Endişe...

1741 Words
" Suzan abla nedir durum, sağ mı adam?" " Arif dur bi Allah aşkına, anlamaya çalışıyorum. Uzaklaştır çoluğu çocuğu, sessiz olsunlar." " Emrin olur ablam. Dağılın çocuklar, seyrangah mı burası, dağılın." " Arif yaklaş buraya." " Buyur Suzan abla." " Şimdi git sağlık ocağına. Dışarıda sigorta kutusunun içinde anahtarı var ocağın. Heh onu al gir doktor beyin odasına, cam dolapta beyaz ufak bavula benzeyen bir çanta var. Üzerinde de kırmızı bir hilal olacak. O çantayı al da gel bana." " Tamam abla, hemen." " Arif, dur dur! Yanına bir kişi daha al, koridorda katlanan bir sedye ovar, onu da getirin. Bu adamı bir an önce sıcak bir yere götürmemiz lazım. Çocuklardan birini yolla bakalım Sefer dayıların ev müsait miymiş?" " Abla Sefer dayılar Gürün'e Sema ablanın yanına gittiler." " Tamam neyse, yapacak bir şey yok. Sen çantayı ve sedyeyi getir. Kırığı çıkığı yok gibi duruyor ama boynu zedelenmiş olabilir. Vücudunu sabitleyip Ethem abi ile sağlık ocağına götüreceğiz. En güvenli yer orası." Hava oldukça soğuktu ve bu adam dakikalarca soğuk suyun içinde kalmıştı. Görünen yaralarını sağaltmaktan önce vücut ısısının eski haline dönmesi gerekiyordu. Günlerden Cumartesi olduğu için ocağın personeli de genelde burada durmazdı. Devlet hastanesinden cankurtaran gelene kadar adamcağızın canından olması işten bile değildi. Yıllardır inşaatı süren devlet hastanesi bir türlü tamamlanamadığından ağır durumlarda herkes şehirdeki hastaneye inmek zorunda kalırdı. Bu sebeple ilçenin acil ve ağır olmayan sağlık ihtiyaçlarını iki doktor ve iki ebeli sağlık ocağından başka giderecek kimse yoktu. Yokluğunda olur da acil bir durum olursa diye malzemeleri kullanabilmem için yedek anahtarın yerini söylemişti bana doktor bey. Bu güne kadar pek lazım olmamıştı ama şimdi can simidi gibi yetişmişti imdadımıza. Arif dediklerimi getirene kadar çevreden bulabildiğim battaniye, örtü ne varsa onunla adamı sarmalamıştım ama ıslak kıyafetlerini çıkarmadan vücut ısısını hızlıca yükseltebilmem mümkün değildi. Rüzgar da bugün işimi zorlaştırmak için kendini adamış gibiydi. Dakikalar geçtikçe rengi solan, teni cansızlaşan adam endişemi giderek arttırıyordu. Bir de etraftan meraklı gözlerini dikip, adamın nefesini dinlemek için ona her yaklaştığımda ayıplar mırıltılar çıkaran art niyetli insanlardan bunalmıştım. Sonunda dayanamyıp açtım bayramlık ağzımı. - Gözünüzün önünde cima eden mi var ahali? Ne diye cıcıcklayıp duruyorsunuz. Elinizden bir şey gelmez bari dilinizden geleni yapın da susun. Bir insan var burada canıyla cebelleşen. Onun yerine evladınızı kardaşınızı koymak bu kadar mı zor? Lal olur kesilirsiniz tabii. Her saat başı size insanlık öğretmek lazım ki bu memleket yaşanacak bir yer olsun. Başımı ocak tarafına çevirip baktığımda Arif'in yanındaki oğlanın yardımıyla istediklerimi tastamam getirdiğini gördüm. Candı bu oğlan. Arif'in insanlığına cevalliğine kurban olsundu bu ahali. - Suzan abla getirdim dediklerini ama kötü haberlerim var. Ocağa gitmişken bir daha aradım can kurtaranı. Çaltı çayı kenarındaki yola heyelan inmiş. Bir de deli gibi yağıyormuş hava, çay taşacak dediler. Can kurtaran gelemeyecekmiş. Biz ocağa geçince yeniden arayacakmışız hastaneyi. Oradan bir doktor sana ne edilmesi gerektiğini söyleyecekmiş. - Hay Allah Arif, olacak iş mi şimdi. Neyse Ethem abim nerelerde, getirdi mi minibüsü? Çarçabuk ocağa yetiştirelim adamı. Ben yolda sararım yarasını. Gidelim de doktoru arayalım hemen. Ethem abim adını andığımı hissetmiş gibi hemen yanımızda bitmiş ve ellerinden geldiğince dikkatle yaralıyı minibüsün meydanına yatırıvermiştik. Bedeni muşamba sedyeden taşan adamı zaptedip eylemek epey zor olmuştu ama şu şartlarda yapacak bir şey de yoktu. Çünkü adamın bedenini yerden kaldıramadan gök gürlemiş ve çayı taşıran yağmur buraya da yetişmişti. On dakikalık yürüme mesafesini arabayla neredeyse on dakikaya anca alabilmiştik. Yağmur öyle hızlı, öyle tehditkardı ki bizi kurtuluşa erdirmemeye and içmiş gibiydi. Kendinden bihaber yatan adama bakıp "neydi senin günahın acep?" demeden duramamıştım. Allah şimdilik canını bağışlamıştı ama bizim biçare elimize düşürerek sanki öldürmekten beter etmişti. Tövbe çekip minibüsün varmak üzere olduğunu anladığımda derhal toparlandım. Benim de üstüm başım sicim gibi yağan yağmurdan nasibini almıştı. Herkesten önce inip ocağın kapısını açtım ve doktorların acil müdahaleleri yaptığı odayı hazırladım. Burada zaten bir sedye, bir ilaç ve malzeme dolabı vardı. Ethem abimler yaralıyı getirdiğinde seyeye yatırmalarını söyleyip ellerimi yıkamaya koyuldum. Ardından elime geçirdiğim eldivenlerle Arif'e döndüm yüzümü. - Arif ne dersem yaparsın değil mi ablam? - Sen emret yeter ki Suzan abla. - Estağfirullah. Bak şimdi ben adamın üzerini örteceğim sen de hızlıca örtünün altından ıslak kıyafetlerini çıkaracaksın. Bak şuradaki dolapta doktor Ahmet beyin üniformalarından var. Onlardan bir kat al ve adamı yeniden giydir. Anladın mı Arif? Sen bunları yaparken ben de adamın başındaki yara ile ilgilneceğim. Arif başta bocalasa da başını sallayıp hemen dediklerimi yapmaya başladı. Doktor Ahmet bey sıska bir adam değildi ama içten içe üniformanın bu adama uyup uymayacağını merak ettim. Sedyeden taşan bedeni bana aksi cevapları verse de yapacak bir şey olmadığı için duruma razı gelmekten başka seçeneğimiz yoktu. Arif dediğimi yaptığında ben de başındaki yarayı temizlemiş ve dikiş atılması gerektiğini görmüştüm. Adamın bilinci kapalıydı ama ne zaman uyanacağını kestimek mümkün değildi. Ben dikiş atarken uyanır da yaşadığı olayın şokuyla hırçınlaşırsa mazallah elimden bir kaza çıkabilirdi. Bu sebeple uygulayabileceğim en hafif morfini bulup, yarasının çevresine zerk ettim. Elimi olabildiğince çabuk tutsam da neticede epey düzgün iş çıkarmıştım. Ahmet bey burada olsaydı elimin atikliği ve becerikliği ile övünür dururdu. Zaman geçmesine ve vücut ısısı yavaş yavaş normale dönmesine rağmen bir türlü uyanmayan adam beni giderek endişelendiriyordu. Dikişi bititrdikten sonra ildeki hastaneyi arayıp acil doktoru ile konuşmuştum. Bana şimdilik yapılacak bir şey olmadığını, on dakikada bir tansiyonunu, vücut ısısını ve solunumunu değerlendirmemi söylemiş; eğer bilinci yerine gelmezse bir şekilde bölgeye ulaşmaya çalışacaklarını söylemişti. Bir köşede Arif, diğer bir köşede Ethem abi ve ben sessizce yaralıdan gelecek bir kıpırtıyı bekliyorduk. Hava giderek kararmaya başlamıştı. Akşam karanlığı değildi bahsettiğim. Karabulutların ilçenin başında dönüp durmasından kaynaklıydı. Bir de içimi sıkan, beni çaresiz bırakan başka bir haber almıştım. Şiddetli yağmur çay kenarında birkaç heyelana daha sebep olduğu için belirsiz bir süre ille bağlantımız kesilmişti. Bu da demek oluyordu ki sağlık ocağı personeli de hafta başında görevlerine dönemeyecekti. Ethem abim Zarife ablaya nenemin yanında beklemesini tembihlemişti. Babam da ara ara yanımıza gelip ne durumda olduğumuza bakıyordu. Bir ara Ethem abi, Zarife ablanın bize yemek hazırlayacağını söyleyip gitti. Ardından da Arif; "Abla ben bi anamı dolanıp geleyim. Meraktan ölmüştür şimdi." deyip gitmişti. Akşam olmadan ocaktaki bütün yapay ışık kaynaklarını odaya toplamak geldi aklıma. Gece de böyle yağmaya devam ederse elektrikler sık sık kesilir, acil bir durumda adama sağlıklı bir şekilde müdahale edemezdim. Yeteri kadar aydınlatıcı topladığıma ikna olduktan sonra Ahmet beyin sandalyesini sedyenin yakınına çekip oturdum. Kimdi bu adam? Nereliydi? Ailesi ne haldeydi şimdi kim bilir? Belki de henüz kazadan haberleri yoktu, belki de kimsesizdi. Adı neydi? Arif üzerini çıkardıktan sonra ceplerini yoklamış ve kimlik namına hiçbir şey bulamamıştı. Bir de çaya kapılan diğer üç yolcunun akıbeti vardı. Akrabaları mıydı bu adamın kaybolanlar? Kendine gelince nasıl bir açıklama yapacaktım? Kafamda bu düşünceler ve yaşadığım endişenin yorgunluğu ile gözlerim kapanmış ve oturduğum sandalyede rahatsız bir uykuya dalmıştım. Arada gürleyen gök ile yerimden sıçrıyor ve yağmurun camları döven sesini duyabiliyordum. Sonra bu seslerin arasına bir ses daha karıştı. Bir inleme sesiydi bu. Farkına vardığım ayrıntıyla resmen yerimde sıçradım. Steteskop boynumdaydı. Ben hızla kalkınca yere düşüp tok bir ses çıkardı. İşte yaralının tam olarak gözlerini açan bu ses olmuştu. Hayatımda gördüğüm en ilginç gözlere bakıyordum şimdi. O da donmuş bir şekilde bana bakıp kalmıştı ve ikimiz de gözlerimizi kırpmıyorduk. Sonra ben kendimi toparlayıp "sonunda uyandınız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diyebilmiştim. - Ne oldu bana, neredeyim ben? Ekibim, onlar nerede? - Lütfen sakin olun ve ani hareket yapmayın. Bir kaza geçirdiniz. Aracınız Divriği girişinde ne yazık ki çaya yuvarlanmış. Siz araçta sıkıştığınız için güçlükle çıkarmışlar. Araçtaki diğer yolcular hala aranıyor. - Ne kadar oldu? Kaç saattir baygınım ben? - Yaklaşık dört saattir baygınsınız. Vücut ısınız çok dümüştü, yerine getirmek için çok uğraştık. Bir de başınızda derin bir yara vardı, dikiş atmak zorunda kaldım. - Doktor musun sen? - Hayır değilim. Hemşire sayılırım. - Ne demek sayılırım, öğrenci misin yoksa? - Bazı sebeplerden son senemde bırakmak zorunda kaldım ama merak etmeyin pratiğim iyidir. - Doktor falan yok mu burada? Sen niye bakmak zorunda kaldın? - Hafta sonu olunca ocağın personeli Sivas'a ailelerinin yanına gider. Acil birşey olursa da ilden ambulans isteriz. Benim yapabileceğim bir şey olursa da haber verirler. Bugün yağış çok fazla olduğu için çay boyunda birçok yerde heyelan olmuş. Yolun açılması da uzun sürecekmiş. O yüzden sizinle ben ilgilenmek zorunda kaldım. Endişelenmeyin işimde iyi olduğumu söylerler. - Her neyse. Ekibimin akıbetinden nasıl haberdar olabilirim? Jandarma komutanlığına ulaşabileceğimiz bir numara var mı? - Ne yazık ki şu an ulaşamayız. Ama biraz beklerseniz Ethem abi gelecek. O mutlaka haber almıştır. - Neden ulaşamayız? Benim bir şekilde onlara ulaşmam, aileme haber vermem lazım. - Anlıyorum beyfendi ama yağış nedeniyle telefon hatları da hasar görmüş durumda. Ethem abi gelsin, eğer haberi yoksa bile öğrenmek için ilçe jandarma komutanlığına gider. - Gencecik üç tane insan, Allah'ım sen bağışla canlarını. - Allah'ın izniyle bulunacaklardır. Siz içinizi ferah tutun. - Umarım hanımefendi, umarım. - Adım Suzan, Sizin? - Ben Korhan Edip Günday. - Memnun oldum Korhan bey. Başınız haricinde herhangi bir yerinizde ağrı var mı? Sırtınız, beliniz ya da karnınızda? - Nefes aldıkça göğsüm sancıyor, bir de sol omuzum ve sol dizimde biraz ağrı var. Ama dayanılmayacak gibi değil. Ethem dediğiniz adam ne zaman gelir? Burada böyle elim kolum bağlı olmak çok zor. Onlara bir şey olursa ailelerine nasıl hesap veririm ben? - Ekibim diyorsunuz, iş için mi buralardaydınız? - Evet. Mimarım ben. Son birkaç aydır çok özel bir yapının restorasyonu için çalışıyorduk. Projedeki mimarlarla da Ulu Camiideki taş işçiliğini incelemek için gelmiştik. Tam da ilçenin girişinde yol aniden daraldı ve karşıdan gelen kamyondan kaçmaya çalıştık. Sonra aracı kullanan arkadaş direksiyon hakimiyetini sağlayamadı ve birkaç kez takla attığımızı hatırlıyorum. Ben ön yolcu koltuğunda oturuyordum. Aracı şoförüyle birlikte il merkezinden kiralamıştık. Arkada da üç genç mimar vardı. - Yani arananların içerisinde bir de şoför var. Siz üç arkadaş diye bahsedince ben toplamda dört kişi olduğunuzu düşünmüştüm. - Şimdi siz öyle söyleyince kendimi kötü hissettim. Şoför arkadaşın akıbetini merak etmediğim izlenimini oluşturdum değil mi? Ama inanın öyle değil. - Özür dilerim. Amacım niyet okumak değildi ama evet. Öyle bir izlenime neden oldunuz. - Kaç yaşındasın Suzan? Ben cevabımı veremeden sağlık ocağının demir kapısının açılıp kapanma sesi duyuldu. Ethem abim sırılsıklam bir şekilde elinde tuttuğu yemek poşetini doktor masasına koyup sedyede boylu boyunca yatan adamın karşısına geçti ve "Bakıyorum hastamız uyanmış. İyi misin bey abi. Nasıl hissediyorsun kendini? Bizim kızın eli pek bir maharetlidir, iyi eder iki güne seni merak etme." demişti. Korhan beyin ise aklında tek soru vardı. - Ethem beydi değil mi? Kayıp yolculardan bir haber var mı? Suzan hanım sizin bilgi sahibi olabileceğinizi söyledi. Ethem abimin yüzü aniden düşmüş ve sıkıntılı bir hal almıştı. Sedyesinde acıyla doğrulan adam kadar endişeliydim neredeyse. Zaten duyduklarımız da endişemizin yerli olduğunun kanıtıydı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD