Acının Dili...

1437 Words
Her çocuk gibi düştüm, dizlerim kanadı, ellerime küçük çakıl taşları battı, yaralarımın kabuklarını soymaktan zevk aldım. Her çocuk gibi düştüm, kalktım ama bazı çocuklar gibi nazlanmadım. Annem ve babam benim yerime acı çekti çoğu zaman. Acılara dayanma gücüm mü yüksekti ya da nenemin dediği gibi kalender bir çocuk muydum bilmiyorum ama yine de sevemedim kimselere nazlanmayı. Ama şimdi şu karşı kanepede oturup, kucağında uyuyan yavruyu okşayan adam halimi sorsun, beni hoşlasın diye nazlanasım geliyor. Çünkü öyle içi gider gibi bakmış, öyle narin bir nesneymişim gibi yaklaşmıştı ki; kendimi ilk defa kırılgan bir insan gibi hissettim. Öğle ezanı okunmaya başlayınca, tesbihatını yapan nenem başını kaldırıp "Kızım baban birazdan gelir. Hadi bir şeyler yap da güzel bir öğle yemeği yiyelim." demişti. Aslında babam öğlenleri pek ağır şeyler yemezdi. Güzelce demlenmiş bir çayın yanında birkaç parça ekmek, peynir, zeytin ona yeter de artardı. Ama şimdi soframızda bir fazla can daha vardı. Hem de sağlam benslenmesi gereken bir can. Bunları düşünerek nenemin kış için hazırladığı tarhanadan bir tasa ıslatıp beklemeye aldım. Dolaptan çıkardığım kavurmaya, bugün kümesten kendi ellerimle topladığım yumurtalardan kıracaktım. Protein açısından oldukça güçlü bir besin olduğu için sanırım epeyce yerinde bir seçimdi. Tatlı olarak ne yapsam diye düşünürken; aklıma gelen revani ile malzemelere bakınmaya başladım. Her şey tamamdı ama elde kalan irmik işimi asla görmezdi. Bir koşu gidip Zarife abladan istemeyi düşünsem de bu fikirden hemen vazgeçtim. Çünkü bize gelmek, misafir hakkında bilgi almak için yanıp tutuştuğunu ama Ethem abim tarafından engellendiğini tahmin edebiliyordum. Es kaza kapısına gidecek olursam beni soru yağmuruna tutar ve vaktimden çalardı. Gerçi şimdi hangi kapıyı çalsam, eminim evimizde kalan adama olan meraklarını gidermek için beni kenara sıkıştıracaklardı. Bu sebeple revani fikrinden vazgeçip, nenemin sürekli yaptığı, basit ama lezzetli bir tatlı olan, yoğurt tatlısından yapmaya karar verdim. Tarhana çözülene kadar tatlıyı davul fırına verirdim zaten. .... Babam geldiğinde evvela elini yüzünü yıkayıp dışarıda giydiği üst başı çıkarırdı. Evvelden öyle alışmıştı ve titiz bir insan olduğu için de rutin bir şekilde bu alışkanlığını sürdürürdü. Dışarının tozundan kirinden arındıktan sonra Korhan beyin olduğu odaya, yani normal zamanda oturma odası olarak kullandığımız odaya doğru ilerledi. Evvela kapıyı çalmış ve "müsaade var mı Korhan bey oğlum?" diye sormuştu. Bu kibarlığına oldum olası hayrandım. Zira çocukluğumdan beri benim odama girerken de aynı özeni gösterir, bana da müsait olup olmadığımı sorardı. Babamın ardından ben de elimde sini ve koltuk altıma sıkıştırdığım sofra bezi ile odaya girdim ve hızlıca divanların arasına sofrayı kurdum. Ben kenara çekilip babamın oturmasını beklerken, babam gelip saçlarımdan öpmüş ve "ellerine sağlık benim güzel kızım" demişti. Bu aslında sık sık yaptığı bir şeydi ama yine de onun yanında biraz utandım. Çünkü onun gözünde küçük bir kız çocuğu gibi görünmek istemiyordum. Nenem sobanın üzerinde sıcak dursun diye getirdiği tarhanayı tabaklara çekerken, ben de herkesin suyunu bardağına doldurup önüne koyuyordum. Ben bardağını uzatırken yine elimin kızarıklığına bakıp yüzünü buruşturmuştu. Gözleriyle soruyordu "canın yanıyor mu?" diye. Ben de tebessümle yanmadığını söyledim. İnandırabilmiş miydim bilmiyorum ama bu soruyu ilerleyen saatlerde çokça duyacağımı biliyordum. Babam çorbasını bitirdikten sonra ağzını silip, bir yudum su içti ve ona bakarak konuşmaya başladı. Diyecekleri önemli olmalıydı ki yüzü ciddi bir hal almıştı. - Korhan bey oğlum, bugün yüzbaşı geldi kahvehaneye. Senin çocuklardan haber getirmiş, durumları iyimiş elhamdülillah. Yollar açılır açılmaz sizi buradan alıp Kayseri'ye götürecekler. Oradan da ayarladıkları bir şoför sizi İstanbul'a kadar götürecekmiş. Yol işini oradaki komutan ayarlayacak anlayacağın. İçin rahat olsun. Bu arada annen hanımefendiye de telgraf ulaşmış. Hatlar çalışır bugün yarın, sen de arar içini rahatlatırsın. - Sağ olun İbrahim bey. Benim için yaptıklarınızı asla unutmayacağım. - Unutacaksın evladım, unutacaksın. Biz sana iyilik olsun diye değil, kulluk vazifesi olduğu için kapımızı açtık. Allah'ın rızası yeter bize. Elbette senin memnuniyetin de gönlümüzü rahatlatır, orası ayrı. - Memnun kalmak ne demek, ihya ettiniz ev sahipliğinizle. Allah razı olsun hepinizden. Ne yapsam ödeyemem hakkınızı. - Hak hukuk arayacak bir şey yok evladım. Daha fazla konuşmayalım böyle şeyleri. Hadi kızçem, Suzan'ım o gözel datlından getiriver de ağzımız tatlansın. Çayı da çekiver bardaklara, eyice oturmuştur artık demi. Nenem sesslenmeseydi daldığım yerden biraz zor çıkardım. O kadar şey konuşulmuştu ama ben, yüzbaşının onların gidişi için her şeyi ayarladığından sonrasını duymamıştım. İnkar edemeyeceğim bir şekilde içim burulmuştu. Bir an yattığı yerin boş olduğunu, sofrada eksilen tabak ve kaşığı, çay tepsisindeki dördüncü bardağın bırakacağı boşluğu ve yokluğunun bana hissettireceklerini düşündüm. Sanırım bu evdeki eksikliğinin bende bırakacağı iz öyle az buz olmayacaktı. - Tamam nene hemen getiriyorum. Ama önce sen tokluk ilacını iç tamam mı? Zaten sana bir dilim koyacağım, hiç ikinciye heveslenme. - Sıpanın ettiği lafa bak hele. Datlısız edebilir miyim ben hiç? İçiveriyom ilacı sonra yiyiveriyom işte. - Nene bu sabah daha zar zor düşürdük tansiyonunu. Herkesi kandırabilirsin ama beni kandıramazsın anladın mı Sabire sultan. - Doktor görmüyo diye her bişeyi yerim diyodum İbrahim. Ama bu kız benim doktordan da beter çıktı. Kendi başımıza sardık bu püsküllü belayı. - Aşkolsun nene. - He he olsun bakem ne vakit olacak. Nenemin dilinin ucuna vererek söylediklerini bir tek ben duymuştum. İma kokan bu sözleri ilk kez duyuyordum onun ağzından. Sanki bir şeyler sezmiş ve bana laf dokunduruyor gibiydi. Çok mu belli ediyordum halimle tavrımla aklımdan geçenleri? Korhan Edip'in anlatımından.... İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kültür varlıklarını koruma projesi için ihaleye girmiş ve Osmanlı'nın son dönemlerine şahitlik etmiş olan, iki asırlık bir köşkün restorasyonunu almıştık. Köşkün ana hatları genelde taş işçiliği ile şekillendirilmiş ve ahşap ile taşın büyük bir uyumla bir arada kullanılması ile inşaa edilmişti. Ama bakımsızlık sebebiyle köklü bir restorasyona ihtiyaç duyuyordu şimdilerde. İhalenin ardından yaptığımız toplantıda bu projede çalışacak mimarları belirleyip restorasyon taslağını oluşturmuş ve Anadolu'da taş işçiliği ile ön plana çıkan tarihi binalardan ilham alma kararı ile yola çıkmıştık. Hamit, Semih ben ve Emin. Ah güzel çocuk Emin. İşe alındığını öğrenince nasıl da heyecanlanmıştı. Bu proje için onun da dahil edildiğini söylediğimdeki hevesi ise görülmeye değerdi. Elbette başımıza geleceği hiç birimiz bilemezdik. Zaten böyle bir şeye ihtimal verseydim onları asla bu yolculuğa çıkarmazdım. Divriği sınırlarına girdiğimizde her şey bir anda olmuş, aracın şoförü kontrolünü kaybedince aracımız Çaltı çayına devrilmiş ve canımızı yakan kayıpları yaşamamıza sebep olmuştu. Aracın şoförünün üç çocuk babası olduğunu öğrendiğimde canım daha da çok yanmıştı. Ama aklıma koymuştum. İstanbul'a gidince hem Emin'in hem de rahmetli adamcağızın ailesi için bir fon oluşturacak, ömrüm elverdiğince de onları kimseye muhtaç etmeyecektim. Divriği'nin bana yeni ufuklar açacağını biliyordum. Hem mimarisi hem de tarihi eserleriyle başlı başına bir kaynaktı. Ama Divriği bana tahmin ettiğimiden başka bir kapı daha açmıştı. Ve ben o kapının bir çift ela gözün ardında başka bir dünyaya açılacağını bilmiyordum. Karanlık, soğuk bir sağlık ocağında gözlerimi açtığımda karşımda gördüğüm yüz, beni resmen dumura uğratmıştı. O anı tekrar düşündüğümde bile garip bir ürperti geçiyordu bedenimden. İşine odaklanmış bir profesyonel gibi yaralarımla ilgilenişi, beni kaza hakkında bilgilendirişi, yaptığı yatıştırıcı konuşmalar, çekinmeden kendinden bahsedişi her biri onun şimdiye kadar tanıdığım hiçbir insana benzemediğinin kanıtıydı. Evinde kaldığım süre boyunca da bu farklılığın ailenin köklerinden geldiğini anlamam uzun sürmedi. Evin büyüğü olan Sabire hanım tam bir ata kadındı. Yaşadığı acı kayıplara rağmen ailesini bir arada tutuşu, ilerleyen yaşına bakmadan bir kız çocuğunu olabildiğince erdemli bir şekilde yetiştirmesi, genç yaşta eşini kaybeden oğlunu derleyip toparlaması gerçekten taktire şayan işlerdi. Bu eve geldiğimden beri sürekli kendi aile ortamımla karşılaştırıyordum. Belki de annemin yanında aklı başında bir büyük olsaydı, babamın bize yaşattığı hayal kırıklığını atlatmamız daha kolay olacaktı. Kazanın üzerinden geçen iki günde ağrılarım epey azalmış ve hareketlerimdeki kısıt gözle görülür bir şekilde ortadan kalkmıştı. Bunda en büyük pay elbette Suzan'ındı. Anlattığına göre ildeki hastanenin doktoru ile şans eseri bir kez konuşabilmiş ve ardından telefon hatları kesilmişti. Ondan aldığı kısıtlı talimatın üstüne kendi birikimini de ekleyerek tedaviye devam etmişti. Elinden düşürmediği acil sağlık kitabı, üzerimde dolaşan ve her hareketimi ölçmeye çalışan bakışları aslında onun devam edebilirse işinde ne kadar da başarılı olacağının kanıtıydı. Bu konuyu bir kaç kez açmaya çalışmıştım ama anlamadığım bir şekilde konuyu sürekli geçiştiriyordu. Divriği'den tekrar ayrılmak için oldukça güçlü bir sebebe ihtiyacı vardı ve ben o sebebi yaratacak konumda değildim ne yazık ki. Sofrada açılan gitme muhabbetinden sonra durgunlaştığı gözümden kaçmamıştı. Acaba ben mi öyle düşünmek istiyordum yoksa Suzan bu burukluğu saklayamayacak kadar acemi olduğu için mi açık etmişti hislerini emin değilim. Ama şunu söyleyebilirim ki; henüz ben de geri dönmeye hazır değilim. Hem dönünce beni bekleyen o çetin yüzleşme, hem de buradan, yuva hissettiğim yereden ve efsunlu elleri olan Suzan'dan uzaklaşma fikri beni düşündürüyordu. Takdir edersiniz ki daha önce hiçbir anneye güle oynaya, dualarla yolcu ettiği oğlunun cansız bedenini götürmemiştim. Emin ile çok kısa bir süre bir arada çalışmamıza rağmen gerçekten doyurucu bir muhabbetimiz olmuştu. Haliyle geride bıraktığı boşluk da kolay doldurulacak cinsten değildi. Onun ailesi ile olacak yüzleşmede bana cesaretten çok, acının dilinden anlayan birinin desteği lazımdı. Keşke Suzan'ın dirayetini ve munis üslubunu da yanımda götürebilseydim. Ya da keşke o da benimle gelebilseydi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD