selim dosyası hangi Selim'indi?.. Bu düşüncelerle başım bugün çatlamazsa bir daha çatlamazdı...
Yanımdaki karı kocaya da soramıyordum. Verecekleri hiç bir cevap beni inandıramazdı. Onlara güvenmiyordum.
Bazı resimler ıslanmış gibi sararmıştı. Benim göz yaşlarımla ıslanan bir yeri Yavuz öğretmen silince, onunda yaşlarının yıllarca bu resimlere akmış olabileceğini düşündüm.
Beşimizin olduğu bir resmi alıp, "B.bu b.benim o.olabilir m.mi?" dedim, yalvarır gibi yüzüne bakmadan. Sessizliğin "evet" olduğunu anlamıştım.
Bir resimde Selim, ben ve bir kadın vardı ama Yavuz öğretmen o resmin üzerine daha fazla yaş akıtmış olacak ki neredeyse yüzler tamamen silinmiş gibiydi.
Acaba bu Kezban teyze miydi. İyi de Yavuz öğretmen Kezban'ın resmine sarılıp neden ağlardı ki? Çok merak etsem de hiç bir şey sormadan orada olma sebebimi konuşmak istedim.
"B.ben Oo, o g.gün çok kötüydüm. M.moralim de b.bozuktu. S.size karşı saygısızlık ettim. S.söylediklerimi unutup, o günü hiç yaşanmamış gibi.. olabilir mi... a.acaba?" diyerek saçma bir cümle kurmuştum
Yavuz öğretmen, "Kızım, biz sana ve söylediklerine değil, o hâle gelmene üzüldük. Sen iste her şeyi unutup önümüze bakalım, gel buraya bak herkes seni merak ediyor. Hakan abin iki gündür yerini öğrenmeye çalışıyor." derken tekrar ağlamaya başlayıp, "H.hayır, lütfen... bana biraz zaman verin. Beni bir süre bilmesinler... Hiç biri!" derken Selim'imi kasdetmiştim. Ondan ayrılmaya hazır değildim.
Onlardan, "Tamam kızım"ı duyup benim de olduğum fotoğrafımı alarak çocukları öptükten sonra oradan ayrıldım. Elif'e yetişmem lazımdı. Daha onun telefonundan da resimlerimi silecektim...
~~~~~~•~~~~~~•
Selim, emniyete geldiğinde Alp'te meraklı gözlerle yanına geldi. Selim şaşırarak, "Ne oldu yaa neden öyle bakıyorsun?" deyince Alp, daha da çok telaşlanıp, "Selim iyi misin?" diye sordu.
"İyiyim Alp ne oldu? Asıl sen iyi misin?"
"Selim, bir şey söylemek istiyorum ama karışmasam daha mı iyi bilemiyorum. "
"Ne oldu söyler misin artık, işim gücüm var."
"Nurseli'yle en son ne zaman konuştun?"
"Dün mesajlaştık?"
"Eee?"
"Ne eee?.. O kadar işte, annesine ziyarete gelen giden oluyor diye 'müsait değilim' dedi"
"Selim, nasıl söylicem bilmiyorum ama duyunca bi sakin ol tamam mı?"
"Çatlatma insanı Alp söyle ne söyleyeceksen, zaten iki gündür kafam çatlıyor."
"Selim, Filiz Nurseli'nin kardeşiyle konuşmuş."
"Eee?"
"Kardeşi Filiz'e annem değil ablam hasta, şuan hastanede demiş."
"Neee, Nurseli hastanede mi yani, ne olmuş?!"
"Dur panik olma hemen, bayılmış yine."
"Neden peki, Nerede şimdi, ben gidiyorum!.."
"Dur hemen panik olma, ben gördüm iyi, ama işte işin enteresan tarafı da ooo, Nurseli İstanbul'da ve Filiz'e Selim'le ayrıldık demiş."
Selim, neredeyse şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Hemen telefonu çıkartıp Nurseli'yi ararken, Alp'in arkasından seslenmesini bile duymadan odasına doğru yürüdü.
Alp arkasından, "SAKİN OOOLLL!" diye bağırınca elini kaldırarak tamam işareti verdi...
•~~~~~~•
Köprüye yaklaştığımda Selim'im aradı, ilk çalmada cevap vermeyip, sonrasında ısrar edince mesaj atarak "Müsait değilim" dedim.
Selim'im de mesajla, "Aç yoksa bir saat sonra yanında olurum!" diyerek tehdit etmişti.
İşte bu huyunu oldum olası sevmemiştim, bana karşı rütbesini kullanmaktan çekinmiyordu. DNA testi pozitif çıkarsa hattımı değiştirip öyle ortadan kaybolacaktım.
Kulaklığı takıp sesim titreyerek telefonu açtığımda Selim'im endişelenmis gibi, "Nurseli neredesin sen?" dedi
Panik olmuştum, acaba yerimi öğrenmiş miydi, ona belli etmek istemedim. "Selim ben iyi değilim." dedim.
"Söyle neredeysen geleyim gülüm!" demesinden hâlâ Selin olduğumu öğrenmediğini anladım.
"Selim zamana ihtiyacım var, gelme lütfen."
"Neden gülüm ne oldu, söyle bana istediğin kadar zaman vereyim, ama bütün yükü tek başına sırtlamaya çalışma, ağır gelir."
"Biliyorum!" dedim, Çok zor... Bu yük, çok çok çok ağır ama sana söyleyemeyeceğim... Benden, ağladığımı gösteren bir burun çekme sesi duyunca,
"Gülüm, benim derdim hafifledi, senin derdine de hamal olurum ben, hadi söyle ne oldu?" deyince, Selim'den kurtulamayacağımı anladım ve saçma da olsa, onu kullanarak zaman kazanmak istedim.
Burnumu genzime kadar çekerek, ağzımdan verdiğim nefesten sonra, "Selim... Biz... hastanedeyken, bir şey oldu, nasıl söylesem bilemiyorum ama ben, kendimi kötü hissediyorum, o yüzden senin yüzüne bakamıyorum." dedim, sözüm inandırıcı olmasa da ağladığım için inanmıştı.
"Olur mu öyle şey gülüm, sen ne yaparsan yap ben senden yüz çevirir miyim hiç, hastanede herkes çok kötü günler geçirdi, herkes bir birine bağırdı hakaretler etti, canının acısını çıkarttı, çok şükür geldi geçti. Sen de takma artık."
"Selim bu öyle bir şey değil işte, ben de unuturum zannettim ama olmadı."
"Ne oldu Nurseli, söyle bana ben karar vereyim, çok mu kötü diye."
Yine derin bir nefes alıp vererek, "Selim, ben... Yani biz... Yani Doğan abi... Odadayken, beni öptü!" dediğimde sesinden oturduğu yerden ayağa kalktığını hissetmiştim.
"Neee?! Ne zaman? Nasıl?!"
"Daha fazla sorma Selim, kendimi çok kötü hissediyorum. Lütfen bana biraz zaman ver."
"Tamam Nurseli kapat."
... Başarmıştım ama neyi bilmiyordum, iki arkadaşın arasını bozmayı mı, zaman kazanmayı mı?
Bu itirafımın sonucu ne olacak ve ne zaman görecektim onu da bilmiyordum...
Gıyabında abimden özür dileyerek yola devam ettim...
~~~~~~•~~~~~~•
... Selim hemen Alp'in odasına gidip hışımla kapıyı açtı, Alp neye uğradığını şaşıran bir bakışla, ne oluyor demeden, Selim üzerine yürüyüp, "Doğan Nurseli'yi öpmüş, haberin var mı?" dediğinde Alp iki kat şoke oldu.
"Nurseli mi söyledi" derken kekeleyince Selim sinirlenerek, "Sen biliyor muydun?" dedi.
Alp'in panik olması Selim'in öğrenmesinden dolayı değildi.
"Selim bi otur gel sakin ol. Sebep o değil abi, başka bir şey olmuş olmalı gel otur." diyerek Doğan'ı arayıp hoparlöre aldıktan sonra Selim'e de "sus" işareti yaptı.
"Efendim Alp."
"Alo, Doğan, Hilde nasıl bir gelişme var mı?"
"Burada bi değişiklik yok, haberler siz de. Selim aga aramıyor, hâlâ bir gelişme yok mu acaba?"
"Sana bir şey söylicem ama vallaa benim kafam allak bullak bana bir şey söyle, cumartesi günü Nurseli'nin yanına gittik berbat bir haldeydi, Filiz'e Selim'le ayrıldık demiş."
"Ayrıldık mı demiş, neden ki?"
"Ne bileyim, benimde aklıma acaba Selim'e senin yaptığını söylemiş olabilir mi diye geldi."
"Saçmalama lan, biz o konuyu kapattık yaa, kız burada iyiydi. Orada ne olduysa olmuştur... Benim doğru dürüst hatırlamadığım onun da umursamadığı şey bahane olamaz... Selim'e belli etmeden öğren, bana da söyle... Bir an önce de gönder buraya gelsin Hilde sorup duruyor."
"Tamam kardeşim ben halledicem, görüşürüz."
"Beni oraya getirmeden hallet bak, haber ver. görüşürüz."
Alp, telefonu kapatıp Selim'e olanları anlattıktan sonra, "Selim, ne olduysa cumartesi günü olmuş olmalı, orada bir şey yoktu" deyip telefonu çıkartırken, "Dur bi Nurseli'nin nerede olduğunu öğrenelim ona göre hareket ederiz!" deyip Filiz'i aradı.
Filiz, sabah konuştuğunu, annesine gittiğini söylediğini söyleyip kapatınca Selim ayağa kalkıp, "Ben gidiyorum abi." dedi.
Alp, "Nereye?" diye sorunca, "Evine!.." deyip "Bana adresi öğrensene." deyince Alp'te ayağa kalkıp, "Yürü hadi, yolda Doğan'ı arayıp sorarım." diyerek birlikte emniyetten çıktılar.
Alp, yolda Doğan'a, "Nurseli evine gitmiş adresi ver." diyerek evini öğrendi. Selim'le birlikte Bilecik'e doğru yola koyuldular...
~~~~~~•~~~~~~•
Selim, telefonu kapatalı bir saat olmuştu ama arayan soran olmamıştı, bu demek oluyordu ki Selim olayın üstüne gitmemiş ve kimseye bir şey sormamıştı.
Elif, çoktan gelmiş, "Neredesin?" diye mesaj atmıştı. Selim'im için yalan söylemekten çekinmeyerek, "Yol çalışması var." dedim.
Her gün bir yerlerde illa ki bir çalışma oluyordu nasılsa...
... Elif'i masada oturmuş görünce dayanamayıp koşup boynuna sarıldım. "Canım ne oldu iyi misin?"
Elif'in başı türbanlı olduğu için onun saçından alamazdım, tek çare Selim'in saçıydı. Hem Elif her türlü kardeşimdi, kan bağım olmasa bile aynı kadından emmiştik. Bunu bildiğim için kardeşime sarılır gibi sarılmıştım.
Elif ile bu kadar anlaşıyor olmamız onun içtenliğinden ve samimiyetindendi. Kesinlikle kardeş olduğumuz için olamazdı. Leyla abla ile de çok iyi anlaşıyordu.
Gözlerimin şişliğinden dolayı nişana neden gelmediğimi sormayıp nasıl olduğumla ilgilenmişti.
Hilde'nin o hâli, benim kendim için acı çeken yüzümün makyajı olmuş içimdeki kederi kapatmıştı.
Bende, zaten sebebimin olmasından dolayı çok uzatmayıp, "Fotoğraflarınıza bakayım" diyerek telefonunu işaret ettim.
Heyecanla galeriye girerken, "Aaayyy bak bakalım nasıl olmuşum?" deyince "Senin gibi güzel bir kız nasıl olabilir ki?" deyip resimlere bakmaya başladım.
Bir kaç resime bakarken sanki bir koku alıyor gibi nefes alıp verdim. Çok geçmeden "Ne oldu?" deyince "Canım süt mısır çekti yaa, bir şey yok." der demez, "Dur ben alıp geleyim" dedi.
Elimle engel olur gibi, "Boşver yaa, sonra yerim." dedim gayrı ciddi, ama o: tam tahmin ettiğim gibi, "Olurmu öyle şey, senin sebebine bende nasiplenmiş olurum, ne zamandır yemedim. Özlemiştim de." deyip kalkınca telefonu göstererek, "Vereyim mi?" dedim.
"Yok canım kalsın sen bak, ben hemen geliyorum." deyip gidince, hemen dosya yöneticisine girip üçümüzün olduğu dosyayı sildikten sonra, arada tek tük kalanları da geri dönüşüme gönderdim.
Mesajları ve arama kayıtlarını da sildikten
sonra, Selim'imin nişanda ki resimlerini de kendime atarken Elif iki mısır alıp gelmişti. Engin'in makarnası kadar olmasa da mısırı da zorla bitirmiştim.
... Nedense buraya kadar planımda bir aksaklık olmadığına şaşırmıştım. Duam kabul olmadı diye teselli ikramiyesi gibi bir şeydi bu.
DNA testi yapılmadan Selin olduğumu öğrenmesinler de sonrasında ne olursa olsun farketmezdi.
Elif'in, beni Engin'e anlatmaması için dualar ediyordum... Gerçi şuan gündemde Selin olduğu için bir süre anlatmazdı...
~~~~~~•~~~~~~•
... Öğlen arasında Hakan gülerek Leyla'nın odasına geldiğinde, Leyla gözlerindeki mutluluğa hayran kalarak bakmıştı.
Hakan camın önüne gelip, gökyüzüne bakarak, içinden sevincini gösteren rahatlamış bir nefes verince Leyla elini tutup, "Hayatım!.. Babam sizin kadar heyecanlanmadı farkettin mi?" dedi.
Hakan, elini Leyla'nın elinden çekip karşı koltuğu oturdu.
"Babamın heyecanlanmasına gerek yok kii, o ümidini hiç kaybetmedi. Hep kavuşacağı günün hayâli ile yaşıyordu."
"Hayatım, hevesini kaçırmak istemiyorum ama sen demedin mi yaşından büyük akıllı bir çocuktu diye, Türkiye'nin bi ucuna bıraksan İstanbul'a gelemez miydi? Yada köye gelip Selin'i bulmaz mıydı diye düşünüyorum."
"Yıllarca kendimi böyle kandırdım Leyla, o beni, bizi, bebeğini bırakmazdı, kesin öldü dedim ama kalbim bir defa bile acısıyla yanmadı. O ev, o ahır, yandı kül oldu da ben ölüsüne değil yokluğuna yandım..." deyip başını önüne eğerek ağladığını karısından gizlemeye çalıştı.
"Kardeşimin kimliği olmadan mezar taşı oldu. İçi boş mezara konmuş doğum tarihi belli ama ölüm tarihi olmayan mezar taşı..." burnunu çekip gözlerini sildikten sonra, karısına bakarak,
"Leyla, kim bilir o yangında ne oldu, bir yeri mi yandı hafızasını mı kaybetti. Birilerinin eline mi düştü, kaçırıldı mı, dilendirildi mi? Ne oldu bilmiyorum ama dediğin gibi başına bir şey gelmeseydi o bizi bulurdu."
"Bundan sonra babamlar Selim'e Selin'le evleneceksin diye baskı yapmaz artık, sende öyle."
"Ben baskı mı yapıyordum aşk olsun."
"Hakaaannn!.."
"Tamam tamam, sustum."
"Nurseli'yi de seversin artık."
"Severim ama Selin gibi değil, ben kendi gelinimi bile Selin kadar sevebileceğimi zannetmiyorum."
"Bu gidişle bende Elif gibi kıskanacağım haberin olsun."
"Bebeği mi kıskancaksın?"
"O artık bebek değil hayatım, anana babana kafa tutacak kadar yetişkin bir kadın, ayrıca Selim olmasaydı onunla evlenecek kişi sen değil miydin?"
"Aaaa, nereden çıktı buu?"
"Asya teyzeler konuşurken duydum, annelerin birbirine sözleri varmış."
"Hıııığmmm, şöyle kii, Selim olmasa bile ben olmazdım, Fatih Selim olurdu. Melek teyze beni de severdi ama Fatih Selim'i benden daha çok seviyordu.
Benimle bi oğlu olmuş ölmüş, Fatih Selim'le bir oğlu olmuş oda ölmüş, sonrasında bir oğlu daha ölünce Melek teyze teselliyi bizde aramıştı.
Ali, ben ve Selim evlerinden çıkmazdık, bize sarmalar börekler tatlılar yapardı. Selin'e hamile kalınca da Fatih Selim'e sürekli 'İnşaallah sen benim oğlum olursun' deyip yanaklarını sıkıyordu.
O zamanlar Selim, Melek teyzeden kaçmaya başladı. Biz Ali'yle gider yer içer oynar gelirdik. Bazen onların evinde kalırdık.
Bir gün annem Selim'e sordu, 'Sen neden Melek teyzene gitmiyorsun' diye, oda ağlayıp 'anne o beni senden alacakmış ben onun oğlu olmak istemiyorum' dedi. Çocuk aklı işte...
Annem de 'ben senin babaannene ne diyorum' dedi, 'Anne 'diyorsun deyince 'peki babaannen beni kaçırmış mı oluyor, ben onun kızı mı olmuş oluyorum' demişti.
Fatih selim, 'babamla evli olduğun için' deyince annem de, 'Melek teyzenin bebeği olacak, kızı olursa sen onunla evlen de oğlu ol diye dua ediyor oğlum' dedi.
Fatih Selim o günden sonra Melek teyzeyi daha çok sevmeye başladı, ben diym dört ay sen de beş ay her sabah evlerine gitti, 'bebek ne zaman doğacak, o benim olacak' diye.
O sene beş kadın hamileydi, karınları şiş şiş dolanıyorlardı. Atakan, engin, selin, nazlı ve en sonda elif.
Elif doğmadan önce kilolu bir kadına, 'Senin de mi bebeğin olacak' demiştim, 'yok oğlum benim değil ananın olacak' deyince Elif'i öğrenmiştim.
Fatih Selim benim hatırladığım kadarıyla beş ay her gün doğdu mu diye evlerine gitti ama doğduğu gece bizim evde olmasına rağmen uyanamadı.
Ben bi çığlıkla uyanıp dışarıya çıktığımda Selim Selin'i tutuyordu. Babam, annem, Yakup amca herkes ağlıyor, sadece Selim gülüyordu. Bebeğe bakıp gülüyordu.
Yakup amca da 'ben kızımı senin oğluna verdim, adağım olsun kızım yaşarsa senin gelinin olsun' dedi, tam hatırlamıyorum ama annemdi galiba, Selim'e 'Bu bebek senin olsun mu?' diye sorunca gözleri parlayarak, 'olsun' dedi.
Babam da, o zaman bu kızın adı Selin olsun her eksiğini de kocası Selim tamamlasın, bu ev de mihri olsun deyince Selim bana Selin'i gösterip, 'bebeğime bak' dedi gülerek, anlıyor gibiydi.
Selin o kadar küçük o kadar çirkindi ki, lanugo tüyleriyle minik bir maymuna benziyordu. O hayran hayran bakarken ben beğenmemiştim. Fatih selim de uyanmış. Bizi yanında göremeyince yanımıza geldi.
Selim, ona dönüp aylarca yolunu gözlediği bebeği göstererek, 'bak bu benim bebeğim' deyince Selin'e yaklaştı, Dedim ya yedi aylık bebek nasıl olur bi düşün, Fatih Selim de yanına yaklaşınca midesi bulanmış gibi baktı, Selim Selin'i saklar gibi kendine bastırıp onun o bakışına kızdı."
"Peki Fatih Selim ne zaman aşık oldu?"
"O gece biz yattık, Selim sabaha kadar uyumamış, gizli gizli bakıyormuş. Kapısında uyumuş, ertesi günü ambulans geldi ikisini de götürdü. Selin'i kuveze almışlar.
Selim, yemiyor içmiyor 'bebeğim de bebeğim.' Babam ödül olarak Selin'i koymaya başladı, üç gün tabağında yemek bırakma hepsini ye seni götürcem, bir yiyordu boğulacak gibi, sonra okulda uzunca bir yazı verdi, niyeti oyalamaktı, 'bunu deftere yaz götürcem' dedi.
Yaa mübarek yemedin mi, içmedin mi, uyku da mı uyumadın, yazıyı bitirip babama getirmiş, bir de güzel yazmış inci gibi, babam o defteri hâlâ saklıyor. 'Büyüyünce Selin'e düğün hediyesi vercem' demişti.
Ben üçe gidiyordum öyle yazamıyordum düşün. Babam defteri gösterdi, 'Artık yeter götürcem' dedi. Ertesi sabah gittiler, hastane uzak olduğu için iki gün sonra anca gelebildiler...
Bir sabah kalktık Selim yok, okula baktık, Selin'lere baktık arkada babam bir göz oda yapmıştı oraya da baktık yok...
İyice meraklanmaya başladık, camiden anons ettirdik yine yookk. Evde bir telaş.
Akşama doğru Yakup amca telefon etti, o zamanlar iki üç evde telefon vardı. Bizi aramış ulaşamamış, evde olmadığımız bi saatti herhalde, sonra muhtarı aramış,
'Selim geldi burada merak etmeyin' diye... Meğer babamla giderken yolları ezberlemiş, gelene geçene de el edip otostop çekerek hastaneye gitmiş, babam atladı gitti.
'Beni götürürsen yine kaçarım bu sefer saklanırım' demiş, yani dediğin gibi, eğer onun aklı başında olsaydı bizi arar bulurdu. Kesinlikle bir engeli olmalı.
Çok tatlı sevecen bir çocuktu, hemşireler demiş ki 'Abi bırakın kalsın, bize numaranızı verin, yaramazlık yaparsa sizi arayalım gelip götürürsünüz.' Babam da mecburen bırakmış geldi.
Bir hafta sonra Melek teyze taburcu oldu, Yakup amca iki günde bir süt götürdü ama Selim kırk gün hastaneden gelmedi. Yakup amcaya da "baba" demeye başlamıştı, o derece.
Bir gün babamla çıka geldi. Bir güzel banyosunu yaptı giyindi yine 'Bebeğime gidiyorum' deyip çıktı, biz de fatih Selim'le peşinden gittik.
Selim, Selin'i yine kucağına alıp, 'Bebeğime bakın' deyince o ân Fatih Selim aşık oldu işte. Selin çok tatlı bir bebek olarak gelmişti...
Selin, Fatih Selim'in beş ay beklediği bebekti ama başkasının kucağındaydı.
Fatih Selim, 'o benim bebeğimdi' diye kıskandı. Elif dünyaya gelince 'Al bu da senin bebeğin olsun' dediler ama o istemedi. 'Ben onu istiyorum' diye tutturdu.
Selin, beş yıl iki Selim arasında kaldı ama hep onu istiyordu. İlk altı ay alt değiştirme, karın doyurmayı Melek teyze yapsada ek gıdaya geçince sadece alt değiştirmeyi yapmaya başladı. Melek teyze bulaşık yıkayıp yemek yapacakken bile Selim'i çağırırdı.
Hastanede kuvezin camından ninniler şarkılar söylermiş, onun sesine alışmış sesiyle uyuyormuş. Selim, Selin'in kocası olmadan dadısı olmuştu.
Diş çıkartırken Selim gel, ateşlendi Selim gel, uyku düzeni bozuluyor Selim gel. Yemek yemiyor Selim gel. Elbise giymek istemiyor Selim gel... Selim'de o kadar sabırlı, oyun demezdi, uykum var, açım demez koşa koşa giderdi garibim.
Selin sütten kesilene kadar neredeyse her akşam Selim onlarda kaldı, sonra da ara ara Selin bizde kalıyordu.
Selin'e yürümeyi öğretti, anne demeyi, baba demeyi, bir tek adını öğretmedi, onu da ben düzeltmek istedim ama bana engel oldu, Telim, Telim demesi çok hoşuna gidiyordu.
Ona annelik babalık yaptı ama abi gibi değil, ileri de kocası olacağını biliyor gibiydi. Evleneceği kişiyi büyütmek kime nasip olur bi düşünsene.
Selin, komut dinlemeye başlayınca dudaklarına dokunup, 'Büyüyünce bunları ben öpeceğim sen kimseyi öpme tamam mı' diyordu o derece farkındaydı yani...
Annem, Elif'in saçlarını örerken öğrendi Selin'in saçlarını ördü, kuaförlük yaptı, hastalandığında başına bezler koydu hasta bakıcılık yaptı.
Ağacın altında dizine yatırıp saçlarını okşarken, 'Hadi çabuk büyü bende senin kucağına yatayım' diyordu.
Ben bir defa Elif üşür, koşar terler diye düşünmemiştim, Kaç yıldır evliyiz senin terlemeni bile düşünmedim ama o hem Elif'le hemde Selin'le ilgileniyordu.
Enselerine, sırtlarına bakıp terlemişlerse eve götürüp anneme üstlerini değiştittiriyordu. Her gördüğümde, işaret parmağıyla, Selin'in kolunun içinden başlayıp parmaklarının ucuna kadar dokunuşlar yapardı. Her parmağa ayrı çizgi çekiyordu."
"Sakinleştirmeye mi çalışıyormuş?"
"Bildiğini zannetmiyorum ama evet, Selin o dokunuşlarla sakinleşirdi. Belki de hastanede görmüştür bilmiyorum. Kırk gün orada hemşirelere yardım etmiş, onlardan öğrenmiş olabilir.
Hastalara da yardım etmiş, hastalar arkasından dualar ediyormuş...
Annem ilk zamanlar bir şey demese de Selin'den sonra ona üvey annelik yapmaya başladı.
Selim'e getir götür işlerini yaptırıp Fatih Selim'le Selin'i oynatırdı. Selim farketmiş olacak ki, annemin verdiği işleri hızlı hızlı yapıp hemen yanlarına gelirdi.
Yolda onları el ele görenler, 'Aman da aman çifte kumrular' derdi. Selin, üç dört yaşındayken Atakan'ın babasından korkardı. Karşıdan geldiğini görünce Selim'in arkasına geçip saklanırdı.
Şerefsiz pislik, ondan bile hoşlanarak ellerini tutup 'ben buradayım' der gibi öpüyordu.
Selin, Selim'in sekiz yıl çektiği işkenceye teselli olmuş gibiydi. On iki yaşına kadar bizimle kaldı.
Melek teyze bizden çok onu sevmeye başlayınca, Fatih Selim'in kıskançlığı da dört kat büyüdü, Selim onun annesini, bebeğini almıştı.
Hırçın, aksi, söz dinlemeyen bi çocuk oldu. Sadece Fatih Selim de değil, annem de kötü olmuştu. Elif doğduğun da Selin'in acısından sütü gelmemiş.
'Selin'e yanmaktan kendi bebeğimi emdiremedim' diye ağlamıştı.
Annemle Melek teyzenin bi huyu vardı içlerinde bi sıkıntı varsa çıkardı.
Bir gece önce Selin uyumamış, annem de 'içimde bir sıkıntı var' deyip duruyordu. Babam bana 'Ortadan kaybolalım yoksa bu volkan bize patlar' diyerek beni yanında götürdü. Keşke gitmeseydim de o volkan bana patlasaydı..." Hakan bundan sonrasını ağlayarak anlatmaya başlamıştı. Leyla da sessizce dinliyordu.
"Melek teyze, annemin yanına gelmiş, Selin'i de yine Selim'e bırakmış...
Demesine göre, Fatih Selim'e, 'Selim sen bırak Selin hasta abin ilgilensin, ben azıcık dinleneyim' demiş.
Fatih Selim'de dinlememiş, 'bende oynicam diye Selin'i çekmiş, Selim demiş 'o benim bebeğim', fatih demiş 'benim bebeğim.'
Fatih Selim'in en büyük pişmanlığından birisi de o gün ve orada söyledikleri, 'Burası bizim evimiz, senin değil. Evinize gidin, defolun, seni sevmiyorum.' demiş
Selim hiç bir dediğine karşılık vermemiş. Sadece ağlayarak Selin'i uzak tutmaya çalışıyormuş.
Fatih Selim'de, 'benim değilse seninde olmasın mı' demek istedi nedir, Selin'i arkadan itmiş, Selin yüz üstü düşünce dizleri, elleri, burnu kanamış.
Melek teyze koşup Selin'i kaldırınca, o dakikaya kadar sabırla bekleyen Selim bi bakmış Selin'in ağzında burnunda kan var, o da Fatih Selim'i itmiş... Selim de taşın üzerine düşmüştü...
Babamla, annemin çığlığını duyup geldik. Selim kanlar içinde yatıyordu, hemen hastaneye götürdüler...
A.Annemm, y.yine üvey analık yaparak, 'Y.ya o Selim y.ya bu Selim' diyerek şart koşmuş. Babam geldi... Onu götürürken Selin arkasından çığlıklar atıyordu... 'telim...telim...' diye. Yıllardır kulaklarımdan gitmiyor.
Babam o yangından sonra yıllarca, 'Oğlumu eceline ben götürdüm, kendi ellerimle' diye ağladı.
Hastane de Fatih Selim'i tercih etmişti ama o yangından sonra Fatih Selim'le de hiç eskisi gibi olamadılar. (Burnunu sıkıp sakinleşerek)
Bakma Selim'in böyle olduğuna, çocukken bunun zıddı bir çocuktu, 'ben babamın elinden bir Selim aldım, artık Fatih de olamam' diyerek Selim'in kılığına büründü.
Selim, polis olmak istiyor diye polis oldu. Selim ne yiyorsa onu sevmeye başladı, onun gibi konuşup hareket ediyordu... Sadece Selin'i sevmeyi bıraktı, her şeyi ile Selim oldu ama Selin'siz Selim.
Babam da Yakup amcaya 'Ben mihrimi verdim, sen kızını verirken yaşadığı müddetçe senin oğlunun demiştin emanetimi istiyorum' dedi.
Selim, Selin'le evlense de asla gerçek bir evlilik olmayacaktı. Babam ona rağmen istedi Selin'i.
Selim'de evden kaçmak için yatılı yurda gitti. Böyle işte, iki Selim de bir Selin için perişan oldu."
"Peki Melek teyze nasıl karşıladı, bildiğim kadarıyla Fatih Selim'i sevmiyor."
"Selim köyden gidince Selin hasta oldu. Ağır bir sarılık geçirmiş, iki haftadan fazla hastanede kaldı. Selim'i unutamamış, telim telim gecelerce sayıklıyormuş,
Selin, çok güzel tos tombalak bi bebekti, Selim'den sonra erimiş akmış, öldü ölecek demişler.
Yakup amca bu sefer de ahırda ki en verimli ineğini fakir birine vermiş. Hastaneden çıktıktan sonra bir gün Selin'e bakmaya gittik, Melek teyze bizi eve almadı.
Selim'e de 'Sen çok kötü bir çocuksun' dedi. Selim ne o günü ne o sözü unuttu. Bir süre annemle de konuşmadılar ama sonra Asya teyzeler aracı olup, siz akrabasınız olmaz böyle deyip barıştırdı. İlk zamanlar Selin yine kaçıp kaçıp bize gelirdi. Kaan'ı sevmeye...Bir keresinde, 'Annem beni dövüyor ama ben yine de geldim' demişti."
Hakan sustuğunda Leyla, "Görsen tanır mısın?" diye sordu.
Hakan, önündeki dergilere boş boş bakıp konuştu.
"Selim köyden giderken 12 ben 13 yaşındaydım. Ben şimdi otuza merdiven dayamışım, küçüklüğüme bi bak bakalım benziyor muyum?.." diyerek tanıyamayacak olmasının cevabını hanımının anlamasına yardım etmişti.
"Ben onun giderken ki yüzünü bile hatırlamıyorum, aklımda sadece mevlid diyerek yaptığımız düğünde ki yüzü kaldı... Oğlum ona benzesin diye çok dua ediyorum Leyla, huyu da yüzü de ona benzesin. Babam benim oğlumla Selim'ini bulup teselli olsun. Belli ki Selim gelmeyecek..."
Hakan'ın yüzü asılıp, "Selin'i de en son gördüğümde 6 7 yaşlarındaydı, onu bile tanıyamam..." deyip devam etmek istemeyerek, "Öyle işte. Neyse ben artık gideyim." deyip ağladığını karısından gizleyerek odadan çıktı...
Leyla, gelin geldiği günden beri kocasından yaşadıklarını bu kadar uzun dinlememişti, Hakan ne zaman anlatmaya başlasa, ağlamaya başladığı için yarım kalırdı.
Yine ağlamıştı ama artık içinde bir ümitle hasret göz yaşları dökerek anlatmıştı
Babasına telefon edip hal hatır ettikten sonra, sesinin iyi gelmediğini anlayıp ısrarla soran babasına, bağlantılarını kullanarak Selim'i bulması konusunda yardım istedi...
Ölü yada diri...
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Öğlene doğru Selim'le Alp Nurseli'nin evinin önüne geldi...