Birine sevdiği birinin kaybını söylemek öyle her babayiğitin harcı değildir. Ethem abim de bu yükün altında eziliyor olacak ki gözleriyle benden yardım istedi ama ben belkide bu meseledeki en zayıf insandım. Eninde sonunda söylenmesi gereken gerçek ortaya dökülecekti.
- Beyim buradan yedi kilometre ötede iki kişinin cansız bedenine ulaşmışlar. Biri 50 yaşlarında bir abimiz, diğeri de gençten bir çocuk. Kimlik falan çıkmamış üzerlerinden ama jandarma eşgalini anons etmiş. Yeşil bir kazaklan deri ceket varmış gencin üzerinde. Diğeri de şöför abimizmiş. Plakayı araştırınca zaten adına sanına kolay ulaşıldı onun.
- Ah Emin! Allah'ım sen yardım et, ailesine dayanma gücü ver. Jandarmaya haber etseniz Ethem bey. Birisi gelip benimle görüşse, diğer ikisinin de kimliğini veririm, işleri kolaylaşmış olur. Allah'ım ne olur onlardan iyi haber alalım, ne olur...
Adamcağızın sesi öyle yıkık çıkıyordu ki; o gencin ailesinin acısını ta yüreğimde hissettim. Gözümden akan yaşları da engelleyemedim haliyle. Ağladığımı görmesinler diye arkamı dönüp bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yapmıştım ama Ethem abi halimden anlamıştı.
- Suzan ben varayım jandarmaya bi yol. Derim yaralı abimiz uyandı, gelip konuşsunlar, hem ailesine de telgraf çekerler. Hatlar bir zamana düzelmeyecek gibi. İbraam abim de kahveyi kapatıp hinci gelir yanına. Siz de bey abiyle birlikte iki lokma bir şey yiyiyn, güçten takattan düşmeyin abim.
- Tamam abi, sen bir an önce gidip haber ver. Ben burayı idare ederim.
Ethem abi geldiği gibi hızlıca çıkmıştı ocaktan. Ne adamcağızın ne de benim ağzımıza lokma koyacak halimiz vardı. Ama onun güçsüz düşmemesi için bir şeyler yemesi gerekiyordu. Sırf onun iyiliği için sessizce yemekleri çıkarıp tekerlekli sehpanın üzerine yerleştirdim. Sehpayı sedyenin önüne çektiğimde sağ kolunu yüzüne siper eden adam hafifçe doğruldu ama benimle göz göze gelmek istemediği belliydi. İşte o an, onun da göz yaşlarını göstermek istemediğini anlamıştım. Kendimi onun yerine koymaya çalışıyordum fakat düşüncesi bile nefesimi kesiyordu.
- Korhan bey biliyorum şu an çok üzgünsünüz ama bir şeyler yemek zorundasınız. Bol sıvı tüketmeniz de gerekiyor. Şu an size takviye olsun diye verebileceğim pek fazla ilaç yok elimde. Bu nedenle bünyenizi güçlendirmek şart.
- Suzan, şuramdaki yumruyu yutmadan nasıl lokmalar geçecek boğazımdan? Emin gencecikti henüz, 24 yaşındaydı. Daha yeni başlamıştı işe. Emin'in babası yok, ailesine o bakıyordu. Şimdi annesine ve kız kardeşine nasıl derim ben evladınıza, kardeşinize sahip çıkamadım diye?
- Allah'tan geldik, Allah'a döneceğiz. İmanlı insanın tek tesellisidir bu. Sizin elinizde olan bir şey değil o gencin ölümü. Keza ona soluğunu siz vermediniz ki sebebi siz olasınız. Umarım ailesinin de imanı sağlamdır da bu acıyı en kolay şekilde sahiplenirler. Kendinizi suçlamayın, bu da bir çeşit isyandır.
- Ben kendimi ya da acı sahibini teselli edecek kadar ihlas sahibi değilim sanırım. Aklımda hep keşkeler kalacak.
- Şimdi belki sana mı kaldı bana iman ihlas dersi vermek diyeceksiniz ama keşke şeytandandır Korhan bey. Eğer keşkelerin ağına düşseydim aklımı yitirirdim ben. Sözüme güvenin.
- Sen? Yoksa sen de mi kayıp yaşadın Suzan?
- Kaybı olmayan var mı bu dünyada Korhan bey? Hani demiştim ya bazı sebeplerden okulu bıraktım diye. Son senenin henüz başıydı. Ailemden yeni ayrılmış sayılırdım. Ki ben bir evin tek kızıyım, ailemin göz bebeği. Ben onlar için neysem, onlar da teker teker gözümde o. Birgün uyandım içimde bir sıkıntı. Ama nasıl sıkışıyor göğsüm. Hani sağlıkçıyız ya, yürekte bir sıkıntı var diye hocalara bile arz ettim halimi. Ama tansiyon, nabız, soluk hepsi normal. Psikolojik dediler hep bir ağızdan. Ben de öyle olsun diye istiyorum bakma sen. Başka türlü birine bir şey oldu da içim sıkıldı demek istemiyorum. Bu hissi def etmek niyetim. Ama gün akşam oldu, saatler devrildi, benim sıkıntım geçmedi bir türlü. Sabaha üstüm açıldı, gözüme bir damla uykunun uğradığı yok. Üniversite hastanesinin karşısındaki yurtta kalıyorum o zamanlar. Odada 6 kişiyiz. Uyandırdım kızları, dedim ben daha fazla duramıyorum burada, eve gitmem lazım benim. Kesin birine bir şey oldu, içim o yüzden böyle sıkılıyor. Beni rahatlatmaya çalıştılar, kuruntu yapıyorsun dediler. Hiçbirini dinlmedim. İndim istasyona aldım bir bilet. Ne yol bitiyor ne iz. Sıkıntım arttıkça artıyor. İstasyona geldim tam çıkışa doğru yaklaştım, belediye hoparlöründen bağırmaya başladılar. "Kahveci İbrahim'in zevcesi, Hanife kardeşimiz hakkın rahmetine kavuşmuştur. ". İbrahim babam, Hanife de annem. Meğer birkaç gün evvel annemin bindiği traktör devrilmiş. Dayım gile yardıma gidecekmiş o zaman, yukarı köyde oturur dayımlar ilçeye pek yakın o köy. Annem de oraya işçi götüren traktörlerden birine atlayıvermiş. Her zaman yaptığı şey, ilk değil ki, ne bilsin canına zarar gelecek. Yokuşu tırmanırken kasa dönüvermiş birden, içindeki hatunlar hep yamaca savrulmuş, birkaç sıyrıkla kurtulmuş canları. Ama annemin ayağı kasanın altında kalmış ve kırılmış. Konuşuyo, derdini anlatıyo diye imine cimine bakmamış doktor alçıya alıp eve yollamış. Annem demiş 'sakın Suzan'a haber etmeyin, aklı kalır, kalkıp geleyim der, iyim ben.' Sonra o içimin sıkılmaya başladığı ilk gün meğer damarlarının içinde bir pıhtı dolanmaya başlamış. Belirti vermemiş tabii nerden bilsinler? Saatler ilerlemiş nefesi kesilir olmuş. Yine böyle yağmurlu bir gün, ocaktan doktor çağırmışlar gelememiş bir zamana. Gelip vardığında ise iş işten çoktan geçmiş.
Beş sene oldu Korhan bey. O gün ben anamın ölüsüne yetiştim. Ama her nefesimde keşke dedim. Keşke bir gün önce gelseydim. Belki anlardım bir aksilik olduğunu. Keşke annem son nefesini vermeden gelseydim, derdini anlamasam bile helalliğini almış olurdum. Keşke beni durdurmaya çalışanları dinlemeseydim, keşke annemin ölüsüne değil de dirisine yetişseydim.
İlçeye o gün döndüm, bir daha da ne okula ne de şehre gitmek istedi canım. Nenem ayda bir zorla götürmeye başladı birkaç senedir. Yaşlandım, kaybolurum diyip sürüklüyor beni de. Ama ben biliyorum niyetini. Aklı sıra kırılan cesaretim yerine gelsin, ben evimden uzaktayken sevdiklerimden birine bir şey olur korkum uçsun gitsin istiyor ama o kadar kolay değil. Yani demem o ki keşkeler annemi geri getirmedi Korhan bey. Keşkelerle ben kendimi yedim bitirdim. Doktor Ahmet bey olmasaydı ilmimi de zayi edecektim ya. O döndürdü zarardan beni Allah razı olsun. Şimdi onların yokluğunda iğnesi olana iğne, yarası olana pansuman yapar hayır duası alırım. En çok da ananın ruhuna rahmet dediklerinde hoşuma gider.
Korhan bey beni neredeyse gözünü kırpmadan dinlemişti. Sonra da yavaşça oturuşunu düzeltişine ve sehpayı ikimizin ortasına iyice yanaştırışına şahit oldum. Beze sarılı ekmeği çıkarıp tam ortadan böldü. Yarısını benim önüme, yarısını da kendi önüne bıraktı. Sonra da;
- Acımı bölüştün Suzan, ekmeği de bölüşelim. Haydi Bismillah! dedi.
Benim yüzümdeki tebessüm acı mıydı değil miydi bilmem ama kapı girişinde nicedir beni dinleyen babamın tebessümü göz yaşlarına karışmıştı. Benim yıllardır içime attığım derdi bir yabancının karşısında yutkunmadan anlatışıma şahit olmuştu çünkü. Oysa ben ona derdimle yük olup anamın acısı içinde katlanmasın istemiştim.
- Selamun aleyküm bayım. Çok şükür kendine gelmişsin. Bizim kız çok konuşup kafanı şişirmedi inşallah?
- Estağfirullah beyfendi. Kızınıza can borçluyum. Ne yapsa boynum kıldan ince.
- Yo yo canı yalnız Allah'a borçluyuz. Suzan sadece vesile. Kaybın varmış oğlum, başın sağolsun. Allah diğerlerinin yardımcısı olsun, onların acısını göstermesin inşallah.
- Allah razı olsun ağabey. Amin, inşallah.
- Suzan ben buraya şey demeye geldim asıl kızım. Bey oğlumuzu bize götürelim. Nenen ile Zarife gelin sobayı kurmuş bugün. Burası soğuk, iyice hasta olur adam. Buradan ne lazımsa al yanına, Ethem gelince bi yol eve götürsün bizi.
Aslında burada onunla yalnız kalmaktansa evimde, rahat olduğum yuvamda daha verimli olabilirdim. Hem nenemin şifalı yemekleri onu hemen cana getirirdi. Yolların ne zaman açılacağı da belli değildi. Ama ben ağzımı açana kadar o itiraz etti duruma.
- Hiç gerek yok ağabey. Kimseye zahmet vermek istemem. İlla ilçede bir misafirhane vardır. Jandarma ifademi almaya gelince rica ederim beni yerleştirirler.
- O dediğin kattiyen olmaz. İle varan bütün yollar kapalı. Doktorlar ne vakit gelir belli değil. Hem sen yaralısın oğlum. E yaralının dilinden anlayan da bir tek Suzan var canına yandığımın yerinde. Hayatta bırakmayız seni. İşler hale yola girene kadar misafirimizsin. Ethem gelsin, ifadeni veriver sonra da yollanalım eve. Suzan az sen gelsene .
Korhan beyden sessiz bir müsaade alıp düştüm babamın ardına. İçimde engelleyemediğim bir utanç vardı ona karşı. Bir yabancıya kendimi bu kadar açmaya ne diyecek diye düşünüp duruyordum buraya geldiğinden beri. Ocağın serin girişine vardığımızda üşüdüğümü hissetmiştim. Sahi ıslanan kıyafetlerim daha yeni kurumuştu. Babamın konuşmasını beklerken o etrafta bir müddet gözlerini dolaştırdı ve elimde tuttuğum fenerin cılız ışığına yansıyan kızarmış gözleriyle baktı yüzüme. Sonra da aniden tutup sarıldı. Saçıma kondurduğu öpücükler hem şifa hem de ceza gibiydi. Şifaydı, çünkü tazelenen anne acımdan öpüyordu. Cezaydı, çünkü duydukları yüzünden canı çok yanmıştı.
Babam beni öylece bırakıp ocağa çok yakın olan kahvehaneyi kapatmaya gitmişti. Yağmur hala deli gibi yağıyordu. Üzerinde yağmurluğu, ayağında çizmeleri olmasına rağmen onun bu havada dışarıda olması canımı sıkıyordu. Kendimi toparlayıp Korhan beyin yanına döndüğümde önündeki yemeğe hiç dokunmadığını gördüm.
- Korhan bey neden başlamadınız?
- Seni bekledim Suzan. Yalnız yemek yemek hiç adetim değildir.
- Yalnız yemektense bir yabancıyla yemeyi tercih ettiniz o halde.
- Sen bana yabancı değilsin artık. Hoş bir tanışma olmasa da tanışmış olduk, öyle değil mi? Hatta evinize misafir bile oldum.
- Babam kimseyi rahat hissetmeyeceği yerde bırakmaz. Üstelik yaralısınız, bir de ilçede sağlık çalışanı yok şimdi. Benim gözümün önünde olmanız içini rahatlatacaktır.
- Baban çok iyi birine benziyor. Çok şanslısın.
- Öyleyim, Allah başımdan eksik etmesin. Hem babam, hem arkadaşım, hem de yoldaşım o benim.
- Ne güzel. Herkes senin kadar şanslı değil baba konusunda.
- Bilmeden sizi üzecek bir şey mi söyledim?
- Yok telaşlanma, senin bir suçun yok. Benim babam zevk ve sefa düşkünü bir adamdı. Annemi deflarca aldattı. Bizi terk edip gittiğinde ben henüz sekiz yaşındaydım. Geride sadece babasız bir çocuk bırakmadı üstelik. 22 yıldır annesinin taşkınlıklarıyla uğraşmak zorunda kalan bir çocuk bıraktı. Annemi bırakıp kendime bir hayat kuramadım. Ne zaman evden uzaklaşsam onu terk ettiğimi sanıp ortalığı ayağı kaldırıyor. Şimdi de haber alamayınca öyle yapmıştır eminim. Tek tesellim yanımızda çalışan Ayşe hanım. Dilinden bir tek o anlıyor, o sakinleştiriyor.
- Duyduklarım için üzgünüm. Yani küçük yaşta yaşadıklarınız, yaşamak zorunda kaldıklarınız için. Sizin açınızdan ne kadar zor olduğunu tahmin edemem elbette. Umarım bir mucize olur ve geçmişin bütün izlerini siler sizin için.
- Mucizeler beni pek sevmiyor Suzan. Eğer sevselerdi Hamit ile Semih'in sağ olduğu haberi gelirdi. Zaman geçtikçe mucize de uzaklaşıyor.
- Allah'tan ümit kesilmez, bunu sakın aklınızdan çıkarmayın. Her zorlukla beraber bir kolaylık da vardır. Hadi şimdi daha fazla tadını kaçırmadan yiyelim şunları. Birazdan Ethem abimle Jandarma subayı da gelir.
Anlattıkları ağzımda garip bir tat bırakmıştı. Yediğim yemeğin lezzetine varamıyor olsam bile onun rahatça yiyebilmesi için kendimi zorluyordum. Neyse ki kafi miktarda bir şeyler yemiş ve ağrısı olduğunu söyleyerek biraz uzanmak istemişti. Önünden sehpayı çekip uzanması için yardım etmeye çalıştım. Kapalı bir ortamda bir erkekle başbaşa olmanın verdiği gerginlik o an daha da hissettirdi kendini. Hiçbir erkeğe bu kadar yakın olmamıştım şimdiye kadar. Onun da bedeninin kasıldığını hissettiğimde elimi çabuk tutup hemen geri çekildim.
- Size ağrı kesici bir iğne yapmamı ister misiniz? Ağrılarınız dayanılmayacak bir halde mi?
- Sanırım o kadarına lüzum yok. Fazla oturduğum için oldu galiba. Kaburgalarım biraz zorladı, o kadar.
- Muayene ettiğimde kaburgalarınızda herhangi bir kırığa rastlamadım. Yer yer doku ezilmesi var sadece. Büyük ihtimalle uzun süre aynı pozisyonda kaldığınız için oldu.
Ben ortalığı yeterince toparlamış oturmaya hazırlanırken, ocağın demir kapısı bir kez daha açıldı. Ethem abi odaya yaklaşınca seslenmişti. "Suzan bey abi müsait mi? Komutanım ifade için geldi."
- Buyrun Ethem abi, gelebilirsiniz.
Haliyle oturmadan ayakta gelenleri beklemeye başlamıştım. Önden Ethem abim girip selam vermiş, sonra da dışarıdaki komutanı içeri buyur etmişti. Gördüğüm suretle kasılıp kalmıştım. Cengiz yüzbaşı bulduğu her fırsatta beni sıkıştırıp olmadık imalarda bulunan birisiydi. Sürekli niyetinin ciddi olduğunu söyler ve her fırsatta dibimde biterdi. Hatta doktor Ahmet beyle çıktığımız köy ziyaretlerine mutlaka kendini de dahil eder ve ortaya bol bol malzeme verirdi. Yumruklarımı sıkıp öyle bıkkın bir nefes almıştım ki, yattığı yerden doğrulan ve beni izleyen Korhan beyin kararan bakışlarını ancak görebilmiştim. Sessizliği yine Cengiz Yüzbaşı bozdu.
- Suzan, yaralının ocakta senin gözetiminde olduğunu duyunca ifade almak için ben gönüllü oldum. Erlerden biri de gelebilirdi ama seni uğraştırmak istemedim.
- Zaten işiniz benimle değil komutanım, kazazede ile. Lütfen bir an önce ifadenizi alın, beyfendinin ağrısı var ve dinlenmesi gerekiyor.
- Merak etme Suzan, halden anlıyoruz elbet.
Karanlık odayı aydınlatsın diye yaktığım birkaç mumun ışığında yüzüme yine aynı ifrit ifade ile bakması sinirlerimi bozmaya yetmişti. Ethem abim de ortada dönen durumdan oldukça rahatsızdı ama görev başında bir askere karşı diklenmeyi de kendine yakıştıramıyordu. Fakat yine de yapabileceği en iyi şeyi yapmış ve ifade sırasında beni odadan çıkarmıştı. Tam o sırada babam da gelince derin bir nefes aldım. Babamın varlığı en azından onun rahatlığını engelleyebilirdi. Şimdi tek istediğim şey şu ifade zırvalığının bir an önce bitmesi ve salimen evimize varabilmekti...